Hürriyet

26 Şubat 2011 Cumartesi

TEK KATLI BAHÇELİ EV. AŞK...

Ah,
Geçtiğim sen misin? Yoksa hatıralar mı?

Yoksa hiç yaşanmamış,yaşanması beklenen çatı katı artıklarımı?

Bir çit çevrili bahçenin,
Sıcacık bir ev.
Yeşil,pembe,sarı.
Leylak,sümbül,zambak ve gül…

Bahçe ve hayvanlar…
Her sözüme ortak kuşlar,
Ah,
Ne güzel hayaller…

Bir tablo asılı duvarda.
Aşk resmedilmiş de oraya esir edilmiş sanki boyalar.
Aşk…
Aşk esir edilebilir mi?Zamana...

Kırıklıklarını gerçekten örter mi,zaman.
Dans edebilir mi?Yürek yeniden.
Gülümseyebilir mi?Gökyüzüne...
Sevebilir mi?
Bambaşka birini.

Bir an,
Bir salise.
Gülümsetebilir mi?Yüzünü yeniden.

Bir çit çevrili tek katlı,
Bahçesi olan evin.
Yeşil,pembe,sarı.
Leylak,sümbül,zambak ve gül…

Bahçe ve hayvanlar…
Her sözüme ortak kuşlar,
Ah,
Ne güzel hayaller…

Bir şiir asılı duvarda,
Söylenmemiş yeni mısralar…
Aşk…
Aşk düşmüş hecelere
Esir kalmış kelimeler dizeler de.
Aşk,esir edilebilir mi?Zamana.

Kalabilir mi senle,uzayıp giden sonsuzluğa...

25 Şubat 2011 Cuma

YAĞMUR YAĞIYORDU...

Yağmur yağıyordu,
Yeşil ormanlar içerisinde.
Sağnak

Sesler,yeşil yapraklar arasından sızıyordu
Sen,
Sen gözlerime bakıyordun sadece
İşte orada gördüm ilk kez gözlerinin içindeki yeşili.
Hırçındı rüzgar…

Geldiğin gibi giderken de düşlerim yeşildi.
O yüzden yeşili her şeyden çok sevdim ben.
Cesaretin,
Dinginliğin
Susuzluğun
Ve onurun rengi…

Kuş sesleri bölüverdi ilk kez senden gözlerimi,
Söylemiş olduğun,
Söylemiş olduğum tüm sözler üzerine…
Sustu orman,
İlk öpüş üzerine
Gök ve yer birleşti
İşte yeşiller dans etti
Aşk bu olmalıydı.
Aşk,yaşarken tüm ihtişamı ile ruha dolmalıydı.

Tüm beklentileri,
Tüm hasretlikleri
Tüm hırçınlıkları
Tüm tümleri varıp da
Koştum o ilk yeşile yeniden.
Senin gözlerini aradı,bakışlarım
Senin güzel dokunuşlarını
Sen,gerçekte var mıydın yoksa
Bu beklenen bir rüyamıydı
İnan hiç anlayamadım

Ne zaman
Yağmur yağsa yüreğime
Ve gerçekte toprağa
Kokusu taşınca doğaya,
Sana bakan gözlerim düşer aklıma sinsice
Ve ellerim ellerini arar sessizce
Bir derin yeşile alıverir gözlerin,gözlerimi
İşte yeniden kavuşur,
Gerçek yeşilin kökleri…

KADIN'ım...

“Kadın insanlığın özü, esası, ruhudur.
Kadın hayat demektir, memat demektir. Mazi, hâl, istikbâl demektir.
Kadın sefil olursa insanlık alçalır…”
Fatma Nesibe Hanım ( Sosyolog / Tarihçi belki de o zamana göre Feminist)

İstanbul Şehir Tiyatrolarında sergilenen oyunun adı:
“KADIN HAYATTIR
MEMATTIR KADIN”
Cuma akşamı izleme fırsatı buldum.


Tanzimat, Osmanlı ve Cumhuriyet'e geçişte; çok zor şartlarda, hep eşiklerde yer alan kadınların kısa geçiş hikayeleri ile izleyiciye, bize anne, sevgili, yâr, dost, arkadaştan öte önce birer birey olduklarını anlatmak istiyor.

Sahne tasarımı oldukça sade ve güzel.
Önce bir top dönmeye başlıyor.
Buradan bir dünya olduğunu anlıyorsunuz.
Her bireyin kendi dünyası,ne yazık ki kadınların özgür olmayan hayatı.
Döndükçe dünya;
Biz kadınların yaşamsal mücadeleleri,nefes alamayışları,durgunlukları,bir o kadar coşkuları.
Hayatını ortaya koyduğu aşkları…
Var olmak adına
Yok olmamak için kendini ispat etmek için; o kurallar bütününden,gerekli gereksiz inanç duvarlarından çıkması gerekiyor.
Yırtması gerekiyor sahtelikleri.
Öz olmalı,her kadın annelikten,sevgililikten,yarlikten önce KENDİ OLMALI.

Arkalarına bağladıkları erkek maske ve kostümleri ile oturuyor ve konuşuyorlar.
Genel olarak; ahlak, toplum değer yargıları, kadını okutma okursa azar, kadın ne bilir sözleri.
Dünya her ne kadar milenyuma girmiş olsa da, beyinler ortaçağda kaldığı için hatta bazı yerlerde taş devri.
Kadının sırtına bağlanmış yükler.

2009 yılında çıkarmış olduğum ilk şiir kitabım; hatta öyle demeyelim prematüre doğum diyelim,topaç beklenen geciktiği için acele ile yapılmasına gerek duyulmuş kendime ait bir şey içine almıştım onları.
İlk kadın şairlerimiz. Onlara vefa borcuydu; onları unutmak istemedim.
Yaşadıkları, hissettikleri ile onlar da bizim şu an var olduğumuz zaman dilimi gibi onlar da geçmiş zamana göre yaşadılar.
Hiç şüphe yok ki şartları bizlere göre çok daha ağırdı.

İşte bu oyunda da sırasıyla:
Leyla Saz (İlk Kadın Bestekarımız)
Nigar Hanım (Batılı anlamda eserler veren ilk kadın şairimiz)
Fatma Aliye (İlk Kadın Romancımız)
Mihri Müşfik (İlk Kadın Ressamlardan)
Zerrin Bölükbaşı (İlk Kadın Heykeltıraş ki kendisinin yaşadığı öğreniliyor, yazar tarafından ziyaretine gidiliyor ancak hastalığı nedeni ile sadece akrabaları ile görüşülebiliyor ve 2010 yılında provalar sırasında vefat ediyor)
Tüm bu örnek ve öncü kadınlarımızın ortak noktaları çok genç yaşta evlenmeleri, hayatlarında çoğunun babası, yakın dost kaybından sonra küsüşleri.
Hep terk edilişleri, sonsuz yalnızlıkları.

Hem milliyetçi,
Ve vatansever.
Her yaptıkları ile örnek olan ve örnek alınan.
Hep bir şeyleri öğretebilme telaşında,
Yalnız eğitime aç.
Tutku dolu iflah olmaz aşık.
Yol gözleyen sadık.
Kalemini kullanırken sadece yüreğinin sesini dinleyen sanatçı.

Çok başarılı oluşları ve sonunda ne kadar yalnız kaldıkları anlatılıyor.
İflah olmaz romantikler
Yalnız akşamların katıksız kadınları.
Ellerinde son kalan albümleri içerisinde solmuş fotoğraf kareleri ile kimi geçen son elli yılının yalnızlığında,kimi terk edip çocuklarından kalan biri ile ömür sürmekte,kimi sadece kendi.
Yapayalnız yok olmuşlar zamanlara…

Kadınlarımızın yaşamış oldukları zamana göre çok da önemli bir konu olan, bir bayanın makale veya şiir yazması üstelik bunun o zamanın önde gelen dergilerinde yer alması.
Onların bu teklif karşısında varlıkları ile hep anlam katmaları.
Tekliflere verdikleri cevaplar slayt ile görsel olarak geçip, ardından seslendirilince Hürriyet Ailesine buradan teşekkür etmek bir borç duygusu doğurdu bu gece bende oyunu izlerken.

Bana ve ben gibi hanım arkadaşlara fırsat verdiğiniz için buradan tekrar teşekkür ediyorum.

Netice itibari ile;

Kadınlarımızın çok önemli ve bunun kadar önemli olan ikinci olgunun eğitim, bunu da yine onların vereceğini dile getirmeye çalışan bu bir saatlik, bir perdelik oyunu muhakkak izleyin derim.
Oyun sıkmıyor, akıyor.
Çok sade…

En azından bu değerlerimize bir vefa borcu olarak; kadın oyuncularımızı alkışlamak o salonları doldurmak güzel bir insani davranış diye düşünüyorum.

Ve yine düşünüyorum güçlü kadın neden yalnız kalıyor ya da yalnızlığa mahkum ediliyor/ediyor kendini.

Güçlü kadın,güçlü erkek arıyor karşısında sanırım.
Güçten kastım yatakta iktidar sorunu olmayan
İş yerinde masaya yumruğunu vuran
Değil.

Aynı düşüncede olmasa bile; dinlemeyi bilen.
Öz olabilen öz kalabilen

Kadınım…
Köyde nasırlı elleriyle,
Sahnede bin bir maske ile,
Hastanede çocuğunun gölgesinde,
Askerde ki erinin mektuplarında,
Nazım’ın yahut Atilla İlhan’ın düşlerinde,
Kadınım…
Volkan Konak’ın nağmelerinde,sesinde…
Namus hatırı,
Sevda yarası değil,
Anamın öpülesi elleri gibi ak
Sevdamın öpülesi anlı gibi pak
Kadınım…

Artık değerin bilinsin yeryüzünde…
Buna her şart da değensin sen.
Kıymetlim…

Kadınım…



Yazan: Sema Keçik, Arzu Işıtman
Yöneten: Sema Keçik
Dramaturg: Arzu Işıtman
Sahne Tasarımı: Sabahat Çolakoğlu
Kostüm Tasarımı: Nihal Kaplangı
Müzik: Aytekin Ataş
Koreografi: Cihan Yöntem
Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan
Efekt Tasarımı: Metin Taşkıran

Oyuncular
Bensu Orhunöz, Mahperi Mertoğlu, Rozet Hubeş, Şehnaz Bölen Taftalı, Özge Midilli
NOT : OYUNCULARIN HEPSİ ÇOK GÜZEL YALNIZ BİR KADIN VAR Kİ ONU ESKİDEN BERİ DİĞERLERİNDEN AYRI TUTARIM.DURUŞU,SESİ OYUNA HAKİMİYETİ,ROLE VERDİĞİ GERÇEKÇİLİK İLE HEP BENDEN DAHA FAZLA ALKIŞ ALMIŞTIR.
SEVGİLİ ROZET HUBEŞ
ONA DAHA DA BİR ALKIŞ…BAŞARILAR.

23 Şubat 2011 Çarşamba

Geçiveriyoruz...

Geçiyoruz birbirimizden,
Susamışlığımıza kanamadan…
Herkes geçiyor birbirinden,
Birbirinin içerisinden,
Yalnızca sizler değil, dalga gibi rıhtımdan çıkınca vuran.

Bir bakış,
İlk öpüş.
Bir yalan.
Bir dost.
Bir selam.
Bir gözyaşı.
Bir sarılma.
Bir kuş.
Bir özgürlük.
Bir bayrak.
Bir toprak.
Bir ayrılık.
Bir ölüm.
Bir şiir.
Bir doğum.
Bir yaşam…

Kendi köşelerimizden birbirimizin bazen bilerek,bazen bilemeyerek geçiveriyoruz içlerinden;
Kimi bakıyor anlayamıyor,
Kimi söz ile onda kendini buluyor.
Kimi gözlere bakıp vuruluyor.
Kimi yaptıklarına hayret ettikçe uzaklaşıyor…
Kimi sadece çözmeye çalışıyor,
Aşk mı yoksa ne bulduğu,onu çeken ne?

Anlayamıyorsun aslında, her insan sende bin hatıra.
Ne verirken farkındasın, ne alırken çoğu kez.
Geçiveriyorsun bazen,
Öylece
Sessizce
Sonra diyorsun çoğu kez;
Ben bunun neyini beğendim?
Ben bunu mu sevdim?
Bu mu benim dostum?
Hangi zaman diliminde bilinçaltı çatınıza soktuysanız tüm geçişleri; ister istemez kaçarı yok eninde sonunda çıkıyor hayat yüzüne.
Çaresi yok
Her geçişte bilerek veya bilmeyerek veriyoruz
Herkes bir şeyler bırakıyor birbirine,sessizce

22 Şubat 2011 Salı

Deniz Seki (Söz Yaşlarım ) ve "BİTTİ"

Birikince duygular,
Nasıl yol alıyorlar yürekten.
Dile vuruyor sancılı doğumlar…
Her doğumda; yeniden ölüp, yeniden doğuyoruz.
Her yeni gün gibi ; dün ölüp, yarın doğuyoruz.

An.ları,
Anıları…
Hatıraları hep,
Hep sığdırıyoruz
Yüreciğimize…

Deniz Seki’nin yeni çıkardığı “Söz Yaşlarım”albümünü dinliyorum.
Çok hoş olmuş,
Çok…
En çok
“Bitti”yi beğendim.

Kalbine verdiği söz,
Kalbiyle sohbet…

Söz verdin mi,
Tutmak lazım.
Piyanodan düşen nağmeler,
Bir gün en güzel notalara basar,belki de…
Bilemezsin.

Hiç üzülmeden,
Üzmeden.
Kalbini severse önce insan;
Sevilir belki de başkaları tarafından,
Varsın olsun ya da olmasın diğerleri…

Camdan kalbin varsa,üstelik yaralı
Söz verme zamanı çoktan aşmıştır Kaf Dağlarını…

Ne demeli,
Kendine söz vermeli o vakit insan.
Yaşamaya değer kılan.
Her organımız
Her duyumuz
Her kendimiz için


Bencil olmalı gerektiğinde insan, söz verdin mi
Tutmak lazım
Piyanodan düşen nağmeler,
Bir gün en güzel notalara basar,belki de.
Bilemezsin.
Yaşadıkça öğrenirsin.

21 Şubat 2011 Pazartesi

ASİL VE EVRENSEL ADAM

Ahh
İstanbul dışından bir dost.
Sıcacık bir e posta göndermiş.

İsviçre’de yaşayan;
Emeritus Profesör Sayın Azmi Güran ve D.Ali Ercan’dan gelmiş kendisine de.

Saklı kalmış diğer fotoğraf kareleri,
Saklı kalmış diğer bilgiler,
Okuyamadığımız kitapları,
Gibi gibi

Ama en önemlisi
Bulanık da, şimdi ki digital fotoğraflardan çekilmiş son bir kare gibi
Düğün yeri gibi..

Küçücük bir karede, kocaman kelimeler sığışmış.
Bir kare içerisinde.

Heyecan
Coşku
Sevinç
Hayranlık
Sıcaklık…

Ve en önemlisi SEVGİ taşmış.

Hangi dünya liderinin böyle bir görüntüsü mevcut olmuş?
Ahh
Paşam…
Canımın cananı güzel adam…

Nurlar dolsun mekanına
Sen bilmeyen,anlayamayan zaten yaşamıyor ki…

20 Şubat 2011 Pazar

Bizde Çocuktuk...

Dün yağmurda ıslandım.
Ve dün,

Ben de çocuktum
Diğerleri gibi
Herkes gibi...

Büyüdükçe islendi,
Fark edemedim.

Ne zaman ki yolu yarıladım literatürlere göre;
Anladım daha kirliymiş.
Aslında hep kirliymiş de,
Ailem miş güzel kılan.

Dün kuzenin söz törenine icabet etmek için,annemde buluşuyoruz önce.
Merdivenlerden sülale boyu inerken,
Komşu asker amcayı görüyorum.
“Aaa kızlar gelmiş,ne güzel”diyor.
“Ne çabuk büyüdü bunlar, daha dün şuracıkdaydılar”diyiveriyor canevime girerek.
Anneme dönüp gülümsüyor
“Benim oğlanda Albay oldu”diyor.

O merdivenlerden her iniş çıkışımda, en umutsuz anımda bile birgün hep mutlu olacağımı;
Dünyanın güzel olduğunu düşünürdüm,
Bir güzelliğin beni bulacağını,
Her şeyin onsuza kadar çok güzel olacağını,
Büyüdüm işte!

Sonra söz evine geçiyoruz,
Birbirini tanımayan,kaynaşmaya da çekinen yüzler
Kaynaştırıyoruz…
“Sen karışma”diyorlar
Hala sanıyorlar ben çocuğum.

Damat tarafı Karadenizli’ymiş
“Çalsanıza kızım doğru dürüst onların havasında da onlarda eğlensinler”dememle.
Gençlerin coşması bir oluyor.
O tüm ısrarlara rağmen oynamayan yaşlı teyze bile kalkıveriyor.
Ve içlerinde olup da bunu dile getiremeyenler
Kıskanıyor,görüyorum gözlerinde
Ne acı ki en yakının bile olsa hissediyorum.
Bu hissedişler yaşarken daha da yoruyor beni
Herkesin iç seslerini onlar duymuyor ama ben duyabiliyorum.
Bunu bana neden bahşetmiş Allah onu da hala çözemiyorum
Daha çok acı çekip,daha çabuk gitmem için mi.

Mevlana der ki :
“Neyi arıyorsan sen o’sun”
Dostluğu,barışı,huzuru ve en en en önemlisi Sevgi’yi arıyorum.
O bensem neden arıyorum?

Ve bensem diğerleri neden böyle?
Onlara ne öğretmem ve ne öğrenmem gerekiyor?

Kendilerine bile dürüst olamayanlar arasında ben ne yapmalıyım?

Yıllardır görmediğim dostlarla bir araya gelmenin güzelliği,
Çocukken kalan fotoğraf karelerinden bir an ile kesişiveriyor.
Süzülüyor fotoğraf makinemin üzerine göz damlalarım...
Bizim kuşak çocukları bizim yerimizi almış
Bizim büyükler artık o arka sırada değil

Zaman değişmiş
Ve kirlenmiş,

Yahut hep kirliymiş de,ailemiz bize göstermemiş
Nasıl bir sevgi varmış tüm dünyada
Peki,
Biz niye yaşıyor olduk böyle;
Sevgisizce
Arsızca
Hünharca
Duyarsız
Duygusuzca

19 Şubat 2011 Cumartesi

ŞARABİ

Söz Müzik: Yavuz Hakan Tok

“Geçti bizden geçti bizden
Esti rüzgar üstümüzden
Eskidi aşk azar azar
Kadife gençliğimizden

Zamanın eleğinden geçiyor hayat
En çok acıtan en çabuk unutuluyor
İçinde biriken acı tortusu
Şarabi akşamlara vuruyor

Bu devir bir başka devir
Bildiğimiz dünya değil
Eski kitaplar misali
Tozlanmış aşkın hayali

Ömre kandık
Sürer sandık
Hem aldandık
Hem aldattık

Belki yaştan
Belki baştan
Hep atladık
Biz telaştan

Zamanın eleğinden geçiyor hayat
En çok acıtan en çabuk unutuluyor
İçinde biriken acı tortusu
Şarabi akşamlara vuruyor…”

Bu muhteşem şarkı ile yeniden buluşuyoruz eski bir dostla
Nasıl özlemişiz onu.

O sevimli kadın
Çıkardı albümünü.

Biz,çocuktuk onu tanıdığımızda.
Mini mini etekleri
Şirin mi şirin halleri ile
Üç fidan
“CİCİ KIZLAR”

1975 Yılında ki ilk katıldığımız Eurovision Şarkı Yarışmasında benim de bir numaralı ve hala istediği yeri bulamadığını düşündüğüm;Semiha Yankı’nın seslendirmiş olduğu “Seninle Bir Dakika” ile birlikte finale kalmış. Ve finalde elenmiş olan “Delisin?” şarkısı ile çıkış yapan bu üç genç kızın yolları da açılmış oluyordu.

Peşi sıra plak,o zamanlar öyle telaffuz edilirdi.
Filmler..
Ve unutulmaz Hababam Sınıfı …
Yıllar geçti.
Kızlar dağıldı.
Ama şimdiki genç kız olarak kurulmuş olan tüm grupların da öncüsü oldular.
Ve kıvır kıvır saçları sempatik halleri ile hafızalarımıza kazınan,
Bilgen Bengü ortadan kayboldu.
Diğer tüm değerli gerçek sanatçılar gibi.

Şimdi albüm çıktı “ŞARABİ”

Bu yumuşak buğulu sesi özleyenlere duyurulur.

18 Şubat 2011 Cuma

Telaşlarım...

Yavaş mısınız?
Yoksa Telaşlı mı?

Eskiden çok yavaştım
Sonra telaşlandım
Şimdi yavaşladım…

Yoruldum belki de
Bekleme odasında,
Bir aşk bekledim.
Kandırdığım yanılgılarımla ruhumu kıyasıya çarpıştım.
Avunup avunup savruldum
Sığındım kıyıcıklarıma

Nasıl bir ruha giriyor insan
Acılardan geçerken
Kör oluyor severken
Yok oluyor
Ve kül oluyor,yeniden doğmak için…

Doğmak için dinliyorum
Doğmak için bekliyorum

Fatih Erkoç’un yeni albümün şarkısı ne güzel geldi
Gece gece

“İncecik bir çizgi aşkın gülen yüzü
Anlamak pek zormuş anlamadım
Aslında hatayı biraz da kendimde
Aramam lazımmış aramadım
Yıllarca bir sürü masallar uydurup
İlk önce kendim inandım
Sığındım anılara
Yenildim,yalanlara aldandım
Ah telaşlarım birde aşklarım
Ne çektiysem sizin yüzünüzden çektim
Bu son savaşlarım
Zaten yavaşladım
Acıları sizden daha çok sevdim
Ah telaşlarım birde aşklarım
Ne çektiysem sizin yüzünüzden çektim
Bu son savaşlarım zaten yavaşladım”

İtalyan Olmak (Bu Yıl Farklı Olacak!)

Öyle bir yol almışım…
Kafamı kaldırıyorum
Dolunay var
Hem de sislerin arasından dans ederek bakıyor bana.
Kendime geldiğimde,kafamı kaldırdığımda yine Dolunay’dı.

Üstelik Venedik’deydim…

Birazdan filme gideceğim.
Biraz daha İtalya koklamaya
Bu nasıl bir aşk?
“Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak” izlerken bir Sinyor bulup bende yarım kalan İtalyan olma sevdamı tamamlayabilir miyim dersiniz?

Önce kitapevine giriyorum seansı beklerken.
Ahh bir iç çekmişim.
İşte rafta İtalyanca Aşk Başkadır yazarının (Maeve Binchy) kitabı: “Bu Yıl Farklı Olacak”
“Duygular evrenseldir. Ancak değişim cesaret ve mücadele gerektirir”
Umarım diyerek satın alıyorum,hayallerim kadar kitabı da.
Ben aramıyorum işte karşıma çıkıyor.
Yani her şey İtalya’yı hatırlatıyor.

Bir kahve molası veriyorum kendime,
Kulaklarını çınlatıyorum
İtalya münasebetiyle tanışma fırsatının bulduğum Mehmet ve Nevin çiftlerinin.
O her halleriyle,ikinci belkide beşince balayına çıkmış hallerini.

Ve Mehmet Bey’in
“Duru’cum bence bu çok güzel değil mi? İstanbul’da unutmayalım bunu içelim”deyip her fırsat da içtiğimiz Macchiato’ mızdan yudumluyorum.
İtalya’daki gibi ayak üstü değil, oturuyorum ve gümüş kaplama tepsi içerisinde fincan küçük olsa da yanında su ve fincan boyunda bir minicik vazo içinde minik bir beyaz çiçekle ikram yapıyorlar.
İşte bu da bizim Türk misafirperverliğimiz.

“Evet rezervasyonunuz hazır tam ortadasınız” dedikten sonra görevli;
Salon’a geçiyorum,
Bir anne kız,sonradan gelen bir çift dışında kimsecik yok.
En önde de bendeniz.
Kuruluyorum şöyle,akşam saatlerinde başlayan heyecanım dorukta sanki İtalya’ya yeniden gidiyorum.
Kalbim çarpıyor.
Sanki sevgilim salonu kapatmış.
Ne romantik!
Film başlıyor.
Yağmurun sokak lambaları ile buluştuğu kaldırımları görüyorum,
İşte İtalya’dayım yağmur yağıyor yine.
Ara vermeden izliyoruz.
Film yazıları akıyor okurken bakıyorum herkes çıkmış,tam çıkarken görevlinin kapıyı kilitlemeye geldiğini fark ediyorum.
Birde salonda son seans olduğu için kalsaydım!
Döner döner İtalyan Olmak neymiş anlardım sabaha kadar…

Ah bu İtalya…
Dur bakalım neler göreceğim daha…

YABANCI OLMAK

Baştan söylemek gerekir ki az da olsa müzikler şahane.
Başta Antalya Senfoni Orkestrasının Şefi Orhan Şanlıel,Ferhat Göçer ve Hüsnü Şenlendirici’yi kutlamak gerekir.
Özgün müzik Orhan Şanlıel’e ait.
Akdeniz’in derin romantizmini denizle komşu ülkeden bize getiren nağmeler eşiz tad bırakıyor yüreklerimizde.

Filme gelince :
Biliyorsunuz İtalya deyince bir durun!Derim ben.
Ama yiğidi öldür hakkını yeme felsefem İtalya içinde geçerli.
Hak edene hak ettiğini muhakkak söylemek gerekiyor.
Tarafsızca yorumladığımızda ilk düşen kelimeler Türk-İtalyan ortak yapımı bu film için :

İtalyan Enrica ile Türk Ekin arasında başlayan dostluk ve her şeyden öte sevmenin ne kadar değerli olduğunu belirtiyor seyirciye.
Yalnız iki saatlik film boyunca temponun bir hayli düşük seyretmesi,Ekin karakterinin tiplemesi üzerinde yaratılmış olan (örgü beresi mesela) rahatsız ediyor.
Geçişler de bir kopukluk var gibi.
Yılların duayeni CLAUİDE CARDİNALE i,hala zarif ve hala güzel.Hala sürülüyor.
Onun gençliğini canlandıran Fahriye Evcen fena değil, zaten konuk oyuncu olarak geçiyor.Sanırım Türkiye’nin Monica Bellici’sine sürekli benzetilmeye çalışıldığı için seçilmişde olabilir.Aslen Almanca’sı var biliyorum,İtalyan’ca da fena değil ama okur gibi. Olmuyor.
İğrelti kalıyor bir yerde. Evde ki Maria da oyunculuk fena değil aynı şekil onda da var.
Sinyora Enrica’nın oğlunu canlandıran Teoman Kumbarıcıbaşı’nda bu pek yok o da sanırım doğma büyüme İspanyol olmasından kaynaklı. Fark var yani.
Sonra anlayamadığım Türk Sineması’nda yeni bir moda mı türedi.Magazinsel insanları göstermek.
Aşk Tesadüfleri Sever filminde Ayşe Arman,bu filmde de Acun Ilıcalı var.
Ne gerek var anlamış değilim. İlla bir rehber rolü gerekiyorsa o dünyalar tatlısı, ülkeden kaçırdığınız aslında o kendini hep Türk hissetmiş Donetalla Piatti’yi oynatın.

Filmin sonun da aslında DEĞİŞEBİLECEĞİMİZİ,HER İNSANIN DEĞİŞMESİ GEREKTİĞİNİ gösteren filmde.Esasen farklı yerlerde bizlere farklı şekillerde dokunan insanlarla değişime uğrayabileceğimizi göstermeye çalışıyor.
Buna ne kadar açıksak tabi ki.
Bu kadar muhafazakar olup,rakıyı seven,hatta özlediğinde “sevmem mi onu kulağıma bile dökerim”diyen bir karakter.
Karşısında kendi çaresizliğini bir şarap şişesinde demleye bırakmış yalnız bir kadın.
Sonunda ayrı zamanlar da birbirleri için kadeh kaldırıyorlar.
Değişmeye gör.
Dünya bambaşka olurverir birden.
Yeter ki biri bizi bulsun.
Ve Valentina rolü ile Lavinia Longhi,Cardinale ardından hem güzellik hem oyunculukta güzel performans sergiliyor.
Sonuç olarak, emeği geçenlere saygı duyuyorum.
Ne kadarı Kartal da çekildi filmin bilmiyorum ancak Türk İtalyan ortak yapımı bu filmde keşke biraz da daha “Rimini”yi görebilseydik.
Tüm Türkler İtalyanca konuşmaya kalkmayıp gerçek İtalyanlarında karması bir film olsaydı.
Şimdi diyebilirsiniz ki Serra Yılmaz da Ferzan Özpetek filmlerinde oynuyor böyle okur gibi konuşuyor.
Evet, ancak onun tarzı bu,kadın Fransızca da konuşsa değişmez. Türkçe de.
Diyeceğim o ki…
Beni pek doyurmadı biraz aç kaldım bu filmde.

17 Şubat 2011 Perşembe

Tahrik Etmeyin !

Yer : Isparta
Tam üç yıl önce “Dokuz” yaşındaki kıza çocuğuna tacizde bulunuldu.Sonra tam üç kez akıl ve ruh sağlığı yerinde mi diye Heyet Karşısına çıkarıldı.Dava devam etmekte.
O zamana kadar teşekkür belgesi alan bu minik kız şu an en basit matematik problemini yapamıyor.
Yer:Adana
Lisede Müdür Yardımcısı olan kişi,okul öğrencisi 14 yaşındaki kıza üzerinde sigara var mı diye odasına çağırıp üstünü yoklayarak tacizde bulunuyor.Dava sürüyor.
Yer:Samsun
Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı yurt da kalan 15 yaşındaki kıza,görevli öğretmenin tacizde bulunduğu iddiası ile olay yargıya taşındı.
Yer: TAKSİM
Lafı uzatmayalım.
Malum biz ülke olarak her yıl erkekliğimizi ibret-i aleme bu şekilde göstermeyi adet edinmiş duruma geldik.

(Bu veriler son üç yıl önceki bilgilerdir)

Haklılar ama değil mi?
Elin gavuru,fingirdek kızın ne işi var Yılbaşında bilmediği meydanda
Hak ediyor…

Mini etek giyiyorsan
Hak ediyorsun…

Asklı bluz giydiysen erkeği tahrik ediyorsun
Hak ediyorsun…

Sigara kullanıyorsan kafadan hafifsin
Hak ediyorsun…

Hele saçların sarıysa
O zaman istemeden vermelisin
Hak ediyorsun…

Gülümsedin mi?
Hak ediyorsun
Dön önüne
Hak ediyorsun

Merhaba mı dedin!
Sana ne
Senin konuşmak ne haddine
Hak ediyorsun

Mesela ben reklamlarda İtalyan adamlarını görüyorum saçma sapan bir reklam da nakliyeci,aşcı,bilimum çalışan adam isterik isterik poz veriyor.
Beni tahrik ediyor deyip zıplamalımıyım.
Sokakta gördüğüm jöleli adamı öpmelimiyim.
Bu nasıl bir şeydir.
Tahrik
Yani oruçluyken canının birden çiğ köfte isteyip yemesimidir?
Yiyor musun?
Hasta yakınının yanında refakatçi isen ve sigaraya düşkünsen nasıl tahrik oluyorsun.
İçiyor musun hastanın yanında?


Dünya da ki Cannes Plajı’na hiç girmiyorum, onlar kafadan şişe geçirmelik.
Bütün erkeklik organlarını birleştirme yetkin olsa hepsini tespih gibi dizmek lazım ibret-i aleme.
Görsünler bak bakalım tahrik etmek neymiş.

Ve şimdi soruyorum.
Bu yazıyı okumaya başladığınızda yaşları geçen bu çocuk ve genç kız adayları
9 / 14 ve 15

Hangi hal ve davranışları ile karşı tarafı tahrik etmiş olabilirler sizce?
Yoksa hadım edilmesi gereken insanların organları değil beyinleri mi olmalı?

Nasıl eğitmeliyiz ailemizi
Çevremizi
Dünyayı

Bu nasıl hayata bakıştır, soruyorum.
Siz göz göze geldiniz.
Eliniz elinize değdi diye ödünüz kopuyor ama öte yandan bir başka cana atlamayı hak görebiliyorsanız bu nasıl bir düşünce yapısı olabilir.

Sizin ananız
Kızınız
Kız kardeşiniz yok mu?
Sizi kimler doğurdu
Yoksa gerçekten beyniniz gibi duygularınız ve tüm yaşam yolunuzda mı hadım oldu?

16 Şubat 2011 Çarşamba

Buluşma Noktası...

Buluşma Yeri…


Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde dün gece ilk kez sergilenen oyunun adı.
Yazar’ın adını duyduğumda ilk kez, seksenli yıllarda Galatasaray Futbol Takımında oynamış olan Mirsad Kovaçeviç geldi aklıma.
Akrabalığı var mı bilemiyorum ama çok başarılı bir yazar Duşan Kovaçeviç.
Aslen Yugoslavya şimdi Sırbistan yakınında bir yerde doğmuş. Oyunları 20 dile çevrilmiş bir yazar.

Yazılarının içeriği anlaşılıyor ki repliklerde buram buram Balkan kokmakta.
Bunun en büyük etkenlerinden biride Yönetmen’e ait tabiî ki Sayın.Nurullah Tuncer.
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Dekor Kostüm Ana Sanat Dalı’nda yüksek lisans yaptıktan sonra,öğretim görevlisi olmuş.1985 den beri İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Sanatçısı.Ayrıca resim çalışmaları da olup,iki sergi açmıştır.

Bu iki bileşen ve usta oyuncular bir araya gelince;dün gece sahnede resimden,ışık’a ve efekte kadar muhteşem görsel şölen vardı.
Balkan nağmelerin eşliğinde seyircilerle birlikte içeri giren grup bin bir enstrüman arasında kulaklarımızın pasını gidererek düğünün içine alıveriyorlar bizi.

Hayat denen gerçeğin aslını vermeye başlıyorlar.
Hem oynayarak hem seyirciyi alkışlayarak.
Yani,
Düğün Cenaze
Siyah Beyaz
Evet Hayır
Kadar net tünellerin içinden geçmek için adeta bizi ısıtıyorlar.
Oyunun birinci perdesi nasıl geçiyor anlaşılamıyor bile.
O kadar hafif ama bir o kadar düşündürücü kılınmış ki arada bir durup düşünme fırsatı bulabiliyorsunuz kendinizi.
Ne güzel Türk seyircisi bu Çarşamba akşamında televizyon karşısında ki dizisini ekmiş, futbolu sallamış ve en arka koltuklara kadar dolduruvermiş.
Ne güzel !
Oyun,
Gerçekten yaşarken ölümüyüz yoksa ölüyken mi yaşarız olgularını düşündürüyor.
Repliklerin birinde “ her insan en az bir kere kötülük yapar ama akıllılar bunu tekrarlamaz”diyor.
“Ve söylemenin artık hiçbir anlamı yok çünkü öldüler.
Yaşarken sahip çıkmak gerekiyordu.Anne babalarınıza saygı gösterin ki uzun bir ömrünüz olsun.
İyiler erken gider ve etraf şerefsizlere kalır.
Ve öldükten sonra buluşma noktasına vardığında Profesör; diğerlerinin geçmiş yaşamlarında yapamadıklarını,söyleyemediklerini dolayısı ile tüm pişmanlıkları ile nasıl yüzleştiklerini görüyor ve “Sizin esas şimdi yaşamak istediğinizi anlıyorum” diyor.
Ve final sahnesinde en güzel replik “ hepiniz hırsız,uğursuz,yalancı,yolsuzsunuz ben sizinle nasıl yaşadım?”

Gerçekte yaşarken yaşıyabiliyormuyuz?
Hangi duyguları bastırıyor veya başkaları adına yaşıyor ve yaşadığımızı sanıyoruz.
Geçen sene sahnelenen “ İntiharın Genel Provası” bu oyun “Buluşma Yeri” ve “Dar Ayakkabı ile Yaşamak” Yazar Kovaçeviç’in oyunlarından üçleme projesi düşünülerek yönetmen tarafından sahnelenmiş bu oyunda:
Gerçeği ve hayatın bir an olsun anlamını kavrayabilmek için illa ÖLMEK mi gerekir sorgusu üzerinde seyirciye geniş bir düşünme payı bırakıyor.

Oyunun sonunda ilk sergilenmesinden ötürü malum ilk kez sahnelenen oyunlarda bir tatlı telaş olur.Bununla ilgili konuşmayı da yılların duayeni Sayın.Sezai Aydın yapıyor:
“Sahne o kadar kalabalık ki ilk kez olmasının heyecanı ile bizi mazur görün bu kalabalık da bir yandan danslar,bir yandan müzik girişleri,oyunculara bayağı kalabalık geçişlerimiz mevcuttu bir hayli zorlandık ama görüyorum ki buna değmiş.Teşekkür ediyorum” diyerek noktayı koyuyordu perdelere…

Balkan müziklerinin coşkusunu bize yaşatan ise Oliver Josifovski.
Sahne üzerinde ki ışıklandırma,yer yer zemine vuran yeşil tonlama arkada ara ara dönüşen slayt gösteri.
İnsanların giden arkasın bazen gitmeden yapılan çıkar ilişkileri…
Ve dediğim gibi müzik.

Muhakkak izlemelisiniz diyorum Şubat 27’ye kadar Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde seyretme şansını bulabilirsiniz.
Bu naif ve güzel oyunun performans sahipleri ise :
Sezai Aydın
Yıllar sonra onu izlemekten mutlu olduğum Müge Akyamaç
Bennu Yıldırımlar
Zümrüt Erkin
İbrahim Can
Selçuk Soğukçay
Arda Aydın
Volkan Ayhan
Özge Kırış
Gürol Güngör
Bora Seçkin
İlhan Kilimci
Nihat Alpteki
Tankut Yıldız
Arda Alpkıray
Berk Samur
Deniz Evrenol
Doğan Şirin
Hanife Ser
Hülya Arslan
Fuat Can
Muzaffer Berişa
Murat Güreç
Orçun Tekelioğlu
Gonca Beker
Ömer Göktay
Utku Akıncı
Volkan Ayhan
Yalçın Gören
Barış Özer

15 Şubat 2011 Salı

YapaYalnız

İnce bir tül perdenin arkasına gizlenmiş anılar gibi rüzgar.
Usulca giriyor içeriye,
Sinsice…

Hangi duvara vursa,
Yine ben
Yine sen
Yine biz…

Fotoğrafları araladım;
Geçmiş günlerin içerisinden,
Kötüleri ayıkladım taze fasülye gibi.
Çikolatalı sufle gibi en güzelleri bıraktım.
Dudak aralarımda hep tebessüm tadı ile kalsın diye…

Gezdi gezdi
Geçti geçti
Gönül
Her ızdıraptan emin ol!

Dolandı dolandı rüzgar
Yine kondu gönlüme sinsice
Ege’den çıkmış sinsice
Bir tur Akdeniz
Ve benim akşam karanlığındaki camımda.

Yağmuru bekliyorum artık,
Şimdi beni dindirsin
Şimşekleri ile sindirsin
Sustursun yüreğimi
Sustursun ruhumu
Ahh
Ahh rüzgar
Yapma bunu bana,her defasında
Poyraz olup esme içime delice
Çileden çıkarma beni
Yalnız, yapayalnız bu sonu gelmeyen rıhtımda.

13 Şubat 2011 Pazar

YANINDA HER KİMSE YENİ ALBÜM

Yepyeni bir albüm

Sıcacık…
Aşk gibi
Zaten 14 Şubat Sevgililer Günü akabinde müzik piyasasında ki rafları dolduracak.
Albüm Adı: YANINDA HER KİMSE
Ve FATİH ERKOÇ.

Müzikler şahane.
Sözler şahane.
Kulaklarımızın pasını giderecek bir albüm olacağı kanaatindeyim.
Hem müzik hem söz anlamında.
Çünkü ikisini bir arada bulmak gerçek anlamda çok zor oluyor.
“Sağ Salim” şarkısı bir numaralı parça albümde.
Müzik kıpır kıpır oynayasın geliyor.
Ünlü Müzisyen Sayın Fatih Erkoç’un yorumu ile de farklı renk katıyor üstelik.
Ancak sözler çok daha farklı aslında, acıyan bir yara var hala kurumamış gibi.
Ancak dediğim gibi müzikle çok farklı bir konsept yakalanmış.
Dinleyebildiğim ikinci şarkısı “Anne”adlı eser.
Bunu bir normal, bir de piyano eşliğinde dinleyebilirsiniz.
Muhteşem sözler…
Herkesin ilk aşkı; annesi ve babası üstüne ve eğer kaybettiyseniz daha da anlam katacağını düşündüğüm diğer parça olarak yerini alıyor.
Ağırlıklı olarak aşk parçaları ancak özellikle dört parçayı sabırsızlıkla bekliyorum
-Yağmuru Beklerim
-Anlamazsın Sen Beni
-Telaşlarım
Daha var …
Tıpkı;
Ellerim Bomboş /Anı gibi yerini alacağını düşünüyorum.
Dolayısı ile 17 Şubatı bekleyelim. Albümün çıkış tarihi.
Bu üstad her solukta dinlenecek gerçek bir sanatçı.
Tavsiye ederim.

HUZURLU BİR GÜN...

Huzurlu Bir Gün…

Yarın SEVGİLİLER GÜNÜ mü? Olsun.
Ne yapalım yani?
Ben gibi SEVGİ’yi bir güne tıkıştırıp,ambalajlaştırıp sunamayanlar için ASLA DEĞİL.

Hani böyle her şeyi boş verme hali vardır,fazlası zarardır ancak bunu ilk kez denedim.
Gayet hoş oluyormuş gerçekten.
Yarın istifamı verirsem şaşırmam.

Sabah özellikle geç kalktım,
Dün gece den telefonumu kapattım.
Gerine gerine zorla kalktım,
Sultanlara layık, Allah ne verdiyse bir sofra hazırladım kendime.
En önemlisi sofrada kızarmış ekmek olmasıydı, kepeklisinden.
Ağır ağır yedim kahvaltımı.
Hafiften müzik eşliğinde, demli ikinci bardak çayımı en güzel fincanımda içtim.
Telefonumu açtım.
Abim aramış.
Öylesine oturdum dün temizlik yaptığım evimde.
Sakin,sükun,koşturmasız.
Oh be ne güzelmiş…
Ne çok hasretmişim sadeliğe.
Kalktım kuaförüme gittim,
Saçlarımı kestirdim.
Yolda apartman merdivenlerine oturmuş ve tartışmakta olan iki kız,bir erkek çocuk gördüm.
Oğlan: Yaw adam gibi gezip gelecektik ne güzel günü kutlayacaktık.
Sevgilisi: Ne kutlama ama!
Diğer kız: Niçin kıza böyle davranıyorsun?
Oğlan:Ne davranıyorum hep kendi yapıyor.Seviyorum işte! Adam olsun o da.
Sevgilisi (Bağırarak ve Ağlayarak):Ne sevgisi,ben böyle sevgi istemiyorum.Bu mu sevgi dediğin.
Diğer kız: Bak yapma böyle, istemiyorsan başka birini bul.
Oğlan:Yaw.Seviyorum işte anlamıyor musun.SEVİYORUM!
Sevgilisi: İstemiyorum seni de sevgini de.

Sokak bağrışmalarından inliyor, dolayısı ile yürürken herkes kolaylıkla duyabiliyor.
Muhtemelen, on beş yıl sonra bu sözleri hatta birbirlerini bile hatırlamayacaklar.
Rahmetli Abdullah Yüce’nin güzel yorumu ile seslendirdiği şarkı geliverdi aklıma apartmanın kapısını açarken :

“Bu ne sevgi ah bu ne ızdırap
Zavallı kalbim ne kadar harap
Nasibim olsun bir yudum şarap
Sun da içeyim yârin elinden

Al şu kadehi yasla doldurma
Düşürme yeter gönlümü gama
Grubun rengi vurmadan cama
Ver mezesini tatlı lebinden

Bahtım sarılmış simsiyah tüle
Yaşlı gözlerle yalvardım güle
Uzak kalırsan bana acele
Selamlar gönder seher yeliyle”

“GRUBUN RENGİ VURMADAN CAMA” ŞU SÖZÜN DERİNLİĞİNE BAKIN…
Sen gülümserken, o gülümsemiyor yahut denemiyorsa
Sen onun için gitmelere kalktığında; senin istediklerin, ona zulüm oluyorsa.
Sen kahvaltı ederken o uyuyorsa,
Sen sarılmak isterken o itiyorsa,
Sen bağırırken o susmayı bilmiyorsa,
Sen o dediğinde, o sen diyemiyor ve bir “biz”de buluşulamıyorsa,
İlk dertleşeceği dost sen değilsen.

Ve tüm beraberlikler için söylüyorum:

Birbirinizin gözlerine bakmıyorsanız.
“Seni Seviyorum”sözcüğünü naftalinli sandıklara kapattınızsa ve sırtlarınızı birbirinize vererek uyumayı tercih ediyorsanız.

Her şeye ama her şeye rağmen
Bir ortak payda da buluşabilmeyi denediyseniz
Biri kabul ediyor ve diğeri etmiyorsa

Geçmiş olsun!

Bana mı ne olsun.
Ben, sevgi adına en büyük sevgilim ile buluşup benle kahvaltı ettim.
Sonra beraber dertleştik.
Onu dinledim.
Hasretlerini yerine getirmesini için yol gösterdim, destek oldum.
Git, bir değişiklik yap önce kendine ve her hücrene dedim.
Dinler gibi oldu. Artık gerisini bilemem ona kalmış.
Beni çaya davet etti.
O çay demlerken ben bunları yazıyorum.
Duymasın kızar belki.

Sevgililer Gününüz Kutlu amma;
HER GÜNÜNÜZ SEVGİDEN YANA OLSUN.

12 Şubat 2011 Cumartesi

YAŞ ALMAK...

Yaş Almak

Bazen gözlerimizden,istemli istemsiz düşen damlacıklardan değil bahsetmek istediğim.
Ya da masaya dökülmüş sıvıyı kurulamak da değil.

Yaş almak,
Yani açıkçası
Y A Ş L A N M A K…

A ile L harfi yer değişince N yi de hiçe katınca, bu haller oluveriyor işte.
Sözüm hiç yaşlanmayanlara değil elbet de.
Onlar umutlu.
Her gün yine yine yeniden tebessüm ediyorlar kendilerine,
Yılmayan ümitleri var.
Bir demli çay misali
Kuruluveriyorlar sanki kıyıda denize nazır evleri.
Bir elde bir eski kitap,
Diğer yanda hafiften buselik makamı.
Değme keyiflerine…
Gün batmak üzere,
Gün ilerlemiş…
Yarın yine yine yeniden bir başka gün doğacak
An kadar değerli bambaşka bir sabaha “merhaba”diyeceğiz yeniden.

Kimi kıyıda
Kimi dört duvar arasında

Dökülen damlacıklarımız kadar,
Ömür kesemizden artıkça aslında eksilen yaş alımlarımız için…
Sevgiye
Hayata
Mutluluğa
Huzura
Paylaşıma
Dünyaya

Bizi biz yapan tüm değerlerimiz adına
Yaşlar düşmeden
Ve
Yaşlar eksilmeden
Nice mutluluklara…
Ve tabi ki
Gülümseyerek
Birer fotoğraf
Ve tabi ki
Sevgiyleee...

SEVMEK...

Sevmek…

Sevmek,ne güzel bir eylem
Yahut ne güzel bir duygudur.
İçinizde hissettiğinizde başka oluverirsiniz aniden.

Sevmek,bir kağıda can verir ellerinizden
Sevmek,bir ağaca boy verir diktiğiniz fidandan
Sevmek,kumrunun gözlerinde büyümektir bazen
Bir ada sahilinde martıdan kurtarmaktır ellerinizle.

Sevmek;bir insana can verir, birleştirmeye değer buselerinizle buluştuğunuz o insanla.
Sevmek,siyahı beyaza çevirir bazen
Sevmek,gökkuşağı olur kimine.
Bir köy kahvesinde demli çayın tadı gibidir bazen dudaklarınızda.

Sevmek,nefes verir umutsuza
Sevmek,yoldaş olur bir ere bekleyen ilk mektubunda.
Sevmek;kodeste paylaşılan bir tepsi baklavadır bazen yarına çıkıp çıkmayacağını bilmeden.
Bir boş kumsalda özgürce,çıplak ayaklarla dans etmektir.Çığlık çığlığa.

Sevmek,el vermektir düşene bazen
Sevmek,yaralanacağını bile bile avcıya yem olabilmektir.
Sevmek,söylenmemiş dizelerde asılır kalır bazen.
Bizler çocuk düşlerimizden yaptığımız uçurtmalarla salarız göklere muratlarımızı renk renk…

Sevmek, ne güzel ve ne zor bir iştir aslında.
Adam gibi sevmekten kast ediyorum.
Çocuk yürekte adam gördüm mesela ben.
Bazen yetmişinde nasır.
Ne enteresan bir dünya
Ama sevmekten başka yol yok, bunu çok iyi biliyorum.
Her şeyi başı,aldığın nefes kadar gerçek .
“SEVGİ”.

Hazır sevgililer günü gelmeye yüz tutmuşken,
Aklıma düştü,
Bundan tam beş yıl önce onlarla buluştuğumda ki hislerim.

Kastamonu da bir köy okulunda ki onbir tane cimcimeden bahsediyorum.
Ben ne zaman kendimi yalnız ve üzüntülü bulsam,
Yüreğime onların bakışları,sözleri,hareketleri geliverir birden.

Bir abim var benim, ismi Ömer.
Öz değil ama gerçek bir dost.
Okumayı ve müziği çok sever.
Biz onun evinde “dergah”deriz.
Kapıdan girince İstanbul Halk Kütüphanesine gelmişsin sanırsın.
Bir mevzuumu var ortada kafasına takılınca, hemen kalkar kütüphanesinden buluverir.
Bir yandan ney dinler.Yahut başka hoş müzikler.
Diğer yanda rakısı durur.

Çoğu kez rahmetli babama benzetirim onu.
Olaylar karşısında sükûnluğunu ve sonunda noktayı koyan cümlelerini.
Çok tatlı bir eşi ve iki çocuğu vardır ama onların dünyası dostlarıyladır.
Bir gün hararetli yine benim yardım amaçlı gittiğim bu okul anılarımı,çocukların bana yaptıkları özel süslemelerle hazırladıkları mektuplarını anlatıyordum.
Nasıl heyecanlı heyecanlı.

Seslendi bana,elinde sigara.
-Tamam da.Bunlar seni niye seviyor?
!
Durdum.Şaşırdım.
Nasıl? Neden seviyorlar işte, bilmem hediyeler hoşlarına gitti.Çocuk onlar küçücük dünyalarında kocaman sevgi veriyorlar ve asla benden bir şey istemiyorlar.
Sadece sarılıyor,kokluyor çekine çekine gelip öpmek istiyor.Ve bana anlatıyorlar.

-Yaw anladım tamam işte NEDEN SENİ SEVİYORLAR!
Bak,kendin söylüyorsun senden hiçbir şey istemiyorlar.Peki ,neden seviyorlar?

Öylece bakıyordu bana ben onlardan ayrılırken,tam kapıda çıkarken sarf ettiği bu cümleler karşısında.Bende ona baktım.
Uzun uzun düşünmüştüm.

Şimdi yine düşündüm.
Çocuk saflığı muazzam bir şey.
Art niyetsiz.
Katıksız SEVGİ.

Büyüdükten sonra,bize gelenlere bakın.
Ya çıkar
Ya şehvet
Ya intikam
YA PEKİ SEVGİ!…

Bir dezavantaj olarak karşılığını görsem de, gerçekten sevgimi göstermekten çekinmedim.
Sevdiklerime sıkı sıkı sarıldım,gülümsedim,nasılsınız?Dedim.
Ve her iyiliğin karşılıksız kalmadığı gibi muhakkak yanlış anlaşıldım.
Oysa ben sadece yüreğimi sermiştim.
İnsan büyüdükçe kirleniyor dünya.

Ve gerçekten ne zaman sıkılsam,
Üstüne üstlük yalnız hissetsem…
Bir candan sarılışa hasret kalsa kollarım;
O çocuklarımı anarım.

Ve Ömer Abimin bana sorusunu?
“Peki,tamam da Seni Neden Bu Kadar Seviyorlar?”

11 Şubat 2011 Cuma

İtalya Sevdam...

Yağmurlu bir akşam üstü
İtalya’da olmak.

Şimdi vizyona girecek yeni filmin fragmanını (Sinyora Enrica ile İtalyan olmak) izlerken aklıma düştü yine.
Ne güzel birkaç gündü.
Umarım her giden; biz gidenler, en az benim kadar keyif alır.

Neden bu İtalya saplantım bilmiyorum.
Artık saplantımı,takıntımı her neyse.
Tamamı ile bitmedi daha birkaç şehri var ancak oraya basmak bile ayrı keyifti.
Tüm olumsuzluklara rağmen,ben onları hiç aklıma getirmiyorum.
İşte tipik bir gözü kapalı aşk hali.

Her kısa günü uzun yapan ruh hali.
Şimdi filmin fragmanında kendimi görüm bir an.
“Sono… Sono diyen bir Türko”
Allah dan yakınımda olanlar çok çok iyi insanlardı da sadece gülümsediler bana,artık içlerinden deli mi dediler bilemiyorum açıkcası. Dedilerse de canları sağolsun. Ben böyleyim,heyecanlandım mı bitmiştir. Mutluyum o an ötesi yok.

Nasıl gitmişim,
Hangi arada becermişim.
İnanılmaz ama iyi ki gitmişim.
Hala beni heyecanlandırıyor İtalya ismi.
Çocukken sevdiklerime bakıyorum, hep İtalya ya çıkıyor
Menekşeler için, Florensa’ya derler Menekşe şehri diye.

Mesela çocukken, tamam şarkılarından ama ilk popüler aşkım babamdan sonra Frank Sinatra’ydı .
İtalyan göçmeni Amerikalı.
Büyüyünce Michael Platini’ye ki; Fransız Milli Takım oyuncusuydu ondan hoşlandım.
İtalyan kökenli.
Sonra Rambo girdi hayatıma oda İtalyan.
Çocukken mandolin çalmak istemiştim olmadı, sanırım o da köken İtalyan.

İtalyan yemeklerini severim.
Pilav dan önce Makarna derim misal.

Akdenizi severim. En az Ege kadar.
Bu ne güzel kadın dediğimde henüz ortaokuldaydım,
Sofia Loren ile tanıştığımızda
Kendi çapımda,dans hayatına başlamama sebep olan kadın da bir İtalyan dı.
Rafaella Carla, o ne güzel şovlardı.
Ardından Monica Belluci geldi. O ne güzel kadındı.

Ve müzikler…
Toto Cutugno…Sono İtaliano…
Andrea Bocelli, Melodrama
Alessandro Safina, Luna
Böyle güzel bakan adam var mı?Ve aynı zamanda şarkı söyleyen.
Ve de güzel gülen.

İtalyan Kültür Merkezi.
Çok güzel konuşma hayalleri; fasa fiso olmuyor, orada olmayınca olmuyor ama çok zevkliydi.
Çok keyifli ayrı.

Her şekilde İtalya çekiyor işte.
Makarna’dan baharatına…
Zeytinyağından kekiğine…
Ve şarabına
Yağmurlu bir Firenze sabahından;
Soğuk bir hava da Venedik de gondoluna kadar,
Her şeyiyle çekiyor.

Bir filmin fragmanını izledim.
Döndüm başa yine.

Bir an evvel film gelsin istiyorum, filmin bir karesinde yağmurlu bir akşam eve girmeye çalışırken;
Gülümsedim şimdi yok yere…
Tir tit titreyip ama bundan keyif alan kendim geldim aklıma.
Ne olacak benim bu İtalya sevdam a dostlar !

Senarist,Yönetmen TÜRK
Başroller Dünyaca Ünlü Claudia Cardinale
Fahriye Evcen ve İsmail Hacıoğlu
Fragmandan çok birşey anlaşılmaz ama güzel bir yapıma benziyor.
Bekliyorum sabırsızlıkla...

10 Şubat 2011 Perşembe

Seni Bana Hiç Sormasınlar...

Sezen,
Ne güzel söylüyordu şarkıda:
“Nolur sormasınlar bana.
Nolur söyletmesinler derdimi.
Saklarım ben onu kendime.
Yerim kendi kendimi.
Akıyorsa yaşlar gözümden,
Dinmiyorsa bir türlü gece gündüz,
Karardıysa bütün dünya,
Vardır elbet bir sebebi...”

Kapıda karşılaşıyoruz komşuyla
-Nasılsınız? Gözükmüyorsunuz.Çok zayıflamışsınız?Gelmedi mi daha Ankara’dan iyice kayboldunuz.
Yalnız canınız sıkılırsa kapıyı hemen çalın lütfen.Bak,yemek yapamıyorsanız gelin beraber yeriz”
Peş peşe sıralanıyor sorular.
Beklentiler
Cevaplar
Meraklar

Sevdim evet çok sevdim
Ama hiç önemi yok.
Sevdim ve istenmedim.
Ne yapabilirdim;karşımdakinin mutlu olmasına müsaade etmekten başka…
Oysa şimdi sorulara değil, cevaplara ihtiyacım var.
Seni,bana sormasınlar
Seni,sana sorsunlar
Ben bilmiyorum ki neredesin?
Kendime bile cevap bulamazken,sizlere nasıl cevap vereyim.
Versem anlar mıydınız
Duyduğunuz birkaç gürültü yahut yokluk mu cevaplar için yeterli.

Şöyle alıp başımı,köprü altına gidip;
Renk renk yanan o meyhanelerin birinde demlenmek istiyorum.
Da…
Kiminle?
Kim dinler yürekten beni.
Teselli için değil,ben olduğum için kulak verecek,
Beni adam yerine koyacak
Zamanını verecek
Salya sümük halime gerekirse gülücük atacak…
Da…
Boş şeyler…

Zaman geçiyor avuçlarımda
Yüreğim unutmaya çalışıyor her şeyi…
Bayat bir ekmeğin lokması gibi anılar boğazımda,
Ne kusuluyor ne de yutuluyor

Ne olur sormasınlar seni bana…

9 Şubat 2011 Çarşamba

Falcı Kadın

Sol elini ver dedi
Avucuma baktı baktı…
“Anlamadım,nasıl bir iş bu” dedi

Hangi iş dedim?
“Ben bir şey göremiyorum” dedi.

Bende göremiyorum ama sen moral ver yine de.
“Yaw bir sevgilin bile yok”dedi.

Sevgili avuçta mı yazılı?
“Hayır. Önce sen yazacaksın ki kelimeler dize gelsin.
İşte o zaman senin hikayen başlayacak”dedi.

Peki,ben doğduğumda tüm hikaye başlamadı mı zaten?
“Hayır,her gün yeni hikaye yeniden doğmakta”dedi.

Düşündüm,düşündüm.
Dudaklarımı büzdüm,anlamsızca
Nasıl? Dedim

“Onu bana değil kendine sor.
Sen,kendinle konuşmuyorsun ondan yalnızsın”dedi

Bir avuç içi
Bir Çingene kadının
Karanfil ile güzelleşmiş yüzünden,diline düşen nameler geldi bu gece saati aklıma

Bir fal baktırasım geldi
O vakit anladım ki,yalnızım
Avucu vereceğim kimse yok…
Tüm fallar yarım kalmış…
Dosta düşmana karşı.
Tüm sevdalar hayalmiş...
Güneşe aya karşı.

8 Şubat 2011 Salı

Bir Ben mi...

Sen misin? Düşlerimde ki gezgin.
Senin mi sesin piyano daki.

Ya şu tablo da ki renkler?
Hepsi mi sana ait.

Peki,kitapların arasına girmiş üstü karalı harfler?
Altı çizili cümleler…
Onlarda mı sen?

Yumuk yumuk eğilmişken yüreğim,
Neden akmaz hiç gözyaşım,
Bir ben mi böyleyim
Bir ben mi,beni arayış.

Aynalar küs.
Liman sus.
Yemek soğuk.
Gece ıssız...

Tende bir garip sızı,
Bir ben miyim garip
Yoksa bir ben mi uyanık.

Denizler çoktan okyanusa ilk merhabayı kondurmuş;
Ay on dördüne kavuşmuş,
Güneş, hala aydınlıkta
Yine yana yana,çaresiz.

Peki,
Bir ben mi böyleyim
Bir ben mi, beni arayış

Kaç fısıltı kulağımda ki uğultu,
Kaç yutkunuş,hasret
Kaç düğüm sevdaya ilmek...

Bir ben mi böyleyim
Bir ben mi,
Beni arayış…

7 Şubat 2011 Pazartesi

PİNHANİ... YİTİRMEDEN

Biraz önce
Tam beş dakika önce,
Tesadüfen duydum şarkıyı ve
Peşi sıra o muhteşem klibi.



Ne güzel bir düşünce,
Hep öğrenmek istediğim bir dil
İşaret dili
Klip o naif müzik eşliğinde
İşaretlerle anlatılıyor…
Yumuşacık.
Tıpkı müziği ve sözleri gibi
Çok,çok çok anlamlı bir şarkı
PİNHANİ Grubunu ve Sayın.Sinan Kaynakçı’yı yürekten kutluyorum.

Ne kadar sevgi dolu
Huzurlu ve hasret bir şarkı bu.
MUHTEŞEM
İzlemeniz,bol bol dinlemeniz ümidiyle…
Şarkının adı : YİTİRMEDEN
Durup düşünmeye zamanın olur mu?
Yitirmeden anlamaz insan
Sevdiklerin yolun sonunda
Sarıl her fırsatında o insana,
Arkasından ağlayan olma
Geri getirmez çok ağlasan da
Durur, durur belki başucunda
Annen baban kendi çapında
Abin bile kırk yedi yaşında
Ömür, ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış
Güzel günlerimizin bittiğini sanma
Belki bir daha böylesi olmaz
Ama her bi gün güzel aslında
Yakın durmanın zor olduğu ortada
Uzak olmak her zaman en kolay
Ama en zoru yalnız olunca
Uyur… Uyur belki hep yanında
İlk sevgilin kendi solunda
Her hatıra asılı duvarında
Ömür… Ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince sendeyim.com herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış
Uyur… Uyur belki hep yanında
İlk sevgilin kendi solunda
Her hatıra asılı sendeyim.com duvarında
Ömür… Ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış

Söz - Müzik : Sinan Kaynakcı

SEVGİ Günü...

Ne güzel bir tesadüf.

Hani tüketim dünyasının biz tüketenlere sunduğu sayılı günlerden biri olan “Sevgililer Günü”nden bahsediyorum.

Nasıl yani bana katılmıyor musunuz?
Siz bilirsiniz ancak biraz öyle.

Zoraki yapılan işler bana saçma gelmiştir.
Biri bir trene biniyor diye,o trene binmek zorunda değilim ki.İstersem binerim.Belki daha farklı bir ulaşım aracı bulurum.Kim bilir?

Babalar Günü
Anneler Günü
Öğretmenler Günü
Vesaire vesaire...

Bunlar göstermelik oluyor,yani biraz toplumun haldır haldır çağlayanında sizde onlardan farksız çağlıyorsunuz işte.

Oysa “ sevgi”sadece bir güne sığdırılabilecek bir olgu mu?

Sevgi hem küçük hem kocaman bir şey.
Verdiğin kadar büyük aldığın kadar küçük belki de.

Tesadüf de şu
Bu yıl 14 şubat aynı zaman da Kandil efendim.

Yani acaba dünyanın bir yerlerinde büyük güçler bir hasta ülkenin yarasına derman olur mu bu gün hiç değilse.
Yahut o mahallede ki cazgır teyze insafa gelip,sokakta ki yavru kedilere yemek verir mi?
Siz, küs olduğunuz bir dostunuzla tekrar merhabalaşabilirmisiniz?

Kendine gülerek uyanabilirmisiniz bu sabah.
Veya ayna da ;

“Seni seviyorum” tüm hatalarınla, tüm günah ve sevaplarınla diyebilirmisiniz?

Toplu taşıma aracı kullanıyorsanız, o gün birine koltuğunuzu bırakabilrmisiniz mesela.
Ve sokakta o köşe de sessizce mendil satan o kadına usulca yanaşıp,çaktırmadan ve onu kırmadan bir simit-ayran verebilirmisiniz?

Yoksa;
Allı pullu,hadi diğerlerinin deyimi ile söyleyeyim janjanlı süslerle bezenmiş çikolata mı almak istiyorsunuz birilerine.
Haliyle onunla vakit geçireceğiniz için ailenize zaman ayırmanız imkansız.
Zaten çok çalışıyorsunuz değil mi?
Bayramlar gibi tıpkı bir telefon edersiniz,geçersiniz.

Geçip giden trenler....

Biliyor musun tecrübe ile sabit bir daha o istasyona, hiç mi hiç uğramıyor.

Ve biliyor musun belki de, iki gün sonra en yakınını görememe ihtimalin yüzde 50 yüzde 50.

Seni görme ihtimali yüzde 50 yüzde 50.

Ya dost!

Sevgi deyip geçme
Sevmek, ama gerçekten sevmek emek ister.
Sabır ister.
Sevgi her ağza yakışmaz
Her gönüle zaten konmaz.

Sevgi verdiğin ister dostta.
İster arkadaş da
İster yaren de
Kimde düştüyse nurun, o sonsuza kadar yanacak şekilde ışık kümesi ol.
Nurunun engin sevgisi senden çıkıp, evrende dört dönsün ki bir gün gitsen de hep güzel hatırlan.

Yapmacıksız...
Katıksız...
Ve Saf.

Rahmetli Babacığımın dediği gibi ;
“Cam gibi ol.
İçin dışım bir…”
Ve gün olur ki; camın ışıkları sana en güzel yansıması ile dönecektir.

Dünya ya sonsuz ve hiç bitmeyen sevgi olsun.
Ucundan bana da dokunsun.

6 Şubat 2011 Pazar

O Gerçek Bir Aktör

Meşe ağaçlarıyla ve karla kaplı bir orman içerisinde;bir araya gelen iki adamın konuşmaları sonunda izlediğimiz film,yine onların aynı mekanda buluşmalarıyla son buluyor.

Barceona’da geçmekte olan hikayede bize her şehrin arka sokakları gibi oranında gerçek yüzünü sergiliyor.

Afrikalı ve Çinli ailelerin,ülkelerinden kaçıp hiç uğruna yok oldukları şehirlerdeki kayıp hikayelerini bize aktarırken;diğer yanda hayat şartlarının da etkisi ile kaybolmaya yüz tutmuş bir başka aile dramını da sindire sindire işliyor seyirciye.

Yönetmen ve senaryo yazarı Meksikalı,oyuncu İspanyol yaklaşık 15 dakikalık ara dahil 2,5 saat de bitiveren bu film tam sanatsal nitelikte.

Kimilerine göre sıkıcı gelebilecek hikayede; oyunculuk,yer,kurgu çok güzel işlenmiş.
Zaten filmi başından sonuna size izlettiren,bence dünyanın en yetenekli aktörlerinden biri diyebileceğim Jawyer Bardem.
Jawyer Bardem, “İçimdeki Deniz”filminde ki performansı sonrası umarım bu roller ona da yapışmaz yine hasta bir adamı canlandırıyor.
İçimdeki Deniz de hayatın felsefi camına perde olan replikler sizi uzun süre düşünceye alıyordu.Sindirmesi zaman alan bir film.Hatta izledikçe daha da keyif alacağınız bir film.
Öğrenecekleriniz daha da netleşiyor adeta.

Uxbal adlı öteki dünya ile bağlantı kurmayı biraz başarabilmiş daha dosğrusu mistik yetenekleri olan; ölülerin son yolculukları sonrası ruhlarının huzura kavuşması için o morg gibi oda da onlarla yalnız kalan,konuşan,dinleyen,gitmesine yardımcı olan ve bundan para kazanan bir karakter.
Eşinin manik depresif halleri ve alkol sorunu yüzünden iki çocukla beraber ailesini korumaya çalışan muhteşem bir baba.
Barcelona’nın arka sokaklarında yaşamlar devam ederken,onlara iş bulan polisle arada süzgeç görevi oluşturan; bir zenciyi kurtarmaya çalışırken hapse düşen.
Kan işeyen ama bunu kimselere söylemeyen ilerlemiş bir kanser hastası.
Tüm olumsuzluklar içerisinde;hala seven ve bir şeyleri kurtarmaya,düzeltmeye yürekten inanmış bir adam.
Durumunu anladıktan sonra ruhani olarak anlaştığı bir hanıma gittiğinde “ ölmek istemiyorum”diyor. Kadında “biliyorum ama öleceksin görüyorum ve ne yazık ki elimden bir şey gelmiyor.Lütfen zamanının az kaldığını biliyorsun yarım kalan işlerini tamamlar sonra huzursuzluk veriyor biliyorsun”dedikten sonra biriktirdiği paralar ile yapmak istedikleri iyiliklerle,yanlışlıkla sebep olduğu toplu ölümle sürüklenen ve sonunda hiç tanımadığı babasına eğer mezarlığı verirlerse inşaat yapılacak dolayısı para alacaklar bu yüzden abisi ile morgda açılan mezardan yıllar sonra babası ve eşyaları ile yüzleşmesi.
Filmin sonuna doğru birbirlerine hiç benzemeyen iki kardeşin bardaki sahnesi. Bardem’in eve döndükten sonra alkollü sergilediği performans.
Ölürken kızı ile yüzleştiği bölüm
Kızı yanına geldiğinde artık biliyorum bana yalan söyleme baba gitmeni istemiyorum dediğinde:
“Ben de istemiyorum.
Gel,yanıma.Bak gözlerimin içine ve sakın unutma.”
Sımsıkı sarılışı.

Film de dört dörtlük bir performans.
Tabiri caizse koparıyor sizi.

Sanırım yönetmen de filmi babasına adamış
Film biterken de “Güçlü ve güzel meşe ağacı gibi babama” diye noktalıyor.

Oscar da ödül verirler mi bilmem.
Zaten her filmi oscarlık olan bir oyuncu için bunlar fas fiso geliyor olmalı.
Çünkü tahminim Jawyer Bardem de sadece oyunculuğuna,yaptığı işe bakan bir adam.
Çok mütevazi. 1969 doğumlu, seneyle ilişiklimi bilmem mesela benim gibi onunda ehliyeti yok düşünmemiş,ihtiyaç hissetmemiş.Şunu yinelemek istiyorum doğal yaşam arayan ve onun için çalışan bir adam gibi geliyor hep bana. O yüzden ki bu başarısı.Ve bu sene baba oldu.Umarım Penepole Cruz ile müşterek çocukları onlara uğur getirir.

Hep söylüyorum yine yazacağım ben otorite değilim ancak kişisel yorumum izlemekten zevk aldığım bu adam. Sizi filme alıyor bana göre dünya da rahmetli Antony Quinn’den sonra (fizik olarak da çağrışım yapıyor) gelmiş en büyük yetenek. Onu izlerken Zorba The Grek de nasıl Yunanlı ise Çağrı da o derece Hz.Ebubekir olabilen bir oyuncu,aktördü.
Bence eli şimdi Jawyer Bardem de.
Dilerim en güzel güzelliklere ulaşır. Bunu tüm kalbimle diliyorum.

Arşiv yapın bu adamı arada izleyin derim.
Türkiye de kim derseniz tek isim var. Onu da izlemeye hasretiz.
Sayın. Taner Birsel.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Uç Uç Böceğim...

Aşk mı acıttı sadece canımı sanıyorsun,
Aşk mı yıkık duvarlarımın mimarı…

Bir düş görmüştüm.
Bir kır evinde,
Bir yeşil dal üzerinde.
Bir kırmızıcık uç uç böceği
Dal dal
Parça parça
Yürek yürek…

O kanatlandıkça nereden bileyim,uçup gidecek
Ben o böceği sevmiştim.
Kırmızı üzerinde asilce duran siyahları.
Minicik olup da kocaman rüyalarını.

Elimi verdim ona,
Yüreğimi koydum üzerine.
Hayallerimle süsledim rüzgarlarını,
O kanat çırptıkça…

Diliyordum ki tüm dileklerimle beraber;
Uçsa da döner gelir avuçlarıma,
Ondan;
Hep uçsuz bucaksız tarlalarda,ovalarda ve vadilerde
Korkusuzca
Söyledim
“Uç uç uç Böceğim
Annem terlik pabuç alacak”
Çocuktum sadece,küçücük bir kız çocuğu.
Baktı gözlerime
Ve gitti
Pıır diye sessizce.


İşte o zamandan beridir,
Ne zaman büyük ovalarda
Yeşilliklerde olsam
Ve bahar geliyor olsa
Korkarım elime konacak diye
Bir Uç uç böceği…

Korkarım
İstemeden yine gidiverecek diye
Avuçlarımdan
Yüreğimden
Hayallerimden…

Tesadüf Hayatlar...Bir Filmin Düşündürdükleri

“Olamaz mı?
Olabilir?...”

Geçip giden hayatlarımıza,
Iskaladığımız yaşamlara,
Hep her üzüntüde dönmeyi adet edindiğimiz çocukluğumuza
Aslen nerede ve kiminle olmamız gerektiğine
Ailenin hala en temel öğe olduğuna
Toplumsal ve aile baskısıyla hangi meslekleri kılıf ettiğimize
Ve neleri sindirip sindiremediğimize…

Çok güzel müziklerle bize sunuyor film.
Mehmet Günsur’dan yönetmene ,set arkasında ki tüm emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Mehmet Günsur’u çok beğenirim. Yakışıklı falan olduğu için değil, başka bir elektriği vardır nasıl diyeyim mesela bana oyunculuğu ve duruşu ile huzur veriyor.
Sanki ailemden biri gibi.
Yine harika,partneri Belçim Erdoğan keza öyle.
Dikkat ettim tüm oyuncularının gözlerinin içi ışıldıyor,keyif almışlar bu işten.
Ve bu bize yansıyor.
1977 senesinin bir Eylül sabahında hastanede başlayan hikaye yine Eylül akşamında son buluyor.
Bu kez gözyaşlarımızla.

Çağan Irmak’ın “Babam ve Oğlum”dan sonra beni ağlatabilen tek film “Aşk Tesadüfleri Sever”.
Ama onun yerini alamıyor maalesef benim için.
Ancak çok başarılı.
Çok içten. Bir yerlerimize dokunuyor; kah incitiyor kah gülümsetiyor.

Bir babanın Ankara’dan İstanbul benzetmesi gibi; “ Oğlum Ankara da yaşayan insanlar için İstanbul, komşunun çocuğu gibidir. Gülünce seversin ağlayınca kaçmak istersin”
Ankara’dan hayalleri uğruna kaçan gençler.
Hangimiz hani hayalimize kavuştuk.

Özgür karakterine(Mehmet Günsur), babasının vaziyet olarak bıraktığı son kasette ki sözler beni çok etkiledi filmde:
“Bana gelmeyişini anlıyorum çünkü bana benziyorsun. Affet beni oğlum,sana senin çerçeven
belli bunun dışına çıkamazsın demiştim ama yanılmışım. Mühim olan çerçeven değil o çerçeveye koyduğun manzara.
Hayatına “anlam” katan şeyler için mücadele etmekten sakın vazgeçme oğlum.
Sakın vazgeçme”

Hayatımıza ne/neler anlam katıyor…
Ben film sonrası bunu düşündüm.
Filmi izlerken;çocukluğum,çocuk düşlerim,ilk çocukluk aşkım.Ailem.Yaşananlar,yaşadıklarım.
Güzel olacak ümidiyle;ardıma bile bakmadan bıraktıklarım.
Ve elimdekiler…

Aşk…
Tesadüfleri mi seviyor,
Yoksa tamamen tesadüfler üzerine kurulu bir dünya da; gerçekten gönül gözüyle bakıp var olanı hissetmek mi YAŞAMAK…


Aşk…
Fiziksel iç güdüler, yahut dürtülerden çok çok üst mertebelerde; birbirine özlem duymak ve kavuşma arzusu ile yanmak mı?
Kavuştuğunda bir gün kaybedeceğini düşünmeden sevmek mi?

Bizi hayat da değerli kılan ne ya da farklı yapan.

Filmin sahile dönük,bankta otururlarken ki bir sahnesi var.
Bu kadar mı,samimi bu kadar mı doğal oynanır tebrik ediyorum.
“Şimdiye kadar neredeydin?” diyor Özgür,Deniz’e.
Bunu sorup da ömrü boyunca bu sorunun anlamını idrak etmiş kaç kişi vardır acaba.
Yada var mıdır?

Bir cumartesi günümü ağlayarak ve sersemlemiş olarak geçirsem de beni düşündürdü bu film.
Ayrıca güzel bir yapım kazanmış Türkiye tebrik ediyorum.

Ve keşke mümkün olsa Mehmet Günsur bey gelse de bana bir kitap okusa.
Yada masal anlatsa…
Nasıl huzur veriyor insana.
Nasıl…

Ve insan acımasızca istiyor hayat dan yok olmadan böyle kişiye rastlayabilmeyi.
Omzuna fütursuzca başını koyabilmeyi…


İzleyin diyorum ve yazımı filmde kullanılan tüm güzel şarkılar gibi ben Teoman’ın seslendirdiği şarkının sözleri ile noktalıyorum:
“Zaman Düşer Ellerimden Yere
Oradan Tahta Boşa
Saatler Çalışır, İzinsiz
Hep Bir Sonraya
Resimler Sarı Güneşsizlikten
Duygular Değişir
Dostlar Dağılır Dört Bir Yana
Kendi Yollarına
Ve Sen, Ben Değirmenlere Karşı
Bile Bile Birer Yitik Savaşçı
Akarız Dereler Gibi, Denizlere
Belki de En Güzeli Böyle
Sen, Ben Değirmenlere Karşı
Uçurtma Uçar Sözlüğümden
Geri Gelmeyecek Bir Kuştur
Yaşanmamış Kırıntılar, Sadece Bir Düş
Zaman Düşer”

4 Şubat 2011 Cuma

Kaç Çıkıyor?

Neyi unutuyor insan,
Yaşarken…

Kaç gün batımını kaçırdığını mesela,
Kaç gün korkmadan yağmurdan kaçmadığını.
Kaç çocuğa dokunabildiğini,

Kaç kaçları ıskalayıveriyoruz
Ömür denen skalamızdan.

Kaç kez gerçekten öpüşmüşüz
Kaç kez ayaklarımız kuma basmış çırılçıplak
Kaç kez gerçekten kendimiz ile kalakalmışız
Kaç kez bir kez olsun, hıçkıra hıçkıra ağlayarak dertlerden sıyrılmışız.


Kaç tebessüm, mevcut dudaklarımızın kenarlarında iz bırakmış,
Kaç üşüyen ile bir eldiveni paylaşmışız
Yahut kaç açla aşımızı

Kaç kez
Düşünebilmişiz
Bugün ne yaptım? Sorusunu.

Kaç kez ruh besleyen bir entrümanın ezgisi peşinden gitmişiz
Kaç kez gerçekten samimiyetle sarılmışız
Kaç kez şikayetsiz günü tamamlamışız

Kaç kez gerçekten sevilmiş
Kaç kez gerçekten sevmişiz

Kaç kez yalan söylememişiz
Kaç kez büyüğümüzün ellerini avuçlarımızın arasına alıp öpmüşüz.
Kaç yoksula bir tebessüm hediye etmişiz.

Kaç kez insan olduğumuzu hatırlamışız…
Ve durmaksızın akan şu çağlayan da kendimize bir damla olabilmişiz

3 Şubat 2011 Perşembe

Ciğer Meselesi.

Ciğer yarası
Ciğer acısı.

Eskiden minik kasap dükkanları vardı ve içlerinde bilumum sakatat satarlardı.
Beyin,dalak,işkembe,paça.

Peki,peki midesi kaldıramayanlar artık kusura bakmasın ama güzel tadlar bunlar.
Birde ciğerler vardı.
Kapı önünde nafakasını soluksuz bekleyen mahalle kedisi,kasabın cam tezgahtan alıp yukarı doğru kaldırırken ciğerleri gözleri fır dönerdi pisiciklerin.

Ciğer has bir organ bence.
Her şeyi soluyor mesela.
Her şeyi de içine atıveriyor bazen ki o fena işte.
O zaman eski Türk filmlerinin aşk kabusu “ince hastalık” zuhur edebiliyor.

Ciğeri,şöyle Arnavut ciğeri yapıp tavada yanına soğanla mis gibi tüketmeyi hemen düşünmeyin diyorum işte.
Her organın bir nedeni,bir ilişkisi var hayatımızda.

Mesela, Akciğer hastalıklarından yatan hastaları genelde orman içlerine verirler ki kendilerine gelsinler.
Sorun esaslı olarak ne sigara da ne de diğer zararlılardadır.
Olsun onları yatırırlar,kendileri gibi olan ya da olmayan gözlerinin altı morarmış insan kümelerinin içlerine.
Solusunlar da temiz havayı dünyaya dönsünler diye.
Aslında onların dertleri soludukkları hava ile de değildir.
Yaşadıkları ve sindirdikleriyledir.
Çünkü onlar o kadar hassastırlar ki; camdan kalbe sahiptirler.
Söz söylerken incinerek de davranamazsınız zira belli etmezler çok güçlüdürler.
Güçlü dururlar.
Ne yaşarlarsa yaşasınlar sırları büyüktür,ciğerlerinde.
O yüzden hangi ormana salarsanız salın,nerede konaklatırsanız konaklatın ciğerlerinde hep bir leke vardır.
Yüzleri gülümser…
Olayları sırtlarında taşırlar.
Her yeni günden yeni umut beklerler ve hep yardımcıdırlar.

Ben bu rahatsızlığı yaşamış insanları gördüğümde,gözlerinin içine bakar giderim.
Görebilirim hissettiklerini.
Onlar benim için diğerlerinden hep bir adım öndedir.

Şunu demek istiyorum.
Birisine sinirlendiğinizde “ciğersiz” demeyin.
Her insanın bir ciğeri muhakkak vardır.
Ancak yaşadıklarından o ciğerde literatür oluşturan nadirdir…

2 Şubat 2011 Çarşamba

DEFNE Yaprağı Yere Düştü Mevsimsiz...

Bazı naif insanlar vardır.
Ama dışarıya karşı hep dinamiktir.

Hayatı dolu dolu yaşayıp erken giden insanlar vardır.
Çünkü, biz dünyalıların zamansal olarak nitelendirdiğimiz takvime sığamazlar.

Hep koştururlar
Hep çabalarlar
Sözleşmelerinin erken olduğunu bilircesine işler ruhları.

Bu sabah,diğer sabahlara nazaran daha güneşli.
Hava da ılıktan bahar kokusu sıyrılacak gibi,
İnsanın ister istemez gülümsemesine sebep oluyor.
Ofise geliyorum,
Günlerdir devam eden haber kaousu devam ediyor:
Deprem
Mısır hala kavruluyor
Bir yerde cinayet
Bir yerde vahşet
Trafik kazası
Peki bu ne !
Yok canım,yanlış girdi haber sanırım
Olamaz olmamalı.
Cıvıl cıvıl bir ses göçtü mü?
Dedikodu kazanı kaynıyor,
Arkadaşlar kişisel yorumlarını yapıyorlar.
Ne çok biliyor şu insanoğlu.
Sence ? diye birde soruyorlar o kadar eminler ki sebepten.
-Bilmem. Ben yanında yoktum.
Sadece bildiğim ilk dj olarak kral fm de program yapmaya başladığında,farklı bir kız görmüştüm ona gülümsüyorum.
Her hali ile doğal,yapmacıksız.
Benim için önemli olan,
Ve genelde herkesin olamadığı;
OLDUĞU GİBİ OLMAK !

Defne yaprağı yere düştü,mevsimsiz.
Bir minik evlat,bir ana ve bir eş geride.
Tabi ki ateş şu an orada buram buram yanıyor.

Ne öğretti giderken hayatımıza kattığı farkla,Defne.

Doğal olmak
Sevgi ile var olmak
Ardından iyi sözler söylemek
Görüntü,kulak kirliliklerinin
Dünyanın yokuş aşağıya gittiği bir tufan da
Koşturmaca koşturmaca nefes almadan
Tam gaz…
Belki bir yerlerde birileri kendini parçalıyor yıllardır; ardından böyle kalabalık görülmeyecek,her ekran arkasından en az birinin yüreği burkulmayacak onun için.

Çünkü karışmamış hayata
Kaynaşmamış her şeyle…
Hep uzak
Hep mesafe
Zaten hayat karmaşa
Dedi ki Bize Defne :
Hayat diye bir şey var.
Ömür kısa sığdır sığdırabildiklerini çuvalına.

Ve son nefeste çuvalını yüklenenler,
İşte oluşturduğun o sığdırdıklarından bir demet sana.
Nur olsun…
Seni tanımak güzeldi.