Hürriyet

23 Ocak 2011 Pazar

TEPE TEPE KAR

Tepe Tepe Kar…

İnsanın kendisine yaptığı eğitim dışında ki en büyük hediye.
Doğadan geleni kabul edip,doğayla tekrar bütünleşmek.

Bu hafta sonu sabah erkenden yola çıkıp,
ABANT-GÖLCÜK-KARTEPE-MAŞUKİYE ve SAPANCA Turu için yola düşüyorum.
Arkadaşım Sevgili Reha Bey bana detoks için çok iyi bir program diyor.
Pek bir yorgunum,zaten küskünüm kendi kendime nasıl olur diye iç geçirirken onun haklı olduğuna eve vardığımda karar veriyorum.
İnsan bazen bulunduğu,yaşadığı ortamdan uzaklaşıp nefes almak istiyor.
Öyle bir nefes almak ki,derin olsun.Sonu sonsuz olsun istiyor.
Olmayanı istemek midir tüm bu düşünceler hiç bilmiyorum.

Sabah mahmurluğu ile yollara düştüğümüz yaklaşık 15 kişi sanırım yavaş yavaş poğaçaları yerken kaynaşmaya başlıyor.
Köroğlu’nun yollarından geçip,milletimin efendisi köylümün renkli ama bir o kadar sakin yerleşim mekanlarındaki günün erken saatlerine rağmen başlamış olan hayatlarına şahitlik ediyoruz hep beraber.
Gölcük gölüne vardığımıza donmuş bir göl etrafında suni olmuş olsa da bu kadar insanı oraya çekebilmesi müthiş.
İnsan o karşıda uran ve uzansanız avuçlarınıza alabileceğiniz bu yerin içinde olup,şömine karşısında güzel müzikler dinlemek istiyor.
Sallanmak için koştuğum salıncağın alt kısmında oluşan çamura saplanıp kalan yıllardır sapasağlam botlarımdan birinin alt tabanının çıkmış olması,donmuş göl üzerinde dimdik durmama engel değil.
Hava müthiş güzel.
İnsanoğlu nasıl kendine kötülük ediyor,katlediği dünyaya ortak olup bir de onun içinde hapis hayatı yaşıyor.
Üstelik bunun adına hayat diyoruz.
Kimin hayatı,kimin seçimi sorguluyorum bir yandan sanırım oksijen iyi gelmeye başladı.
Beyin kıvrımlarım etkisini göstermeye başlamış olmalı derken,Abant’a doğru yola çıkıyoruz.
Yolda karşılaştığımız güzel gözlü Ayşe Teyze den almış olduğum çelenk çiçekleri her birimizin başında.Donmuş gölün üzerinde raks ediyoruz,bir yandan iskelelerde poz veriyoruz.
Birinin şapkası uçmuş onu almaya uğraşıyor.
Kızak kayıyoruz, işte benim çocukluğumun tekrar başladığı nokta.
Sonra hayretle bana o pozu verdiği için doğaya teşekkür ediyorum.Donmuş göl üzerinde o taşlar ne kadar güzel ve zarif duruyor.
İnsan cesaret edemiyor ama taş yerinde ağır olmasına rağmen orada bayağı dimdik duruyor.Çok enteresan.

İlk mola yerimiz. Güzel,içeri girer girmez kocaman bir sobanın bulunduğu ve üstünde demlenen çayın buharı ile bizi selamlayan bir mekan.
Güzel bir köy tarhana çorbası,köy yoğurdu,leziz tereyağ ve bal,yanına güzel bir ekmek.
Ekmek kokan ekmek.Dileyen köfte dileyen sucuk.
Yemeye başlarken,çaylarla beraber sohbet de başıyor.
Datça’dan,Ankara’dan, Eskişehir’den gelenler var ve üstelik bu gezme işinde İstanbul Asya yakası çok başarılı neredeyse herkes oradan.
Avrupa’dan sadece üç hanımcık.
Datça’dan bahsederken yolun düştüğünde ziyaret ettiğim Can Yücel’in evi ve kızı ile tanışmam derken konu açılıyor ve beyefendi den öğreniyorum ki;Rahmetli ile karşılıklı içki içmişler birbirlerinin sohbetlerine ortak olmuşlar.Üstelik 68 kuşağı.Uzun yıllar Fransa’ da yaşamış şimdi yaşayabileceği tek yer olarak düşündüğü mekanda.
Ne güzel oluyor böyle gönülden insanları bulduğunuzda.
Yalnız bir şey var bende çok şükür ben bunları çekiyorum.
Malzeme bana geliyor.
Bir de enteresan malzemeler var tabi gezi sonrası otel odanıza yerleştiğinizde,otel tarihinde olmamış bir olay vuku buluyor banyo kapısı kilitleniyor.Kapı açılamıyor.Kapı kolu elimde kalıyor.Duştan çıkmış ve havluya sarılı vaziyet de can havliyle yan duvara hem vuruyor hem sesleniyorum.Allah’dan sesim duyuluyor da boş yere 1,5 saat içerde mahsur kalmıyor.

Otel yerimiz Düzce de olup Avrupa standartlarında bir otel.
Her şey çok güzel.
Boylu boyunca bayram sofrası gibi yemekler tanzim edilmiş ve biz eşlik ediyoruz.
Sonra bir arkadaşın doğum günü için bar kısmına geçiyoruz ki.
Burası benim mest olduğum bir mekan.
Çok büyük olmayan bir salon içerisinde bir şömine.
Her şeyi bir kenara koy. Şömine yi baş köşeye.
Hep birlikte alkışlarla arkadaşımızın yeni yaşını kutluyor,sonra çaylarımız ardından şaraplara geçiyoruz.
Sohbet koyu, saat ilerliyor biz her şeyi kurtarıyoruz.
Dünya güzel oluyor,güzel bir Flamenko çalıyor cep telefonundan.
Müzik ruha siniyor.
Bu da kesmeyince üstüne bir de Alpacino filmini kaymak yapıyoruz saat sabah yaklaşmakta yatmak zorundayız çükü Pazar günü kartopu oynamaya gideceğiz.

Oksijen o kadar iyi gelmişki ruhuma,bedenime çok güzel uyanıyorum,erkenden.
Herkesten önce ağır ağır kahvaltımı alıp,arkadaşları bekliyorum.
Yolumuz Kar kar tepe. Tepe tepe kar yahut.
Her ne olarak tanımlarsanız tanımlayın.
Burası harika.
Tuvaletler dışında her tesis çok güzel.
Özellikle sıcak şarap kısmını şiddetle öneririm.
Mutlaka yapılmalı.

Ve uzun bir yürüyüs ardından koca koca insanlar olarak tepeden ıslanma pahasına yuvarlanma.
Sonra Telesyej ile Sapanca ,Kartepe yani tam anlamıyla zirveyi yapıyoruz.
Çok güzel,inanılmaz zevkli rahatlatıcı ve huzurverici.
Kesinlikle tavsiye ediyorum.
Kuşlarım kadar özgür olduğumu hissediyorum ve neredeyse atlayacak kadar şevkli.

Her köşe başında tüten mangal dumanları gözlemlenirken, sucuk kokularının keskinliği tok olsanız da karnınızı acıktırıyor.
Kar sarıyor sizi tüm saflığı ile.
Orada öylece kalmak istiyorum.
Sessizlik,sukunet,güzellik,özgürlük ve yaşam ne güzel bir manzara.
Çok şükür ki Allah nasip ediyor;yiyiyor,zevk alabiyor,keyif çekebiliyoruz yorgun ruhlarımıza.
Çocuk olmayı tekrar hatırlayabiliyoruz.
Islak üstümüzün derdinden;çantam da taşımış olduğum şarap yanına tüketeceğimiz fındık fıstıkları unutuyorum.Sadece onlar olsa iyi.Portakal,meyve suyu,nane şekeri olduğu gibi eve geri geliyor.
Yedek çoraplarımız Datça’ya


Ne güzel benden bir hatıra da orada olacak.
Kar tepe’nin masumiyetini bırakıp,bu kez Maşukiye’ye doğru yol alıyoruz.
Güveçte, alabalık,çorba,salata,ekmek kadayıfı ve çay ardından biraz alışveriş ve Sapanca’ya.

Artık günün yorgunluğu,yağmurun birazdan indirecek olmasının verdiği rehavet,gönüllerimizde ki hoşluk ile yola çıkıyoruz.

Sapanca Kıyısı boyunca oluşan bir kır kahvesinde salep ve kahvelerimizi yudumlarken,birbirleriyle kavga eden ördekleri izliyorum.
O kadar rahatlar ki ve sonra annesinin kafe’de yemek yedirdiği.Adını sorduğumda “ mama”diyen İdil bebek.
Ne güzel renkler.

Her güzel şey bitmek zorunda mı diye düşünüyor insan.
Neden sürekliliği koy.
Keyif duygusu hep kalmalı mesela.
Yarın sabah işe giderken,dünde kalan hoşluklar dışında hala o andaki zevk içinde neden olamıyoruz.
Neden,her şey bitmek yada değişmek zorunda?
Yine fazla soru sordum sanırım.

Akşam oldu artık.
Herkes ufak ufak mekanlarına çekildi.
Kulağımda Gölcük'de gördüğüm sazlıklardan esinlendiğim şarkı.
İlhan İrem'in yüreğimize kazıdığı eski bir melodi
"Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin
Ürkek şaşkın kararsız duyuyorum
Ve sen bir gökkuşağı kadar güzelsin
Rengarenk biraz sonra gidecek görüyorum

Ve ben yağmurlar altında bir yolcu
Islak yorgun tutkulu yürüyorum
Sensiz ben yolumu bulamam
Haykırmak istiyorum

Konuşamıyorum konuşamıyorum konuşamıyorum
Konuşamıyorum konuşamıyorum konuşamıyorum
Konuşurşam gözyaşlarım beni boğacak
Biliyorum duyuyorum görüyorum konuşamıyorum"


Abant da tarlalar üzerinde beş liraya sattığı çiçeği insanlara ulaştırmak için o soğukta sokağa düşmüş Ayşe teyzeyi düşünüyorum.
-Kaç yaşındasın teyzem 40 varmısın?
,Dalga mı geçiyorsun benle sen.Şu üstümdekileri çıkarıversem bir kötü kadın giyiniverir diyor.
Kat kat yelek,çorap ne varsa göstererek.
Ben 75 yaşındayım diyor ama gözleri capcanlı o kadar güzel.Bence gençken çok can yakmıştır bu teyze.
Allah onu da korusun.

Muhakkak yapın,ruhunuza nefes aldırın bir an için olsa da.
Hem güzel dostlar,güzel an.lar yaşamak.Hatıralarınıza sokacağınız güzel fotoğrafları deney imlemek adına yapmalı.

Bu organizasyon da bir aile gibi bizi karşılayan,gezdiren,sohbeti esirgemeyen Folklorik Tur Yetkilisi Sn.Fikri beyefendiye teşekkürler.
Tura katılmak isteyenler için her hafta sonu veya günü birlik çıkışlar yapılmakta.
Tel: 0 212 249 40 70

Ne demeli
Haftanız kar gibi saf ve bereketli olsun.

Hiç yorum yok: