Hürriyet

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Güzel Bir Pazar...

Dün gece,
Dün gece ben uyurken
Usulca üstümü örtmüşsün.
Saçlarımı okşayarak.
Kuşlar söyledi.
Bilir misin, uyurken bile ruh hissedermiş.
Anladım.
Şimdi diyorsun ki:
Anlımdan öperek,
“Günaydın Canımmm, kahvaltı hazır”
Candaş,Yoldaş,Sırdaş,Sevgili,Eş’ ce.
Ne güzel bir uyanış
Mis gibi sıcacık poğaça kokuları burnumda,
Miskinlik yapıyorum,
Şımarıyorum.
Çıkmak istemiyorum bu tatlı uykudan.
Seviliyorum.
Seviyorum.
Bir gül var masanın üzerinde
Ölene kadar da sürer mi kuşlar sizce
Bu gün, şu an ölsem gam yemem
Yaşadım evet derim doya doya
Kokular devam ediyor,
Şimdi kızarmış ekmek kokusunun izlerini, üstüne sürülmüş tereyağ ezmeye çalışıyor
Fon da hafiften bir müzik.
Hava bulutlu ama bu hanede güneş var.
Elele vermiş,
Birbirine söz vermiş her can için.
Her daim güneş var...
Bugün Pazar,
Güzel bir kahvaltı beni bekler…
Rüya mı gerçek mi hayal mi ne fark eder.
Gönül hissetmek istedikleri ile de biraz yaşar.

Ah Italya ve IL DIVO

http://vimeo.com/2209103

Yer
Barcelona
IL DIVO konseri
Maalesef İstanbul’da izliyorum.
Tv karşısında
Tarihin,aşkın,tutkunun ve müziğin iklimi buram buram ruha yanaşıyor.
Yavaş yavaş alıyor,kucaklıyor sarıyor tüm benliği ile.
Ne güzel şeydir müzik.
Ne büyük dünyadır…
Küçücük mekanında dünyalar yaratırsın bir anda
Tek tek lambalar yanar ve dans etmeye başlarsın.
Ruhun uçuşur yavaş yavaş aşk ile
Anlamını bazen bildiğin, bazen sadece dinlemek ile yetindiğin bu güzel şarkılar…
Herkesin ruhuna girebilen şarkılar vardır ve farklıdır.
Benim ki bunlar…
Hele böyle muazzam seslerle
Salon hınca hınç ve herkes ayakta alkışlıyor.
Gözlerimi kaparım,bırakırım kendimi…
Kucaklar beni usulca
Piyano tuşları ufak ufak dokunur kulaklara
Yıldızlar üzerine yağar
Yeri,zamanı,şekli sen belirlersin
Kainat ile bütünleşirsin
Tükendiğin yerde bu müzik ile yeniden bütünleşir
Sevgi ile yeşerirsin.
Sıcacık koynuna giriverirsin namelerin.
Herkesin bir ezgisi vardır,
Yakalanacağı bir melodi.
Şimdi ilk aşklarımdan Frank Sinatra’nın meşhur ettiği şarkı seslendiriliyor
“My way”
İtalyan asıllı Amerikan vatandaşı dememe gerek yok sanırım.
Yaratıcı
Sevgi ve aşk dolu
Tarih kokan
Heyecanlı,kanlı canlı. Gözleri gülen insanların
Evlerinden çiçeklerin fışkırdığı yerler
Romantikliğin zirvesi şarkılar
Tutku lambaları yanar bu ülkede.
Kadın gibi kadınlar
Motorsikletli genç kızlar
Cillop gibi adamlar
Her an her salise aşık olabileceğin bir ortam.
Kötü bir şey akla gelmez diye düşünüyorum buralarda
Henüz gidebilmek nasip olmadı ama gitmiş gibi hissediyorum,belki hayal kırıklığı olacak ama bir gün ayak basacağım bu üzüm ve zeytin şehrine.
Nefesim nefesine karışacak çizme şehrinin.
Şarapları,bahçeleri,yaşanmışlığı ile benim my way’im İtalya.
Benim yakalandığım melodi burada çalınıyor.
Duygulu,romantik,tutkulu ve ve ve tabi ki sevgi dolu.
Ölmeden görmem gereken yer.

Benim adım Güz

"4.şarkı eşliğinde dinlemenizi tavsiye ederim. "bab-ı giz"
http://www.mp3dinlermisin.com/album-dinle-gulay-damlalar-2-2002.html




Gece düşünce gölgeler,
Sokak lambaları el verir ,birer birer...
Yoldan geçenler tatlı telaşlarda
Peşi sıra gölgeler dans eder.
Kimi uykuya düşer,
Usulca girer bedenler bir yatağa.
Kimi haberli kimi habersiz…
Kimi dimdik kimi çökük
Suretler geçerler tek tek
Birinin elinde sigara
Kiminin torba
Kimi evde yalnız
Kimi ışıklar ve sesler arasında yine yalnız
Gece düşünce kalır insan özüne
Döner içinde ki seslere
Sorar tek tek
Yaz mısın?
Kış mısın?
Bahar ya da güz müsün?
Güler görünüp ağlar mısın ?
Altın görünüp bakır mısın?
Ziyanda mısın yoksa karda mısın yolcu?
Üşür müsün.
Sıcakta mısın
Denizi bilir misin
Dağı tepeyi
Ey yolcu seyahatin hangi boylamındasın?
Nereden geldin
Hangi hanın son tufanısın
Gece gece buradasın…
Saçlarında ki beyaz kaç tel
Görünmez elbet gece gece
Görünür ruhun gerçekleri tek tek
Düşerler çekinmeden geceye.

Eskici

Eskici
Eskici, topla tüm eskileri...
Kalmış,birikmiş,yığılmışları.
El süremediklerimi bile.
Eskiden bir şarkı dinlerdik yunanca “palyaci” yani “eskici”.
Nerede eskiler derken,
Kendimi buldum şarkı içinde.
Eşyalar mı toplanıyor ansızın
Sızıntı gibi girip apar topar
Gülümsüyorum.
Hayırdır, tatile mi gidiyorsun ?
Benim için mahsuru yok alıp da koklamayacağım
Üzerinde kalmış bir koku kalmadı.
Tabi ki al, ben giymeyeceğim
Kış da değil alayım o kocaman pijamaları sarayım bedenimi komik komik dolanayım.
Al al tabi
Canın sağolsun
Yalnız duvarları da sil
Sesleri
Görüntüleri
İzleri
Ne kadar silersen sil ama
İşte onu alamazsın,
Haklı veya haksız ne söylendi ise hepsi satır satır işlendi.
Tıpkı gülümseyip,gülümsemediğin
Sarıp ,sarmadığın
An gibi fotoğraf gibi
Deklanşore girdi
Gerçekten.
Gerçekten kafam omuzundayken ne düşündüğün gibi
Ben denizdeyken,
Kim ile konuştuğun gibi
Kumsal yazdı
Deniz duydu
Yıldızlar şahit
Al al her şey al tabi
Her şey senin üstüne göre
Mevsim şimdi sende yaz bende kış
Mevsim döner,
Kış geçer yaz düşer bana da, belki bahar
Sen şimdi git
Eskileri al da git.
Sesleri,sedaları,sözleri
Gerçek yada gerçek olmayanları
Hepsi ama hepsi istemesen de
Üzgünüm burada kaldı.

30 Temmuz 2010 Cuma

Sevda Yükleri... Yük alıyoruz bile bile

http://www.dinliyoz.com/11220/yasar-sevda-yukleri-indir-dinle.html




İlla erkek erkeğe mi yapılır muhabbetler…
Sohbetler…İçmeler…
Kuruçeşmede İtalyanca öğretmenimleyim.
Kız kıza
Yalnız yalnıza…
Çok güzel bir atmosfer
Ay tepemizde,
Işıklar yanmış üstümüzde, manzara inanılmaz aşk dolu
Tabiat aşkı yanlış anlaşılmasın,
Şarkılar beni başta duygulandırıp ağlatırken
“Üzülme, manzarayı bana gösteriyorsun ama sen bakmıyorsun. Değer mi hayat da sağlıkla kal”yeter diyor bana.
Gemiler ışıkları ile donanmış boğazda dans ediyor
Bizler pistte .
Salsa yada tango kursuna gitmeye karar veriyoruz.
Acayip güzel bir atmosfer
Şarkılar ; ayrılıklar,ihanetler,kopuşlar,kavuşmalar,özlemler,sevdalar velhasıl hayat çağlıyor
Son şarkı ile Yaşar konserini noktalıyor…
Muhteşem müzik ve muhteşem sözler
"Sevda Yükleri.
Günün birinde olacak
Gönül birinde duracak
Günün birinde ben
Günün birinde sen
Günün birinde herkes
SEVDALAR KURACAK
Ne kadar yaşanır dersen der
Gemiler bile gidemez yol alamazlar
Sevdasız yola çıkmışlarsa"

Biz Türkiye’de de güzel ve iyi müzik yapıldığını ispat ediyoruz sadece sevgi ile diyor.
Sevgi de bana yalnız bitti zaten iş.
Ellerimizde mısırlar taze bardakta modernize yani,
Yazlık sinema gibi sanki bir bayram alanı
Çocukluğumuza dalıyoruz ikimizde nasıl da özlemişiz ah o çabucak uçuşup giden en güzel günleri.
Yanımda ki çift birbirlerini sarılmış dans ediyorlar. Acaba 15 sene sonra da böyle mi kalacaklar ? Kim bilebilir?
İnsan her şey güzel başlıyor öyle değil mi?
Bitmek tükenmeyen alkışlarla konser nihayetlenirken biz kendimizi Kuruçeşme kıraatanesinde buluyoruz.
İçip içip demli çayları ılık esen rüzgarla sarhoş oluyoruz sabah 3 olmuş
Dünyayı ve kadınları kurtardık
Adam gibi adam yok, anladık.
Noktalıyoruz özgürlük saltanatını
Sevdim bu işi
Hoş geldin cumartesi…
Şarkılar benim için…

29 Temmuz 2010 Perşembe

Özlersin...

Özlersin…
Özlersin bir zaman dilimini.
Dilimin içinde ki kahkahaları.
Sevinç gözyaşlarını.
Özlersin…
Özlersin bir an rüzgarı
Rüzgarın uçuşturan ve unutturan tılsımını
Dalarsın.
Özlersin…
Özlersin denizi
Gün batımını ve doğuşunu,
Balıkçıların ağdaki yaşam coşkusunu
Tel tel ördükleri ağdaki huzuru
Özlersin…
Özlersin geceyi
Yalnız yıldızlar çıktığında uzanmak istersin, o derin sessizliğine
Gün doğana kadar koynunda kalmak istersin
Güneş gözlerini kamaştırana dek…
Özlersin…
Özlersin bazen söylenmiş, bazen hiç hatıra bile gelmemiş kelimeleri…
Dilersin,
Dayanırsın bir ağaca.
Nerede o güven?
Nerede o sadakat?
Nerede dost, nerede arkadaş?
Nerede dünya?
Ve nerede sen.
Özlersin…
Düşünmeyi, gerçek anlamda var olabilmeyi
Sözlerinin dinlenildiği, sohbetlerinin kesilmediği.
Özlersin…
Denizdeki yosun gibi yaşamı
Avuç avuç tuttuğun kar taneleri gibi
El açıp dualar edersin
Özlersin…
Tüm kayıpları.
Ve sessizce yalnızlığına dönersin
Bir bilirsin ki özlediğin aslında sende
Senle atar her damar
Yaşıyorsan ve şu an yazarken bile nefes alıyorsan
Sağlıklısın,görüyor ve duyuyor. İlla da hissediyorsun.
Evet çokça inciniyorsun,
Çünkü sen, gerçek insansın.
İşte onun için özlersin…

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Sırılsıklam...

Yağmur,
Güzel yağmur…
Ne güzel geldin.
Zamansız. Birdenbire…
Allah’ım şükürler olsun sana. Bu güzelliği tekrar hissettirdiğin için bana.
Şu an da gözyaşlarımı akıttırdığın için.
Biliyordum,
Biliyordum beni yalnız bırakmayacağını…
Uzun zaman oldu
Bir yağmur damlası üzerinde böyle güzel romantik dans etmeyeli,
Sırılsıklam etti beni.
Elbisem üzerime yapışmış, herkes oluklar arasında beklemekte yavaş yavaş yürüyorum.
İnsanlar kızgın adımlarla suratsız ilerlemekte.
İnsan neden korkar sudan. Hele Allah’dan gelen den.
Anne karnı gibidir aslında orasıda
Ne denize benzer, ne duşa…
Sırılsıklamım.
Uzun zamandır böyle ıslanmadım.
Islanmaktan zevk almadım, şelale gibi kaldırımlarda yol alırken,
Saçlarım yapışmış nefes alamıyorum sudan, ne güzel
Arındırıyor beni
Bereketiyle yıkıyor beni Yaradan,
Caddeler bomboş
Yağmur avuçlarımda olacak kollarımı açsam ama deli diyecekler.
Hissediyorum.
Sırılsıklamım.
Üşümüyorum.
Çok mutluyum.
Çok huzurluyum
Yüzümde tatlı bir tebessüm
Bu berat gecesi hatırına mıdır ? Gerçekten beni beraat ettirir misin tutsaklığımdan.
Sırılsıklamım ve hissediyorum
Çok mutluyum
Uzun zamandır böyle ıslanmadım.
Böyle bir duygu yaşamadım.
Ne bir canlı, ne bir çiçek, ne bir söz
Allah dan açılmış kapılardayım
Merhaba,
Nurun ile onurlandır.
Şimdi gözyaşlarım gibi sevinçlerini akıttır.
Yaşama sevincim
Sırdaşım
Dostum Yaradanım
Sağlık,sevgi ve mutlulukla bana en doğruyu seçtir.
En doğruyu getir
Unuttur tüm geçenleri.
Beni terfi ettir
Beraat ettir.
Bağışla ve özgür kıl.
Sana ulaşmak için bir kapıyı daha arala
Yağmuru sevdiğimi bildin gönderdin, otobüsten iner inmez arındırmak için yeniden
Sırılsıklamım
Çok mutluyum
Tarifsiz bir durgunluk, şaşkınlık ve güzellik akıyor içime
Beraatınla onurlandır.
Senden gelen her şey kabulüm
Gerçek aşkın ile taçlandır.
Sırılsıklamım
Çok mutluyum.

Berat Günü.

