Hürriyet

24 Temmuz 2011 Pazar

Gürcistan Batum Karadeniz Üçlemesi...

Bu sabah daha da erken uyanıyoruz.
Çünkü en uç nokta olan Sarp sınır kapımız üzerinden, Gürcistan Batum’ a doğru bir yolculuk yapacağız.

Kıyıdan ilerledikçe daha da güzelleşen Karadeniz gün doğumunun o tatlı renkleri ile bizleri karşılıyor.
Rehberimiz sevgili Celal Bey, tüm ayrıntılı detayları ile tek tek kapıdan nasıl geçiş işlemi yapacağımızı sonrasında, freeshop alışverişimiz sırasında yapmamız gerekenleri, ilk işlemi yapıp geçenlerin esas kapıyı belirterek burada beklemeleri gerektiğini zira otobüsten ayrılarak geçeceğiz sonrasında Kaptanımız Naci Bey bizi oradan alacak.

Sarp sınır kapısı ilginç.
Bu kadar burun buruna, dip dipe.
Sanki hala bizim gibi oralar, zaten orayı da öylesine vermişiz.
İnsanlar plajda güneşten nasiplerini alırlarken, biraz önce hilkat garibesi gibi tuhaf bir gümrük kapısından geçtiğimiz anı düşünüyorum.
Yokluğun yer yer kaldırımlarına vurduğu, binaların hala komunizimin izlerini taşıdığı teneke binaların izlerinde fark ediyorum.
Soğuk, yoksul ve üzgün bir kent ilk bakışta.
Gümrük memurları dahil İngilizce bilmiyor.
Sadece Rusça ve biraz Türkçe.
Kapıdan geçerken “ hoş geldiniz” diyor Türkçe.
Ama genelinde yüzlerinde yorgun ve mutsuz bir ifade mevcut.

Celal bey şehrin detaylarını anlatırken, araçlar sanki hiç kaportacı yokmuş gibiler fark edeceksiniz diyor hakikaten Batumi’nin en güzel yerinden en ücra köşesine kadar yol boyunca gördüğüm üç araçtan ikisi harap vaziyetde.
Sağ tarafta başka, sol taraf başka yere bakmakta.
İki far tamamen gitmiş durumda olan da var. Yarısı gitmiş olanda.

İlk durağımız oldukça güzel tarihi izler taşıyan Gönye Kalesi.
Gönye Kalesinin içerisine girerken sanki böyle İspanyol bahçelerinden geçiyor gibisiniz.
Çiçekli bir avlu içerisinden müze kısmına doğru ilerliyoruz.
Arka tarafta yer alan antik harabeler ve kuyudan isteyen su içiyor.
Şans getiriyormuş.
Bahadır diyor ki : Abla sen fotoğraf çekme istersen kuyuya bir dal.
-Olur diyorum merak ediyorum zaten sonra çekersiniz beni.
Bahadır bu tura Amerika’dan katılıyor eşiyle. Eşi Seçil ise beş buçuk aylık hamile.Daha önce Acun’un programına katılmış o yüzden siması tanıdık geliyor izlemesem de demek ki öyle kanallar arası zap yaparken far ettim.
Müze ilginç tarihi hikayeyi anlatıyor Celal Bey aklımda kalan tek şey.
Aşkı için kardeşini öldürmeyi göze alınan kadının hikayesi ki meydanda heykeli bulunmakta.
1400 sonları 1500 başları arasında Yavuz Sultan Selim’in valiliği sırasında Gönye Kalesi fetih edilerek Osmanlı topraklarına katılır.
Fakat Osmanlı Rus harbi sırasında Batum bırakılmıştır.

Batum’un ilerleyen yollarında geçerken sol tarafımızda Celal Bey’in bahsettiği gibi sanki Amerika turundaymışız gibi tepeye yazılan Hollywood tarzı BATUMİ yazısı ile karşılaşıyoruz.

Önce Çarlık döneminden kalma Katedrali geziyoruz. Şansımıza belki düğün göreceğiz diyoruz ancak içeride ayin var.
Biraz onları izliyoruz.
Biz kendi aramızda konuşurken haklı olarak kızıyorlar çünkü onlar için kutsal özellikle böyle şort falan girmişiz içeri, başı açık bayanların.
Dilek mumları arasında sönmüş bir mumu yakıyorum, yol arkadaşlarımızdan bir hanım “neden başkasının dileğine karışıyorsun” diyor. Haklı esasında ama içimde o an o sönmüş mumu yakmak istiyorum.
Sonra Celal Bey, Serap ve Derya ile girişte ki mum satılan yerden mumları alıyoruz sanırım on yada on iki tanedeydi.
Celal Bey’e veriyorum parayı. “ Paranın hepsiyle alayım mı çok olur” diyor.
-Alın alın arkadaşlara dağıtacağım herkes dilesin diyorum.

Ben de gidip diliyorum daha yakar yakmaz sönüyor bir daha deniyorum. Umarım sönmemiştir.
Yeğenime ve dünyaya diliyorum.
Çıkıyoruz tam köşeyi dönerken bir gelin arabası geçiyor.
Dadididi sanki Türk gelin güvey konvoyu gibi.

İstikametimiz limanın tam karşısında beyaz minaresi ile içimizi aydınlatan Orta Cami.
O kadar güzel ki ve içerisinde ki renklerin kullanımı.
İçeri giriyor ve geziyoruz.
Çöküp bir dua ediyorum.
Avlu daki amcalar fotoğrafını çekmemi istiyor.
Hemen yapıyorum tabi sonrasında kendimi de ekleyerek.
Kapısı, tokmakları ile muhteşem bir cami.
Camiden çıkarken gürcü hanımlar bizi izlemekte ve yol boyunca tadilat gören yollar toz toprak içerisinde çevre.
İstikamet 1880 li yıllarda Rus Botanikçi tarafından yapılmış, hayatımda gördüğüm en güzel bahçe.
Orada beni biraz bıraksalardı bir gece uyuyabilseydim ağaçların koynunda size ne kadar yazmaya ve kelimelere dökmeye çalışsam o kadar az ki.
O kadar.
Sanırım 6 bin dönüm üzerine kurulu bu araziyi gezmek için araçları bekliyoruz. Tipik golf arabaları tipinde ancak bir türlü gelmiyor çok kalabalık mekan.
Bizde yürümeye karar veriyoruz. İyi ki de öyle yapıyoruz.
Devasa ağaç köklerin dibinde fotoğraf almak harika bir duygu onlara dokunmak. Avuçlarınıza yaşadıklarını hissettiriyorlar usulca.
Yorgun biraz üzgün olan olsa da hiçbiri ağlamıyor dimdik ayakta duruyorlar.
Kah bir kenarda birikmiş nilüferler.
Tepemizde dolaşan envayi çeşit kuşların sesleri.
Bir yağmur eksik benim için.
Bu doğa harikasında sırılsıklam olmak harika bir duygu olmalı derken yağmur başlıyor herkes kaçışmaya ve araç niye gelmedi diye söylenmeye başlıyor. Haliyle çoğunlukta yorgun olduğu için o an ki tadı pek çoğu alamıyor.
Manolya ağaçlarının sıra sıra, bambular… Çevreliyor etrafınızı ve inanılmaz hoş bir koku hakim alana.
Celal Bey bize Stalin’in evini gösteriyor. Buradan birazdan indiğimiz noktadan teleferik ile yolculuk yaparmış. Burayı çok seviyormuş ama kim olsa sever.
Diyorum ya keşke bir gece orada konaklama yapabilme şansım olsaydı. Kuşlarım ile sohbet edebilseydim.
Belgrad ormanı ne ki dersiniz ?
Tırnağından bile maalesef geçemiyor hayır ben şahsım adına azla yetinmeyi becerebilen bir insanım ama bu doğa güzellikleri karşında şu an İstanbul’da bu satırları yazarken çok derin bir sızı duyuyorum.
Keşke gençliğimde düşlediğim rehberlik işini yapsaymışım.Böylelikle aklım hiçbir yerde kalmaz her yeri bir daha görebilme fırsatım olurdu.
Tepelerden inerken sağ tarafınızda sahili görüyorsunuz nasıl anlatayım sizlere aşık olursunuz.
O kıyı sizi alır götürür yani.

Çok yorucu ama muhteşem bir botonik gezimizin ardından istikamet Gürcistan’ın en lüks restoranında Gürcü Yemekleri tadacağız bu da tura dahil değil yemeklerin en güzel alınabileceği konusunda bize bilgi veren Celal Bey sayesinde bu hoş, mekana varıyoruz .
Taşlar arasında çok güzel bir mekan. Kim bilir akşamı nasıldır?
Kapıdan girer girmez şaraplar sizi karşılıyor bu çok şık restoran da.
Envayi çeşit ne varsa tadımlık masamıza konulmaya başlanıyor.

Haçapuri, dedikleri yanılmıyorsam o hoş tadı damağımda kalan pidenin adıydı.
Kapute, dedikleri köfteye benzer görünümünde sos ve üzeri soğan ile servi edilen değişik bir lezzet.

Puri, denilen bizim lavaş ekmeğinin daha yoğun hamurunu düşünün ve kesinlikle daha lezzetli olanı.
Svadi, denilen güveçte sunulan bir yemek.
Birde bizim menemene benzeyen bir değişik tad.
Harika peynirler ( peynir canavarı olduğum için hepsi harika bana tabi)
Ve en beğendiğim renkli sodaları. Ben en çok kiviliyi beğendim, yeşil yeşil.

Karınlarımızı bayağı doldurup toplu fotoğraflarımızı çektikten sonra ki yolculuğumuz Sanat Galerisi her hafta yada her ay denildi sanırım tam hatırlayamıyorum bir konuk sanatçının eserleri yer alıyor mekanda.
Bizim Türkiye’deki köşkler gibi mekanın kapısından içeri girdiğimizde o şahane merdivenlerden çıkıyorsunuz.
Sanat Galerisinde bir tek kişi İngilizce biliyor bunu daha iyi anlıyorum zira biz yolcu kafilesi olarak Celal Bey’e kendi aramızda bir hediye almak istiyoruz ancak nereden ne alabiliriz vakit yok.
Üstelik kendisinin hastalık durumunu beklediği Dayısının vefatını almış da bizlere hiç hissettirmiyor bu sabah “sizlerden üzülerek ayrılmak zorundayım belki bu tur başka uzun bir turda karşılaşmamıza sebep olacak, önemli bir sebebim var İzmit’e dönmek zorundayım yoksa bu güzel turu bulmuşken neden bırakmak isteyeyim” diyor.
Biz ısrarla sorduğumuzda detayı öğrenebiliyoruz. Haliyle acele olarak karar verip kendi aramızda para topluyor ve kendisine sunmayı uygun buluyoruz. Dolayısıyla ben Bahadır’a böyle bu şekilde dolmuş şoförüne verilir gibi verilmez bir zarf bulmamız lazım ( Bu arada yarın Naci bey ve Hakkı için de aynı işlemi yaptık ama ona bu şekilde takdim edebildik çünkü zaman çok kısıtlıydı Trabzon sokaklarında koşuyorduk dakikalar arasında)
Koskoca Gürcistan da kimse İngilizce bilmiyor kafile meydan doğru gelmiş Celal Bey anlatıyor ben dükkan dükkan koşturuyorum. En sonunda bir kırtasiyeciye böyle kağıdı katlıyor ağzımla yapıştırıyorum ki sonradan aklıma geldikçe gülümsüyorum artık öyle zarflarda kalmadı ki…
Neyse envelop ve işaretlerle anlaştık ve buldum.
Müzede de yoktu.
Nasıl bir iştir.
Celal Bey adalet sarayı, konsolosluklar, tiyatro binası ve Gönye Kalesinde ki Arganot (hani şu aşkı uğruna) heykeli sonrası. Göğüslerinden su fışkıran heykelin önüne geldiğimizde serbest zaman veriyor.
Benim rafting kankim Efe bana dönerek” bu ne yaw konsolosluk nasıl böyle bir şeye müsaade ediyor” demez mi. Bu çocuk çok komik nasıl güldürüyor beni üstelik de Fenerbahçe taraftarı.

Serbest zamanda sahile doğru ilerliyoruz işte buralar daha bir güzel.
Güner hanım yoruluyor abisi Ali bey gezmek istiyor başlıyorlar mı tartışmaya.
-Bir dakika bir dakika tartışmayın siz Serap,Derya ile kahve için biz gezip gelelim diyorum. Bu arada benden kahve falı bekliyor kızlar.
Biz Ali bey ile sahil şeridini gezmeye başlıyoruz. Çok güzel.
Yaşlı amcalar için kır kahvesi bile düşünülmüş. Meydanda güzel bir heykel sizi karşılıyor.
Sahilde denize girenler, bankta kitap okuyanlar.
Böyle alanlar neden benim ülkemde yok.

Batum Başkonsolosluğumuzun önüne geliyorum fotoğraf çektirmek istiyorum müsaade etmiyorlar. Türk’üm Doğruyum pasaportluyum desem de ikna olmuyorlar üç adım atıyorum Trabzon bayrağı asılmış bir kafenin fotoğrafını çekmek istiyoruz görevli Ali bey’e işaret ediyor. Bu arada köşeyi dönene kadar da takip etti.
Köşenin bitiminde bayanlar bizleri bekliyor onlar kahveleri bitirmişler çoktan.
Bizde birer kahve alıyoruz anca aromalı falan anlamıyorlar bidikleri “damla sakız” yada “ Türk kahve”.
Türk kahvesi sanki aldın yemen kahvesi tuhaf bir tadı mevcut ama içmedik demeyiz bir magnet alacağım adam vermiyor param yetişmiyor 50 kuruşu istiyor.
Hatıra yeşil mavi renkte ( en sevdiğim renkler) el satıcısı teyzeden bilezik alıyorum.

Ve sevdiklerime şarap.
İstanbul da biri tamamen dökülmüş diğerlerinin üzerine olsa da artık kabul ederler umarım.
Meşhur şarap evinin önünde bildiğiniz Türk dükkanı mübarek. Cola, Fanta yükleniyor. Güneşlikler Efes, Cola yazılı.
Zaten inşaatlar ve Liman ( ortak kullanım var Artvin’e gelmek isteyen Batum havalimanını kullanıyor) Türkler tarafından yapılmış.
Türk izleri fazlasıyla hakim Batumi’de.

Ve dönüş yolculuğumuza geçiyoruz.
Hiç istemeden Rize de servis aracına bırakıyoruz Celal Bey’i.
Herkes biraz buruk yarın son gün ve başka bir rehber ayarlamış Celal Bey ama onun engin bilgisine sahip olabileceğini düşünmüyorum.
Ben kültür turlarında dua ederim iyi ve bilgili biri ile karşılaşalım.
99 yılında Kapadokya turunda ve son İtalya turunda bunu yaşadım şansıma.
Ve Celal bey de aynı şekilde.
Umuyorum ki başka turlar da da yeniden karşılaşabilme imkanımız oluşur.
Zaten son gün herkes o güzel mekanlar da biraz buruk ve Celal bey’i arar gibiydi hatta bu ne ya dediler yeni rehber için.
Aslında sohbet ettiğimizde o da işe ilk başlıyordu ona da şans vermek lazımdı.
Ön yargılı olmamak lazım.
Mesela ben rehberimin isminin Celal olduğunu öğrendiğimde içimden “ of dedim çünkü müdürümün ismi ve ister istemez gerildiğim pek duymak istemeyeceğim hele bir tatilde ancak ne yapmak lazımmış ön yargılı olmamak”

İstikamet aynı pasaport işlemleri sonrasında Paluri yani Lazca olan Türkçesi “Kıvılcım” anlamına gelen otelimize.
Bahsedildiğine göre buranın aşçısı muhteşem eğlendiriyormuş.

Otele yerleşiyoruz Doğu Karadeniz deki kısa ve yoğun turumuzda konaklayacağımız en güzel otel. Manzara da güzel, sabah beş buçukta uyanıp fotoğraf alıyorum harika.
Mutfakta yumurtaları pişirmekte görevli arkadaş yağan yağmur sonrası hava da oluşan o güzel resmi çekmeme yardımcı oluyor ötesinde gözlerim görüyor ya o yeter.

İlk kaldığımız mekan da sabah yine beş de sakaların sesleri ile uyanmıştım ve orada ki görevli ile sohbet ettiğimde ona sormuştum “ peki ne diyorsun bugün gökkuşağını görebilecekmiyiz”
-Evet abla hava bu sabah öyle gözüküyor ama buralar pek belli olmaz.
Hakikaten de olmadı göremedik ancak çok daha güzel, yaşanası.
Görmekte ne kadar geç kaldığım yurdumun güzel topraklarını ve insanlarını keşfettim.

Bizim kızlarla ki bunun içerisine Melek teyzem de giriyor.
Yolculuk şarkılarımızdan biri “ na nani nana”ile otele yerleşip, duşumu alıp alt salona geçiyorum.
Aşağıda Melek teyzeleri bekliyorum.
Orada iki otobüs dolusu Bursa ve Adapazarı yolcusu ile karşılaşıyorum.
Birçok kez bu otele ve karadeniz’e konaklamaya geliyorlarmış.
Lobi de kanarya ve saka olmak üzere üç adet kuş var.
Hepsinin sesini bastıracak kadar yoğun sohbet içerisindeyiz.
Tanışıyoruz ben bahar ablaları beklerken.
Diyor ki :
Biz geçen akşam çok eğlendik içimizde bir ama arkadaş var sesi o kadar güzel ki bizi çok eğlendirdi.”
Hah geldi işte.
Bak Ülkü arkadaşlarda İstanbul’dan gelmişler.
Hanımefendi yanımdan geçiyor ama sanki görüyor gibi sehpanın daracık yolundan ayaklarıma basmadan. Biraz sohbet ediyoruz.
Arkadaşları takılıyor Ülkü çok şıksın bugün.
-Bilmem sandıkta ne varsa çektim giydim bugün.
Çiçek sarısı ve beli altın işlemeli çok şık bir elbise içerisinde son derece kibar ve gülümseyen bir hanımefendi ile akşam yemekte görüşmek üzere vedalaşıyoruz.

Erken geliyorum salona.
Garsonlar:
Tanıştıralım Monoca ya da servis yapmış ustamış.
Tamam diyorum hakikaten bahsettikleri kadar var. Selahattin usta bildiğiniz Cem Yılmaz.
Eğer yolunuz bu diyarlara düşerse hem yemek, hem eğlence ve güleryüz açısından kesinlikle görmeniz gereken yer. Zaten aile işletmesi.

Ustam ter içinde yemekleri yapmış bizleri bekliyor o sırada benim tabirimle çıkarken horon ile doğacak olan anne adayımız Seçil geliyor. Midesi bulandı yol boyunca rica ediyorum ustadan o önce alabilir mi çünkü servis başlamasına daha bir saat var.
Müsaade ediyor.
Size yorgunluk çorbasu yaptım da diyor.

Diğer arkadaşlar da tek tek gelmeye başlıyorlar.
Turun en güzel akşam yemeği ve ortamı, bir tek rehberimiz ne yazık ki eksik.

Selahattin Usta o yorgunlukla bize maharetlerini göstermeye başlıyor.
Hal böyle olunca;
Duramıyorum Bahadır diğer karşı turdaki bayanlar başlıyoruz halaya.
Sonra şarkı söyleyen ve oyun oynamaya başlayan Ülkü hanımın karşısına geçiyorum “ merhaba ben karşınızdayım” diyorum karşılıklı oynuyoruz.
Şarkı söylemeye başlamadan önce Ülkü hn kendisinin otuz beş yaşında gözlerini kaybettiğini ama yaşam sevincini hala içinde sakladığını söyleyerek “yaşamak” adına bir şiir okuyor üstüne benim bayağı üstüme aldığım sözü dillendiriyor. “ Yaşamak bir gün o da bu gün”.

Horon mu ararsın, Payruşka mı.
Selahattin Usta yı bile güldürüyorum
Beraber çiftetelli oynuyoruz ikimiz koca sahnede. Bir an kendimi çocukluğumda Hereke’deki bayramlarda hissediyorum.
Orada da böyle şen oyunlar oynardık demek ki çocuklar gibi şendim o gece.
O kadar ki yere eğilip oynayınca kara da denizde kaptanımız Naci Bey para yapıştırıyor bana.
Üstüne patlat şefim diyorum orkestraya mesdeke.

Bahadır diyor ki : Abla ne yaptım Topkapı hareminden çıkmış rakkas gibisin.
Benim kızlar ise sabah : Valla Abla Havaalanında sakin, bir soğuk gibi gördüğümüz hatta turun tatsız geçeceğini düşünürken sen nasıl da şaşırtın bizi.
Sen nasıl bir şeysin.
Naci Bey bile bir ara yok artık bunu da mı oynayacak dedi yani.
Helal olsun bu kıza.

Valla ben acayip eğlendim, Efe’nin annesi gizlice mutfakta bana kahve falı baktı çok güzel şeyler söyledi umarım gerçekleşir dileğim mum yanar.

Dönüşte teyzemleri alıp asansöre bindiğimizde Ülkü hanımda yanımıza geliyor.
Hocam diyorum branşınız, Rehberlik diyor.
Sonra ;
“Biliyor musunuz ben sizi çok sevdim, çok güzel insansınız”
Ah o sizin gönül güzelliğiniz, diyebiliyorum sadece,şaşkınım.

Hayat da en önemli şey, arkandan güzel hatırlanmaktır.
Gözleri görmeyen ama hisleri henüz kapanmamış bir öğretmen hanım beni hislendiriyor, ne mutlu bana.

Ve turdaki diğer sevgili yol arkadaşlarım.

Ne iyi bir iş yapmışım; bu zamanla ile.
Umarım daha da güzelliklere açılır kapılarım…
Sevgiyle.

Hiç yorum yok: