Hürriyet

31 Mayıs 2011 Salı

KIRK İKİNDİ YAĞMURLARI...

Biz okula gitmezden önce;
Avuçlarımızdan akmasını isterdik,
Saçakların altına girerdik fütursuzca.

Sonra okullarda bölgelerimiz ve yağmurları öğrendik.
Oysa benim için sınırsızdı YAĞMUR.
İlk şiir denemem, yağmur üzerineydi mesela.
Âşıktım yağmura adeta.

Okullarda bölgelerden sonra; değişik iklimleri, ay döngülerini mecburen öğrendik.
Diyeceksiniz ki ne işe yaradı?
Vallahi bende bilmiyorum!
Öğretmenimin öğretemediği ki; bunu ben birazda kişilere bağlıyorum.
Öğrenci öğretmeni ile empati kurabilmişse aynı şekilde öğretmen öğrencisi ile kurabilmiş ise iş bitmiştir.
Mesela ben kuramamıştım. Kurmam baştan engellenmişti.

Ay dönümlerini, astrolojiye merak sardığımda öğrendim.
Hiçbir şey hatırlamam o anlardan, birkaçı dışında.
Mesela Muson rüzgârlarını biliyorum. Hayır, ne işimize yarayacaksa!
Sanki çölde tur yapacağız.
Enlem ve Boylamını hiç katmıyorum.

Bir de Alize rüzgârları vardı, bu kadarını da bütünlemeye kaldığım Coğrafya dersime inat ettiğim için öğrendim.

Hiç aklımdan çıkmıyor :

“Subtropikal yüksek basınç kuşaklarından, subpolar alçak basınç kuşaklarına doğru eserler. Ve geçtikleri her yere Alize tozu bırakırlar”!!!

Valla hayatım boyunca çok işime yaradı.

Öğretmenler neden bunları öğretirler, pusulasız kalırsak yolumuzu bulalım diye mi?
Peki, hayat da ki en önemli pusulamız için ne verirler?
Bazen, kocaman bir hiç!

Ama bu soru gibi bilmem kaç soruyu cevaplamasaydım diploma sahibi olamayacaktım.

Şimdi diyeceksiniz ki bunları yutup, netice de doktor ya da farklı iş alanlarında başarıdan başarıya koşan sıra arkadaşlarım hatırlar mı?
Hiç mi hiç sanmam.
Onlar öğretmenlerini bile unuttular…
Her neyse, nereden geldim.

Hayat; eğitim ve öğretim alanında ezberciliğe dayalı bir gidiş sergilerken ben hep doğadan feyz aldım.

Şanslıydım, mesela kuş gibiyim derim ben yakınlarıma.
Her mevsim döneminde yirmi bir martı beklememe veya yirmi bir hazirandan çıkmaya gerek yok.
Saçlarım dökülmeye, halsizliğim başlamaya, kış ise bir bitkinlik bahar ise aşık olacak gibi; heyecanlanmaya başlarsam yaşıyorum demektir.

İşte doğa…

Diyeceğim o ki, hayat nefes alırken güzel.
An’ı yaşarken.

“Kırkikindi yağmurları düşecek derken” hava durumu spikeri, gülümsedim birden.

Ne güzel bir adı var, öyle değil mi?
Şarkı gibi ya da
Biraz romantik, biraz mahzun. Gibi…
Netice adı her ne olursa olsun. Yağmur, aşkın ta kendisidir zaten.

Genel de bahar geliverdiğinde;
Kırk gün süreceğine inanılan ancak birden başlayıp da biten.
Yada akşamüstü serpiştirip biten.
Tatlı yağmurlardır.
Ardından çok sık gökkuşağını da doğuruveren anaç yağmurlardır.
Adı gibi bereketlidir anlayacağınız.

Hal böyle iken;

Bir incecik yağmur için şemsiye taşıyanları ve caddede tufan çıkmış gibi kaçışanları hiç anlayamam.

Yahu en doğal şey bu.
Ve ne kadar güzel, bırak kendini.
Teslim ol doğaya.
Ardından belki gökkuşağını yakalayacaksın.

Hele bir şehirden uzakta; sakin bir yeşillik alanda ise yaşadığın mekan.
Değme keyfine,
Çıkar pabuçlarını bas otlara, kardeş ol onlarla.
Avuçlarının içi ile sev, ıslanmış ağacın gövdesini.
Yağmur kardeşi ol onlarla.
Aynı dünyayı paylaşıyoruz, bu ne uzaklıktır!
Sözüm ola insansın, akla sahipsin değil mi?
Oysa ki hiçsin!

Kaynaşsan doğayla,

Birazdan yağacak yağmurun kanat çırpınışları gibi, o muhteşem kokuyu duyacaksın içinde.
O işte yeni doğan bebeğin kokusu kadar saf.
Seni çağırıyor,
Seni sarmalıyor.

Hayat; üzülsen de üzülmesen de zaten akıp gidiyor.
Kimse seni durduğun yerde beklemiyor.
Sende,
Kimseyi bekleme, yağmurdan başka.

Varsın kırk kere yağmasın,
Belki kırk tan sonrası bambaşka bir hayattır.

Hayatı her şeye rağmen sevebilenlere…
Sırılsıklam olmanız dileğiyle…
Kırkikindileriniz bol olsun.

Toprağın su ile rahmeti, ruhunuza nur olsun.
Aşk olsun.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Sevgilim...

Ah, sevgilim…

Hüküm giymiş gecelerin nakaratı gibi
Yüreğimin sorgusuz sana seslenişi.
Kaç göz kırpışı
Kaç asırlık bir limandır, şu yalnızlığım…

Kıyıda çırpınan bir balığın, tekrar bir sebeple hayata dönmesi gibi
Sana bakmak.

Sen, içimdeki tutsaklığın prangalarını çözen;
Sen, gecelerimin yıldızı.
Sen, günümün ışığı.
Hiçbir şey söylemeden, bana bakışın gibi
Sana dönüyor yeniden düşlerim.
Hiçbir söze gerek yok, anlatmaya şimdiye kadar ki hikayeyi.

Sen, beni anlıyorsun
Sen, beni dinliyorsun
Sen,
Sen, beni seviyorsun…

O gün, söylemeye çalıştığın an anladım.
Yaşadığım en güzel, en anlamlı “an”dı.
İstedim,
Beni sevebilme ihtimalini…

Sen, olgunsun
Sen, kıymet biliyorsun
Sen…
Sana bir şeyler yüklemek istemiyorum
Sadece inanmak istiyorum.

Anahtar sende
Duvarlar yıkıldı,
O mekruh yerde artık çayır çimen var…

Hayat var, sayende.
Sevgi var bizim;
Ellerimizde,
Gözlerimizde,
Yüreklerimizde…

Sonsuza kadar…

29 Mayıs 2011 Pazar

MASALLAR ŞEHRİ İSTANBUL...

İstanbul

İstanbul, imparatorlukların kenti.
Yoksulun,fakirin,aşığın,kadının ve erkeğin.
Bir yılbaşı gecesinde Beyoğlu’nda ki dar bir sokakta sabahlayan şarapçının kenti.
Aynı zamanda bir fotoğrafçının ve şairin ortak buluştukları, aynı perspektiften bakıp aynı hisse ulaşabildikleri kent.
Ve aynı zamanda yazarın kelimelerinde ki pürtelaş sokaklarındaki yahut Cihangir’den çıkıp çukurcuma yokuşunda asılı kalmış; renk renk çamaşırların camlardan raks yaptıkları.
Ada vapurundan paylaşılan simit ve çayın kenti.

İstanbul aldığı göç kadar, ona hasret gidenlerinde kenti.

İstanbul, son zamanlarda ismi kişisel ad olarak tercih edilen.
Adına nice şiirlerden,resimlerden,şarkılardan sonra yine sözlere ilham veren bir kadın gibi duruyor boylu boyunca sülieti ile.
Galata’dan Ayasofya’ya
Sultanahmet’den ,Üsküdar’a
Kanlıca’dan Emirgan ve Bebek’e
Aşıkların şehri.

Zaten İstanbul’u sevmezsen sen, İstanbul korkma eninde sonunda seni silkeler.
Son günler de yorumcu Sertap ERENER’in seslendirmiş olduğu gibi bazen:

“Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul sever seni sen beni seversen
Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul döver seni sen beni üzersen”

Ali BALKAN adlı ressamımızın sergisi yer almakta 31 mayıs tarihine kadar Taksim’de.
Genç kuşak sanatçılarımızdan Sn.Balkan’ın üçüncü kişisel sergisi ve çok sevdiği yine şehir ve vapurlar.

Serginin ismi de en az tabloları kadar hoş :" Masallar şehri İstanbul"
Tabolalara her bakışınızda çok farklı bir anı yaşıyor gibisiniz.
Renkler, şehirin aydınlanmış ve karanlık yönlerini bir bir ortaya çıkarmış gibi.
Denizinde ki balığın varlığından fışkıran, anlatmak istedikleri gibi...

Eğer İSTANBUL sevdalısıysanız.
Her hali sizi büyülüyorsa,
Ağlarken ister istemez onla konuşuyor;
Aşık olduğunuz kızı o gün batımı manzarasına götürüyorsanız.
Mesela Çamlıca’nın tepesine.
Elde bir kadeh şarap
İlk kez öpüşüyorsanız Boğazın huzurunda, hiç utanmadan.
Çırılçıplak adalarında denize girebiliyorsanız.
Bir yudum kahvesini çınar altında Beyazıt da yudumluyorsanız.
Kapalıçarşı’nın bir ucundan girip Ahırkapı’dan çıkmış buluyorsanız kendinizi.
Ve bir rakı balık ile Kumkapı da bir akşamı, Beyoğlu ile mukayese edebilmişseniz.

Tuvallere yansımış renklerden düşen, aslında bizim doğamızdan ve bu şehre aşkımızdan sıralanan her eser ona olan bitmeyen bu sevdanın eseridir aslında.
Yakalamıştır bizi.
Biz yakalanmak istemişizdir ona.

Serginin vapurlar ile başlayan teması renkler, balıklar birbirinden güzel eserlerle anlatıyor kendini.
Benim hep hissetmiş olduklarım ve sergiyi gezerken düşündüklerim aynı ortak nokta da buluşuyor.

BİR TEK İSTANBUL VAR VE O BİZİM BİLDİĞİMİZ İSTANBUL.
TAŞI İLE TOPRAĞI İLE...
BİR YAZININ NOKTA VE VİRGÜLÜ KADAR NET,
YAĞMURDA ARNAVUT KALDIRIMLARINDAN SIZAN SULAR GİBİ,
ARNAVUTKÖY,KADIKÖY,FENERBAHÇE,CADDEBOSTAN,KADIRGA,FATİH GİBİ…
HER YERİ AYRI BİR ŞEHR-İ İSTANBUL…

SENİ SEVMEMEK NE MÜMKÜN !

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Veee YAŞAR Evlendi...

Zor zanaattır evlilik.

Kayınvalidem öyle derdi. Ona da onun kayınvalidesi öyle demiş.
Yani şöyle :
“Evlilik, demirden leblebi çiğne çiğneyebilirsen”
Toprağını sevsin kayınvalidem beni çok severdi. Nur olsun mekanı.
Çok şey anlatmıştır.
Erkek çocuğu olmasına rağmen kadın dan yana olmaya gayret etmiştir, bir tek evladına rağmen.

Gelin-kaynana hiç uyumlu olur mu?
İlla ki bir şey arayacaklar, kıskanacaklar…
Pek, makbul değildir anlayacağınız anlaşabilen gelin kaynana
Ancak bu bir tarafa değil iki tarafa da bağlıdır.
Her neyse biz de güzel günler geçirdik zamanın bir anında.
Bazı insanlar, bazılarına özeldir.
Bunu bildiğiniz için kendinizi değerli kılarsınız. Öylesinizdir zaten.

Evlilik normal insanların hayatlarında zor gibi gözükse de aslında magazinsel boyutta olanlar için ise daha da zordur.
Mesela bugün bizim YAŞAR evlendi.
O romantik şarkıların prensi biraz önce Büyük Kulüpte, konserlerinde ona eşlik eden esmer kızcağızla evlendi.

Sanat camiasında ne kadar zordur bu işler, çok ama çok iyi bilirim.

Allah, mutlu mesut etsin
Kem gözlerden korusun.
Ancak zordur.

Kıskananlar
Gözler hep üzerlerinde olacaktır.
Bir kere şu an bayan hayran kitlesi haliyle fazla olan bu ünlü şarkıcımızın ister istemez bayan kafilesi azalmayacak artacaktır.

Sahne insanı, alkışlarla ve hayranlarla beslenir.
Ne kadarı yalandır, ne kadarı gerçek
Onu artık kendi ölçüp biçecek.

Evin kutsallığını, ona destek olanları unutmadığında o da unutulmayacak.

Belki biz hayranları daha güzel şarkılar duyacağız.
Umarım onlarında hanelerinde güzel nağmeler ilk gün kü gibi şakır…

Mutluluklar
Kuşlara…

27 Mayıs 2011 Cuma

AŞK OLSUN!

Aşk olsun
Aşk olsun be güzelim…
Her şey güzel olsun.
Benim gönlüm sana kaymış,
Senin kelebeğinde beni seçmiş olsun.

Kayıklar suya çıktı.
Uçan balonlar gökyüzüne
Ellerin ellerime,
Gözlerin gözlerime

Aşk olsun be güzelim
Yine aşk olsun.
Benim gönlüm seni seçmiş,
Senin kelebeğinde beni seçmiş olsun.

Her bahar değil,
Bahar hep bizim yüreğimizde olsun.
Dolsun taşsın, sevgiler.
Dinsin diye yüreğimin çağlayanı sana döndüm yüzümü
Aynam sen ol.

Aşk olsun be güzelim
Aşk olsun.
Her şey güzel olsun.
Benim gönlüm sana kaymış,
Senin kelebeğinde benim göğümü seçmiş olsun,
Sonsuza kadar…

MEVLEVİHANE COŞKUSU

Mekan: Yenikapı Mevlevihanesi.
Mevlevilik, deyince ilk akla gelen isim artık dünyaca bilinen Mevlana Celaleddin Rumi.
Kendisinin oğlu Sultan Veled tarafından kurulan tarikatın adıdır esasında.

Yıllar 1200 ile 1274 arası gösterdiğinde; Mevlana’nın dostlarının katıldığı özel toplantılar ve bu toplantılarda tasavvuf,dini sohbetler, şiir söylemesi ile zikrederek sema etmesi çıkıyor karşımıza.
Zaman içerisinde bir tören niteliğine dönüşen ve geniş alana yayılan bu etkinlikler belli kurallara sokuluyor, belli görüş tabi ve ilkeleri oluyor.
Bunun yanında ney,kudüm ve buna benzer çalgılar eşliğinde zikirler daha da ölçülü bir kıvama getiriliyordu.

Günümüze gelip görseler; bir yanda çalan cep telefonlarını, hiç susmak bilmeyen kadınlar günü gibi konuşan hatun kişileri, o topuklu ayakkabıları ile ibadet yerinde bodoslama yürüyeni yahut koşanı.
Yanımda oturan beyefendi gibi: “ Edep yahu !” diye iç geçirirlerdi herhalde.

1001 günlük eğitim verilen Mevlevihanelerde; günlük eğitim veren Asitaneler ve bunlardan daha küçük ve eğitim imkanı olmayan Zaviyeler olarak ikiye ayrılıyor.
Dede, dediğimiz kişiler işte bu Asitanelerde yetişiyor.
Bugün bulunduğum mekandan geçen zatlardan biri de musiki hayatımızda epey yer etmiş Dede Efendi var mesela. Itri var. Ben tam karşımda ve ruhani ağırlıklarını gösteri boyunca üzerimde hissettiğim sanırım 27 kişinin ebedi istirahat yeri durmaktaydı karşımda.
Yeşil örtüler üzerlerinde öyle semaya bakıyorlardı hepsi.
Kimbilir? Neler yaşamışlardı burada.
İki kere yangın geçiren ve sanırım seksenli yıllardan sonra çocuk yuvası yada yurt gibi kulanılan vakıf artık Fatih Sultan Mehmet Üniversitesine ait.
Yine eskisi gibi yani içeride olanlar medrese eğitimi nasıl aldılar ise şu an çok daha kapsamlı Sosyal Bilimler ve Güzel Sanatlar olarak eğitim veriyor üniversiteli gençlerimize.
Çayhanesi.
Toplantı salonu
Restore halinde bulunan hamamı
Ve Derslikleri ile tarihe ciddi sahip çıkmışlar
Tebrik ediyorum.
Dokuyu fazla bozmadan bize yansıtabiliyorlar.
Sema gösterisinin olacağı mekandaki Mevlevilerin mezarları yerin beş metre altından çıkartılmış. Ortaya sahne yani sema hazırlanmış.
Balkonlar, localar ile gayet hoş bir görüntü yakalanmış
Tavan işlemeleri Selçuk Mimarisi ile Türk motifleri arasında gidip gelmiş gibi geldi bana.
Ama en çok tavandaki yirmi dört parçalı dore boya ile bezenmiş ay ve yıldız hoşuma gitti.
Yerler geniş tahta parkeler ile kaplı.
Gösteri başlayacağına yakın, içeride çok hoş bir koku geliyor yada bana mı öyle geldi bilmiyorum.
Bebek kokusu gibi tıpkı. Huzur veren bir koku acaba tütsü mü yaktılar desem o da değil.
İlginç!
İçime huzur verdi.
Esas hoca gelmediği için bir başka bey konuşma yaptı başlangıç için
Mesela gösteri sırasında giyilen o keçeden yapılan şapka yani Sikke-i Şerif’in anlamı ; mezar taşı.
Ayine başlamadan önce üzerlerinde ki siyah örtü; kara toprak
Üste kalan beyaz kostüm ise; kefeni temsil etmekteymiş.

Dünya da her şey zikir halinde olduğuna göre ve beyefendinin ifadesi ile, Allah iki şekilde kendini gösterir bir dünya da ki varlığı ile iki insan kalbinde vuku bulması ile.

Yani kalbimiz temizlik saflık ve Allah’ a yakınlık onu hissettiğimizde gerçek anlamda değil can varken ölüp ruha gerçek benliğe kavuştuğumuzda huzuru bulmak.
Kısaca gerçek aşk ona kavuşmak.
İşte semazenler de sema sırasında yani dünya denilen şu meydanda sadece kalplerine doğan Allah’ın etrafında dönüyorlar. Kalpleri ile dönüyorlar.

Ruh temizlenmeden bunu hissedebilmek mümkün değil diyor.

Gösteri başladığında gözyaşlarım kendi kendine akıyor.
Bilmiyorum neden? Akıyor sadece
Biz bize mi kaldık.
Hep yanımdasın ama unuttuğum senin gerçek aşkın varken başka yollara saptığım, saptığımız oluyor oysa sen beni hiç terk etmeyensin.
Eğer kul Allah’ı çağırır anar yani zikir ederse Allah kendini gösterir yani ona cevap verir.

Böyle çok dalgın olduğum bir anda, kaldırımda biten çiçeği fark ederim bazen işte Allah’ın varlığı.
Hiç sebep yokken canımın sıkkın anında bir dostumun beni araması. Seni merak ettim demesi hep ondan.
Bilmiyorum en azından ben öyle düşünüyorum.

Çok güzel bir gösteriydi.
Biter bitmez kalabalığı yarıp o açıklama yapan beyin yanına gittim.
Ortaya konulan postlar hep beyaz ancak esas dedenin kırmızı neden mavi yada yeşil değil de kırmızı diye sordum.
*Evet vakit yok tabi tam açıklayamadım her şeyi.
Kırmızı aşk demek. Ateş demek.
İlahi aşk.

Vallahi hu lar ile tekbirler ile ve gösteri sonunda ikram edilen şerbet ile güzel bir akşam geçirdim.
Üzerimde tuhaf bir ağırlık.
Umarım dualarım kabul olmuştur.
Son satırları Mevleviliğin temel ilkeleri ve Mevlana’nın sözü ile bitirelim :
Temel ilkeler:
İnsanlığa hizmet etmek
Başkalarına her zaman iyi ve güzel davranışın örneği olmak
Aklı iyi kullanmak,hikmet sahibi olmak
Mesnevi okumak ve mutasavvıf olmak
Dindar olmak
İçini her zaman temiz tutmak
Mevlana’yı pir tanımak
Mevlana’nın yolundan ayrılmamak
Tanrı’dan, Hz. Muhammed’den sonra Mevlana’ya bağlanmak, ona gönülden inanmak
Bilim edinmek, bilgili olmak
Alçakgönüllü,sabırlı,güler yüzlü ve nazik olmak
Maddi ve manevi bakımdan temiz olmak


Beri gel beri !
Daha da beri
Bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek?
Madem ki sen bensin, ben de senim
Nedir bu senlik ve benlik
Biz Hakkın nuruyuz.Hakkın aynasıyız.
Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz?
Bir aydınlık, bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor?
Haydi, şu benlikten kurtul herkesle anlaş herkesle hoş geçin
Sen kendinde kaldıkça, bir tanesin bir zerresin
Fakat herkesle birleştin,kaynaştın mı bir ummansın, bir madensin !

Dünya da çeşitli diller var ama hepsinin de anlamı bir.

Çeşitli kaplara konan sular, kaplar kırılınca birleşirler.
Bir su halinde akarlar.
Hz.Mevlana CELAEDDİN RUMİ

26 Mayıs 2011 Perşembe

Seve seve seve nereye kadar....

Yaz geldi
Kıpır kıpı her şarkı
Her nağme
Hava her ne kadar, baharı görmeden yaza hızlı bir geçmiş olsa da,
Belki haklı bir hikmeti vardır.
Yani,
Biz insanoğlu içinde böyledir belki…

Şarkılar gibi tıpkı en üzüldüğümüz anda bir mısra doğar gönlümüze
Yüzümüzde gülücükler açar aniden
Her şey aniden gelişiverir.

Bu çocukları dinlemeye başladığım ilk Seferad albümü ile de aynı hisler doğmuştu içime.
Canlı kıpır kıpır
Cıvıl cıvıl
Her nota, yaşam adına güzellik çağrıştırmakta.
Grup dağıldı mı, ayrıldı mı tam olarak bilemiyorum yalnız solisti Sami güzel bir şarkı ile sesleniyor ki
Sanırım kendi albümünü çıkardı.
Onun gülen yüzü ve gözleri şarkıya ince ince düşerken
Bizi de en alasından canlandırıveriyor.
Mutlu ediyor şu yalnız yüreklerimizi.
Ya da küskün
Ya da kırgın
Biraz dargın
Biraz ürkek
Ama hep sevgi dolu.

Sözlere baksanıza :

Hayat hep sana madik atınca
İster istemez üzülüyorsun
Makara yapıp içine atıp
Dosta düşmana takılıyorsun
Unutma dünya yalancı hancı
Döner dolaşır biter her acı
Leyleği havada görünce durma
Hemen yola çık arkana bakma
Seve seve seve seve nereye kadar?
Böyle yaşanır mı ölene kadar…

Valla muhteşem…

Af buyurun,
Şöyle artık rakı mı şarap mı ne uygun ise;
Ulan be, sen kimsin? Gelmişine geçmişine demeyeceğim
Benim canımdan kıymetli değilsin/ değilsiniz…
Diyesi
Avaz avaz bağırası geliyor …

Köprüye yaslanıp bağırmak istiyorum bazen

Umarım onu da bir gün gerçekleştiririm…

Ben şarkıyı dinleyeyim
Albüm hayırlı ve bereketli olsun.

Ne diyelim hak edenler hak ettiğini bulsun …
Öyle ya;

Seve seve seve nereye kadar?

Ne Kadar?...

Kum rengi saçların
Deniz kadar özgür gözlerin
Her göz kırpışın, yeni bir dalga gibi
Beni içine almakta.

Yazın sıcağında;
Sen mi bana susamıştın?
Yoksa ben mi?
Ya da ikimiz de birbirimize mi?

Dünyanın hangi okyanusundaki güzellik bu?
Peki, bu güzel nağmeler
Rüzgarın getirdiği tüm güzellikler

Sen, yıllardır beklediğim bir günün seher vakti gibi
Gizlice düşlerimden, gerçeğime dönüşüyorsun.

Sen, gerçek misin?
Sen, sözünde duran mısın?

Ben deki beni görebilen misin?

Peki, sevmeyi bilir misin?
Ne kadar zamanın, benim için?
Ve ne kadar bakışın…

Dilime ve aklıma düşürmek istemiyorum olumsuzlukları…

Bir rüya değil, sevgi yumağı olmalı .
Hak ediyor muyum
Ediyor musun

Cevaplıyabiliyor musun tüm soruları…

Ne kadar yakınsın
Ne kadar uzak
Gerçek misin?

Ve

Her göz kırpışın, yeni bir dalga gibi
Beni içine almakta.

Güzelmiş bu duygu
Peki gerçek mi?
Kimse bilmiyor Tanrı dan başka…

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Akidem...

Canım
Bana “canım” mı dedin…

Kışın baharı mı geldi artık
Şu uzaklardan gelen piyano sesi mi gerçekten

Sen,
Sen bana unuttuğum sözleri hatırlatıyorsun.
Cümleler düşüyor tek tek damarlarıma
Hayat akmaya başlıyor, bak yeniden
Yine yine yeniden…
Bu sözler,
Bu bakış
Doğadan çaldığın her şeye …
Evet, kabul
Bana vermek için ödünç aldığın tüm güzelliklere…

Ben,
Ben ne kadar özlemişim
Cümleleri.
Kelimeler; hep bir şeyler, bir anlar içindi.
Oysa şimdi,
Ben oldum.
Bu dokunuş
Bu bakış
Doğadan aldığım her şey…
Şükür ki

Seni tanıdım.

Akidem
Bana “akidem” mi dedin…

24 Mayıs 2011 Salı

İYİ GÜNDE KÖTÜ GÜNDE...

Hanım diyor ki :

Kendisi birçok belediye ve kurumlar da aile içi iletişim semineri veriyor.
Yaşam koçluğu yapıyor.
Aile ve evlilik danışmanlığı yapıyor.

“Çok eşlilik yasal olsun.
Erkeklerin yüzde seksenbeşi zaten aldatıyor.Muhafazakar kesim bunu imam nikahı ile resmileştiriyor diğer kısımlar ise sadece metres olarak.
Erkek, imam nikahı yapacağı zaman karısından izin almak zorunda değil.
Dördüncü kadına kadar imam nikahı ile evlenebilir.
Zengin,kariyerli,cinsel gücü fazla ve parası olan erkek çok eşliliği seçebiliyor.
Erkek olsam çok eşli olurdum.
Erkek,cilveli,gülen,cinsel anlamda kendisini mutlu eden kadına koşuyor.
Erkek, bir kadında arkadaşlık,cinsellik,ev kadınlığı ve annelik arıyor.
Bu özellikleri taşımıyorsanız eşiniz tarafından aldatılmaya hazır olun.
Bu da erkek için haklı bir arayıştır.
Eğer bir kadın bir ayrılık yaşar ise hayatının sentezini iyi yapan sağlıklı bir kadın, bence
Çok eşliliği KURTULUŞ olarak görmelidir.
Çok eşlilikte ağır fatura ise erkekte madden ve manen.
Bu durum aynı zamanda çarpık ilişkileri de engeller. Kızlar evde kalma sorunu yaşamaz.
Bence dayak ve aldatma boşanma nedeni değil.
Türkiye’deki kadınların yüzde sekseni dilinden dayak yiyor.
Yatak odasında mutlu olmayan kadın her şekilde problemlidir.
Muhafazakar kesimde kadın evde süslü ve şık.
Aile hayatının mutlu olabilmesi için bazı şartlar var : Kadın kocasına itaat etmeli.
Erkek ise Allah’ın emaneti olarak davranmalı”
Kaynak: Hürriyet Gazetesi.

Şimdi danışana çokça faydalı bilgiler verdiği su götürmez bu hanımefendi acaba Medeni Kanun hakkında ne düşünür.

Sadece şık ve bakımlı olunca mı kocanız eve bağlanıyor.
Ben öyle insanlar, büyükler ile tanıştım ki; karısı hiç makyaj yapmazdı kocası ona tapardı.
Onu öyle seviyordu çünkü.
Şekilcilik üzerine mi nikah masasında yemin ediliyor.
Ya o kişinin kişiliği, hayata bakışı, onuru, erdemi ?
Güzellik işve mi?
Para, zenginlik mi?
Dürüstlük, erdem mi?
Bence aile, örf adet, gelenek, görenek, medeni kanun hakkında toplum daha bilinçlenmeli.

Ne yani şimdi eşinden ayrılmış bayanlara; sen çalışma ekmeğini kazanmasan da olur KURTULUŞ, muhafazakarsan İmam Nikahı eğer değilsen Metres olarak yaşa mı denmeli.
Bu hangi zamanın, ne tür bir ahlakın anlayışıdır?

Kadın, kocasına itaat etmeli.
Koca karısını takmıyor, saymıyor ise ne itaati acaba?
Kadının bir kişiliği yok mudur? Şöyle soralım kadın nedir?
Sonra erkek karısını Allah’ın emaneti olarak görecek de kadın görmesin mi?
Şu dünyada ki bastığımız toprak, içtiğimiz su, kokladığımız hava bile emanetken.
Her şeyden öte bedenimiz bize emanet iken bu neyin tartışması.

Sonra biz adalet üzerine mi yoksa Kuran’a dayalı yavaş yavaş Şeriat dumanları tüten bir havadis mi okumaktayız.

Her şey kadınların elinde, lütfen şu hassas konulara ehemmiyet verelim.
Yazımı Prof.Dr. Adnan Ziyalar’dan aldığım seminer notları ile bitirmek istiyorum.

Benim için önemli iki olgu:
Sevgi, zaten olmaz ise olmaz
Diğeri saygı…

Seversin, saygı duyarsın ve ellerini birleştirirsin sonsuz yolculuğa.
İnsan seviyorsa bir resme ona bakmaktan bıkmaz. Başka renkler de kondurmaz hayalinden ve gerçekten.Konduramaz saygı vardır sevgisinden sonra...

Eğer yanlışlar içindeyse zaten bu onun kendi yanlışıdır önce.
Hayat kimseyi ama önce kendini aldatacak kadar uzun değil.

Mesele de bu zaten açık olmayışımız.
Kimse kimseye doğru bakmıyor.
Doğru söylemiyor.
Çünkü kendine doğru değil.

Evet dönelim hocamızın SAYGI üzerine birkaç anekdotuna :

Saygı bir kültürdür.
Bir şeyi kaybetmedikçe onun ne kadar önemli olduğunu anlayamazsınız.
Bu sebeple sahip olduğunuz SAYGI değerlerini canınızdan fazla koruyun.
Lugat da saygı kelimesi, hürmet karşılığını verse de bence bu yeterli değil Ahlak kelimesinin bütünü ile örtüşüyor.
Saygının olmadığı bir yaşam alanı yok gibidir:
Asker,aile içi otorite,eğitim ve öğretim kurumları,iş yerleri, sokaklar yani toplum yaşamının vazgeçilmez bir şartı olarak otorite gereklidir ve otorite ile saygı arasında vazgeçilmez bir bağlantı vardır.
Sofra adabından tutunda yaşlılara duyulan saygıya kadar bu gözükür.
Ev hayatında da:

-Evin erkekleri o evin misafirleridir. Bence teferruata karışmasınlar ve evin idaresini evin gerçek sahipleri olan kadınlara bıraksınlar.
-Kadınlar kendilerine ait mutlak yaşam alanları olan yatak odalarının hakimi olsunlar ve bir diğeri hiçbir şekilde bu odaya müdahale etmesin.
-Bir defa iş bölümü konuşulduktan sonra bir daha hiçbir zaman ağza alınmasın ve taraflar birbirlerine SAYGI ile ve çok düzgün bir lisan ile hitap etsinler.
-Erkekler hiçbir zaman gelin kaynana arasında taraf olmasın ve ağızlarından “sen suçlusun veya sen haklısın” lafı çıkmasın. İlk fırsatta her iki ailenin de kendi evinin olması için gayret gösterilsin.

Ne ölçüde SAYGI gösterilir ve korunursa aile içi yaşamı o derece başarılı olur ve bireyler mutlu bir yaşam sürebilirler.

Ve aynı zamanda bütün canlıların yaşam haklarına SAYGI gösterilsin.

Çiçekleri sevmeyi öğrenin ve evlerinizde mutlaka bir saksı çiçeğiniz olsun.

Şartlarının elverirse bir hayvan besleyin. Onu Sevin ve ona karşı SAYGI lı olun.

Sokaklar,parklar,meydanlar ve evinizin dışındaki her yerde sizin yaşam alanınızdır.
Temiz tutun,koruyun ve SAYGI lı olun.

Şu sözümüzü de hiç unutmayın SAYGI Ahlak dır.

Şimdi gel de Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bizler için yazmış olduğu ve okuyamadığımız kitaplardan “ MEDENİ BİLGİLER” kitabını arama.
Ahh ki ne ah
Vah ki ne vah!

ZİRVE

Bazen, sessiz akar sular
Yasemin çiçekleri gibi narin olur kırlar
Kuşlar başka dallardadır.
Nehir başka akmakta.

Hayat, tam bildiğinin tam aksine süzülürken
Rüyaların farklı renk cümbüşüne açılır
Yavaş yavaş…
Dolar ruhunun içine çiğ yeşilleri

Okula başlayacak anaokulu çocuğu gibidir yüreciğin
Hep yeni şeyleri öğrenmeye hevesli
Hep gülümseyen
Her şeye yeniden başlayarak.

Dağlar kavuşurmuş ırmağa
Kuşlar da konarmış en umulmadık zirvelere…
Ve hayat bazen akarmış
En güzeli sana fısıldaya fısıldaya…

Sunarmış hiç umulmadıkları
Bilmeyene.
Gözlerim şahit olsun
Ellerim ortağın
Rüyaların rüyam
Sözün, sözüm olsun

Susma
Ve dinle
Hayat aksın yüreklerimize…

DANS ET !

Bırak

Bırak, duyulsun kuş sesleri.
Derinden hissedilsin aşkın kanatları.

Yayılsın taze taze çim kokuları.
Buram buram yeşillik
İnce ince çiğ tanesi gibi düşmüş üzerlerine,
Gözlerin gözlerime inmiş.

Ne sis
Ne fırtına var artık.

Her şey berrak
Her şey net.

Aşkı sende hisset.
Yayılırsa içine ılık bir esinti
Şükret
Ve
Dans et.

Bırak
Bırak, düşsün dudaklarından tebessümler.

Bırak,
Bırak işitsin kulakların unutmuş olduklarını.

Ardına bakma,
Şu an hisset
Yakala aşkı
Dans et.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

ALDANMA GÖNÜL ALDANMA...

Seni sevmekten vazgeçtim
Bir güz mevsiminde,
Bahar sanmıştım.
Aldanmışım…

İlk çim kokusu gibi tazeydi oysa her şey gözümde,
Kışa saplanmışım
Yanılmışım
Oysa,
Bahar da aşk ne güzel olmalıydı.
Aldanmışım…

Kiraz bekliyordum,
Dallarından tane ile toplamak için,
Meğer yapraklar düşüyormuş
Mevsim hazanmış
Aldanmışım…

Gider, bu da geçer
Mevsim döner
Her vapurun bir yeni seferi gibi
Yok olur, hayaller ardında bıraktığı köpükler kadar…
Kaybolur gider inan…

Elini uzatmayı istemişken.
Dışarıda ayaz varmış
Üşüyünce anlarsın,
Buz olur ruhun
Ağlarsın…
Yine mi dersin…
Hay senin şu yufka yüreğine
Aldanmışım…

Geçer inan bu mevsimde
Kızıl yapraklar,
Güneşi gördüğünde
Ve sen
Hiç yok kere bir şeylere anlam yüklediğinde
Silinir gider bir sis yumağı gibi.
Kaynarsın hayatın içinde,
Artık doğru nefes alırsın…
Aldanmazsın.

22 Mayıs 2011 Pazar

FUTBOL LİG'İNİN AV MEVSİMİ "HAYDE" FENERBAHÇE...

Seni sevmek ,
Başka bir şey.

Ekmek gibi
Bazen su gibi…

Çok sevdiğin, hatırası olan bir giysini paylaşmak gibi.
Bir stat kalabalıkta; tek yürek olabilmek gibi…

Seni sevmek
Anlatılmaz.

Babandan, dedenden mirastır.
Kıskanılırsın, bayramda giydiğin kostüm gibidir.
Herkes o kostümü,
Yani o sahaya
O oyunculara sahip olmak ister.
Tek bir kupayı kaldıramadığın anda,
Bombardıman gibi negatiflikleri sıralarken üzerine;
Hala sana inanmak ve kutsal saymaktır.
Seni sevebilmek bu yüzden özeldir.
Vefalı bir aşktır, taraftarında…

Karlı gecelerde
Yağmurlu günlerde
Yine aynı tutku ve coşku ile sana koşabilmektir.
Seni sevmek…

Evleneceğin adamı
Ya da kadını, senden taraf olmasını beklemektir.

Sarının beyaza kavuşmasını
Lacivertin esip yağmasını
Mayıs da baharı yaşamak istemek gibidir.
Seni sevmek ibadettir.

Bir avuçken
Bir ses ile bir sahayı doldurabilmek
Hiç bıkmadan yine sana aşık olmaktır.
Seni sevmek.

Seni Sevmek…
Ziya Songülen’dir.
Lefter’dir.
Bartu’dur.
Alparslan’dır.
Selçuk’tur.
Tuncay’dır.
Alex’dir.
Ali Şen’dir.
Faruk Ilgaz’dır.
Güven Sazak’dır.
Emin Cankurtaran’dır.
Metin Aşık’tır.
Zeki Rıza Sporel’dir.
Aziz Yıldırım’dır.
Ali Koç’tur.
Sadettin Saran’dır.
Çavuşoğlu’dur.
Ziya Şengül’dür.
Oğuz’dur
Aykut’dur
Şeytan, Rıdvan’dır.

Cem Yılmaz’dır biraz.
Biraz Beyaz…
Acun’dur biraz
Ajda’dır.
Kıraç’tır
Bedri Baykam’dır
Ediz Hun’dur
Emel Sayın’dır.
Ercan Saatçi’dir.
Edip Akbayram’dır.
Biraz Ertem Eğilmez’dir.
Biraz Fazıl Say.
Gani Müjde’dir,
Gönül Yazar’dır biraz.
Kadir İnanır’dır
Halit Akçatepe’dir.
Hakan Ural’dır
İlhan Şeşen’dir.
İbrahim Tatlıses’dir biraz.
Hakan Peker’dir.
Kemal Sunal’dır
Uğur Dündar’dır.
Mehmet Ali Erbil’dir.
Nihat Sırdar’dır.
Sadri Alışık’tır biraz
Biraz Seda Sayan’dır.

Biraz halk, biraz o
Biraz şudur…
Biraz hepimizdir.
Kadıköy’ dür.
Şükrü Saraçoğlu’dur
“ Buradan çıkış yoktur !”…
Boğadır
Sarıdır
Laciverttir.
Altı rakamıdır.


Bir
Dokuz
Sıfır
Yedi Plakasıdır.
En BÜYÜK tür
Yüreklerimizde…

İstanbul’dur
Türkiye’dir.
Dünya’dır.

Adam gibi sevmeyi
Adam gibi sevinmeyi
İnsan gibi kutlamayı bilebilenlerin takımıdır
F E N E R B A H Ç E S P O R K U LU B Ü

Şimdi Futbol Liginin Av Mevsimi Sezonun Final Türküsü ile bitirelim ve TRANZONSPOR’a selam edelim :
Hayde gidelum hayde
Dağa k'arayemişa
Elun nişanlisina
Ben nasil deyim hayde

Çiktum çami budadum
Endurdum yarisina
Boyle sevdami olur
Girsun yerun dibina

K'izilağaç fidani
Tepeden budanur mi
İnsan sevduği yardan
Bu k'adar utanur mi

Endum dere duzina
Aşlamayi aşladum
Sevdaluk eyi şeydur
Ben da yeni başladum


ŞAMPİYONLUĞUMUZ KUTLU,MUTLU VE UĞURLU OLSUN…
EMEK VEREN HERKESİN DÖKTÜKLERİ TERLERE HELAL OLSUN!

BEREKET ANADOLU'DA...

64.FİLM FESTİVALİ,CANNES

Bir zamanlar ANADOLU’DA

İşte ÖDÜL !
ANADOLU BEREKETİ

Şu an takdim ediliyor(20:50)

Ödülü veren Emir Kustirica
Jüri Başkanı
Robert de Niro

Yönetmen Nuri Bilge Ceylan
Ve diyor ki :

“Teşekkür ediyorum festivalin son günü bu uzun filmime ödül verdiğiniz için”
Oyuncu : Taner Birsel (Adamım)
Yılmaz Erdoğan

Altın Palmiye Yönetmen olarak Nuri Bilge Ceylan ve ekibine.

Teşekkürler sinemaya kattığınız emeklerden ötürü.
Yüzümüzü aydınlatma çabalarınız için bir kez daha teşekkür…

HUZUR...KATLİAMSIZ DOĞA

Hava ne güzel.

Yaşamak, isteyen sokaktalar
En azından kuşlar kadar doğaya
Ait olduklarını bilircesine, uçmak değil de sanki biraz nefes almak istiyorlar…

Yıllardır gitmediğim bir mekandır
Yıldız Parkı, Malta Köşkü.
İçeri girdiğimde manzara beni epeyce üzmüş olsa da; artık eskiye ait orada da hiçbir şey yok.
Anlaşılan o ki; şu çılgın proje dolayısı ile bir milyon küsur ağacımızın imha edileceği dillerde dolaşırken burada ki duruma acımak da biraz abeste iştigal oluyor doğrusu.
Zira niye üzüleyim ki benim kültürsüz vatandaşımın; yaya yolunu bırakıp toplasan beş on adımlık bir alana ekili gelincik mekanını ayakları ile biçmesini.
Kalanların ise bir ailenin çocukları tarafından yolunmasını?
Diğer bir tarafta ekilen çiçeklerin, yine ana kız dolaşan kişiler tarafından köklerinden sökülerek bakılıp beğendiklerini almaları sonra beğenmediklerini sallayıp atmalarını.
Üstüne üstlük; o bir zamanlar kurulmuş tahta köprüler üzerinde fotoğraf çektirmeye bayıldığımız mekanın altından akan sular da yok ne yazık ki!
Şimdi diyeceksiniz ki; olsa kim anlar?
Bilemiyorum ki belki azınlık olarak kalan bizler anlarız.
Ya da doğa ile aslında bir bütün olduğunu idrak etmiş beyinler anlar
Veyahut çocuklarına iyi eğitim verebilmiş aileler.

Hüzünle ilerliyorum annem yorulduğu için en yakın kır kahvesi adı verilmiş bu mekana çöküveriyoruz.
İnsanlar akın akın geliyor.
Yer bulmak mümkün değil.
Bir arkadaş grubu yanında golden cinsi köpekleri ile epey yer bulabilmek için bekliyorlar.
Sonunda yanımıza geliyorlar.
Onların gelmesi ile etrafımızı aynen bildiğiniz çocuk bahçesi oluyor.
Köpek yani Lex yada Leks bana göre, anneme göre Alex o kadar tatlı ki.
İstisnasız on çocuktan, dokuzu sevmek istiyor.
Yanına yaklaşıyor ama tek soru şu :
-“Isırır mı?”
Annem diyorum ki :
*Görüyorsun değil mi işte çocukları böyle korkutursan çocuk ne hayvan sever sonunda ne insan.
Benim lafım bitmeden sahibi bir çifte “Allah aşkına şu çocuklara böyle şeyler öğretmeyin hiçbir köpek ısırmaz ! Gel sev, gel korkma sev” diyor .

Esasında sevmek en güzel ve en yüce duygudur yaşam adını verdiğimiz şu dünyada.
Kendimizden, ailemizden sonra dost ve arkadaşlarımızdan sonra gördüğümüz; dünyada belki sevgiyi paylaşmak adına ilk tanıdığımız başka canlılar. Çevremizdeki bu varlıklar da en az bizim kadar bu dünyayı paylaşmaktalar.
Üstelik onlara taş atsan bile kaçar sana da garip garip bakar.
Onlar kadar duygulu ve duyarlı bazen insan göremediğim için şaşarım.
Sevmeyi anlar onlar.
Sevilmediğini de.
Öyle nankörlükleri de yoktur.
Limonatamı yudumlarken Lex’i seviyorum.
O da beni seviyor.
Ara ara kolumu, ellerimi yalıyor.

Annem “ o sen artık iyice alıştın köpeklere”
*Eh annem onlar can. Hem insan yaşadıkça kimin daha yakın olabileceğini karşılıksız görebiliyor. Aştım ben o duygularımı anlayacağın.
Gülüyorum

Bu arada bizim 1,5 yaşında ki masa arkadaşımız, kolumu kavrıyor boynuna götürüyor bir yandan patisi ile bir şey ler yapıyor anlatmak istiyor ancak henüz o dili öğrenemedim.

Bir yandan bebeler peçete getiriyor o sözde oynasın diye.

Keyifli, kalmış yeşillikler içerisinde İstanbul’umun güzel ve eski mekanlarından birinde bir teneffüs arası veriyoruz hayata.

Etraf darma duman olsa da yine de güzel bakmak gerek.
Sevmeyi unutmadan.

Ben inanıyorum ki; bir gün cevabı muhakkak gelecek.

Aylardan Mayıs, yıllardan 2011 olmuş.
Bugün Pazar öğleden sonrası.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Hüner Dökülmeli ÖMÜR Treninden...

Yaşamak bir hünerdir,
Hünerlice verebilmiş isen
Geride bıraktıklarına…

Bir göz
Bir ses
Bir seda
Çırpınırken
Ve düşerken onlardan
Canlı son gözyaşları
Sırf senin uğruna
Yaşadığın ne varsa
Paha biçilir sana…

Bir kırat mı?
Yoksa bin mi?

Kaç dümenlik seferin
Yada belli mi limanların

Kalanlar el sallarken sana,
Uzanırsın geçmiş anılarına
Kiminin dokunuşuna
Kiminin gülüşüne
Kiminin aldatışına
Kiminin ihanetine
Kimin,n yalanına
Kiminin sevgisine
Bazen sevgisizliğine kiminin
Kiminin uzun saçlarına
Kiminin kirpiklerine
Kiminin ela gözlerine
Kiminin anana benzer edasına
Kiminin babana benzer duruşuna
Kiminin çocukluğuna
Kiminin olgunluğuna

İşte
Gelir ve geçer zaman…
Acımaz
Zaman
İnan
Tek tek düşer saçlarına
Yüzünün her hattına

Kalan çizgilerde değildir sadece anılar sayfaları dışarısında

Gidersin sen artık
Ve
Ne bırakırsın, ödünç aldığın bu zaman diliminden
Geride kalmak zorunda kalan
Öylece bakakalanlara…

Anılmak güzeldir
Yaşarken ve gittikten sonra…

Her daim
Anımsadıklarıma…
Mayıs 2011

ÜSTAT'a Sonsuz Saygılar...

Ne güzel bir insan tanımışım diye; iç geçirdim yine kendi kendime.
Ne kadar şanslıyım şu gelir geçer ömür trenimde…

Bir gün mezun olduğum lisenin pilav günü münasebetiyle kendisini aradım.
Kimse de cesaret edemiyor aramaya,birkaç denemiş ancak ulaşamamışlar.
Ben şansımı deneyeceğim dedim.
Belki beni kıramaz diye bir söz de çıkıverdiğinde ağzımdan yanımdaki büyüklerim gülmüşlerdi...

Ahizeden ilk kez onun sesini duydum:
-Ohoooo merhaba. Beni arıyormuşsunuz?
*Merhaba efendim. Ben mezun olduğunuz liseden arıyorum sizi pilav günümüzde aramızda görebilmek bizi çok onurlandıracak.
-Ben gelemem ki hastayım. Ayaklarım ağrıyor. Gelmeyi çok isterdim ama…
*Hiç mi şansımız yok ! Sizi görebilmeyi çok istiyoruz.
-Peki, beni arabayla aldırabilir misiniz ? Ben huysuz ihtiyarın tekiyim.
*Aldırırım tabi. Ne demek.
- Yok yok siz fakir okulsunuz, ben taksiye atlar gelirim. En azından deneyeceğim.
*Vallahi bizi nasıl mutlu edersiniz …
Hadi iyi günler dedi ve kapattı telefonu.
Gelmez dedi bazı büyüklerim.

O gün gelip çattığında çok ümitli değildim ama bir yandan içim de kıpır kıpır kapıya gitmekteydi. Sürekli kapıyı kontrol ediyordum.
Ve o öğlen sıcağında; yine o pantolon askıları, kısa kollu gömleği ile teşrif etmez mi!
Nasıl mutlu olduğumu, olduğumuzu tarif edemem.
İşte, biliyordum geleceğini o huysuz ihtiyar.
Her huysuzun içinde muhakkak sonsuz bir sevgi vardır.
Bakınız sizinle yaşamış ya da yaşamakta olan büyüklerinize…
Aslında sadece ve sadece sevgi beklerler.
Ayaklarını biraz sürüyerek yürüyordu.
-Ne kadar değişmiş bizim okul böyle.
Dedi.
Hemen başkanımızı çağırdım ki zaten herkes benim yanımda görünce kalabalık çoğaldı.
Kendisini önce dernek odamızda ağırladık. Biraz dinlendik, eski fotoğraflara baktı.
Dönemine yakın sayılabilecek birkaç kişi ile sohbet etti.
Okulu gezmek istedi.Birlikte birçok kişiyle fotoğraf çektirdi.
Beraber gezmeye başladık.
Sonra, sen işine bak ben kendim gezerim dedi.
Kısa bir aradan sonra;
Davet ettim kürsüye bir konuşma yaptı.
Anılarından birkaçını paylaştı.
Okulun bahçesi, dut yemiş bülbül gibi onu dinliyordu.
Kendi tabiri ile;HUYSUZ İHTİYAR yine sahnedeydi.
Bu pilav gününden tam bir sene sonra kendisini yıldızlara uğurladık.
İyi ki aramıştım.


Kendisinin heykelini yaptılar önce Cihangir semtimize, sonra bir takım kişiler gelip parçaladılar !
Gülmeyi unuttular...Anlamaktan uzaklaştılar yavaş yavaş.

Şimdi 15-31 Mayıs 2011 tarihlerinde Tophane-i Amire Sergi salonunda; GEREKLİ TARAMALAR ! Ailesinde kalanların izlerinden OĞUZ ARAL sergisi var.

Dünya ca tanınmış bu adama ve bu sergiye katılım elbette düşük.
Yapayalnız gezerken son anda iki çocuklu bir aile katıldı aramıza.
Oysa ki biz Avanak Avni ile büyümüş bir nesil.
Gırgır’ın babasını çoktan unutmuşuz.
Anı defterine baktım ki; onu da tesadüfen gördüm toplasan 3 kişi ya yazmış ya yazmamış.

Sergi o kadar güzel tanzim edilmiş ki:

Bu duygu dolu ve aynı zamanda; tiyatro,resim,karikatür,müzik,boks,yemek (kendisine ait yemek tarifleri var ),pantomim ve tabi ki karikatür…
Hepsini içinde bir bünyeden bulundurabilmiş, üretken çok yönlü bir kişilik.
Her yönüyle çocukluktan, yolculuğuna kadar çok güzel harmanlanmış.
Kimbilir onu tanımış, mesai ortamında bulunmmuş kişilerde ne anılar ne güzellikler vardır. Ve ne fotoğraflar...

OĞUZ ARAL , kurmuş olduğu GIRGIR dergisinin tirajını 300 bine çıkararak Avrupa’nın 3.büyük dergisi konuma getirmiştir.
Sadece Avanak Avni tiplemesi bile yurt dışında tanınmasına, ünlenmesine neden olmuştur.
Bunun dışında; Hayk Mammer, Köstebek Hüsnü, Utanmaz Adam ve Vites Mahmut diğer bilinen tiplemeleridir.

Halk dan yana, halkçı bakışı ile bize gülmeyi öğretmeye çalışan bu üstad daha fazla değer görmeli diyenlerdenim.

Şimdi temmuz ayında aramızdan ayrılışı anısına,anılırsa bakalım neler yapılacak bu üstada.
Oysa ki; Vakko mankenlerine sahne derslerinden tutun da, Türkiye’de ilk İNTERAKTİF
gösteriyi Rahmetli Sadri ALIŞIK ile birlikte sahneye koyan kişidir kendisi.

Anladınız mı şimdi Cem Yılmaz’ın Sadri Alışık hayranlığı nereden gelmekte.
Karikatür, mizah…
Alışık ve Aral ikilisi bu gösteri için uzun zaman pandomim,akrobasi, jimnastik,hareket çalışırlar.
İş Metin kısmına gelince “ MÜJGAN” vurucu noktadır.
Alışık aşık olduğu kızı Aral’a tarif eder ve Müjgan doğar. Çizilir.
1/1 ölçülerde kesilerek sahneye konur.

Şimdi;
Gülmeyi unuttuğumuz
Ve bizi bir yerlere getirmeye çalışan üstatlarımıza saygı da her ne olursa olsun kusur etmeyelim derken, son günler kala bu sergiyi gezmenizi ve gözünüzü yüreğinizle harmanlayarak gülümseyebilmenizi temenni ediyorum.

Zira üstat şöyle diyor yazıları arasında :
GÜLERLERSE BAŞLARINA ÇOK BÜYÜK BİR FELAKET GELİR;YANİ İNSANLAŞIRLAR, O ZAMAN…ÇÜNKÜ GÜLEBİLMEK SIRADAN VE GERÇEK İNSANLARIN BECEREBİLDİĞİ BİR İŞTİR.
İNSAN OLMAK DA BÜYÜK ADAMIN BAŞINA GELEBİLECEK EN BÜYÜK FELAKETTİR.
Blog sayfasında ki fotoğraf 1964 senesinde; Adana Kopuz Cezaevinde ki çoğu müebbet ve idamlık vatandaşlara yaptığı gösteri anından. Gösterinin adı da : Kafes
Cesaret değil mi?
Bilmem anlatabildim mi yeterince…

Yazıma son cümleleri onun kaleminden bir iki mısra ile bitirmek istiyorum.
Nur olsun mekanı.
Gitmek isteyenler için adresi yineliyorum :
31 Mayıs 2011 tarihine kadar. İçinde ukte kalan bitiremediği Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi karşında yer alan Tophane-i Amire Sergi Salonunda. Fındıklı. İSTANBUL

VALLAHİ HİÇ ALINMAM…
BANA KOMİK GELMİŞTİ…
SEVGİLER.
OĞUZ.

Selam sana Huysuz İhtiyar
Eğer bir insan anılıyorsa zaten hiç gitmemiştir. O ölümsüzdür…

20 Mayıs 2011 Cuma

BİTTİ

Tut ki
Tut ki sevmiştim seni
Hani bir güvercinin sessiz süzülüşü gibi…

Esti geçti
Dağıttı gitti
Bir tek satır yok artık, geçmişe…

Ne sanıyordum ki sonsuz mu evren bile.
Kalsa babam da hiç gitmez di
Öyle ya…
Neleri bırakmak zorunda kaldım…
Neler göçtü, gitti…

Unuttum, bitti.
Damla damla
Her saniyesi gözyaşı ile yazılmış bir aşkın kıyameti koptuğunda
Ve sessiz kalmayı doğru bulduğunda,
Sevmek, özgür bırakmak ise;
Eyvallah
Benden tüm kuşlara…

Tut ki
Tut ki öyle çok sevmiştim seni
Hani ürkek bir serçenin, çimlere süzülüşü gibi…

Esti geçti
Bir geçti tufan
Bir kaldı
Elde yalan

Ne sanıyordum ki?
Bilmiyor muydum ki…

Unuttum gitti.
Ve bitti

Sağlam,
Bir kartalın kanatları kadar geleceğim şimdi…
Bağıra bağıra
Uçuyorum
Sarıyorum hayatı

Tut ki
Sevmiştim
Yalan olanı hiç sevmediğim gibi
O DA BİTTİ
VE GİTTİ…

Geçiyor Köprüler...

Hıçkırıklardan nasip alıp
Yol aldığında
Tüm dümenleri kırıp,sadece kendine rota vurduğunda
Notalar sana çağlıyor inan.

Sessiz deniz
Sükun ay
Şu aşık olduğun liman bile
Suskun
Sadece,
Sadece ne yapacak ? Acaba diye, her biri beklemekte.

Düşler, düşüyor...
Yıkılmaz
Asla yıkılmaz dediğin; kaleler bile tek tek düşerken
Gönül defterinden,
Çiziyorsun bir çentik daha, gidenlere.
Kalan değil
Gelecek sağlar benimdir.
Diyorsun gülümseyerek
Yine güneşe bir göz kırparak

Avuçlarında,
Ağlarken düşen , geçmişten kalmış damlalar iz gösteriyor
Pusula ellerinde,
Yüreğinde
Sesinde
Gölgende

Sen, her şeysin
İşte her şey orada.

17 Mayıs 2011 Salı

Bir Mektup ESKİLERDEN...

Dün yine geçmişsiniz,
Kapımızın önünden.
Eski bir dost gibi
Dosta aşina gibi bakışlarınız.
Musikinin ince telleri düşerken perdenin arkasından
Hissediverdim o an
İçimde dolaşan bir kıvılcımla, o anı.
Sizin saçlarınız bakımlı.
Üstünüz tertemiz
Bir erkek ne kadar temiz görünebilirse öyleydi yüzünüz.
Ben, al al dolanmaya başlarken
İşte o an gözlerimiz değmişti birbirine yeniden.
Siz,
Bir arkadaşınıza bir şey anlatırken; sanki benim duymamı ister gibi latifeleşiyordunuz.
Dakikalar nasıl geçmişti.
Hiç idrak edemedim.
Oysa ne çabuk seher vaktiydi, ya şimdi bu akşam ezanı.
Sizi bir daha görebilecek miydim?
Cumbalı evin arka köşesinde,
Küçük sedirimin üzerinde
Dalgın yüreğimin,
Umutsuz bir ağır romanı gibi size sevdam.
Bir gün diğer bir günü peşi sıra kovalarken.
Bedenim, içimden adeta bir kelebek gibi açarak kanatlarını uçuruyor.
Her defasında ise hiç şaşırmadan yine sizin gözlerinize konuyor.
Papatya olsam
Gül olsam
Ya da yasemen
Erguvan açtı şimdi sokaklarda
Yine ben, benim sizin gözünüzde
Biliyorum, tüm çiçeklerden daha kıymetli.
Peki özünüzde?
Hangi çiçek?
Hangi tarlanın mahsulü bu kulunuz?
İşittiğim sesler bile bana yabancı iken;
Geceler sessiz ve sabah olmuyorken,
Satırlar dolusu şu mürekkebi; adeta yüreğimin kanı gibi akıtsam da sunabilsem size.
Bilmem anlatır mıydı bu sevdayı içinize.
Guguk saati ötmek üzere,
Büyükbabamın ilaç saati birazdan geliyor, o yüzden yemeğe inmemiz gerekmekte.
Fakülteden arkadaşınız, muallim adayı Kemal Bey’e sabah babasının bakkal dükkanından ayrılmadan bana yazmış olduğunuz o güzel satırlarınıza karşılık kabul buyurursanız bu mektubu sunacağım.
İçerisinde bir gül yaprağı ile…
Bana almış olduğunuz o ilk gül dalından.
Lütfen, akşam cumbalı penceremin altında olunuz, hasretle sizi bekleyeceğim…

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Tut Ellerimden Yeni Ay...

Dolunay...

Dolunay, sende kalsın.
Bana Yeni ayı ver.


O açma gibi kocaman ve soğuk.
Suratsız.
İstemem,
Sende kalsın
Sizde kalsın.

Bana yeni ve güzeli verin.
Güneşi verin,
Sıcacık...
Güneş ve temiz hava.

Bana aşkı verin...
Bana hayatın tılsımını.
Dolunaydaki karanlıklar, siz karanlıktakilerde kalsın.
Bana rüzgarın sesini verin

Bana sevgi verin...
Bana çiçeğin kokusunu
Bebeğin kadife dokunuşunu...
Bana gülmeyi verin.

Kimseyi
Kimseye
Şikayet edemem
Kötüleri kötü de bıraktım
Açmıştı dolunay bu gece
Sopsoğuktu; hepsini bir gece gizlice
İşte o gece, bu gece
Onun koynuna attım
Elveda derken;
Sende kalsın dedim
Hepsi ama hepsi.

Ben sadece güneşi
Ben sadece yeniayı seçiyorum.
Selam olsun yıldızlara…

15 Mayıs 2011 Pazar

ÇAĞATAY YOLDA EKİBİ ve BÜYÜKADA ÇIKARTMASI

Medeniyet acaba ne zaman gelecek şu ülkeme diye düşünüyorum?

Çağatay Yolda Ekibi ile davet ettikleri BüyükAda çıkartmasına gidebilmek için iskelede beklerken.
Vapur saatinin gelmesine yarım saat kala, nasıl bir hücum halinde sıraya girme de değil bir izdiham gürühu.
Ardından,bu kalabalıktan ötürü de vapur boş olduğu halde bu kez yetkililer kapıyı açmıyor.
Nerden baksanız on yahut bilemediniz on beş dakika gecikmeli kalkıyor.

Hava inanılmaz güzel.

Ada vapurunda Burgazada’nın yerlisi JetSki üstadı bir amca vardır.
Bilmem hiç rast geldiniz mi?
Ben hemen hemen denk gelirim.
Hayranlıklar izlerim kendisini.
Sizi bir yunus balığının vapur ile yarışması gibi; o yaşta jetskisi ile takip eder.
Heybeliye kadar, sonra yok olur amca.
Bu kez Burgaz’dan Büyükada’ya kadar, inanılmaz akrobasi hareketleri yaparak sabah sabah yolculuğumuza renk kattı.
Bu yaşta bu çeviklik bravo!

Bazen günün iyi geçip geçmeyeceğinizi hissedersiniz, güzel başlar yada tatsızdır öyle gider.
Sizlere de olur mu bilmiyorum bana ara ara olur?
O amcayı gördüğümde, alkışladığımda etrafımdakiler ıslık çalarken salladığım elime karşılık verdiğinde; yanı hislerimi hisseten insanların hala var olduğunu hissetim.
Gün güzel geçecek olmalıydı.
Amca hala, hayatın bazı detaylarını kafaya takılmayacak kadar kısa olduğunu söylüyordu.
Can diyordu.
Canan diyordu.
Ve ne güzel diyordu.
Baktım ardından …

Adaların her yerini hemen hemen bilirim, yalnız çok sevdiğim bir abim de davet edince kıramadım katılayım dedim. Epeydir kendisini de görmemiştim.
“Özledim seni kız nerelerdesin”
-Buralardayım ve geliyorum.
Hesapta üzerlerinde Çağatay Yolda tshirtlerini göreceğim diğer arkadaşları göremediğim için kendi kendime takıldım gidişte.
Arap ağırlıklı bir vapur içinde ki tuhaf koku ve medeniyetsizlik dışında her şey güzel başladı.
Meydanda ki saat kulesinin tam orta yerinde Ali ağabeycim ile buluştuk.
Herkese beni taktim etti. Yeni üyeler ile oldukça kalabalık bir gezi meraklısı insanlar ile tanıştık.Herkes gülümsüyor, ne güzel.
Herkes bir yerlerden gelmiş. İzmit’ den gelen bile vardı.
Rehberimiz Ali Bey bize ilk önce adanın meydanın da yer alan eskiden kumarhane olarak kullanılan otel den başlayarak tek tek ayrıntıları ile tarihi dokuyu anlatmaya başladı.
Geçen hafta malumunuz Hıdırellez olduğu için; Hıdırellez’in anlamı. Aya Yorgi nin Ayazmaların anlamı peşi sıra, yürüyerek Aya Yorgi başlangıç çizgisine geldik.
Tamam dedim kendi kendime bende ameliyat sonrası bir test sürüşü yapmalıydım, sanırım burası orası.
Valla yıllarca kendim, birçok akrabam ve dostumu,arkadaşımı getirdim.
Çıktım bu yokuşu yine dileğimi tutarak çıktım aynı 23 Nisan Paskalya töreni gibi izdiham var.
Bir de mülteci gemisi gibi hınça hınç yolcular yani biz şehirliler işgal edince adayı haliyle iğne atsan yere düşmeyecek vaziyetde.
Zirveye varıp da kendimize geldiğimizde; kimimiz piknik yapıyor kimimiz nefes almaya çalışıyor kimide benim gibi banka oturup sadece manzaraya bakıyordu.
Ali ağabeyimin bana da hazırlamış olduğu lezzetli sandviçleri yedikten sonra, kiliseye girerek bir mum yaktım. Dilek diledim.
Keyiflice ve güzel oksijenlerle aşağıya aynı yolu tekrar iniverdik bu kez kolayca, her zaman ki gibi.
Kestirme yoldan adanın eski mekanlarını anlattı rehberimiz Ali bey.
Eski yetimhanenin (şu anda devretmiş olduğumuz ) tarihi yapısı, özelliği ardından Çağatay bey ile birlikte yaklaşık 130 kişi olan gruptan kalanlar ile çok güzel manzaralarda fotoğraflandık.
Sonra dönüş yoluna girdik.
Büyükada’ya geldiğim zaman muhakkak dondurma yerim adet budur bende.
Sabah da rehberimiz Ali Bey bizlere; her ada da belli bir ünlünün yaşamış olduğunu bu adada Reşat Nuri Güntekin’inin ve Fenerbahçeli üstad Lefter’in evinin önünden geçeceğimizi söylediğinde çok heyecanlandım.
İnşaAllah görebiliriz, biliyor musunuz ben hep buraya geldiğimde bir gün onu görebilmek istemişimdir.
-Ben de.
Dönüş yolunda.Dondurma almaya giderken; kafamı bir kaldırıyorum
karşımda Ordinaryüs Lefter Küçükandonyadis durmuyor mu?
İnanamıyorum...
Allah’ım teşekkür ederim. Niyetsiz gelmiştim, gördüğüm ve bildiğim yer diye ama her şeyde bir hayr var derler.
Lefter karşımda…

Ali Bey’ide yanıma alarak yaklaşıyorum ki iki bey birden ayağa kalkıyor.
-Ben sadece geçmiş olsun demek istedim
*Tamam sorun değil, biz kalabalıksınız sandık maç var çok kalabalık grup geldi yoruluyor.

Oturmuş olduğu pastane gibi mekanın setine çıkarken, Ali bey’in ayağı takılıp düşüyor.
Lefter ayağa kalkıyor.
-Aman çocuklar iyimisiniz yavaş.
Önce ben, yer yer Ali bey konuşmalara eşlik ederek başlıyoruz:

*Efendim öncelikle geçmiş olsun. Biz siz hastanedeyken bile dua ettik. Doğum gününüzü kutladığınızda ekran başından sevgilerimi ilettim.
Ben rahmetli babamla sizi tanıdım Fenerbahçe eşittir, Lefter Küçükandonyadis.

Ve içimde ne varsa ona söylemek istediğim her şeyi söyledim.

Elini öptüm.
-Ali bey ve bana dönerek çok hastalandığını Yunanistan’a gittiğini şimdi biraz daha iyi olduğunu ve bu sözleri duymanın onu çok mutlu ettiğini ifade etti.
Son olarak;
-Allah sağlık versin, yine gelin ,yine görüşelim, burada olalım, konuşalım.
Dedi.

Nasıl kibar, o zarafeti hala üzerinde
Gözleri buğulandı, duygulandı.
Gezi bir yana...

Ben uçuyorum Lefter ve ben.
Üstelik aynı karede…

Allah’ım teşekkür ederim.

Peşimiz sıra gruptan
Lefter kim?
Sabah konuşma da duyan ve benim ardımdan gidip fotoğraf çektiren bir grup insan vapurda;"sizi sabah konuşurken duyduk, bir arkadaşımı aradım o çok değerli bir insan bana fotoğrafını alsana dedi bende çektirdim". Diye ifade kullandılar.

Yıllarca adaya gittim.
Her sefer diledim
Bu sefer oldu
Acaba diğerleri de olacak mı ? Bu onun bir işareti mi ?
Umarım öyledir.

Seviyorum
İstanbul’umu
Adaları…

13 Mayıs 2011 Cuma

KIŞ BİTTİ...

"Vedalaşmaların ilmini yaptım ben,"
Sürgünlerin uzmanlığını.
Bir vapur nasıl kalkar bir limandan.
Tren nasıl acı acı öter, öğrendim.

Yıllarca mektuplarla yaşadım.
Kaçak tütün,yasak yayın
Larla beslendim.
Unutmadım. Unutmadım.

En çok yelkenleri özledim
Bozkırın buzlu yalnızlığında.
Dağlar yoktu, dağlar yoktu,
Rüzgârlara yaslandım.

Çılgın mıydım, tutsak mıydım
Yüreğinde karanlığın?
Kan kurudu -
Ben gül oldum açıldım…

CEVAT ÇAPAN

Vira Vira Yolculuklara...

Bir fırtına savurursa, o asi saçlarını.

Derin bir rüyaya dalıverirsen,
Bir kayıkçı motorunun peşi sıra…
O pır pır edip, yol alırken
Senin kalbinde salınır belki en umulmaz diyarlara…

Anı mı?
Hatıra mı?
Teselli mi?
Ararsın.

Şarkı mı?
Ezgi mi?
Nağme mi? Sorarsın.

Yahut uçuşup savrulan rüzgarla gençliğini mi
Sorarsın?

İşte bir tepe
Aşiyan’ın biraz üstü.

Kuşlar aynı yuvada
Deniz, aynı denizde
Bulut peşi sıra üstünde
Ve balıkçı motoru
Yine vira vira yol almakta.

Üzgünüm dostum,
Topla savrulan saçlarını
Bu yolculuk yalnız geleceğe…

Anlar Seni Doğa

El işlemez
Gönül dinlemez,
Kayalara resmederim seni ben.

Sır tutan
Denizin hafif dalgasına,
Güvenirim, bilirim hiçbir kumsala.
Ya da ayak basana, satmaz beni.

Sıralarım,
Yalnızlığım ile çemberlenmiş düşlerimi…
Kayaların güzelliği ve gücü huzur verir bana.
Denize karşı o asi duruşu.
Nefessiz sapasağlam.
Çıtlatırız biz oradan, buradan.

Anlar onlar beni.
Hem de en derinden.
Denizin dibi kadar
Ve dağların zirvesi kadar

Martıların kuytu kanatlarında gizlendikleri patikalar kadar.
Doğa ile bütünleşmez ise insan,
Nasıl yaşar?
Nasıl nefes alır?
Güne doğarken…

Aslında doğada dertleşir,
Yaratılanla.
Deniz kayaya vura vura üstüne yosun tutturur.
Katılaşır tıpkı insan kalbi gibi,
Kırıla kırıla…
Sevmeyi unutur.

Diler ki,
İster ki,
Hep parlak.
Masmavi.
Bembeyaz.
Bir gökyüzü olsun.
Başının üstünde.

Başına tac olsun.

Sözlerin bittiği yerde,
Gözlerin sözleştiği zamanda.
Doğa ses verir insana;

Eğer,
Eğer duyabiliyorsan
Usulca dinle,
Ama
Usulca.
Muhakkak yol gösterir.
O engin tecrübesi ile.
Yaradan dan ötürü sonsuzdur…
Sevgisiyle…

Almayı seç.
Duymayı ve görmeyi seç.
Sevgiyi seç.

Sil Gitsin...

Yıkıyor mu,
Okyanus geceyi.
Kov gitsin.

Şimdi,
Tüm karanlıkları
Tüm içte kalan hıçkırıkları
Sil gözündeki yağmur damlalarını

Eğer;
Düşmek istiyorsa
Tek tek toprağa
Bırak düşsün
Vardır hikmeti
Erecektir bir tohum
Çiçek olmak için
Senin muradına

Koy gitsin,
Gidenleri...
Ardına bakma,
Sil gitsin...
Temizlenmesi gerekliymiş.

Eğer;
Okyanus silmek istiyorsa kumda ki izleri;
Bırak silsin.
Yaşayan sensin.
Seni kim silebilir ki?

İnsan ölmez ki hiç.
Anıldığı her dakika…

Eğer;
Düşünmüyor
Aklından geçirmiyor
İsen
Zaten ölmüştür o, bilesin.

Ardına bakma
Kum saati döndü tersine
Akıyor okyanustan her çağlayan
Senin hayrına…
Bak
Bekle
Ve
Gör…
Yaradan neler sunmuş sana.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Aldırma...

Söylenmemiş sözleri
Söylüyorsa, yüreğin.
Ya da
Hiç söylenemeyecekleri…
Usul usul yol alıyorsun,
Kader çizgisinde;

Aldırma…

Çakıl da olacak,
Kaya da.
Sen,
Seni bildikten sonra…
Hepsi boşa.

Ne cefa çekmişsin,
Ya da oh!
Vefa ?
Gel, onu bana sor.
Hece, hece …
Hecelerim sana.

Bilirim nedir?

Ayrılıklar…

Kırıklıklar…

Düşler…

Düşlenemeyenler…

Yanında;
Olanlar, olmayanlar, olamayanlar…

Kimi kayadır ? Gerçekten.
Kimi çakıl, sen kaya sanmışsın…

Kimi hep rüyadır,
Kimi gerçek.
Hem de canını acıta acıta gerçek.

Veyahut
Gerçekten severek…

Bilirim nedir…

Ve
Kim bilir daha bileceklerim nedir?

10 Mayıs 2011 Salı

Çiçek Çiçek...

Bir sabah, öylesine uyanmışken.
Yeni bir günü…
Hiç bilmeden kucaklarken,

Sabahın nahoşluğu,
Yaşamın kısır döngüsü,
Artık;
Güzellikler uzansın derken…

Buldum seni!

İnsan,
Mutlu oluyor vallahi.
Akşam kapının zilini duyup açsam;
Yine standart olacaktı her şey.

Bu farklı!

Bir daha güzelliklerle gelmesini seçiyorum.
Bu sabah, kapıyı açtığımda;
O kocaman
Ayrı ayrı iki sepet içerisinde süslenmiş kır çiçekleri…
Salon çiçekleri…

İçim bir tuhaf oldu.
Genelde benim kapıma hiç üşenmeden yukarı çıkan bir karabaş
Bu yakınlarda da yaşlı bir kedi olurdu.

Bu kez dolu dolu ÇİÇEK!

Beni düşünmüş olanlara da, sevgilerimi yolluyorum;
Güne başlarken…

Çiçeklerle…

Teşekkür ederim.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Unutma

Unutma…

Unutma, kuşlara yem vermeyi.
Ulu orta herkese selam vermeyi.
Seviyorsan,
Aşık isen,
Dere tepe öpüşmeyi
Yan yana
El ele gezmeyi
Sıkılmadan avuçlarına bir başkasının yüreğini koyabilmeyi.
Gözbebeklerinde kaybolmayı…

Unutma, İstanbul’un güzelliğini seyretmeyi.
Çayır çimen
Köşe bucak gezmeyi.
Çarşı da kahve içmeyi
Ahmet’de köfte yemeyi
Ada’da dondurmayı
Boğaz’da balık ekmeği
Galata altında, geçmişe yad etmeyi
Tokuştura tokuştura…

Unutma,yaşamayı
Gidenler çalınanlar değil.
Bitti ve gittiler
Yeni perdeler açılıyor ömür sahnemizde
Sen, aynı sen
O, aynı o
Biz, aynı biz
Eğer, hala doğru nefes alıyor
Sevmeyi seviyorsak…
El ele vermenin hazzını katabiliyorsak ortak yaşamlara.

Unutma,
Her insanın içinde var olan duyguyu.
Mantık kadar sezgiyi
Sevgi kadar gerçeği
Net ise;
Gecenin karalığında ki yıldız
Güneşin ardında ki bulut kadar…

Unutma,
Tutunursan yaşama
Yaşam sarar seni doya doya
Korkma, sende sarıl ona..

8 Mayıs 2011 Pazar

Narkozism...

Narkozism.

İlginçtir.
Derin bir sarhoşluk hali hasıl olur tüm benliğinizde.
Belki de uzun süredir sarhoş olmak istediğiniz bir andır.
Hiç çıkmak istemezsiniz.
Uyuyana kadar olan süre
Ve
Uyandıktan sonra ki süre
Nasıldır?
Neler geçmiştir?
Beyninizde hızla düşünceler tur atar
Siz düşüncelere yetişemezsiniz.
Kim bilir ne gelir, derinlerden
Bilinç altının
Bilinçüstü ile ağız dalaşı
Şoklanan bir bünye den, sağ çıkar ve şükredersiniz.
Sonra,
Olur olmaz şeyler geliverir aklınıza.
Mesela en lüzumsuzlar ararlar ilk önce
Öylesine
Ya mecburiyetden ya da
Sizi öylesine işi olunca, olduğunca arayanlar
Ve hiç aramayanlar...
Nerden düşer, yağmur damlası gibi düşünceler insanın şoklanmış beynine.
İnsan, neden lüzumsuz şeyleri düşünür ki
Hiç gerek yokken.
Merak işte
Merak edilmeyişiniz gibi
Tıpkısının aynısı.
Sonra, bir doktor beliriverir yanınızda
Tebessüm edersiniz anlattıklarına,
Çünkü siz tebessüm ettirmişsiniz herkesi, öğrenirsiniz.
Kendinize şaşırırsınız.
Gözlerinizden yaşlar akarken bilinçsizce, hiçbir şeycik yapamazsınız
Öylece akarlar dostum...
Öylece
Acıya acıya daha da büyürsün.
Anlarsın...
İnsan, öldüğünde nasıl çaresizse
Bir ameliyathanenin buz odasında, başında sekiz on kişi ile öylesin.
Anlarsın
İşte
Yalnızsın

Sabah girer şanslıysan akşam çıkıverirsin.
...

Bu da geçer
Bazen hayat bu şekilde büyütür insanı
Göremediklerini daha iyi gör diye..

Ve
Ara ara aynı yerde dönüyorsan
Demek ki o girdapın içinde farklı dairlere çarpıyorsun

Sonra,Narkozist bir düşünce ile bünyenin dünyaya adapte olmasını beklersin.
Senden beklentileri olanlar, senden inan çok daha acelecidir.
Hemen işe başlaman
Hemen acıyı unutman
Hemen gülümsemen
Hemen hiçbir şeyi umursamaman
Gibi..

Ve
Dünyaya adapte olmaya çalışırken
Oturur, uyku düzeninin normale dönmesini beklerken
Yazarsın iki satır

Laf ola beri gele…

5 Mayıs 2011 Perşembe

Bul Beni...

İstemem,
Gözlerin düşsün gözlerimden
Yahut, ellerin
Ellerimden…

Sevda buysa,

Bu.

Bilmiyorum, çözümü…

Diliyorum olsun,
Sen, beni bul.
Benim seni aradığım kadar yakın.
Her şeyi unutacak kadar, gelecek.

Saf
Yalın
Yalansız
Ve
Gerçek.

Neysen o…
Neysem o…

İstemem,
Bu dans hiç bitmesin.
Kalsın başım omzunda,
Kollarında,
Başucumda.

Biliyorum ki;
Sen, her zaman yanı başımda.
Dost, arkadaş, sırdaş…
Söz,
Verdiğini tutacak.
Kadir, kıymet inanacak.
Hayat da gerçek olarak istenen ne varsa…
Ol da gel bana.

Bul beni.
Diliyorum olsun.

Bilmiyorum ismini
Siluetini…

Ben gibi derin
Ben kadar narin
Ben kadar sevgi

Bul beni…

3 Mayıs 2011 Salı

Yenilen...Değiştir...

Bakışını çevir güneşe…


Bakışını çevir güneşe,
Eğer üşüdüysen suçlama

Güneşin suçu ne,
Sen, Ay’a bakakaldıysan.

Değiştir bakışını.
Yenilen…

Başını çevir tebessüme,
Eğer somurtuyorsan.

Mizahın suçu ne,
Sen, boş bir duvara bakıyorsan.

Değiştir bakışını.
Yenilen…

Bakışını çevir sevgiye,
Eğer açsan

Hayatın suçu ne,
Sen, yanlış seçim yaptıysan.

Değiştir bakışını.
Yenilen…

Bakışını çevir aşk’a
Eğer yalnızsan

Doğa’nın suçu ne,
Sen, kendini açmıyor
Doğayla bütünleşmiyorsan…

Değiştir bakışını.
Yenilen…

Kaynaş toprağa…
Yağ okyanusa…
Avuçlarını aç ve şükret Tanrı’ya

Unutma,
Senden, bir tane daha yok dünyada.
Öz, özle buluşamadıkça
Boşsun boş…
Öyle gelip,
Öyle gitme…

Değiştir bakışını.
Yenilen…

Tut, kendi kendinin ellerinden
Koş…
En başından mutlulukla
Yine yine yeniden…

Ve
Unutma,

Değiştir bakışını.
Yenilen…

1 Mayıs 2011 Pazar

Eski Bir Dost...

Bir Mayıs…

Mayıs Ayı,
Güzellikleri düşlediğimiz
Renkler arzu ettiğimiz
Bir ay
Her ne kadar geçmişte farklı şekillerde tezahür etmiş olsa da bahar güzel.
Onu anlamlı kutlamak daha doğrusu anlamını idrak etmek başka bir güzellik.

Ne Taksim’deyim.
Ne evdeyim.

Yeni isimlendirdiğim.
Anneciğimin ve benim şehrin kalabalığından bir an uzaklaşmak için tercih ettiğimiz minnacık bir park burası.
Bir çeşme yapmışlar buraya.
Ben adını “aşk çeşmesi” koydum.
Sırf suların sesini duymak için ara ara takılır oldum.
Üstelik annemde sattı bugün.
Ne yapalım, aldım elime kağıt helvamı yer bulmakta önce zorlandığım banklardan birinin yanına müsaade isteyerek kıvrılıverdim.
Yanımdaki kadına da ikram ettim ancak o sıkı bir rejimdeymiş.
Tamam, sorun değil ben yerim diye dönerken yanımda ki bankta gazete okuyan ara ara sigara dumanından rahatsız olan hanım ile göz göze geldim.
Bir an zaman geri saydı.
İşte ortaokuldayım.
Birkaç öğretmen düşünceleri ya da eylemleri, biz o zaman tam olarak bilmiyoruz.
Okulda tam bir sessizlik hakim.
O birkaç öğretmen sürüldü.
Onun birkaç arkadaşı ile dimdik duruşlarını hatırlıyorum.
Beyaz önlüğü içerisinde, elinde kitapları…
Sert bir yüz ifadesi.
Hiç dersime girmemiş olması ancak hep o duruşu.
Ablası bizim Türkçe öğretmenimiz.
Kendisinin kardeşi olduğunu söylediği sınıflarda şaşkınlık oluşuyor.
Abla sarışın, kardeşi esmer.
Çok hanım kadınlar…

Yıllar geçmiş.
İlk diyalog
“ Kağıt helva yer misiniz hocam?”
-Sağ olun. Teşekkür ederim. Almayım.

-Hocam. Bir an tereddüt ettim acaba siz misiniz ? Ben, sizde okumadım ancak sizin gidişinizi hatırlıyorum. Hep sizi teneffüslerde görürdüm. Sizin nereye gittiğinizi hep merak ettim.
Neler gelmişti başınıza. O duruşunuz beni etkilemiştir.

*Evet, bir şeyler yaşadık. Sonra yine geldim bu sefer ücretli olarak sonra ….. Lisesi’ne atandım. Oradan da emekli oldum.

-Ablanız nasıl?
Ablam da bende onda Türkçe okuduk.
*Ablam şu an iyi yalnız beyinde pıhtı oluştu bir felç durumu yaşadı ancak artık kendi hayatını yalnız da sürüdürebiliyor.
-Çok geçmiş olsun.
(İçimden diyorum ki bir yandan bu kadın bir mayısta burada olmazdı neden, ikimizde fıskiyelere bakıyoruz şimdi)

Laf lafı açıyor.
Diyor ki :
*Eksiden olsa ben şimdi meydandaydım ancak artık şartlar değişti. Onun için gitmiyorum gerek yok. Eskiden hafta da iki kere önce tiyatro sonra sinema muhakkak bir opera izlerdim.
Şimdi ne kültür merkezi kaldı, ne izlenebilecek güzel bir eser.
Bana hitap etmiyor. Burası daha güzel

Ve bana anlatıyor çoğu muhabire nasip olmayacak güzellikte anılarının bir kısmını.
Hayretleri içerisinde maziye yolculuk yapıyorum.

O da bana hayret ediyor,
Ortaokul birincisi sınıf öğrencisi üstelik onun dersine girmeden bir başka öğretmen hakkında izlenimleri, düşünceleri konusunda.

Hocam, yıllar sonra sizi görmek çok güzel.

*Evet, bizler için en önemli hayatta ki şey.
Hatırlayan bir öğrencimizden üstelik güzel sözler.

-Biz her şey önce ailelerimize borçluyuz. Annem ve babam bana vermeselerdi çeşitli bilgiler ile donatmasalardı veya ben almayı bilmeseydim farkındalığım artmazdı ki. Öylesine yaşar giderdim.

Geri dönüyorum.
O koridordaki halime
Çocuk gözlerime
Bir abla başka bir kardeş başka…İkisi de aynı aileden çıkma.
Biri hayat ile eğlenen neşelenen biri iken. Diğeri herkesten cesur, hep erkekler arasında tek kadın ve güçlü. Ezilenin yanında.

Demek olabiliyor muş.

Yıllar sonra eski bir dost bana güzel şeyler hissettirdi.
Ta o zamanlar da bile gözlemlerimin ne kadar doğru olduğunu.
His meselesi sanırım.

İsmim…. Hocam, sizi görmek çok güzeldi.
Ablanıza da selam.
*Soyadınız neydi ?
Yalnız şöyle daha iyi hatırlar.
Ablamın sınıfına bir ödev veriyor kompozisyon konusu “ köylü milletin efendisidir”
Ablam da babama yazdırıyor, rahmetli babamın kalemi çok güçlüydü.
Oda sınıfta okuyor.
Ablanız ablama “ kim yazdı bunu?” diyor
Ablamda babam diyor.
Ablanız da “ söyle babana çok güzel yazmış yalnız bir daha kendin yazmadan gelme”

Mayıs güzel…
Eski ve yeni dostlar güzel.
Aşk çeşmesi hepsinden güzel…

Bir güzel Pazar.
Tüm pazarlar ve diğer günler gibi
Sevgi dolu.