Allah’ım bana kattıkların için teşekkür ederim.
Sahip olduklarım için…
Güçlü bir usa,derin bir ruha,küçük ayrıntıları fark ettiren gözlerime, ağlayan ve gülen ve yardım isteyen tüm canlıyı duyabilen kulaklarıma. Çimin kokusunu almamı sağlayan burnuma.
Dans eden bacaklarıma,sevdiklerimi saran kollarıma, merhaba derken uzattığım ben olan ellerime. Çiçekleri ,toprağı,yağan karı saran avuçlarıma.
İçtiğim o güzel demli çayın tadını anlamamı sağlayan dilime
Rüzgarı hissetmemi sağlayan saçlarıma
Henüz yeni yeni açılmaya başlayan gönül gözüme.
Bağlantı kurmamı sağlayan sağduyuma ve sezgilerime.
Tüm bunlardan ayrı ama her şeyi dertli toplu bir Kapalıçarşı gibi istif etmiş yüreğime.
En büyük zenginliğime şükranlar olsun.
Beni bağışla…
Senden gelip yalnız sana dönecekken ara yollarda kaybolduğumuz için beni ve herkesi.
Aslında bir ilizyon dan ibaret şu güzel dünyamızı; gereksiz kahırlarla,yer yer ızdıraplarlar,savaşlar,kinler,sevgisizlikler,hainlikler,namusuzluklar,hileler ve en kötüsü kendi kendimize yaptığımız ve başkalarını da ortak ettiğimiz yalanlar için bağışla.
Kula kulluk ettiğimiz sana şirk koştuğumuz için bağışla
Hiç kıymetlerini bilemeden kaybettiklerimize yerli yersiz çıkışlarımız,isyanlarımız ve asiliklerimiz için bağışla.
Tokken aç yatanları unuttuğumuz için.
Hiç doymadan sadece tüketmeye döndüğümüz için
Aslımızı unutup başkaları olma sevdasına düştüğümüz için
Yanı başımızda bize kan ,can,mutluluk ve sevda vermek için çabalayanları gözümüzü kapattığımız için
Lütfundan uzaklaşıp dünya ya fazla daldığımız için
Örnek eş iyi anne baba olamadığımız için
Gereksiz yere sevdiklerimize çıkışlarımız için
Tutmadığımız her el,kucaklamadığımız her can ve “seni seviyorum” diye dillendiremediğimiz her salise için
Herkes ile yarış içine girip, hanelerimizde gerçek mutluluğu kaçırdığımız için
Aslında verdiğin büyüklüğün hiç farkına varamadığımız için
Hayatımızda renk taşı olanları göz ardı edip ancak yitip gittiklerinde pişmanlıkla döktüğümüz her damla gözyaşı için
Rant,çıkar,ego tüm benlerden çıkamayıp hep daha fazlası uğruna; yakıp yıktığımız,can yaktığımız,ırza geçtiğimiz,öldürdüğümüz tüm canlar için
Hiç günahı yokken bir hayvanı ezdiğimiz için
Gerçekten bir yetimin,öksüzün saçını bir kez olsun okşamadığımız için.
Yağmurlar yağarken pencereleri kapattığımız, güneş açarken şikayet ettiğimiz için.
Köy yerlerinde ırzına geçtiğimiz hayvanlar için
Yavuklusunun saçını bile okşayamadan toprağa varan Mehmetlerimiz için.
Kardeş kardeş yaşamayı bilmediğimiz,öğrenmeye çalışmadığımız ve fırsatçılara kapıları açtığımız için.
Bir sabah olsun uyanırken gülümsemediğimiz için
Bir gün olsun aldığımız nefesin belki de kullanılan son bilet olabileceğini hiç düşünmediğimiz için.
Bayramları tatil günleri ilan ettiğimiz için
Oflaya puflaya bize emek veren büyükleri ziyaret ettiğimiz için
Bir karış toprak uğruna bedenine 40 kurşun almayı çekinmemiş kadın,erkek, çocuk bu vatan evlatlarını bir kalem silip attığımız için
Doğru ilime,mantığa akla uygun olanı değil televizyon kanallarında yayınlanan dizilerle hayat çerçevemizi çizdiğimiz için
Kendimiz olmayıp tek tip kadın veya erkek olmayı seçtiğimiz için
Hakkımız aramayı istemediğimiz için
Hakkıyla çalışmadığımız için
Sınırlarımızı bilmediğimiz için
Kendimizi eğitmeye gerekli zamanı yaratmadığımız için.
Okumak,okumak ,okumak dan öte bir şey olmadığını unuttuğumuz için
Göçüp giden tüm değerleri yaşatamadığımız için
Sevmeyip hep sevilmeyi beklediğimiz için
Yaratılanın en üstü “insan” olduğumuzu unuttuğumuz için
Bizleri bağışla
Yüksek mağfiretine sığınırız
Dilimizi konuşturan,gönlümüzü dolduran, kaynayan gözyaşlarımızın ilk ve son durağı Yarabbim bizi bağışla.
Sana dost olabilen kullarından eyle
Bugün sağnak yağmurlarınla beni yeniden doğurduğun gibi iliklerime kadar arındır beni…Bizleri.
Şaşırtma. Korkutma. Yanıltma
Dostlarınla karşılaştır. İyilerle karşılaştır.
Sen bizi hiç unutmadın ama biz seni unuttuk
Sevgiden mahrum etme
Dilimizde adın, ruhumuzda senin aslın sen bir öbür seneye kadar biçeceksin yenilikleri en güzeli getir bizlere….
Ve Mustafa Kemal Atatürk ile onun silah arkadaşlarına
Tüm şehitlerimize
Tüm eğitim şehitlerimize
Tüm meslek şehitlerimize
Ailemizden kopup gidenlere ama henüz o boyutu algılayamadığımız için bizi görüp de bizim göremediklerimizi o sonsuz kudretinle nurlandır
Vatanımın bayrağını sonsuza kadar dalgalandır
Bunu algılayacak ve koruyacak evlatlar yetiştirmeyi nasip et
Bağışla bizi arındır bizi
Aç tüm güzellik kapılarını
Can evinden çıkıp senin gönül köşküme girebilecek kullarından olmak için duygularla değil mantıkla yürümemiz için aklımızı diri ve bir tut.
Sevginden mahrum etme şu aciz kullarını.
Rahmeti ,kudreti,azabı büyük olan Yarabbim
Sen, bağışla kırdığımız kalpler için de bağışla
Doğru yolundan ayırma şaşırtma
Sevginle, bağışlayıcılığınla,rahmetinle kuşat bizi.
Amin….

25 Temmuz 2010 Pazar

Mükemmel Bir Gün

Bir Pazar günü ancak böyle güzel geçirilebilir…
Sadık ve sarsılmaz bir bağ ile düğümlenmiş gözükse de, yaşasalar da ki çok şükür benim ki yaşıyor Allah ömür versin yaşamasalar da bir yerden muhakkak işaret veren. Göbek bağımız ile kainata dan torpilimiz analarımız.
Anacığıma deyiverdim vallahi de billahi de sabah 08:00 de kapımdaydı.
Allah vücuduna sağlık versin.
Hiç sektirmez randevu saatini. Elinden geliyorsa ki elinden gelenin fazlasını vermiştir hep.
Yol alıyoruz can hıraç tıkış tıkış tramvay ve 08:30 vapura yetişebilme taarruzu ile yola çıkıyoruz.
İstikamet ada vapuru yandan çarklı.
Kahvaltı yapıcaz. Kesinlikle tavsiye ederim. Beni yakından tanıyanlar adalar içersinden hangisini en çok sevdiğimi, ve kaç dostumu buraya kazandırdığımı iyi bilirler.
İğne atsan yere düşmez vaziyet de ,şeytan dürtüklemişte git oraya sakın evde kahvaltı etme dermiş gibi yol alıyoruz.
Vapur geç kalıyor …
Bir an kahvaltıya yetişebilecek miyiz endişesi içerisine girmişken.
Hava enfes gök masmavi bir dirhem bulut yok. Ve çook sıcak. Olsun annem yanımda, sağolsun bana destek olmuş. Düşmüş benle yollara.
Annemle ilginç maceralarım vardır bir keresinde Denizli’de temmuz sıcağında Pamukkale’yi gördük ama yeni kazılar başlamış orayı görmek istiyorum. Annem ne işin var ne yapıcan dese de nafile ben merak ediyorum aslımda kedilik de yok ama.
Her neyse biraz yürüyoruz sonra pes ediyorum anneme haklısın diyorum. Kadıncağız kıpkırmızı ama bana arkadaş olmak için elinden geleni yapıyor ses etmiyor. Sonra dank ediyor kafama ne işin var mevsim normalleri üzerinde seyreden o kupkuru sıcağın ortasında.Gölgede 42 derece düşünün.Dilimiz damağımıza yapışmış vaziyette . İşte tüm bunlar küçükken seyredilen o Indiana Jones filmlerinin etkisi. Arkeolog olsam neyse ama bu maceracı huyum maalesef gitmiyor. Ruh böyle ben ne yapıyım. Muhakkak görülecek ve öğrenilecek bir şey vardır.Memleket güzel ama laf aramızda açılım yapmak da lazım mesela İtalya gibi.
Usul usul gidiyoruz masmavi gök kubbe altında adaya doğru.
Telefon açıyorum benim mekana dün 10:30 a kadar kahvaltı var diyenler şimdi Pazar günü yok diyor . Öyle mi gel anacım yamacıma başka koy bulalım.
Denize sıfır bir masada oh koyuyoruz kahvaltılıkları. Bir tabak sadece peynir çeşitleri otlusundan,beyazına ne ararsan. Kesinlikle tavsiye ediyorum “ ceviz reçeli” ilk kez yedim değişik bir tat. Biraz sanki kestane şekerinin az şerbetlenmiş hali gibi ama ondan daha güzel.
Deniz anaları denizde. Golden köpek yan masada biraz önce kalkan masanın sahanını yalamak ile meşgul.
Demli bir çay daha alıyorum, leziz. Çek burnuna oksijeni. Çek ohh şükürler olsun.
Acaba bir kahve içsek çok mu olur. Yoksa fazla mı olur diyecekken garson “ acaba içer misiniz kalktı sahipleri” diye iki fincan halis Türk Kahvesi kokusu içerisinde kahveleri gösteriyor.
-Tabi .
Annem: Hem çay hem kahve mi içicen
Garson : Müessesemizden
-Sorun değil içeriz…
Örtüyorum kahvenin üstünü hızlı hızlı içiyorum çayı üstüne kahveyi
Üstüne birde güzel fal bakıyorum artık nasıl oluyorsa hem annem hem kendime.
Ne yapalım bakacak kimse olmayınca.
Alıştık yokluk vaziyetlerine ya, her şeyi hallediyoruz. Fal güzel çıktı. Bir ev çıktı. Güzellik,temizlik, iyilik,sağlık çıktı.
Annemin ki benden iyi çıktı
Haliyle bu gazı kendi kendime verdikten sonra , esas mekana doğru yol alıyorum.
Anneciğim ilk kez geliyor buraya.
Onunla çok ada maceramız vardır.
Yol uzunda ben senin gibi yürüyemem burada oturalım, diyor.
-Olur mu annem bak faytona binicez şimdi diyorum
Bak yine masraf yapma ,diyor
- Ah, anam güzel anam. Kesintisiz her şartta kuzularını düşünen analar. O kuzular hiç koyun olamazlar. Severiz de içten içe kuzu kalmayı. Bir omuz, bir dert ortağı. Ne kadar kalbini kırmış olsak da ondan başka var mı sığınağımız.
-Sürpriz! Hadi atla faytano annem bak burası benim mekanım burayı çok seviceksin insan kalkmak istemiyor.
Faytonun esas emektarları simsiyah ve beyaz yeleli at kardeşlerimizle zirveye çıkıyoruz.
-Annem bak deyip anlatmaya başlıyorum,vakti zamanında yapılmış olan bu kilisenin yakınların da sesler duyulduğu için birçok yerli halk buradaki evlerşnş satmış. Sözde hayaletler varmış. Bunun aslında rant sağlamak uğruna deprem sonrası uydurulma olduğu da söyleniyor derken. Annem bombayı patlatıyor.
-Ama dikkat ettin mi atlar geçerken yavaşlıyor !
Hııım hiç dikkat etmemiştim buna. Dönerken yürüyerek dönüp bunu dikkate alacağım diyorum içimden .
Ve benim tepeye varıyoruz
Annem haliyle çok beğeniyor
Yer aynı ama tad farklı artık.
Başka algılıyorsun başka görüyorsun.
Görmek zorundasın.
Hayat da olmak ile yaşamak aynı şey değil aslında.
Ben şu an hayattayım ama yaşamayı seçtim.
Yaşamın renklerini sunuyorum anneme.
-Annem bak birazdan serçeler gelecek masana onlara ekmek ver hiç çekinmeden masana dalacaklar. Çok tatlılar.
Gerçekten mi diyor annem
Gerçekten annem, ne yersin?
Annem de kuş gibi olduğu için :
Yavrum biraz önce yedik daha ne yiyeceğiz hepsi bir arada olmaz ki…
Peki belki sonra acıkırsın
O zaman ben bira alayım.
Annem bir bakış patlatıyor hemen ve arkadan beklenen cevap, yazarken bile gülümsememe neden oluyor.
-Aaa çok oluyorsun ama sen. Ne birası bu şimdi?
Olsun annem sen yanımdasın bir tanecik içeyim buz gibi,Latin müzik kulaklarda.Yer güzel.
Bardağı yarıladıktan sonra gülümsüyorum aklıma lise mezuniyetim sonrası bir öğretmenimin bir zamanların güzel mekanı Gülhane Parkına götürüşü, orada bir bardak biraz hızla içişim ve sarhoş oluşum geliyor.
-Hıh bak bardak bitmeden oldun bitince ne olursun bilmem
Anacım be ne olucam aklıma şey geldi (anlatıyorum, cevap- ne zaman niye benim haberi yok) Allah aşkına. Sen yanımdasın kime ne zararım var, canım öyle istedi .Kalamar yermisin?
-Yok yemem de içkiye alerjim var.
Anlıyorum… O da haklı kendince.
Neyse …
Kalamar gelmek bilmiyor çünkü elektrikler kesilmiş ve bira imamın abdest suyu oluyor 2. almak mümkün değil.
AlimAllah …
Günü bozmayalım.
Adımız sarhoş adayına çıkacak. Aman aman.
Yelkenciler gelmiş,masaları kurulmuş. Elektrikler gelmiş.
Aileler çocuklu çocuksuz bir Pazar gününü heyecanla mutlulukla geçiriyorlar. Ya da ben yanılıyorum öyle gözüküyorlar.
Belki de doğru hiçbir şey göründüğü gibi değil hayat da biz görmek istediğimiz gibi görüyoruz sadece.
Derin bir nefes alıyorum.
Denize bakıyorum . Dopdolu .Atlayan zıplayan, coşan.
Hayat akıyor.
Serçeler sıcak yüzünden henüz kendilerini göstermiyor. Onlar bile kıymetlerini biliyorlar yaşamın.
Ders almak lazım . Kesin.
Biraz daha oturuyoruz.
Bir yaşlı amca ile belki torunu gibi gözüken bir hanım geliyor yer yok.
Biz şimdi kalkıyoruz buyurun diyorum. Seviniyorlar.
Ağacımı sevip kalkıyoruz.
Çekiyorum denizi, havayı, güzelliği içime.
Ve yol alıyoruz annemle inerken dikkat ediyorum evet virajdan değil atlar yavaşlıyor ilginç !
Yabancılar akın akın ilerliyorlar. Gençler keza öyle.
Gezdiriyorum anneme mekanı.
-Kaybolmayalım diyor
Ayıpsın annem buralar benden sorulur diyorum.
-Bana bak sen sarhoş mu oldun diyor
Her şart da bu kadın beni çok güldürüyor.
Annem be ne kaybolması küçücük bir ada korkma vapura da geç kalmayız. Sanki bekleyenin var.
Yavaş yavaş iniyoruz ensemize kızgın inen bir güneş ile birlikte
Sonra sahilden dondurmalarımızı alıp yola koyuluyoruz el sallayarak bir daha ki sefere görüşebilmek umudu ile adaya…
Zaten bir yarımada üzerindeyiz
Ama ne denizi,ne kuşları,ne hayatı yaşayabiliyoruz günlük telaşlar arasında
Vapur hınca hınç
Sağ salim varıyoruz
Herkes evlerine
Bir Pazar gününü keyifli kılan aslında kişinin içerisinde ki yaşam sevinci.
Allah kimseyi o sevinçten mahrum bırakmasın.

Bundan sonra yolculuklarımda ilginç gelen diyalogları da yazı altında paylaşacağım. Benim kadar sizleri de gülümseteceğini düşünüyorum.

YURDUM İNSANININ DİYALOGLARI :
Vapur
-Kabataş’ a doğru yol almakta olan bir vapur içerisinde ki 5 kişilik aileden bir hanım Dolmabahçe önünden geçerken diğer aile bireylerine soruyor :
-Aaa neydi Beyaz Saray dı değil mi adı hani Özal falan toplantı yapıyordu
Diğer erkek bey cevaplıyor
-Yok orası Çırağan Köşkü .Orası Başbakanlığa bağlı onlar toplantı yapıyorlar bazen Cumhurbaşkanı da geliyor
(İnanılmaz kültür birikimi deneyimliyorsunuz sık sık kulak misafiri olmakta fayda var)

Ada
Bir bankta anne ve muhtemelen aile büyüklerinden bir hanım oturuyor,çocuğa yemek yediriyorlar.
Annenin diyalogu çocuğa ( 1 yaşında var yok ):
-Bana bak aç ağzını çabuk. Yoksa senin burnundan kulaklarından sokarım. Yolda burnumdan getirme.
(Değişik bir bağlantı)

Vapur içi
Merdivenlerden çıkarken her yolcu vapuruna verilen isimler gibi bu vapurun adı dolayısı ile sanırım bir tablo asılmış ve o kişin yaşam öyküsü yer almakta
Tabloya bakan kadın:
-Ah canım Allah rahmet eylesin .Ne tatlı adamsın sen. Bak gelirken de giderken de bizi götürdün değil mi anne.
(Yorumsuz diyemiyorum bu benim çünkü Barış MANÇO çok önemli bir şahsiyet aynı zamanda ilk kez görüyorum tablolarının ve hayat hikayelerinin yer aldığı bu çalışmayı)

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Siesta Zamanı

Latin ülkeleri siesta yaparlar.
Yani öğlen uykusu.
Biz bunu sadece çocuklarda uygulayabiliriz. Hatta öyle anımsarız.
Çünkü millet olarak, hep aç bir toplumuz.
Latin ülkesinden birine ziyarete gidenlere ise alışveriş veya bir yemek molasında bile para kazanmanın önemli olmadığı o an orada görebilirler, çünkü her şartta o kepenkler iniverir.

Bugün bende siesta yaptım.
Çoğumuzun bir tatil köyünün içine tıkılıp sözde tatil anlayışımızı gerçekleştirirken uygulamaya çalıştığımız gibi.
Odası havuza bakanlar çocukların atlarken,zıplarken,şakalaşırken duydukları heyecanla çıkarmış oldukları sevinç naralarından uyuyamazlar.
Birde çocuklara söylenirler.
Tatlı bir uyku basar ama dalabilenlere ne mutlu.
Bazen bir çam ormanına yakın balkon camının kenarından hafif hafif sallanan ağaçlara bakarken dalarsın.
Yahut odanın sıcaklığında kliman yok ise oflaya puflaya dön sağa dön sola uyumak için savaş verirsin.
Bizler genellikle tatilde sözde dinlenmek için bir başka odaya kitleriz kendimizi.
Sanki insanlar evde uyuyamaz gibi.
Oysa büyükannelerimiz bizi “hadi şimdi eee.. uyu bakayım uyu da büyü “ diye sallayıp yatırırlar. Biz aynı hızla gözlerimizi kaparken uyandığımızda bizi bekleyen yoğurtlu bisküvi veya hiçbir muhallebicide emsali bulunmayan o muhteşem muhallebi ile bizi beslerler.
Süprizdir.
Yatakten alırken de beslerken de bitmek tükenmeyen gülümsemeleriyle bizi karşılarlar.
Tatlı tatlı büyürüz.
Peki büyüyünce ne oluyor?
Uyku değişiveriyor.
Her şey gibi…
Aslında uyumak hele vakitli vakitsiz.
Beynin yorgunluğu, bedenin istirahati ve ruhun yeniden güçlenmesi içindir birazda
Belki biraz kaçıştır.
Tüm yorgunluklardan,gönül kırıklıklarından,hayal kırıklıkları,aslında yanlış mı anlaşılmıştır, kavgalardan,ihanetlerden,yoksa anlayamamış mıdır hiçbir şeyi,hayatın anlamını kavrayamamışmıdır, taşlar yerinden oynamasa yine de bu olur muydu. Daha neler olacak.
Gelen hayat neleri de kucağında getirecek.
Ve beyin soruşturmaya başlar… Korkarak.
Neden ve Niçin ve Nasıl ve Ne zaman. Ne oldu da oldu …
Hayatı sorgulamaya başlar yeniden
Cevap bulamadıkları hep aynıdır esasında ve bilinen tek gerçek vardır.
Herkes bir şey ister
Hevesler,heyecanlar ama
Gerçek olan nedir?
Ne varsa, ne olduysa onun kafasına takılan en ufak ayrıntıdan en büyüğüne kadar beynin süzgecinden geçmeye mahkumdur.
Kim gerçek için vardır? Veya neden var olmak istemektedir.
Herkes alıp,kaçıp giderken gönül, büyükannelerimizin ki gibi koşulsuz hayatlar ister aslında.
Her daim her şartta sevgi bütünü olan. O bütünlüğü koruyan.
Kimi yorganı kafasına çeker.
Kimi denize dalmak ister
Kimi gözlerini kapamak…
Çünkü bilir ki; çok iyi yaşamıştır ki koşulsuz ve sonsuz olan yoktur, kendi hayatından başka.
Kimi benim gibi camdan yüreğe sahip olanlar da bugün uykuyu seçti.
Aslında devekuşu gibi kafamı mı gömüyordum, bilmiyorum canım sadece bir an yani bizim zamanımızla birkaç saat yok olmak istedi.
Karşıdan ne ce konuştuklarını anlayamadığım komşuların seslerinden birbirilerini uğurladıklarını, arabaya bindirdiklerini anladım.
Sonra çocukluğumda ki saf halim, saf bilincim gibi daldım uykuya nasıl uyumaksa 4-4.5 saat geçmiş. Aç yattığım için sanırım kan şekerimde düşünce uyumaya daha fazla etken olmuş. “Taze gevrek simittt” sesiyle gözlerimi açtım.
Ama hala kendime gelememiştim.
Bir kırıklık var üzerimde anlam veremediğim.
Ama şu yaz sıcağında her zaman ki tempomun dışında çıkıp evde dinlenmeyi seçmek en güzeli oldu sanırım.
Bir uyku belki kendime getirecek beni…
Belki ruhumun dinlenmeye fırsat bulması
Kimbilir ?
Kesin olan şu ki biran evvel yemek yemem gerek

23 Temmuz 2010 Cuma

Dolunay Var Bu Gece

http://www.izlesene.com/video/amator-goktan-erhan-guleryuz-dolunay/308118



Dolunay var bu gece,
Penceremin duvağını kaldırdığımda fark ettim.
Yalnız ve parlak bir ay…
Kimi belki sahil kasabasında,
Kimi sevgilisi ile boğazda
Ayın şavkını izliyorlar kol kola…
Ayın haberi yok.
Gökyüzüne asılı kalmış tek başına…
Kırık düşler gibi iniyor ışıkları
Isıtmıyor güneş gibi içimizi
İnceden bir nefes yahut soluk gibi
Ay geceye teslim olmuş,
Yalnızlığa yatmış besbelli.
Bir sigara dumanı kadar kısa, yahut
Bir ıslık kadar ince
Veya bir şarkının nakaratı gibi bazı geceler…
Sessiz ve yalnız…
Lacivert günlerin karası gibi,
Dolunay var bu gece
Bundan sonra ki birkaç gece…
Yeniay doğana kadar,
Ve hatta
Dolunay yeniden çıkana dek süregelecek bir döngü işte.
Zaman döneniyor sinsice.
Yalnız günlüklerin tek kelime başlıkları gibi…
İniyor, perdelerin düşlerinden ayın güzelliği bu gece.
Evet, dolunay var bu gece…
Yıldızlar uykuda bu gece.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Kadın Çiçektir

http://umutfm.com/izle.php?id=13920

Yer
Van
Konum Saray
Ama bildiğiniz Saray yuvalarından değil
Kadının soyadı Pilatin
Pırlanta da kullanılan gibi değil yani Platin.
Ameliyat sonrası kullanılan belki.

İlk göz önüne çıktığında kocası tarafından hunharca dövülmüş,
Üstüne kulağı kesilmiş
Tam 3 çocuk annesi kadın.
Susmuş.Sinmiş serçe gibi duruyor kocası yanında.

1987 senesinde ilk basımında rekor kıran “Kadının Adı Yok” kitabı aklıma geldi.
Gazeteciliğe başlamadan önce Pedagoji okumuş aydın bir kadındı ve kadın sorunlarını dile getirdi. Getirmeye gayret etti. Adı feministe çıktı.

Kim konuşur hele kadın vah ki vah...

Erkeklerin doyumsuz dünyasında
Otobüsler fordçu olup,
Evde aslan kesilen zibidiler
Karısının başını kapayıp utanmadan el kızına göz süzenler.
Evrim değiştirdi birden duygusallaştı nataşalar kardaş oldu.
İstanbul’un bilumum misal Aksaray,Laleli semtleri özel güzergahlarıydı.
Ama karı başkaydı
Karı evde oturur
Karı çalışmaz
Karı çamaşır yıkar
Karı çocuk doğurur
Hamile bırakıcan ki sevildiğini sansın
Ayaklarımı yıkasın
Sırtıma kese yapsın
Kadın değişmeye başladı, pek sancılıydı.
Çalışma olmayan bir toplumda her şeye ortakdı
Eşitlik istedi
Yedi şaplağı
Sevgi istedi gördü ihaneti
Aldatıldı,aldandı,kandırıldı.
Karı kısmı çalışır mı hiç
Hafifdirler
Hele baka eline alyansı var mı var sa biraz tart
Sonra sark sonra yatağa at...
Rahmetli Duygu Asena’nın kitabında anlatmak istediği gibi ; kadınlar köleydi.
Seks kölesi,duygu kölesi.
Ömürlerince bir adam ararlar üstüne yetmez kendilerini adarlar
Ama öyle bir bıçak saplar ki o adamlar yarası kolay kolay kapanmaz delikler açarlar.
Kitap ta kadının iş yerinde bile süs bitkisi gibi göründüğünden ve gerçek sevgiyi bulamamaktan yakınan bir karakter vardı.
Biz sevdik onu.
Sonunda gerçek aşkı bulmuştu. Onun bir birey olduğunu bilen.
Ona birey gibi davranan
Adam yurt dışındaydı ama hasret onların sevgisini daha sıcak kılıyordu.
Ve kadın mutlu oldu.
Şimdi soruyorum sizlere…
Sığınma evinden artık değiştim diye dönen adama teslim edilmiş olan bu kadın.
Şu anda şuuru kapalı olarak yatıyorsa
Bu kimin suçu ?
Hayatında muhtemelen bir kez bile olsun gerçekten öpülmemiş bu kadın ve kadınlar
Nasıl doğurdular ?

Şimdi ben mutluyum deme.
Kaç kere kendinle kalabildin
Kocan gerçekten kaç kere ellerinden tuttu
Belini kavradı
Doğum gününü anımsar mı yada evlilik yıldönümünü?
Diş çektirirken yanındamıydı
Hayat sınavlarında ,
Doğum yaparken,
Denizde dalarken
Yoksa o kahvede sen evde
Yoksa o meyhane de sen evde
Yoksa o serselik de sen evde
Yoksa o köy meclisinde sen tarla da kucağında bebe.
Nasırlı ellerinde tarhana ayıklayıp turşu kurdun gece de karılık yaptın
Yetmedi, beğenmedi değil mi şehirli karı istiyor
Şehirli isen olmuyor yine olmuyor
Bu sefer de yaşlandın diyor dimi ?
Yada dayak,
Yada ilgisizlik,
Hepsi aynı kapı sömürü üstüne sömürü
Netice de
Erkekler hep istiyor
Hiç bitmiyor
Neden ?
Hey hemcinslerim kendinizin kıymetini değerini bilmiyorsunuz da ondan…
Oysa onları da siz doğurdunuz
Ama aklı kim verdi…
Yoksa almayı mı bilmediler
Kim demiş feminist
Kadın çiçektir
Sen bilemiyorsan bu senin tarlanın basiretsizliği…

18 Temmuz 2010 Pazar

Düş Gezgini...


Mavi gök altında,
Hülyası hoş olurmuş rüyaların.
Ekmek elden ,su gölden gibi masalsı düşler üzerine.
Yarını düşünmeden,
Demir atıp ıssız limanlara;
Kimselerin bilmediği,
Göremediği.
Hatta söylemeye cesaret edemediği.
Karpuz kabuğunun yere düşemediği,
Sözleri dillendirirmiş rüzgar.
Bir ılık meltem ki bu içini hem ısıtan hem ferahlatan,
Herkes istemez mi bir gizli adası olsun.
Düşler kursun,
Kumsalda yürüsün doya doya
Yıldızlarla dans etsin
Hülyalar bedava…
Düşler kursun,
Ahşap iskele üstünde
Bir elde üç yudum kalmış kırmızı şarap.
Biri gerçek aşka,sevdaya.
Biri mutluluğa.
Biri sağlığa.
Düşler kursun,
Düşünemeden geçen yıllarına inat
Gülümseyerek bağdaş kursun sahilde ve avuçlarında ince kum taneleri.
Al şimdi burundan nefesi
Al, al bir daha
Ohh…
Düşler kurmak bedava…
Bir tufan, yahut tsunami vurmadıkça
Hayat güzel aslında
Yaşamak güzel
Yudum yudum günü yaşamak da güzel…
Düşler kurmak bedava.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Uçurtmam Gökyüzünde


Güneş Gün Gökyüzü

Bu sabah sanki mecburmuşum gibi 09:00 da kalkıp yollara koyuldum.
Halbuki otur evinde; uyu,ye,iç,internete takıl.
Herkes misafir ondan bundan yakınır değil mi ama
Bak keyfine..
Rahat batıyor sanırım.
Taksim den kalkan dolmuşlarla mekana vardım saat 11:00 de. Açılışı ben yaptım yani.
İçerisi henüz çok sakindi.
Üniversiteli pırıl pırıl gençler görev almışlar. Bir o yana bir bu yana koşuşturuyorlar.
Mekan o kadar geniş ki nereye yayılacağınızı kestiremiyorsunuz.
Kovboy şapkamı almıştım ama bana orada bir beyaz şapka ve yelpaze hediye ettiler.
Biraz banklarda oturup etrafı kontrol ediyorum ama hiçbir yer henüz açılmamış. Simit almayı da unuttum. Neyse buluyorum nihayet ve çay alıyorum kendime.
Dirseğimi dayayıp masaya, çalan müziğe eşlik etmeye çalışıyorum.
Gözlerim kapalı aslında çimenlere uzansam orada uyurum bunu da yapmak istiyorum aslında.
Annemi kandırabilsem bunu yapabilirdim ama 65 yaşında kadının şimdi gençler arasında ne işi var,demeyin.
Yabancı turistler vardı hem 65 yaş üstü hem elele…
Valla da billa da ben Avrupa’lıyım. Beni tanımamalarına bana belge vermelerine hiç gerek yok. Ben biliyorum kendimi.
Gözlerimi kaldırıyorum güneşliklerin sağlam durması için ortası mermerden bir kaide konmuş orada bir bakıyorum bir güvercin.
Ama hayatımda öyle güzel güvercin görmedim.
Paçalı !
Göğsü krem rengi,kanatları gri ve kaçmıyor…
Öylece sana bakıyor
Şaşkınlık bendeki yanıma ne bisküvi ne başka bir yiyecek almışım. Kırar ona veriverirdim oracıkta.
Sağa doğru baktığımda ise yanımda duran ağacın kocaman bir iğde ağacı olduğunu fark ediyorum.
Gülümsüyorum ve teşekkür ediyorum.
Yaradana tabii
Yalnız değilim anladım.
Bir müddet de orada dinlendikten sonra bu sefer gezmeye başlıyorum aslında niyetim kalabalık olmadan eski plaklara bakabilmek. Onlarda tezgahı yeni kurmak üzereler.
İki kız kardeş…
Allah ım o ne plaklar!
Pikap, gramofon ne bilim bunları canlandıracak bir şeyiniz yok mu ?diye soruyorum.
Maalesef sabah acele ile çıktım unuttum daha doğrusu aklıma gelmedi diyor.
Tam plakları karıştırırken fotoğrafımı çekiyorlar.
Beni değil şu plağı çekin şunun güzelliğine bakar mısınız…
Bir Ege kıyısı mavi boyalı ahşap masalar ortada bir kadın, bir yanında balıkçı bir adam ve diğer yanında normal giyimli sıradan bir insan ve halay çekiyorlar. Sanırım o da 70 li yıllardan
Epey oyalanıyorum ve 2 plak satın alıyorum.
Biri 45 lik diğeri rakı gibi 35 lik değil 33 lük.
Biri Yunan plağı harika bayıldım olağanütü
Diğeri sanırım Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında tasarlanarak doldurulmuş olmalı.
Kıbrıs 74 adı
İçinde Ayten Alpman,Tanju Okan,Dario Moreno,Güneri Tecer,Yaşar Özel,Banu,Timur Selçuk,Semiramis Pekkan,Muzaffer Akgün,Cahit Oben,Halit Kıvanç,Hamiyet Yüceses,Ajda Pekkan,Rüçhan Çamay,Sevim Tuna,Nilüfer ,Emel Sayın ve Şecaattin Tanyerli var.
“Kıbrıs 74 Sanatçılar Sesleniyor”diye yazılmış üzerine.
O plakları elime aldığımda çok heyecanlandım.
Anlatamam
O ana kadar sakindim
Kendime geldim sanırım, ama içimden hiçbir şey yapmak gelmedi nedense
Satıcı hanıma emanetleri bıraktım ben biraz dolaşacağım sıcakta bozulmasınlar dönüşte alacağım diyerek bu etkiliğin ilk plak satışını gerçekleştirmiş oldum. Hayırlı olsun.
O kadar güzel şeyler vardı ki
Hamak mesela
O tırmanma yerleri
Langırt
Dart
Ama yalnızken pey keyifli olmuyor
Ne yapayım ne yapayım ilerledim. Baktım 2 bey uçurtma kurmaya çalışıyorlar mekan boş aslında ilk başta da oraya gitmek istemiştim ama 8 tane adam içinde git minderlere uzan olmazdı.
Baktım biraz daha hareket var çoğu mal taşıyor ben de hemen kuruluverdim minderlere…
Seyreyledim uçurtmaları uzun uzun…
Uzaktaki çocuklara baktım, muhtemelen civar semt den yani Kasımpaşa,Dolapdere,Alibeyköy çocuklarıydı .Ayaklarında terlikler illa da o uçurtmaları tutmak hatta uçurmak istiyorlardı.
Çocukluk ne güzel ne saf aslında onlardan her zaman öğreneceğimiz çok şeyler var.
Ailelere baktım kimi balon alıyor ,kimi oğluyla dart oynuyor kimi firizbi. Yanıbaşımda sahibi ile firizbi oynayan doberman.
O çocuklar annesiz babasız uzaktan seyrediyorlar uçurtma düşerse sahiplerinden evvel koşup getirmeye çalışıyorlar. Birbirlerine sesleniyorlar “Yakup ayrılma oradan uçurtma düşebilir”diyorlardı. Görev verilmemişti ama görev edinmişlerdi. Çocuktu onlar.
Benim bile çocukluğumda hayalini kuramadığım,kuramayacağım türde binbir renkli uçurtmalar.
Oturduğum minderin üstünde “ Ne İstersen İste Benden”diyordu. Kafamı kaldırdığımda güneşliklerde yine aynı kelime.
Yaw Alaaddin misin ? Süleyman mısın? Her neysen adın ne ise gel ve getir sihirli lambanı.
İsteyeceklerim birikti ama o gelene kadar dalarak “mutlu olmak istiyorum” dediğimi anımsıyorum ta ki bir beyefendinin “en güzeli yeri seçtiniz” demesine kadar.
Martı Uçurtma Kulubü yetkililerinden olan 2 beyden biri uçurtmayı kurarken bana böyle seslenmişti.
“Merhaba Hoş geldiniz”
-Merhaba. Kolay Gelsin.
“Hakikaten çok sıcak en iyisini yaptınız.Sonunda gölgeyi seçtiniz”
-Evet sıcak ama uçurtmalarda bizim zamanımızdan bu yana epey bir versiyon geçirmiş. Çocuklara bakıyorum ne kadar eğleniyorlar.
“Bunlar ne ki esas arabada çok değişikleri var ama yer uygun değil. Geçen hafta Hollanda daydık öyle bir alan ayırmışlar ki bize bildiğiniz havaalanı pisti”
-Serbest alan çok yani
“Evet evet derken çağırdılar pardon dedi ve gitti. Biraz sonra diğer arkadaşı ile birlikte yine koşuşmaya başladılar. İpi tutuyorlar, sarkıtıyorlar,çekiyorlar.
Aferin ne güzel iş yapıyorlar.
Hem çocukların hem büyüklerin ilgisini çekiyor.
Çocukluğumuzdan kalan en güzel hatıralardan değilmidir uçurtmalar…
Sıkılıyorum yavaş yavaş kalkıyorum.

Gün Güneş ve Gökyüzünden masmavi bir sema dan baktım İstanbul’uma
Haliç'in diğer yüzünden
Sevgi istedim
Mutluluk istedim
Barış istedim dünya ya
Müzik dinledim
Akşam üstü daha da güzel olur sanırım hele ki yazlık sinema var boşken gördüm güzeldi.
Değişik atmosferler
Ve bir daha anladım ki hakikaten şimdi ki gençler daha şanslılar.

16 Temmuz 2010 Cuma

Kendi Gerçeğini İnşa Edebilmek Marifet

İnsan her haline şükretmeli değil mi ?
Acıyı yaşadığın an.da,
Evet, tam yanı başında, Şah damarında hissediyorsun.
Sızım sızım yayılıyor…
Bir bakıyorsun iki güne yayılmış baş ağrısı.
Midem krampı
Ve yahut çok doğal bir gözyaşı
Olmazsa ellerini kemiriyorsun.
Dudaklarını ısırıyorsun
Sövüyorsun. Söyleniyorsun…
Tam toparlanmaya başlıyorsun kader bu ya yapışmış eteklerime bırakmıyor bir türlü diyorsun.
İş de tartışıyorsun
Haksızlık yapıyorlar sana
Dile getiriyorsun. “ senle görüşeceğiz bunu” deyip adeta silah çekiyorlar.
Evinde kapı duvar
Çerçeveler küsmüş
Elektronik postalar dost
Bir selam iki satır …
Ne kadar acını paylaşır…
İstanbul hatta dünya böyle
Döndükçe günler biraz daha ağırlaşır...
Kimi yatan hastası için dua ederken,
Kimi tepiniyor en müstesna sahillerde.
Kimi parasız karnını doyururken,
Kimi havyar votka ve kız.
Eğlence gani.
Ama dünya fani…
Ezberledik gidiyoruz malum rollerimizi…
,,,
Her acı yaşanıyor ama hiçbir karanlık onların ki kadar değil
Kimi ışık ister başucuna yatarken uyuyamaz
Kimi tüm kapıları kapar üstüne ister illa birisi olsun baş ucunda
,,,
Tüm didişmelere rağmen ,
Bir pencere açmak gerekir hayata en derinden
En kalıcısından
Saplanıp kalmışsan çıkamıyorsan suç sende
Silkelen aç gözlerini dünyaya
Razı olmamalısın bu kurallara.
Hep en iyisini
Hep en güzelini istemelisin şahsına…
,,,
Evet, bencil olmalısın biraz da
Biraz değil bolca
Bugün gazete de sabah beni çocukluğumdan beri çok derinden etkilemiş olan o insancıkların haberlerini okudum. Ve ilk kez çekilmiş çalıştıkları ortamın görüntülerini. Sözde özgür olduklarını sanıp gerçek karanlığa tutsak olmuş olanlar. Aslına bakarsanız kendine bir umut yaratamamış olanlar.
Bir ekmek fırında 800 kuruş
Ya onların ömürlerinin fiyatı ?
Terk etmiş birileri onları,
Onlar zaten feda etmişler tüm yaşamlarını ki geridekiler yaşayabilsin diye.
Duvara yazılmış bu çaresizliği hissettim tıpkı karanlıkları kadar…
Sonra yeniden düşündüm kendi çaresizliklerimi…
Yeniden düşünmem gerektiğini...
,,,
"Sen kurtar ALLAH’ım
Sen koru"
Karanlık duvardaki yazılar…
,,,
Yazarken bile gözyaşlarım akıyor.
,,,
Bir yere tıkanıp kalmak ne zor
Ne büyük bir karanlık somut dan öteye giden …
Bir umut, bir çok şeye bedel.
Yaşam nerede yaşanıyor ise yaşansın bir hayat çok önemli
Bir gerçek hayat, bin dert den daha da hayırlı.

Karanlıklara küsüp
Aslında; her şeye ...her ne olura ...varırsa varsın...
Önemli olan bizim niyetimiz olduğu gerçeğini unutmadan,
Hiç yılmadan umutla,sevgiyle,hep artan coşkuyla tıpkı “inci kefali”gibi hep bir öteye sıçrayarak şu ömrü devam ettirmeli…
,,,
Allah içimizde ve biz onu göremediğimizde,onu duyamadığımızda küsmüyor aslında.
Sadece diyor ki ;yalnızca lütfen içinde ki sesi bir dinle.Dinle …
Bir şiir ile noktalayalım , kime ait olduğunu bilmiyorum ama çok hoşuma gitti.
Bu aralar bir dizi karakteri ile ünlenen yılların sanatçısı ,duayen nam-ı diğer Ramiz Dayı yani Tuncel Kurtiz’den duydum.
Kim bilir nasip olur bir gün Akçay da ki köy evinde onu yakından tanıma şerefine ererim…
Açar bütün kapıları bir el bazı
Can evini tutar bir hoş gazel bazı
Alev alev yakınlaşmak için sana,
Senden uzaklaşmak bile güzel bazı
Can güzel, cana biçilen paha güzel

Hasret hasret kavuşmak ALLAH'a güzel
Gerçek; yüce varlığınla yok olduğum,
Ne yokluk ki bu varlıktan daha güzel”

15 Temmuz 2010 Perşembe

Herşey Geçer ...Aldırma...








Yağmur…
İnce ince
Dolu dolu

Yaşamak, avuçlarınla doya doya...
Islanmak sırılsıklam…

Her şey geçer;
Kurur dallar, ağaçların gövdeleri bile…
Şemsiyenin üzerindeki damlalar geçer.
Her şeyi bir bir eksiltir zaman; getirdiği gibi.

Sulu gözlerle baksan da geçer…
Tebessüm etsen de.

Gün yağmur günüyse;
Ağla doya doya…
Gün güneş ise gül doya doya…
Takılıp kalma bir ana yada boşa geçen zamana.
Her şey bir gün zaten geçecek aslında…

Dünya dünya olalı
Biz henüz onu tanıdığımızı sanalı,
Kaç gün gördü?
Ya da kaç yıldız kaydı.
Aslına bakarsan yıldızların hiç haberi varmıydı?
Gülümse, boş ver aldırma.
Kurur dallar,ağaçların gövdeleri bile
Kök dururken yerinde
Şemsiyeni ters çevir
Kucakla yağmuru doya doya…

Şarkılar Hep Kalır...


