Hürriyet

5 Şubat 2011 Cumartesi

Tesadüf Hayatlar...Bir Filmin Düşündürdükleri

“Olamaz mı?
Olabilir?...”

Geçip giden hayatlarımıza,
Iskaladığımız yaşamlara,
Hep her üzüntüde dönmeyi adet edindiğimiz çocukluğumuza
Aslen nerede ve kiminle olmamız gerektiğine
Ailenin hala en temel öğe olduğuna
Toplumsal ve aile baskısıyla hangi meslekleri kılıf ettiğimize
Ve neleri sindirip sindiremediğimize…

Çok güzel müziklerle bize sunuyor film.
Mehmet Günsur’dan yönetmene ,set arkasında ki tüm emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Mehmet Günsur’u çok beğenirim. Yakışıklı falan olduğu için değil, başka bir elektriği vardır nasıl diyeyim mesela bana oyunculuğu ve duruşu ile huzur veriyor.
Sanki ailemden biri gibi.
Yine harika,partneri Belçim Erdoğan keza öyle.
Dikkat ettim tüm oyuncularının gözlerinin içi ışıldıyor,keyif almışlar bu işten.
Ve bu bize yansıyor.
1977 senesinin bir Eylül sabahında hastanede başlayan hikaye yine Eylül akşamında son buluyor.
Bu kez gözyaşlarımızla.

Çağan Irmak’ın “Babam ve Oğlum”dan sonra beni ağlatabilen tek film “Aşk Tesadüfleri Sever”.
Ama onun yerini alamıyor maalesef benim için.
Ancak çok başarılı.
Çok içten. Bir yerlerimize dokunuyor; kah incitiyor kah gülümsetiyor.

Bir babanın Ankara’dan İstanbul benzetmesi gibi; “ Oğlum Ankara da yaşayan insanlar için İstanbul, komşunun çocuğu gibidir. Gülünce seversin ağlayınca kaçmak istersin”
Ankara’dan hayalleri uğruna kaçan gençler.
Hangimiz hani hayalimize kavuştuk.

Özgür karakterine(Mehmet Günsur), babasının vaziyet olarak bıraktığı son kasette ki sözler beni çok etkiledi filmde:
“Bana gelmeyişini anlıyorum çünkü bana benziyorsun. Affet beni oğlum,sana senin çerçeven
belli bunun dışına çıkamazsın demiştim ama yanılmışım. Mühim olan çerçeven değil o çerçeveye koyduğun manzara.
Hayatına “anlam” katan şeyler için mücadele etmekten sakın vazgeçme oğlum.
Sakın vazgeçme”

Hayatımıza ne/neler anlam katıyor…
Ben film sonrası bunu düşündüm.
Filmi izlerken;çocukluğum,çocuk düşlerim,ilk çocukluk aşkım.Ailem.Yaşananlar,yaşadıklarım.
Güzel olacak ümidiyle;ardıma bile bakmadan bıraktıklarım.
Ve elimdekiler…

Aşk…
Tesadüfleri mi seviyor,
Yoksa tamamen tesadüfler üzerine kurulu bir dünya da; gerçekten gönül gözüyle bakıp var olanı hissetmek mi YAŞAMAK…


Aşk…
Fiziksel iç güdüler, yahut dürtülerden çok çok üst mertebelerde; birbirine özlem duymak ve kavuşma arzusu ile yanmak mı?
Kavuştuğunda bir gün kaybedeceğini düşünmeden sevmek mi?

Bizi hayat da değerli kılan ne ya da farklı yapan.

Filmin sahile dönük,bankta otururlarken ki bir sahnesi var.
Bu kadar mı,samimi bu kadar mı doğal oynanır tebrik ediyorum.
“Şimdiye kadar neredeydin?” diyor Özgür,Deniz’e.
Bunu sorup da ömrü boyunca bu sorunun anlamını idrak etmiş kaç kişi vardır acaba.
Yada var mıdır?

Bir cumartesi günümü ağlayarak ve sersemlemiş olarak geçirsem de beni düşündürdü bu film.
Ayrıca güzel bir yapım kazanmış Türkiye tebrik ediyorum.

Ve keşke mümkün olsa Mehmet Günsur bey gelse de bana bir kitap okusa.
Yada masal anlatsa…
Nasıl huzur veriyor insana.
Nasıl…

Ve insan acımasızca istiyor hayat dan yok olmadan böyle kişiye rastlayabilmeyi.
Omzuna fütursuzca başını koyabilmeyi…


İzleyin diyorum ve yazımı filmde kullanılan tüm güzel şarkılar gibi ben Teoman’ın seslendirdiği şarkının sözleri ile noktalıyorum:
“Zaman Düşer Ellerimden Yere
Oradan Tahta Boşa
Saatler Çalışır, İzinsiz
Hep Bir Sonraya
Resimler Sarı Güneşsizlikten
Duygular Değişir
Dostlar Dağılır Dört Bir Yana
Kendi Yollarına
Ve Sen, Ben Değirmenlere Karşı
Bile Bile Birer Yitik Savaşçı
Akarız Dereler Gibi, Denizlere
Belki de En Güzeli Böyle
Sen, Ben Değirmenlere Karşı
Uçurtma Uçar Sözlüğümden
Geri Gelmeyecek Bir Kuştur
Yaşanmamış Kırıntılar, Sadece Bir Düş
Zaman Düşer”

Hiç yorum yok: