Hürriyet

30 Eylül 2010 Perşembe

Var mı ?...

Böyle biri var mı ?

Kollayacak
Koruyacak
Sahip çıkacak


Yağmur yağsa
Şemsiye
Kar yağsa
Kaşkolün olacak

Ayazda kalsan, battaniyen
Aç kalsan aşın

Kadınsız kalsa bakmayan
Bir şartla sevgili olabiliriz, o da evlenince.
Ölene kadar sevgilimsin diyor, yani.

Adam kitap yazmış,
Tüm dedikodulara rağmen
Biliyor bile bile gidiyor
Sağnak tufanı biliyor
“Gel gülüm çıkalım, söyleyelim biz sevgiliyiz” diyelim…

Kadınlar güçlü
Biri ayrılırken, her zaman arkasındayım diyor
Diğer gelen, ölürüm onun için diyor.
Güçlüler güçlüleri bulunca mı böyle oluyor acaba?
Gözlerine baktığın zaman, yanındayım her zaman diyebilen bebekler
Var mı böyleleri ?
Kaldı mı?

Helal Size

Helal Vallahi…

Yurdumuzda ilk kez gerçekleşecek daha doğrusu gün itibari ile gerçekleşmesi başlayan bir fuardan bahsetmek istiyorum.

“Helal ve Sağlıklı Ürünler Fuarı”

Nasıl yani demeyin benim gibi gerçekten var hem de CNR Expo Fuar Merkezin’de.
Son yıllarda helal ürünlere artan talepler doğrultusunda oluşturulmuş.
İçeride bin bir ürün.
Sosis mi, sosisin en helali
Saç boyası mı , sakın sıkmayasın o tatlı canını en helali
Bal mı , en helali
Sabun mu pek tabiî ki en helali
Prezarvatif var mı ben göremedim belki sizler görürsünüz, tabi ki en helali ve en sağlıklısı.
Birde bir çubuk var, bence çarşıya çıkarken kesin yanımız da bulundurmalıyız.
Ver bakalım bana 100 gr pastırma, yarım kilo kıyma.
Kasap güzelce paketler ,kıymayı makineden geçirir size teslim eder.
Siz ise paldır küldür açarsınız, itina ile çubuğu sokarsınız kıymaya bakarsınız domuz eti var mı? Yok mu?
İşte bunu bir güzel ölçüyor bu çubuk.
Helal mallar reyonunda işler nasıl gider bilemem ama çubuk için Tahtakale de yan sanayi hemen üretilir hiç şüphem yok.
Tereyağı diye patates püresini satan
Hamurun içinden hammaddeyi çalan
Cebi doldurmak için iki aylık hasatı suni ve zararlı tohumlarla bir günde büyüten
Tartıda oynayan
Yurt da kalan üniversite öğrencilerine eşek eti yediren
Çocuklar eylem yapınca haklarında soruşturma açtıran
Lar…
Neyin helali
Neyin haramı
İyisi mi ? Ben rahmetlik babamın bazen rakısını içerken; Ömer Hayyam’dan mırıldandığı dizelerle bitireyim.
Herkes kendine düşeni kapsın.
“Bir elde şarap,bir elde kuran
Bir helaldir işimiz,bir haram
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kafiriz, ne tam Müslüman”…

27 Eylül 2010 Pazartesi

Gökkuşağı

Ankara
Ankara…
Seni görmek ister her bahtı kara,
Senden yardım umar her düşen dara…

Böyle bir şarkı vardı biz çocukken.
O zaman bile sorgulardım neden dara düşen oraya koşmak ister?
Veya neden her bahtı kara Sarıyer’deki telli babaya değil de oraya gitmek ister?
O zaman da şimdi de yanıt hiç değişmedi.

O
Bu
Şu sebeple her yaşanırsa yaşansın; birlik ve beraberliğin gösterisi yapılan tek alan kaldı için mi?
Yoksa her ne konuda derdimiz ya da sevinçlerimiz olsa da oraya vardığımızda tam aslanlı yol da içimiz burkulduğu ve dayanamayıp göz yaşlarımızı koy verdiğimiz için mi?
Bir adam desem yazık olur
Bir yüce varlık orada durur fizikken değil ama orada adının bile geçiyor olması başka bir farklı kılar.
Aşık olursunuz böyle adama.
Zihnine,yüceliğine ve insanlığına. Duygusallaığına.
Şimdi bizim ufaklık yeğen okumak için artık angaralı olduğu için ve geçen dönem kayıt işlemleri zamanında yetişemediğimden bu sefer eşyaları taşımaya bende gittim.
Bildiğiniz çeyiz düzme işlemi.
Yani sanki everiyor da kız tarafı eşyaları getiriyor.
Sabah çıkarsın 04:30 da İstanbul’dan yola.
Anane,anne,baba eh birde arkada kıkırdayan teyze ve yeğen.
Açmışlar sabahın beşinde Yunan adasına gitti ya ağabeyler Zorba çalıyorlar
Aman abim bu ne yaw kapatın sabah sabah daha zaten kusmuşum ben bu şarkılardan
-Eh ne koyalım diyorlar
Sakin olsun
Bu sefer de Işın Karaca’dan Arabesk
-Ay yani sabah sabah bunalıma soktunuz insanı kızımı yerleştirmeye gidiyoruz cenazeye mi diyorum.
Hem gülüyorlar, hem kızıyorlar
Haklı olarak şoför ne koyarsa o dinlenir deseler de bir bakıyorum Dean Martin çalıyor
Arriverderci ROMA…
Hah tam üstüne bastınız. Oh be.
Çalın şöyle Yeni Türkü, Candan Erçetin vs. sakin sakin…
Yollar bomboş
Bolu buz gibi
Gün ağırıyor ve tepelere bakıyorum
Hergün bu saatlerde rutin olmuş
Koğuşşşş Kalk ve yat boruları ile güne başlayan askerciklerimiz için bunlar ne ki?
Gün öyle güzel ağarıyor ki; renkler o kadar güzel ki
Sabah 10:30 gibi Üniversite Kampüsündeyiz .
Bildiğiniz Askeri Kışla gibi mübarek
Yani Belgrad da koşmaya gittiğim için hesap yapıyorum göz kararı sanırım 4 km var.
Girişten çocukların yurtlarına uzaklık.
Çok güzel içerisi. Heykeller.
Gençler…
Kim sarmaş dolaş
Anane, baba uyarıyor
-Hah bak aklını başına al derslerini iyi çalış. Bunları örnek alma
Odaya giriyoruz .
Tek tek eşyaları yerleştiriyoruz.
Ben çok pratiğimdir hemen şıp şıp bitti gitti.
Kardeşim; onu koyuyor vazgeçiyor çıkarıyor.
Yaw bu erkek çocuğu değil ki kız çocuğu bırak nasıl isterse öyle yerleştirsin.
Yok
Valla bir odanın camını silmediğimiz kaldı
Yeni yapılan yurtlar da son sistem büyük ekran televizyonlar var, kampus içerisinde ŞOK market. Kafe vs. Yok yok
İnanın okumak istedim
Mis hava
Kuş sesleri.
Trafik derdi yok
Oda arkadaşında iyiyse sen de iyisi yok.
İlk eşya yı çıkarmak bana nasip oluyor elime sözlükler geliyor.
Diyorum bu sene çok okuyacaksın
Yedi valiz İstanbul’dan taşınan bilumum eşya odaya yerleştikten sonra markete gidiyoruz.
Baba olmaz gerek yok diyor
Anne yok alalım diyor
Ben ortayı buluyorum yeğen ile
Neyse kavga dövüş kasa kısmını da geçiyoruz .
Marketleri de yerleştiriyoruz bir çay içemiyoruz sabah yediğimi gözleme dışında.
Bir alışveriş merkezine gidiyoruz valla İstanbul yanında hiç kalır.
Muazzam bir atıştırma
Turlama
Saat dört buçuk olmuş bile
Hemen vedalaşma
Yollara düşmece
Lüks kısmı sanırım ama valla iş imkanı çıksa hemen giderdim
Trafik derdi yok, herkes birbirine selam veriyor
Caddeler tertemiz.
Gökçek iyi çalışmış
Elektrik direkleri çift tarafları caddeler boyunca.
Biri kısa biri uzun
ANITKABİR’e ziyaret mecburi olarak başka zamana kalıyor.
Gözlerim dolu, gençleri kucaklıyorum
Allah hepsini korusun, yollarını açık etsin.
Yola koyuluyoruz.
Fonda bu kez TRT FM yol programı
Yolda olanlar arıyor kimi Kars dan kimi Nevşehir kimi belki de önümüzde ya da arkamızdaki araçlar.
Nasıl yağmur başlıyor,önümüzde bir ebem kuşağı
Yani Gökkuşağı…
Sol tarafında silik olarak bir tane daha
Radyo ya bağlanan iki konuk Ankara-İstanbul yolunda olduklarını ve şimdiye kadar böyle güzel ve kocaman gökkuşağını görmediklerini söylüyorlar.
Hakikaten doğru
Keşke görebilseydiniz
Umarım rastlarsınız tam fotoğraflıktı.
Ardından bir soğuk
Bolu 15 dereceydi
Ama muhteşem bir hava vardı
Bir Pazar günü böyle geçti
Sonu malum
GÖKKUŞAĞI…

22 Eylül 2010 Çarşamba

Olmaz...Böyle olmaz...

Olmaz bir tanem
Olmaz
Aşk böyle olmaz
İnan bana olmaz

Ne güzel şarkıdır.
Aşkın tılsımı vurmuşken kıyıya,
Bir bakıversen gözlerime.
Kendini göreceksin bilmeden gizlice.
Ve sen,
Bensen gülümseyeceksin.
Bilmeden sessizce.
Son tango olmasın bu senle,
Ellerimiz kavuşmuşken güzelliğe.
Bak görüyorum,
Yemyeşil bir göl ve etrafında ağaçlar.
Orta da bir kayık.
Merkezinde ikimiz.
Gözlerimiz bize bizi anlatıyorken,
Konuşmak niye…
Sağnak sağnak yağıyorsa
Buram buram sevdaysa inen bize,
Özledim seni desem…
Hazırdım desem…
Yine yine seni sevsem,
Sonsuz bir gölün ortasında bütünleşiyorsa kelimeler,
Haklısın,
Konuşmak niye…

Herkes Öldürür.

Gece yarım olmuş çoktan, havanın serinliği usul usul ısırıyor kollarımı.
Sokak bomboş ve sessiz.
Çocuklar çok dan uyumuş olmalı.
İşe gidenler ilk uykuya geçmek üzere.
Sanmam sohbet için kalmamıştır kimse; herkesin yarının telaşında.
Boylu boyunca cadde yapayalnız.
Günün tüm istilası gelmiş geçmiş üzerinden.
Hatırını bile sormamış ezen ayakkabılar.
Herkes telaşla geçip gitmiş…
Çöpçü son kalanları toplamış olsa da, birkaç izmarit asfalt da onu yine yalnız bırakmamış.
Ve bir adım sesi duyuluyor uzaktan.
Uzun boylu, boynu hafif öne eğik birazca kamburu çıkmış biri ağırdan adımlarla ilerliyor cadde boyunca.
Elinde bir poşet var gibi, yavaş yavaş ilerliyor.
Yaklaştıkça aslında karanlıktan süzülen kişinin iki yıl önce eşini kaybetmiş olan komşum olduğunu fark ediyorum.
Kim bilir kaça kadar çalıştı şu eve girmemek için.
Yapayalnızlığın soğukluğunu çeken bilir.
Bomboş duvarların ve her çeşit eşyanın dillerinin lal olduğu o sessiz mekanlar.
Yaşamayan odalar…
Oysa ne güzel çifti onlar.
İlk kez hamile iken satın almışlardı bu daireyi
Sonra çocuk büyüdü okula başladı.Annesine çok düşkündü ,çalışıyordu annesi.
Ananesi her akşam onu eve bırakır, evinde alışverişini yapardı.
Her Pazar muhakkak erkenden ailecek dışarı çıkarlardı. Oğlan bisiklete binmeyi öğrendi onlarla. Uçurtma uçurmayı. Ne tatlı bir aileydi.
Bir gün ansızın yaptığı tesadüf bir tahlil ile tedavisi çok gecikmiş bir hastalığa yakalandığını öğrendi. Ve bir hafta içinde aramızdan ayrıldı.
Annesi bana ağlayarak cenazesinde : “ ah kızım bu kadar çalışıyorsunuz, koşturuyorsunuz ne için ? ne için?” derken
Kocası o sokakta o yalnız evde yine o yalnız adam: “ abla çok iyi insandı neden?neden o ?”diyordu.
Ya oğlan ne diyordu hiç bilemiyorum.
Aile çocuğu aldı teyzesi bakacak ve diğer büyükleri
Adamcağız yalnız kaldı.
Bir gün elinde bir su bidonu bir gün bir ekmek veya dün akşam ki gibi bir sandviç torbası.
Kimimiz yaşarken bilmeyiz hayatın,sevdiklerimizin ve yanımızda olanların kıymetini.
Kimi bilirken Allah daha çok sever alır yanına.
Ve bize düşer bir garip yalnızlık.
Yalnızlıklar üzerine iki kelam yakarış.
Dün gece o görüntüye kafam takıldı, uyuyamadım.
Aklıma bu şiir geldi.
Ne güzel yazmış Oscar Wilde
“Her insan öldürür gene de sevdigini
Bu böyle bilinsin herkes tarafindan,
Kiminin ters bakışından gelir ölüm,
Kiminin iltifatından,
Korkağın öpücügünden,
Cesurun kılıcından!

Kimisi aşkını gençlikte öldürür,
Yaşını başını almışken kimi;
Biri şehvet'in elleriyle boğazlar,
Birinin altındır elleri,
Yumuşak kalpli bıçak kullanır
Çünkü ceset soğur hemen.

Kimi pek az sever, kimi derinden,
Biri müşteridir, diğeri satıcı;
Kimi vardır, gözyaşlarıyla bitirir isi,
Kiminden ne bir ah, ne bir figan:
Çünkü her insan öldürür sevdiğini,
Gene de ölmez insan.

Giderken ölümsüz kalabilenlerden olmak ümidiyle…
Elbet de
Sevgiyleee

21 Eylül 2010 Salı

Kıskanırım...

Kıskanırım…

Eski bir şarkının güzel sözleridir.
Netice de seven kıskanır mı ? Eh, biraz yani.
Bence dozunda her şey güzeldir.
Bende sevdikçe kıskanmışımdır zaman zaman.
Ama şu hayat da çokca kıskanılmışımdır hep.
Nedendir ? Bilmem.
Çünkü; kıskananların çerçevesinden bakıldığında.
Bana göre güzellik,
Geçicidir.
Beyin ve ruh önemlidir.
Hasetlikleri hiç katmıyorum.
Çünkü ben dümdüz düşünürüm genelde.
Kötüyü hissederim ama asla kötü bakmam.
Ve en çok başarıyı kıskanırım.
Mesela atlezimde madalya alabilmiş bir bayan atleti kıskanırım.
Hele o bayrağı sallandırdı mı akan sular durur; kürsüde ben, o oluveririm adeta.
Spor ve sanat için yapılmış her şey kıskanmaya değerdir.
Öyle onun yatı,katı.
Şunun şu model arabası
Son model çantası
Hiç kıskanmadım.
Bayram da yeğenime erkek arkadaşından çiçek geldi.
Duygulandım. Ne zaman büyüdü de çiçek geldi diye düşünürken evde ki misafirler “hepsi aynı anda sözleşmiş gibi kocalarına bakarak niye bize alınmıyor”deyiverdiler.
Yahu o kız daha taze on dokuz dolmuş, siz kırkı çoktan devirmişsiniz üstelik; hayatınız boyunca flört,söz,nişan,evlilik vs bir sürü yol kat etmişsiniz.
Tabi haklısınız kadın çiçektir her zaman önemsenmelidir ama o küçük daha.
Sonra aklıma geldi.
Ben, o yaşa gelmeden gülleri kapmıştım çoktan. Bunu da sesli düşününce herkes bana döndü baktı. Öyle ya gizli bir hayranım vardı, her doğum günümde kırk kırmızı gül gönderirdi.
Yine kıskanıldım.
Geçen magazin programında bir ünlü aldığı evlenme teklifini söylüyor, nasıl aldınız diyen muhabire.
-Yedi senedir arkadaştık zaten o beni beklemiş benim haberim yoktu hiç. Bir gün geldi
dedi ki :
-Seninle yaşlanmak istediğim için
-Senin doğru insan olduğuna inandığım için
-Seni hiçbir koşulda sevmekten vazgeçmeyeceğim için
-Seni korumak ve hep seninle olmak için
Bunları yapabilecek gücü her zaman kendimde bulduğum için.Ve kendime güvendiğim için.
Karşına geldim. Benimle evlenir misin?

İşte bunu kıskandım.Hem de çok.
Gerçekten, ne güzel bir ifade ve açıklık.
Gerçekten sevmiş,beklemiş ve teklifi kabul olmuş. Şimdi bir yaşında çocukları var.
Bence hayat da güzel şeyleri biraz da olsun kıskanmak lazım.
Bu kıskançlıkları seviyorum…

Oyun...Başla... Oynat Artık Kader Çarkımızı... Çal Biraz da Benim Şarkımı.

Gölgesi düşmüş, yüzünün saçlarından sonra ellerime.
Seni sevmek istesem artık uzaktasın.
Ben bilmeden yarattım,
Zaten hiç var olmamış gibi cansızdın.
Ve sen
Ve sen
Yalnızlığımın sırdaşı
Ve sen
Bu son trenin sessiz çığlığı.
Usul usul iner yüreğimden, sözlerim.
Bilirim, boş dur
Benden başka kimse için;
Hiçbir, evet hiçbir önemi yoktur.
Sevdanın tozları süpürülmüş,
Masa üzerinde son kalmış kırıntılar gibi duyarsın sözcüklerimi.
Aldırmazsın, bilirim.
Önemsiz birkaç lakırdıdan ibaret kelimelerim,
Ve yine
Bir gün duyarsın.
Belli mi olur gitmişim…
Dinlersin…
Ve belki de bu sözlerimi,
Yine yine yeniden dinlersin.
Çal o zaman be kemancı !
Çal en güzel şarkıları…

Ve makinist oynat artık bizim kader çarkımızı.

Ah İstanbul...

http://www.vidivodo.com/221432/dario-moreno-_-istanbul


Gözünü sevdiğim İstanbul.
İnci taneleri gibi dizilmiş durursun boylu boyunca
Her sahilin, başka aşkı fısıldar martılara…
Kemanın ince nağmeleri gibi yaşanmış tarihin.
Sever miydim eğer doğmasaydım sende.
Elbet de,
Elbet de severdim.
Aşkı
Sevdayı
Sarhoşluğu
Berduşluğu
Hırsızlığı
Efendiliği
Hayatı yaşatır, yaşayanla paylaşırsın
Ah İstanbul.
Nazlı gelin gibisin
Bir tepedeki çam benim nefesim.
Bir sahilinde ki çakıllar gözlerim.
Bir kayıkçı kollarım.
Derin soluk alırım her güzelliğinle
Kız kulesi
Topkapı
Boğaz
Kaldırımlar ah o Arnavut kaldırımları
Aşk gibi yağar yağmur aralarına; ince kadınların topukları giriverir acımasızca,
Akar damlalar ağır ağır yaz ve kış akşamlarında.
Kumkapı’dan
Ahırkapı’ya
Galata’dan
Beyoğlu’na
Adalar’dan Rumeli Hisarı’na
Simitçisinden
Balık ekmekçisine
Kapalıçarşı’nın o rengarenk mozayiği
Aşk verirsin insana.
Sever miydim eğer doğmasaydım sende.
Elbet de
Elbet de severdim.
Ara sıra gönül kaysa da başka topraklara
Ben,
Yine sende doğmak isterdim.
Ah İstanbul…

20 Eylül 2010 Pazartesi

Bozmayın...

Hayat.
Ne varsa verdiğin avuçlarıma,
Tek tek alıyorsun ellerimden bağıra bağıra...
Kanaya kanaya yüreğim.
Uzun ince bir yol değil, düpedüz aldatmaca,sanal bir rüya.
Kimi kanmış, saadet.
Kimi para arar.
Kimi zengin koca.
Kimi üstü açık jaguar.
Her ne olursa olsun, insan gibi insan arar yüreğim.
Yüreği gönlüme denk;sohbetime artı olacak, anlattıklarıyla hayatı daha da anlayıp kavrayabileceğim gönül isterim.
Anlattığım anlayacak gibi bir yürek,omuzunda ağlayacak kadar derinlik.
Hey hayat, adın kimisinde felek
Kimisinde kelek
Biliyorum en son beni de alacaksın amma
Ama bir dur şurada dur…
Benim beyoğlu’mu alma.
Bak emek sineması için yazılar yazdım,eylem yapanlara destek verdik.
Ama şu dokuyu bozma işte !
O doku giderse can gider.
Anladım,düzen değişti.İte kaka soktun beynime,gözüme,yüreğime.
Bir bilen pişman bir bilmeyen.
Dümen bambaşka rota da,
Artık ne eskisi gibi her şey ne yepisyeni, ortada sallanıyor insanoğlu.
Ne gece ne gündüz
Ne tam kış ne tam yaz
Öğlen yağmur yağıyor kış ortasında, iki saat sonra güneş kavuruyor paltolar ellerde.
Ne çileğin kokusu var, ne gül reçelinin tadı.
Ne olur alma Beyoğlu’mu.
Benim amcam,babam oralarda ekmek parası kazanmak için sabahladı.
Hem de şimdikiler gibi altlarında mini scoterler olmadan.
Ben o zamanların bir abidesi olan Vakko’da dirsek çürüttüm.
Bir geleni görmek için halk kuyruğa girerdi.
Her şey seviyeli,
Ve hiçbir şey değişmemişti bu kadar...
Bu kadar dejenere olmamıştı.
Kaç yılbaşına yakın sabahlar paketler başında geçirdik ekip olarak,
Sabaha karşı mağazadan çıkarken; ışıltılı cadde boyunca en güzel düşleri kurardım ben.
Çok severdim yılbaşı akşamlarını ve bir gün Paris’de bunu kutlamayı.
İlk karışık baston sandviçimi çiçek pasajında babam almıştı, ekiple gelirlermiş.
Şimdiki etiler büfe,şütte vs yok.
Ve lise yıllarımda bir fen bilimleri sergisi için Tepebaşı’na götürmüştü,gelmek isteyenleri öğretmenimiz.
Kulakları çınlasın İnci Öğretmenim.
Ne heyecanlanmıştım...
O tatlı yüzü ile sevimli sevimli konuşarak:
"Çocuklar şimdi size bir süprizm var, buraya kadar gelip de bunu yapmamak olmaz."
O ne ki acaba diye düşünürken,
Tünel deki Galatasaray’a doğru yürümüş oradan o meşhur yere girmiştik.Gün ortasında bile oturmaya yer bulamadığımız İNCİ PASTANESİ…
Hayatım da unutamayacağım bir tadı bana iz bıraktırmıştı öğretmenim.
P R O F İ T E R O L ...
Sosu,tadı,görünüşü öyle güzeldi ki tabak tabak yiyesin gelirdi.
Kasa da sanırım ermeni bir hanım dururdu.
Üst kat da da gelen müşterileri izleyen yaşlı amca.
Cam tezgah arkasında beş ya da altı görevli tabak yetiştirmek de zorlanırlardı.
İstiklal caddesinde bu kadar plakçıda yoktu. Kara kedi vardı , Hacıbekir tatlıcısının hemen yanında ki pasajda.
Yıllar sonra burada ilk iş hayatıma başladığımda kara kedinin hemen yanında artizlerin gittiği fotoğrafçıda ayın elemanı fotoğrafımı çektirmiştim.
Vakko oraya göndermişti beni.
Her çay saati koşarak İnci Pastanesine gider mekik kurabiyelerden alırdım.
Muhteşem bir tadı vardı.
Sonra ki zamanlarda daha yakın olduğu için Hacıbekir’in ballı tatlılarına dadanmıştım.
İlk işe başladığım yıllar, Beyoğlu’nun güzelliklerini keşf etmek için yeterli zamanı bana sunamıyordu. 34 bedene düşmüştüm koşuşturmaktan,biraz da aşk acısından çıkmış olmanın garipliği vardı sanırım üzerimde.
Ama o Beyoğlu beni ben yaptı formumu,iş disiplini mi, hayatı öğretti.
Bazen keşke kalsaydım derim ama bu seferde öbür yerdeki iyileri belki tanıyamayacaktım.
Geçen gün düşündüm, ne çok insan ne çok ünlü ama ne çok gerçek insan tanımışım.
Çok şükür…
Bu yaşa kadar eş,dost,akraba,arkadaş,yerli,yabancı kaç kişiyi götürdüm İnci’ye.
Kaç sinema çıkışı ya da öncesi o tabağı yalayıp süpürdüm.
Kaç kez tanık oldum alttan geçen farelere ama bırakamadım.
O eski 1950’den kalma camları ile bana hep hüzünlü ama bir yandan gülümseyerek bakardı.
Hoş geldin derken hep kalabalıktı.
Sinema
Yılbaşı
Nostalji
Vakko ve Rahmetli Vitali
Rebul Eczanesi
Emek Sineması
Yeşilçam sokağı
Tünel
Kara Kedi Plakçısı
Sütiş
Her şeyiyle bir bütündü. Önce Beyoğlu güzelleştirme derneği kurucusu Vitali görevi bıraktı.
Yada bıraktırıldı. Ardından o yılbaşı süsleri yok oldu sade cadde süslenmeye başladı.
Oysa İstaiklal’e girdin mi Vakko bağırırdı…Cingil belt cingil…..MUTLU NOELLER….
MUTLU YILLAR. HERŞEY GÜZEL OLSUN….
Vitali vefat etti. Mağazalar açıldı sıra sıra.
Envayi çeşit böyle sıradan Pazar yeri gibi mağazalar oluştu.
VAKKO gitti. Mango oldu.
Emek sineması akibeti malum.
Yeşilçam’ın Yeşil’i kaldı eski çamlar bardak oldu.
Sıra İNCİ PASTANESİ’nde, yıkılacak.
Yapmayın.
Her şeyi değiştirin ama şu caddeye dokunmayın, gözünüzü seveyim artık.
Bir kez olsun kafanızı kaldırın caddede giderken göğe doğru o binaların güzelliğini ihtişamını görün.
Barok, Rokoko italyan mimarisinin en güzel örnekleri canlı capcanlı orada.
Şapkalı beyfendilerin,kibar hanımefendilerin derli toplu geçiş yerleri oraları.
Hala yaşıyorlar oralarda
Hala savaş anıalrı var
Hala bir yerlerde; bir rum,ermeni,türk kahve içiyor
Hissetmiyormusunuz?
Yüzyıllardır aynı düzeni korumuş ülkeler gelmiş geçmiş yıkmamış üstüne artı katmış bu ne şimdi.
Yıkmayın
Tamam dünya değişsin
İnsanlarda değişsin kim nereye gitmek kim ne yapmak istiyorsa yapsın
Ama Beyoğlu’na dokunmayın
İnci Pastanemizin tadını bozmayın.
Bozmayın
Ne miz kaldı.
Bozmayın.

Şen,Dullar...

Şen Dullar…

Bu hafta sonu kardeşimin ameliyat geçiren kayınvalidesi ile geçirdim, bayram sonrasında yine.
Zira annem yanında refakatçi hem onu görmek hem de bir gün bizlerinde başına gelecek olan şen dulluk durumları için.
Eee öyle demeyin, eninde sonunda ya biz gideceğiz ya eşimiz. Allah geçinden versin ama bir de teker kırılırsa durum başkalaşıverir.
O yüzden empati kurmak lazım. Yaşlıları yalnız bırakmamak lazım.
Kardeşim de iznini yapıyor, ailecek Yunan adalarına gittiler. Valla dedim gelirken bana uzo getirmezseniz, daha da gelmem !
Şaka bir yana, aman iki hatun nasıl oturmuşlar. Beklemiyorlardı beni sürpriz oldu. Bayılırım sürprizlere. Şaşırdılar. Çağırdılar, işlerim var gelemem demiştim.
Hemen çayları koydum yoldan bir şeylerde almıştım.
Kayınvalide diyor ki ;( bunu yazıyorum çünkü gerçekten çok hoşuma gitti) gençlerle olmak çok güzel ama Duru’cum hayat seninle çok daha güzel.
Sen, hep gel.
Vay…vay vay.
Arkadaşlar özlenmek, beklenmek kim olursa olsun sizi bekleyen, güzel bir duygu 
Bu aralar güzel iltifatlara maruz kalmak beni çok ama çok mutlu ediyor, inanın hayat akışı içerisinde dalıp gittiğimiz, hatta kendimizi unuttuğumuz anda ensenden tutup çıkarıveriyor.
Onların tecrübeleri hayata bakışları, ah genç olsaydım dedikleri an o bildik sorumu hemen soruveriyorum. Ne yapmak isterdin?
-Ooo, durmadan gezerdim. Bir de, birde hiçbir şeye üzülmezdim.
Gerçekten mi?
-Evet. Takmazdım kafama… Hayatı yaşardım.
Yani böyle özgür, serbest kimse karışmadan ne güzel değil mi?
—Hayır, hayır aile. Ailesi olmalı insanın, hayatı paylaşacağı, bir eşi muhakkak.
Evlilik şart yani diyorsun…
-Evet…
Başımız da tek erkek İran Kedi cinsinden yaşaması çok zor olduğu için küçükken, “yaşar” takılan kedicik.
Erkeğimiz bizim üç kadın arasında şaşkın şaşkın turalıyor.
Bin bir hikaye, onların nostaljik anıları farklı konular; özellikle güzel ülkemin kurtarma operasyonları sonrasın da herkes odasına çekiliyor.
Yaşar’ı da yerinden ediyoruz ama ne yapayım ben öyle kardeşim gibi hayvanlarla yatabilme mertebesine henüz erişemedim.
Huylanırım ben ne yapayım, huyluyum.
Olacaksa. İlla insan olacak.

Evlilik şart kelimesine takıldım. Aileye takıldım.
Gece 01.30 olmuş…
Uykum kaçıyor…
Herkes bin bir hayal içerisinde, kimi evleniyor kimi evlilik düşleri kuruyor.
Peki; gerçekten iki farklı insan birbirini hak ediyor mu?
Hak ,etmek için ne çaba gösteriyor?
Gerçekten, gerçeği bulmak mümkün mü? İnanın bilmiyorum.
Ama artık oranın temiz havasından mı dır bilemiyorum uykum kaçıyor; güzel düşler kuruyorum.
Öyle; kendi çapında, çapı büyüyemeyecek hayaller.
Bana has. Gülümsetiyor hatta yer yer beni heyecanlandıran hayaller.
Var olduğumu hissettiren güzellikler.
Bir an evlenmek istiyorum…

Şaşırmayın canım evlilik dedikse mülk olarak evlenmek, yeni bir eve geçmek.
Sabah erkenden kalkıp bizim şenliklerin kahvaltılarını hazırlamaya yönelecekken fark ediyorum annem benden hızlı davranmış.
Ahh be Duru’cum unutmuşum şu ağrı kesicimi alabilir misin şurada ki eczaneden. Diyor kayınvalide.
-Tabi ama Pazar bu gün ama nöbetçiyi bulurum muhakkak.
Çıkıyorum hava güzel, tarifler üzerinde üç tane yan yana ki eczanenin kapalı olduğunu ama nöbetçinin adını öğreniyorum. Oraya doğru yol alıyorum sonra bir bakıyorum epey gitmişim yanlış tarif ama orayı da feth etmek de gecikmiyorum.
Pazar sabahının erken saatlerinde, bomboş ormanlık yolda uzaktan genç bir adam bana doğru bakarak geliyor:
-Affedersiniz, burada alışveriş merkezi var mı ilerideymiş
Valla bende arıyorum….. merkezini siz biliyor musunuz ?
-Hayır ben yabancısıyım.
Sanki ben yerli uk kabilesinden çıktım yollara…. Evet, ileride sağda var. Diyerek yola devam ediyorum. İleride ne güzel, kulaklıklarını takmış teyze şortları geçirmiş yürüyüşe çıkmış. Kimse bakmıyor. Çoğu çift ya yürüyüş de ya koşu da.
Ah ! Ne güzel. Bayılırım şu sabah koşu ya da yürüyüşlerine. Ne güzeldir kim bilir, kafa denginle çıkınca yollara sonra ter içinde eve dönüp duş alıp, ardından güzel bir kahvaltı yapmak. El ele kimi çift yeni evli belki, umarım değildir.
Hava güzel, yer güzel hayli uzun bir yürüyüş ardından kan ter içinde tabi beni merak etmişler eve varıyorum, ama ilacı buldum tabi. Hayır, bulamasam annem çıkacak hafta içi aramaya . Yorulacak kadıncağız.
Bu arada Yaşar yanıma gelip gelip geri gidiyor.
Herhalde beni kardeşim sandı diyorum kayınvalideye.
Yok,oynamak istiyor diyor. Kedi demeye bin şahit isteyen bu hayvan ile başlıyoruz kovalamaca ya. Arkamdan öyle hızlı koşuyor ki neredeyse beni yere düşürecek oluyor.
Performansını aşıyor Yaşar.
Çok güldürüyor bizi.
Uzun zamandır böyle hareket etmemiş
Eeeh o da benim farkım olsun artık 
Peh peh ben çok şımardım artık.

Ardından annemle meşhur pazara çıkıyoruz.
Balık alıyoruz,kavun vs.
Balık ayıklanırken nasıl taze deniz kokuyor diyoruz.
-Evet , diyorum yani ceset yiyiyoruz.
Annem diyor ki: Nereden buluyorsun bu lafları?
-Valla sana sormak lazım diyorum artık bana hamileyken ne yediysen?
Onu da öğreniyorum babam hep erik (papaz eriği) ve işkembe getiriyormuş gece.
Yani annemin istediğinden falan değil tamamı ile kendi sevmesinden bence biraz da ayılmak için alıyordur nöbetçi olduğu zamanlarda.
Birde bir huyu vardır babacığımın o bana da geçmiştir ailede. Dışarı da bir şey mi yedi eve gelirken ya onun tamamını bitirmez kalanı eve gelir yahut aynısından eve de alır.
İnce bir düşünce değil mi?


Bu arada,
Kayınvalide diyor ki ee rakı nerde ?
Valla ben bilmem uzo gelecek bana.
Rahmetli eşi ile eskiden çok gezer ve çok içermiş onunla, anlatıyor anılarını…
İçi rahat etmeyecek anlaşıldı illa beni buradan ev sahibi yapacak.
Çok sever sağ olsun beni.
Yiyoz, içiyoz, eve dönmem lazım bırakmıyorlar.
Yine gelirim yine, merak etmeyin
Beni özleyin anacımmmm…..

17 Eylül 2010 Cuma

Kalk,gidelim demiş yüreğim...

Kalk, gidelim demiş yüreğim.
Duymuyorum ki nereye ?
Hiçbir şey bilmemiş ve hiçbir şey yaşamamış gibiydi.
Sıradan bir akşamdı.
Ve sıradan bir eve dönüş.
Oysa ekmek fırında olmalıydı, kalmamıştı.
İlerledim, sadece günümün güzel geçmesinin güzelliği ile tebessüm ederek.
Önde sepete bakacakken
Hoş geldiniz demek isteyip, diyememiş biri duruyordu.
Belki canı sıkkındı, bilmiyorum.
Sepete baktım 4-5 tane kalmıştı.
Yulaflı olan folyo ya sarılıydı, ona usulca dokundum.
Bütün şekilde olan paranın bozulmasını beklememek için diğer beyaza yöneldim.
Elimde dilenci vapurundan yeni inmiş yolcu gibi, tane tane bozukluklar…
Bir dakika bekleteceğim size bozuklukları vereceğim de…Dedim.
Dalgın bey bana baktı.
-Buyrun, buna bakın. Bakın da alın dedi.
Yok dedim ben sevmem mıncık mıncık siz o üstekini verin,diğerini de folyolu diye elledim zaten.
Adam hiç konuşmuyordu.Yarım ağız gülümsedi.
Öylece bakıyordu, bana.
Yanıma yaşlı amca geldi ve o da ekmek bulamamıştı, ikinci beyaz ekmeğide o kaptı.
Satıcı, benim ekmeğimi vermedi önce amcanınkini uzattı.
Ben zaten, saygısızlık olmasın ilk gelen ben olsam da dükkana, bozuklukları ararken beklettiğim için bekledim.
Hiç de fark etmedim.
Satıcı hala dalgın bakıyordu aslında sonradan fark ettim beni süzüyordu.
Elimi, saçlarımı…
Ve gözlerimi.
Sanırım çıkarmaya çalışıyordu beni. Belki benzetiyorum diyordu içinden.Bilmiyorum.
Arkamı dönerken şarj etti,anılarımda.
O sendin.
Gözlerin ele verdi kendini.
Saliseler çarpışırken, adımlarım hızlanmıştı dükkandan.
Sen, arkamdan bakıyordun uzun uzun…
Sonradan fark ettim.
Günüm güzel geçmese seni fark etmezdim belkide.
Veya ekmek kalmış olsa senle karşılaşmazdım.
Ama o sendin.
Gözlerin ele verdi seni.
Biliyorum…
Biliyorum.
Çok sevmiştin beni,
Ve çok istemiştin.Birlikte bir geleceği.
Gözlerinde, sana hoşça kal derken ki anlamsız ifadeyi gördüm yeniden.
Orda tanıdım işte seni, yeniden.
Bir sokakta ve bir akşam vakti.
Ama geçmişten biri…
Geçmiş her haliyle masumane kalmış zaman dilimleridir,arada biz tek tek çıkarır dizeriz taşları.
Bazense hiç olmayacak bir şey olur ve kaldırımda biten çiçekler gibi eski bir fotoğraf, kendi kendine dışarı bırakıverir kendini.
Artık balkondan sarkan naçizane bir anıdır.
Sen de geçmişten bir anısın.
Geçmişi kapadım be dostum.
Heyecanlar,aşklar ve de sevdalar geçti gitti.
Gerçekten yaşadım da mı bitti yoksa ...
Oraları boşver,
Gerçek koşulsuz sevgiye aç kalmış yüreğim.
Doğru mu diyorum, elbet de doğru diyorum.
Ben kolay kolay yanlış yapmam.
Ama sana yaptım mı…
Sana keder mi verdim.
Olabilir.
Özür dilerim...
Affet ne olur çocuktum.

Not:
http://www.metacafe.com/watch/909500/googoosh/ Gogoosh İranın Kızı kaç gündür onu dinliyorum. Güçlü kadının,doğunun sesi. Sevdanın yılmaz sesi. Bugün Yılmaz Ozdil'de onu yazmış köşesinde okumanızı tavsiye ederim ve bu linki de arzu ederseniz dinleyin.Hoş.

16 Eylül 2010 Perşembe

Çünkü...

Selam sana doğan sabah,
Selam sana doğan akşam.
Bir çiçek göndermişsin gönlüme,
Yudum yudum kokluyorum solmasın diye.
Derinden bir iç çekip kendi kendimle konuşuyorum.
Çünkü…
Ne yazsam boş,
Ve ne söylesem de.
Küfürde etsem yine, kendi kendime.
İçimde biriktirmişim sana karşı ne varsa gönlümde.
Bir sepet içerisinde;
Dem dem
Renk renk
Tek tek itina ile açıyorum
Ve
Bakıyorum yine renk renk
Güzel sözlerin ilhamı gibi gözlerin,
Ve hiç daha önce söylenmemiş esrarı gibi kelimelerin…
Çok komik ama …Biliyorum, boş.
Aslında bunlar bile boş
Özledim desem boş
Özledim, desem yine
Çaresi yok,
Çünkü…
Duymak istediklerimi söylüyor kelimelerim, sanki sendenmiş gibi
Ne yazsam boş,
Ve ne söylesem de.
Aksi aksi söylensem de yine,kendi kendime.
Yaslanmışım işte;
Mazur gör gönül, bir boş düşe.
Gülümsetiyor sadece,
Üstelik;
Olmayacağını bile bile
Çünkü…
Boş
Çünkü
Sebepsiz
Çünkü
Hayal
Çünkü…
Boşver…
Çünkü…
Çünkü…

12 Eylül 2010 Pazar

Herşey Güzel

Neye evet

Neye hayır demek önemlidir.

Genel de her şeyi kabul eden yaradılış da olduğumuz için netice hep“evet”dir.

Önem vermeyiz gelir geçer kurallar işler.

Hayır demek; bir dur demektir aslında.
Karşındakine,zamana ve ya herhangi bir şeye.
Bir dakika, ben de varım buradayım diyebilmektir.

İyi düşünüp seçim yapmaktır.

Tercihlerle yolunu kendince aydınlık çizmektir.

Ama neye önem verdiğimiz değil de adeta bir çay partisinde hazır ikramlar la beslenirken; geleceğimizin ne olduğunu hiç önemsememek yani günlük yaşamaktır.
Tabakdakiler hoş sohbet dedikodu ile tüketilir, akşam olur eve gelirsiniz ev de yemek yok hane halkına. Ama olsun herşeyin çözümü var yumurta kırıverirsiniz. Onun için eskiden evin hanımları beyefendilerinden sonra evde olmak istemezlerdi. Saygısızlıktı. Çünkü eskiden evin reisi erkeklerdi. Bu gün herkes eşit.

Netice de eve geç gelince;
Plansız programsız yol almaktır yaşamda.
Tercihini yaptın artık sofraya oturan herkes yaşayan ve doğacak olanlar daha eksilerek lokmalar bu sahanda ki yumurtayı paylaşacaklar.

Bu gün evet çıkmış diye neden üzülüyorsunuz ki
Korkacak birşey yok herkes demoktarik seçimi ve iradesini kullandı.
Aklı selim hareket etti.
Herkes okuyor, dinliyor,izliyor,yorum yapıyor herşeyden haberdar
Nasıl yani demeyin
Herkes nasıl düğününe hazırkanırken ben Bihter'in dizideki elbisesinden istiyorum abimin düğününde diyorsa o derece bu referandum daki maddeleri de biliyor.
Bizler okumuş,bilgili bir çay muhabbetinde bile iki lafı bira araya getirebilen insanlarız.
Dünya ya kafa tutmuş bir milletin evlatlarıyız.
Oy kullanmaya gelince :
Kimi yolda ben istifimi bozamam çok çalışıyorum tatil yapıcam dedi,gelmedi.
Kimi nasılsa ben vekalet verdim, hal normaldir anormal olsa da beni ilgilendirmez dedi, oy kullanmayı bile düşünmedi.
Kimi de asli görevini yaptı.
Türkiye'yi güzel günler bekliyor. Niye enseyi karartıyorsunuz ki.
Bakın futbol deyince akan sular duruyor, öyle değilmi kaza olmuş bilmem kaç kişi deseniz kimse tv'ye koşmaz fakat futbol,transfer vs dedin mi herkes ekranda.
Şimdi de basketbol var. Sonuçlar açıklandı hemen hemen birazdan maç başlayacak basketbol.Üstelik de unutlamayacak bir tarihte ,günde ve final.
Türkiye final de
Önemli olan başarıdır.
Türkiye iyi yolda gitmektedir.
Dünya bizi izliyor bugün Amerika ile şov yapacağız.
Yarın seçimi değil bunu konuşuyor olacak çoğunluğunuz, emin olun.
Onun için üzülmeyin,kızmayın seçim yapılmıştır. Herkes özgür iradesini kullanmıştır.
Yani,
Herşey güzel

11 Eylül 2010 Cumartesi

Ne Mutlu Bana...

Neler kalır dünden yarına…
Bir bayram sabahı sonrasından,gezilmiş tozulmuş yolların anısına katılmış dantel oyaları gibidir sevdalarımız.
Ailelerden eski bir ferdi uzun süre sonra görmek bile bize renk katar. Heyecanlandırıverir,renksiz dünyamızı.
İşte o an sanki başka hiçbir şey başka hiçbir sıkıntı,keder yokmuş gibi dalar gidersin onların sözlerine.
Çocukluğunun saklı köşelerinde itina ile sakladığın birkaç eski dosttur onlar.
Bayram birinci gün malum yeğenim yaş günü, babaannesinin ameliyatı sonrası ev halkının bize emanet edip vekaleten misafir ağırladığımız gün dü dolu doluydu.
İkinci gün dayımlardaydım,gencecik yaşına rağmen iki anjiyo sonrası yaşama tutunmaya çalışan ama benim gözümde hala sevecen,çocuksu dayım.
Karlı bir günde boza alan.
Bana atlı karınca ve sevdiğim üzere bize yani en büyük ablasına gelirken muhakkak jöleli şekerlerden alan.
Beni erkek yeğeni ile balık tutmaya götüren.
Tüm aile yapılan otobüs yolculuklarımda değişmez yol arkadaşım; beraber ilk türkü söylediğim kişi.
Yengem seslendi torununa bir şey uzatarak;
-Tamam onu işte dedeye ver şimdi.
Dede !
Dayım o benim, ne dedesi yaw.
Ne zaman dede oldu benim canım dayım…
Cümbür cemaat çocuklarla yerdemiyim göktemiyim gürültü eşliğinde geçti akşam üstü eve döndüm.Annem son gün için illa kendi dayısına gitmek istiyordu oradan halasına tabi teyzem,dayım ve ben ile. Başkaları olsa daha da mutlu olabilirdi kesin.
Sabah buluşuyoruz.
Dokuz da Haydarpaşa’dayız.
Vay vay kaç yıl oldu ben buraya gelmeyeli. Ne özlemişim ben burayı.
Çok beğenirim hem eski olması hem hüznü aynı zaman da sevinci de barındıran bir mekan olması dolayısı ile. Haliyle hayat gibidir Haydarpaşa. İyi-kötü;Güzel-çirkin;Kavuşmak –Kavuşamamak;Evet-Hayır.
Bilet alıyorum: 60 yaş üstü bir kişi olarak toplam dört adet Adapazarı treni Hereke lütfen.
Teyzem atlıyor.
-Eee bende 60 yaş üstüyüm.
Nasıl yani ?
Teyze sen ne zaman oldun o yaş diye içimden geçirirken gişe görevlisi “ son kararırınız mı “diyor.
Evet deyip alıp turluyoruz garı.
Dayım annemler tuvalete giderken bana eski nişanlısı ile buraya geldiklerini daha doğrusu dayım nişanı attıktan sonra kızın barışmak için Adapazarı’ndan buraya geldiğini anlatıyor.
Derin mevzular mesela bu yolculuğa çıkmasam ailenin bu hikayesini öğrenemeyecektim
Sene kaça dayıcım
Valla herhalde 70-71
Vay
İçimden diyorum bu yazılacak kitaplar çoğalıyor da acil benim sayısalı tutturup buralarda değil de kendi kitaplarım üzerine yoğunlaşma zamanım geldi de geçiyor.
Dayım anlatıyor annem,teyzem geliyor konuya dahil oluyorlar ve bilmedikleri çıkıyor yeni havadisler . Ben de tuvalete istemeye istemeye gidiyorum zira hiç sevmiyorum yollarda şu işi.
Arkasından hemen hamama gidesim geliyor öyle iğreniyorum.
Hele in bin otobüslerde vs. Birde kalabalık falan.
-Eee madem konuşacaksınız vakit var tiryakilerde sigaralarını içerken çay ısmarlıyım siz deyip geçiyoruz Haydarpaşa önünde ki masalara.
Teyzem diyor sonra anneme dönerek ben annemi öpünce
-Şuna bak hiç değişmedi çocukken de böyleydi illa sevecek,sarılacak. Canım yaw.
Hakikaten değişmeyen biri olmak bunu da aile ferdinden duymak çok güzel o yüzden ben teyzemin 60 yaşına gelmiş hatta birkaç basamak aşmış olmasına şaşırıyorum çünkü hala büyümüş şu an ki fizik ve kanuni yaşımda hissetmiyorum. Zaten maşaAllah’ım var arkadaşlarım da en fazla 12 yaş genç söyledikleri için çok mutluyum anlayacağınız her an teyze, amca,dayı olabilirsiniz ben müsaitim. Gencim arkadaşlar…
Netice de anneme uyup şu saatte (01:30) eve dönmüş olsak da şu bir gün bana dört gibi geldi yorgunluğu falan unuttum. Çaldığımız her kapıda tüm aile fertleriyle buluştuk. Kayıp giden yıldızlar hariç.
Gördüm ki değişen sadece onların aramızdan ayrılışları değil;yer,konum,çevre her şey değişik.
Yıl olmuş büyük dayının bahçesinde gezmeyeli. Yıllar yıllar önce nişan davetiyemi bırakmak için gitmiştik de çilek toplamıştık…
Bugün ise değişmiş ve biraz daha dağınık bir bahçede yine de ürünleri topladım.Bu kez herşey farklı. Ama olsun daha güzel, güzel olacak herşey.Dalından incir koparıp yedim. Üzüm, şeftali,ayva,nar dolu…Birde salıncak hazırlığındalar aman dedim bunu bitirirseniz beni çağırmayın,çünkü gitmem.
Ben salıncak hastasıyım gerçi abim söz verdi beni lunaparka götürecek ti ama olmadı. Yarın kısmet seçim sonrası gidebilirim çok istiyorum bir dönmedolapa binmeyi.
Şaşırmayın,gülmeyin bence arada sizde deneyin,düşünün.
365 GÜNDE sadece 1 gün bunu düşünmüşüz çokmu?
Kafa dengi olsa. Ooooo sirkus olur hayat.
Yengem yaşlanmış, dayım öyle ee sekseni devirdiler. Allah ömür versin. Ne güzel günlerimiz geçmiştir. Yengem ağlıyor ne mutlu ettiniz bizleri,geldiniz de diyor. Bir daha ki bayramlara görebilme endişesi ile sıkı sıkı sarılıyorum onlara. Hayatımda gördüğüm çok değerli aile efradımdandırlar. Hala hürmetkar,nazik ve bilgili. Büyük dayım seçim ile ilgili de konuşuyor.
Oralara girmeyelim.. Anlatırım
Bu arada Gunseli beni arıyor duymuyorum annemin halasına motorla yani karşı kıyı Karamürsel’e geçerken konuşabiliyoruz.
Halalar da maaile ordalar. Hala da başlıyor ağlamaya. Beni mutlu ettiniz sizde çok mutlu olun diyor. AMİNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNN.
Trenle tıklım tıklım dayımın kulağına “dayı hadi türkü söyleyelim yine tarlayaaaa ektiiimmmm soğannnn yemedi iii gitttiiii oğlan mıydı doğan mıydı?” dayım gülerken başlayan tren yolculuğu, bir motor, ardından (az kalsın yer bulamıyırduk 2 saatlik yolu da 4 saatde geldik beni dinlemediler Yalova oradan feribotla geçecektik istemediler ses etmedim zira bu insanları bir arada hepsini nasıl yakalayabalirim her şeye eyvallah bol bol foto ile birlikte muhteşem manzaralarla eyvallah) otobüs ile otogar da nihayetlendi.
Ama keşke arabam olsaydı ve ben onları zahmetsiz evlerine bırakabilseydim.
Yediğimiz ev baklavaları,zeytinyağlı dolmalar ve o güzel insanlarımın sıcaklığı cabası.
Nasıl yorgun olunur?
Nasıl özlemişim doğallığı,güzelliği karşılıksız sevgiyi.
Annem eski binaya bakıp (üzerinde Nuh Çimento İlköğretim yazıyor) burası Sümerbank’ın satılmadan evvel lojmanlarıydı ben burada teyzen şurada aşağıda oturdu. Şurada yazlık sinema vardı. Şurada şu. Burada bu.
Haydarpaşa da oh ne güzel karışan görüşen yok ne güzel abla iyi ki getirdin bizi diyorlardı.
Dönüşte daha da mutlulardı ben de en az onlar kadar mutlu.
Ben şanslıyım zaten
Çünkü keyif almasını biliyorum.
Hayatı seviyorum, hala renkleri görebiliyorum.
Bir şeker bayram ardından bir daha yaşanması zor bir günü mutluluk la yaşamış olmanın güzelliği ile sabaha hazırlanacağım.
Teyzem ;sen oraya gitmişsin bizi de torunlarla götürsene diyor eminönün de motorla geçerken ben sana takılayım. Tabi tabi diyor annem takıl.Zaten herkes onunla gitmek istiyor diyor.
Valla takılan mutlu bende mutluyum  demek ki.
Eee yarın da kahvaltıya davetliyim tabi kalkabilirsem
Günleri fulluyoruz hadi hayırlısı.
Tekrar iyi bayramlar
Allah biliyor muradımı diğer bayram da inşaAllah orada olurum.
Yazarım merak etmeyin.
Sevgiyleeeeee

8 Eylül 2010 Çarşamba

TÜRKLER UÇUYOR...

TÜRKİYE
TÜRKİYE
TÜRKİYE
İnliyor salon.

Bir zamanlar Spor Sergi Sarayı vardı. Biz gençkene. Çikolatalı gofretlerle aralarda boşluklar olan sıralarda tepinirdik.Ayağın bir kaysa kırılma ihtimali çok yüksekti.
Ama hakkını yememek lazım gayet terbiyeli,saygılı seyirciler vardı.
Efe,Erman,Aytek
Aydan Siyavuş(Allah rahmet eylesin)
Mehmet Baturalp...
Zaman geçti.
Zeytinburnu’nda Abdi İpekçi Spor Salonu oluşturuldu. Herkes bilmez.Eski milli basketbolculardan hali vakti yerinde olanlar,hatta bu iş den kopmamış olan duayenler sayesinde vakıf kuruldu.İş buralara kadar geldi. Onun için onların hakkını yememek lazım temel taşları yerlerine oturttukları gençlere güzel imkanlar sağlamaya çalıştıkları için.
Eski Galatasaraylı, Spor Sergi de izlediğimiz Turgay Demirel Basketbol Federasyon Başkanı oldu.
Çok yürekten bu işe soyundu.
Tanyevic'in Türkiye'ye gelmesinde savaş zamanında etkin rolü oldu.
Kendisi ile bizzat tanıştım.
Çünkü eski patronum milli duayenlerdendi.
Haddi hesabı olmazdı,spor camiasından gelenlerin.
Gerçek şu ki ; spor ile uğraşan insanlarda kötülük biraz zor bulunur.
Zaman değişti o anılar da artık mazinin yapraklarına gizlendi.
Geçen yeni ofisde çıtır arkadaşlarla sohbet ediyoruz.
Abla diyor ben Barış Manço hayranıyım…
Ha, bak orada bir dur diyorum çünkü seni çok iyi anlarım bende sen gibiydim.
Ah,diyor o ne şarkılardı. Nasıl bir adamdı? Keşke tanıyabilseydim.
BEN TANIDIM deyince
Gerçekten mi diyor
Evet
Bir yandan onu çok iyi anlıyorum çünkü bu benim ATATÜRK ile tanışabilme ihtimalim gibi bir şey onun için,gencecik ömrü için.
Birde Hulusi Kentmen’i görmek isterdim dedi
Kusura bakma ama onu da TANIDIM.
Ne kadar şanslısın diyor
Evet,şanslıyım
Futbolu babamla
Basketbol ise ilk flörtümle tanıdım.
Nerede öyle kız başına Taksim’e gitmek yalnız başına. Gerçi müsaade etseler ben giderdim ama saygısızlık yapmak istemezdim. Bunları yazınca yaşımız aşikar doğuyor kelimelere ama yapacak bir şey yok. Gerçekler ister kabul et ister etme acıdır.
Sonra bu akşam ki basketbol maçı devam ederken geçmiş günlerden bugünlere nelerin değiştiğini düşündüm. Hatta daha da geriye gidip eski patronumun albümünü yaparken gördüğüm siyah beyaz fotoğrafa karelerinde ki o duayenleri tanımış olmanın güzelliğini hissettim.
Evet, ben çok şanslıyım.
Tek tek isim yazmıyım ama gerçekten insan gibi insanları yakından tanıdım.
Sohbet ettim.
Hayat gösterdi ki zaman değişiyor ve insanlar eksiliyor.
Bu sadece fiziki varlıkları ile değil.
İnsan, olup olmamaları ile eksilmekte.
Ne mutlu bana
Ne mutlu Türkiye Basketbol Milli Takım ve sahne gerisindekilere. Ve Federasyona.
95-68 skor
Kaldı iki maç…
Finali kucaklarız umarım bu bayram.
Sağolun varolun gençler
TÜRKLER UÇUYOR
TÜRKLER UÇUYOR
OOOOOO…………..
TÜRKLER UÇUYOR…

Bayramlar...

Bayramlar mutluluktur…
Çocuklar için devam eden, heyecanlandıran
Bizler için çok eskilerde birer anı.
Bayramlar heyecandır,
Çocuklar için her daim.
Mesele ya harçlıktır ya yeni bir hediye
Mağaza da görülen yandan püskülleri sarkan bir bisiklet mesela
Hiç oyuncağı olmamış bir köy çocuğunun eline uçurtma vermek gibidir bayram.
Dilerim ki çocukların gönüllerinde ki o güzellik büyüdüklerinde de devam edebilsin.
Bizlere gelince;
Çoğumuz için tatil iş den kafamızı kaldırmak için,
Çalış çalış o paraları nereye götüreceksek !
Varsa yaşayan bir büyüğümüz onun hanesinde kapıdan girerken aldığımız değişmez bir kokudur bayram. Kokar ve gider.
Ne vitrinde ki cafcaflı kıyafetler
Ne başka renkler bize çocukluğumuzun o saf o masum tadını geri verebilir.
Şanslı olanlar varsa evlatları biraz onların heyecanları ile kavrulurlar.
Kimine göre rutindir bu gezmelere,merasimler
Oysa biraz da gereklidir.
İnsan olmanın gerekliliğidir belki de,tabi kimine göre.
Bir kardeş bile diğerine benzemezken, herkes aynı düşünecek değil ya…
Ve işin en kötü faslı dönüşte üzerinde künk gibi oturmuş ağırlıkla, gözyaşlarınızla çıktığınız kabristandır.
Ben,bu bayram çok ağladım oracıkta. Üstelik yanımda annem de vardı.
Nedenini bilmiyorum.
O toprak can olmuş tu sanki, benim dillerim lal
İlk an gibi ,altı sene evveli gibi bıraktım kendimi yandaki taşlığa;bayıldım bayılacam ramak var.
Belki bir gün onu da annemi de kaybedeceğim için
Nedenini bilmiyorum.
Başım önüme eğikti, babama cevap veremedim.
Onu belki de üzdüm. Benden beklemiş olduklarını yerine getiremedim
Ama babacığım dedi ki :
“Ağlama, ağlama sakın.
Sakın üzülme. Sen,her şeyin en iyisini bilirsin yaparsın
Sakın üzülme DAYANAMAM”
Üstünüzde künk gibi bir ağırlık sessiz girersiniz kalabalıklar içersinden
Ağlarsınız ya da ağlamaz
Nihayetinde hiçbir şey olmamış; o içten can fışkıran kız siz değilmiş gibi sanki normal yoldan geçiveriyormuş gibi tıntın dönersiniz yolunuza.
Gül suları ellerinize karışır.
Gözyaşlarınız yanaklarınıza
Göstermek de istemezsiniz annenize iç çeke çeke ağladığınızı
Ama o bilir zaten
Ben, bu değilim diye söz verirsiniz toprağa
Toprak bilir zaten gülümser.
O sizi anlar…
Bakarsınız kalabalığa tülbendiniz altından dua edersiniz her canlıya
Bir bayram da daha gelir coşkuyla
Aslında tüm hüzünler ötesinde;hiç bilinmez yepyeni yeni sevinçlerin müjdecisidir bayramlar.
Unutmuş olamayız
Biz gibi içinde ki çocuğu yine yine yeniden diriltenler
Yokluktan saadet yapmayı başlarına, ilke edinmişlerdir.
Gerçek bayramlar ise gönüldedir.
Gönül dostlarım bayramınız kutlu,mutlu,sağlık ve sevgiyle gelsin…

5 Eylül 2010 Pazar

Keşke...

Keşke.
“Ah keşkem keşkem” diye bir şarkı türemişti bir ara…
Aslına bakarsanız yarım kalan zamanların, yaşanamamışlarıdır. Keşkeler…
Yapılmak istenip yapılamamış
Yapmak istenip ertelenmiş zamanların…
Keşke bilseydim… Keşke bilseydin.Dersin mesela,
Çok geçmiştir.
Zaman ilerlemiştir.
Nehirler aynı düzeninde akmış.
Sular taşmış,
Yıldızlar yine doğmuştur oysa.
Kimse senin düşünceni veya niyetini bilememiştir.
Daldığın zamanların içinde bir derin nefes alıp o an hissettiklerini düşünürsün, söyleyemediklerini…
Hani Esmeray’ın şarkısında ki sözleri gibi;
“Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım”
Ne hıçkırıklar geçmiştir ama lokma gibi içinde kalmıştır.
Kalacaktır.
Susmuşsundur çünkü,
Yarın yine başka bir sabah aydınlanacak.
Market aynı özenle otomatik kepenklerini açacak.
Aynı bardakta çayı koyacak.
Çay kaşığını yine unutacak ve tekrar döneceksin mutfağa.
Henüz ayılamamışsın, keşkelerden
Ayılacak gibi de değilsin zaten.
Keşke !
Diyebilseydin…
Sonucu ne olursa olsun
Keşkeler bir buruk iz bırakır maziden kalan
Keşkeler gizli bir yaradır,
Ara da kendini hatırlatır kapanmayan kabuğu ile…
Keşkesiz yaşamlar bizimle olsun.
Tüm tercihlerimiz doğru ve cuk diye yerine oturur olsun…

3 Eylül 2010 Cuma

Yerin Dibine Girin Emi Hiç Çıkmayın...

Yerin altında karanlık da gölgeler direnirler
Tutunmaya çalışırlar hayata üstelik birbirlerinin nefeslerini bile göremeden.
Oldum olası maden ocaklarında yaşam mücadelesi verenlere içim gitmiştir.
Bir patlamada kaybolurlar. Üstelik kimsenin ruhu bile duymadan.
Kömür karası yazgılarının ortasında bir hayat yaşarlar,
Dünya da da oluyormuş bizimkiler değilmiş ihmallikler sinsilesi arasında kararan hayatların yazısı.
Sonra gördük ki not ilettiler; Yaşıyorlarmış
Aman, hepimiz bayram yaptık.
Teknoloji ilerledi artık aylar sonra kurtarılacak ve Şili’de bu facia yı yaşamakta olan ekibe yardım gitti düşünün içinde ; mp3, projektör bile var.
Yok yok yani biz de hayalini bile kuramıyorum.
Ambulansa hastane acil kapısına yetişemeyen bir zihniyet bunu yapabilir mi?
Elbet de HAYIR
Peki neden ? Neden biz yeniliklere açık bir toplum değiliz
Her şey den önce insana değer vermiyoruz.
Neyse konumuz biz değil
Dediğim üzere maden ocaklarında çalışan insanlar da benim hassas noktam.
Nedenini bilmiyorum, insani yönüm fazla sanırım. Hassasım işte.
Anlatamıyorum.
Şili’dekilerin durumları iyi,
ŞİMDİLİK !
Çünkü işin perde arkasında her birinin eşlerini aldattığı haberi çıktı. Hepsinin sevgilileri oraya doluştu düşünsenize kargaşayı.Dünya alem izliyor.
Onlar için gözyaşı döken aileleri ve sevgililer.
Suçlu kim ?
İnsanın “hay boyunuz devrilsin Allah bilmişte oraya tıkmış beter olun “ diyesi geliyor ama onların dünyaları çoktan yıkılmış.
Çünkü sevgililer sigortadan para alabilmek için oradalar.
Eşler öyle mi ? Gözyaşları içinde beklerken birde böyle vurgun yiyorlar.
Ah, şu erkekler...
Topunuzu…Diyeceğim belki istisna vardır. Biz kadınlar gibi. Öyle değil mi?
Bu arada yerin dibinde hiçbirşeyden haberi olmayan,Şili de çok rahat bir ortamda kurtarılmayı bekleyen ekibin dünya umurunda değil şimdiki ihtiyaç talepleri ne biliyor musunuz ?
-İçki
-Sigara
Eee karılar zaten dışarıda…
Kim mahsur
Kim mağdur
Dünya böyle dönüyor işte
Kimi acır kimi acıtır…

Not : Dün kü yazımda bahsettiğim kitap biraz önce bitti. Hakikaten çok güzel sonu daha da güzel. Keşke hayatlarımızda yaşadıklarımızda böyle güzel noktalansa. Okuduğum bilgi şu:
Olay Kurtuluş Savaşımız yıllarında geçtiği için; bir önemli not iletmek istiyorum ola ki yolu düşen olur bir ziyaret eder bir Fatiha okur bir anar…
Mustafa Kemal ve ordusuna o kadar inanıyorlar ki gece rüyasında görenler var ama görenler biraz saf ve yarım akıllı diye pek de inanmak istemiyorlar hayal kurduklarını düşünüyorlar ama o insanlardan biri diyor ki şu tepe de gördüm Mustafa Kemal’i bize dedi ki sakın korkmayın ben hep (tepeyi göstererek) buradayım,burada yatıyorum ve sizleri koruyorum.
Adamın dediğini inanmıyorlar önce sonra iki asker ile birlikte o tepeye gidiyorlar.
Bir bakıyorlar ki Mustafa Kemal orada yatıyor…

Burhaniye’den Ayvalık’a giderken,Gömeç’i geçer geçmez “ATATÜRK kayalarını izleme noktası diye bir tabela varmış. Bunun tam karşısında ki dağlara baktığınızda ATATÜRK’ün yatar vaziyette profili görünmekteymiş.
Yani o zamanın köylüleri bile insanüstü olarak nitelendirdikleri bu dünyanın kabul ettiği dehayı hala yalnız mı bırakacaksınız.
Fikriniz,vicdanınız nasıl sorgulamıyor kafanızı…
Allah’ın lütfünün dediklerini bu aralar sıkı sıkı okumakta fayda var derim. Nacizane…

2 Eylül 2010 Perşembe

FERAYE...

http://www.youtube.com/watch?v=c1dZoWHKCAs



Yırtık dökük kelimeler arasına sığar yüreğimiz bazen.
Bir kitabın bir cümlesi alır götürüverir, bir poyrazın sıkılığı kadar sarır benliğini insanın.
Okursun biraz o olursun, aslında belki o’sundur. Yazar aslında biraz da seni anlatmaktadır.
Uzun zamandır unuttuğun aslında var olan ama kuytuya düşmüşlerini gün yüzüne çıkarıverirde pervasızca çarpar yüzüne.
Dalar gidersin.

Beni iyi tanıyanlar çok kolay dostluklar kurabildiğimi iyi bilirler.
Aslına bakarsanız iyi bir şey mi biraz evet biraz hayır.
İnsanlar yanılgılar içindeler çünkü.
İnsanlar menfaatkar olmuş
İnsanlar insan olmayı unutmuş.

Her neyse uzun yıllar servis ile işe giden bendeniz bu aralar otobüs yolculuklarındayım haliyle yol uzun olunca da servis bana gelmiyorsa (bunu isteyerek yapmıyorum) otobüs servis olur mantığı ile kendi kendine oluşuveriyor bazen ben bile hayretler içersinde kalıveriyorum.
Şimdi yazacaklarımın konuyla ne alakası var demeyin zira üst bölümle birebir ilgilidir.
Yeni başlayan dizilere takılıyorum akşamları; biraz eski Türk filmleri tarzında aslında biraz
o unutulmaz selvi boylum al yaz yazmalım filmi gibi gelse de sevdim bu diziyi. Dizinin adı “bitmeyen şarkı”…
Pazartesi günlerine güzel diziler konuyorsa değmeyin keyfime haftanın en sıkıcı gününün akşamı çok hoş olabiliyor. Bir kadın olarak malumunuz üzere bir aşk hikayesi konu ve
çok gerçekçi olan beni bile duygulandırıyor.

Söz nereye geldi otobüste üç beş arkadaşım var iki erkek dört bayan. Bayanlarla daha samimiyiz. Daha doğrusu onlar benle samimi. Her şeyleri anlatıyorlar,danışıyorlar,dertleşiyorlar. Geçen birinin babasını kaybettik. Birisi işden çıkacak vs hayat akıyor. Benden yaşça büyük olan hanımefendinin uzun yıllar kocasının fabrikası varmış. İflas ediyor, kızlarını okutmuşlar ama kadıncağızın sigortası hiç olmamış. Ev değiştirmiş vs. Şimdi eşi istemese de eve destek amaçlı çalışıyor. Çalışmak ayıp değil keşke daha önce çalışsaydım diyor. Evleri lüks yerdenmiş eskiden yalnız bana anlatıyor vs.vs.
Çok kibar çok hanımefendi bir kadıncağız. Bir akşam dönüşte bana elinde içersinde 5 yada 6 kitap bulunan bir paket uzattı. Yeni satın aldım hesaplıymış ister misin dedi. Yaşı çok genç olan ve yanımda oturan diğer kızcağız eğilerek hemen “alma sakın alma nedir ne değildir kim bilir kaç para ”dedi. Çok karamsar bir karakter.
Dur dedim o hanımı sen tanımıyorsun tanıştırayım neyse kaynaştılar. (hanım arkamda oturuyordu)
Ben, ama bu henüz açılmamış ki daha dedim
-Fark etmez istediğinizi alın bu kadarını okuyamam
Baktım şaşırdım hiç tanımadığım biri bana okumam için kitap uzatıyor hem kitap hem açılmamış henüz.
Peki,diyorum şunu alayım… Çok teşekkür ederim.
-Rica ederim bitince haber verin yine getireyim. Siz okuyan birine benziyorsunuz.
Aman Yarabbi okuyan biri o kadar olmadım ama seçiciyimdir okuduklarımda biraz bana hitap etmeli beni sıkmamalı kitap.
Kitabın adı : Feraye
Elimde kitap eve doğru yaklaşırken, yeni başlayan dizideki ana karakterdeki kızın adı geliyor aklıma: Feraye…
Kitabı okuyorum çoğu yer ben.
Allah Allah
Ve Feraye aşık oluyor…Sanırım öyle şu an kitabın yarısına geldim.
Kitap Kurtuluş Savaşı’nda geçmekte.
Bir yiğit Yüzbaşı ile birbirlerine dillendiremedikleri ve her şeyden öte en büyük aşk vatan aşkının ortasında bir macera.
Tıpkı;
İtalyan Filmi Kaptan Corelli’s Mandoline gibi. Başrolleri Nicole Cage ve Penepole Cruz paylaşmışlardı. Yunan adasına huzuru sağlamak üzere gelen İtalyan askerle, Yunanlı kızın hikayesi. Her şeyiyle muhteşem bir duygu filmiydi. Görsellik ,müzik,oyunculuk ve tabi ki aşk. Sevgi…
Bu kitap da ise kendisine göz koymuş ve kendi düğün gününde Rum tarafından kaçırılan ama asla teslim olmayan çok güçlü bir Türk kızının ileride Türk Yüzbaşı ile karşılaşmaları vs.
Sonunu inanın bende bilmiyorum şu an da Cunda dalar… İkiside Vatan aşkından başka bir şey görmüyor şu anda.
Ama 1937 doğumlu yani şu an itibari ile 73 yaşında olan bir hanımefendinin güçlü kaleminden ne güzel bir hikaye çıkmış…
Tamamı ile gerçek hikayelerden kurgulanmış. 1920 li yıllar…Kaz dağlarının eteklerinde ilham almış.
Benim için iki Feraye var şu ana kadar,
Üç ne olacak çok merak ediyorum en azından hayatıma girmesinin anlamı nedir acaba?
Çünkü hayat da hiçbir şey tesadüf değildir…
Feraye ne anlama geliyor diye baktım zira benim için çok değerli sanatçı Müzeyyen Senar’ın çok severek okuduğu ve de güzel okuduğu bu eserden etkilenerek kızına adını verdiği bir isimdi. Baktım internet de anlamına ; Ay ışığı, Ayın parlaklığı

Bana çok güzel açıkca söyleyeyim çoktan unuttuğum duygularımı canlandırdı .
Yaşıyormuşum dedim.
Ne güzel.
Kitabı merak edenler içinse hanımefendi yazarımızın ismi : Naşide Gökbudak…
Hepimize güzel duygular uyandıran Ay Doğsun Güneşler Doğsun dileğiyle…