Eski şarkılar...
Ah o güzel nameler.
Romantik insanlar.
Sanatla kavrulmuş ruhlara soluk veren değerler…

Sanki düğmeye çoktan basıldı.
Tüm insanlara .Üretenler gidiyor.
Tamam yaşı vardı ama,
Çocuktuk hatırlarsınız hepiniz Asuman Maralman’dan “Olur olur bal gibi olur."
Neco’dan “ Ben o şarkıyı henüz yazmadım
Ben her bahar aşık olurum, Minik Serçe’den
Hayalimdeki adam Yeliz’den
Aslında hepsi biraz çocukluk biraz gençlikten.
Şarkı kadar sözler de anlam katar esere…
Aysel Gürel gibi renkli kadında gitti.
Çiğdem Talu gibi zarif insan da gitti.
Ve şimdi ekte dinleyeceğiniz şarkıyı Nil Burak dan dinlerdik.
Sevgi ile üretilmiş bir eser
Ve dünya da bizi taktim etmiş bir eser.
Değerli bir adam 89 yaşında gitmesi gereken yere ulaştı.
58 yıllık Cumhuriyet Gazetesi sanat yazarı.
Müzisyen
Bir duayen
Mekanın cennet olsun
Kulaklarımıza ahenk kattın
Yüreklerimize ezgi
Işıklar olsun sana…

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Bayramları Özledim...

http://facebookvideoindir.gen.tr/baris-manco-bugun-bayram-erken-kalkin-cocuklar.htmlhttp://video.ekolay.net/detay.asp?vid=55000000000012471&cid=40000000000017066



Çocuklar renktir…
Çiçek çiçek verirler sevgilerini
Ve de düşüncelerini
Ben de çocuktum ve çocuk olduğumu bilmeden çocuktum.
Gülümsemek istediğimde bazı anlara döner bakarım.
Moda deyim flashback yaparım hayata…
Ben küçükken de herkezin ki gibi çok güzeldi dünya.
Elbet arada bana gelen yanlışlar da vardı ama olsun hayat çok güzeldi.
Hele bayramlar…
Bayramlar da bir otobüs ile seyahat edebilmek, İstanbul dışına çıkmak da çok heyecan vericiydi.
Biz genelde anne tarafı sülalesine takılırdık yani dedemiz gezmeye çok severdi .
İyi ki de severmiş…
Maaile otobüsü tüm sülale olarak doldurduktan sonra daha otobüs şoförü henüz gaza belki 2 siz deyin 3. kez basmışken ananemin sesi ile yankılanırdı otobüs…
Tek tek isimlerimizi saymaya başlardı ananecim…
"Sandviç isteyen var mı ? Meyva ?"
En büyükten en küçüğe ve tabi şoföre…
Dedem kızar .Ananem “ne var ya hu ? Açıkmışlar dır İbrahim."der.
"Ne acıkması Güzide, şimdi sofradan kalkmadı, mı herkes", derdi.
Biz de otobüsün arkasında bu eğlenceyi zevkle izlerdik. Güldüğümüzü görünce de kızıverirdi canım ananem.
-Ne gülüyorsunuz doğru oturun bakiyim !!!
Otururduk, elimiz mecbur büyüktü onlar .
Sonra ne zaman Hereke yada Karamürsel’e yaklaşıyorsak ananem ve dedemin ipleri çözülürdü.
Otobüse binene kadar yaşanan, düğün derneği aratmayan hengame yerini tatlı tebessümlere bırakıverirdi.
Şoförde eğlenirdi bizimle sanıyorum ki “güle güle iyi bayramlar yine gelin” diyerek uğurlardı.
Önce Hereke ye gidildiyse orası ananemin memleketiydi yukarı Hereke ye doğru çıkardık ve doğru büyük teyzenin evine.
İşte o büyük Arnavut kaldırım taşları gibi yollar, tezek kokuları,köy çocukları, yeşil ya da mavi boyalı kapısı camı bir bakkal.
Şaşkın ama hürmet de kusur etmeyen komşular
-Aaaa İstanbul’ lular gelmiş diye gülerek bize koşarlardı.
Bayramlıklarımızla tur atardık köyde. Çok severdim oraları.
Hele köy evini.
Ahh yazarken bile içim gitti bir an.
Nur olsun mekanları
Ama duramazdım da keçi gibi her yere tırmanmak bakmak gezmek öğrenmek isterdim
.
Akşama doğru sofralar hazırlanır .
Rakılar kurulur
Kalabalık şen sofralar…
Biz mi görmezdik yoksa gerçekten mi yoktu , fitnesiz kıskançsız muhabetler.
Ardından oyun havaları konulur.
Büyük dayının oğlu çok güzel oynardı. Babası hemen onu kaldırırdı.
Babam da bana kalk derdi oyna …Ama orada utangaçtım işte. Beklerdim önce babamla oynayayım. O bazen beni kaldırır hemen otururdu .Çünkü sofra da rakı vardı ilerleyen saatler ben kurtlarımı daha da dökeceğim ve açılacağımdan çok kızardım. Sanki mecburdu adam yarım saat de olsa benle oynamaya ama işte çocukluk.
Bir bakardı bana, ne tatlıydı ne tatlı gülümserdi.
Eğlenirdik
Herkes sarılır ,birbirini çok severdi
Ya da biz çocuktuk öyle görürdük.
Hepsi ısrar ederdi evlerinde bizi ağırlamaları için.
Bayram ya da düğün o köy de yediğim ;düğün çorbalarını, etli yemekleri,pilavları ve hele hele zerdeyi hiçbir yerde yiyemedim.
Eski tad olmadığından değil yok yapamıyorlar. Yapamıyoruz. Hava başka…
Sonra ki günler dedemin memleketine karşı kıyı Karamürsel’e geçerdik.
Kıyı da Osman Amca’nın evinde bir masa kuruldu uzunlamasına off offf….
Ordu gelmiş gibi ne güzeldi.
Balıklar gündüzden tutulmuş.
Karpuzlar soyulmuş
Bu anlattıklarımı yengeme teyzeme ve anneme sormak lazım çünkü denizin tadını biz çıkarıyorduk.
Koyunlar bize bakar biz Amerikan üssüne yakın muhteşem yazlık da denize dalardık.
Öyle bir dalma ki dayımın beni uçurmasıyla az kalsın boğuluyordum.
[Benden yoksun mu kalırdınız yoksa iyi ki varmışmıyım bu yorumu :) size bırakıyorum ]
O gün bugündür deniz biraz bana farklıdır ama hala çok severim. Orası da başka bir hayat.
Ama yine de ben karacıydım. İlla bir ağaç tırmanılacak bir şehir turu yapılmalıydı.
Mürdüm erikleri yan komşunun ağacından aşırılmalıydı.
Sabahın ilk ışıklarında erkencik temiz havayla uyanılmalı tüm kuzenlerle bakkala gidilmeli 50 ekmek falan alınmalıydı.
Valla ne muhabbetler ne renkler dönmek istemezdik
Babam götüremezdi bizi pek çünkü eve bile geç gelirdi çoğu kez görevi nedeniyle onun için dedem bizim can simidimizdi.
Sonra şehirdeysek eğer, lunapark en büyük zevkimizdi.
Babamla çarpışan arabalara binmiştik de dudağım patlamıştı .
Babamda o çarpan gence küfür etmişti.
Ve dönme dolap…
Döndü zaman dolabı
Donduramadık derin dondurucuda yaşadıklarımızı ve yaşayanları...Hepsi anı kaldı
Maalesef…
Ve bugün bayram olsa
Yakında bayram olsa
Ben yine çocuk olsam.
Olsam da lunapark, otobüs, köy yerleri dolaşıversem
Çocuk ruhuma biraz daha çocuk katabilsem.Ne mutluyum ve ne şanslıyım ki böyle bir çocukluğum an da olsa yaşanabilmiş.
Selam olsun
Dağa taşa kuşa
Ve yaşatanlara...Işıklar olsun...

Zaman Herşeyin Başı ve İlacı ve Öğreticisi...

“Bir hazin İstanbul” adlı bir e posta aldım
Hakikaten hüzünlü bir müzik eşliğinde geçişler zaman tünelinden
İnsan ister istemez düşünüyor,
Kaç yağmur yedi o Arnavut kaldırımları…
Kaç kız o cumbalı evin camından hayalindeki yavukluyu bekledi?
Kaç gelin çıktı yada kaç cenaze
O kahve önünde nargile fokurtanlar nerede?
Ya o ustalar
Dericiler?
Kalaycılar?
Bildiğin hatta belki de konuşmaya doyamayacağın esnaflar?
Kimbilir kaçı o berber de damat traşı olabildi?
Yahut kaçı karısının doğumuna yetişebildi?
Ya o minare kaç ramazana şahitlik etti?
Veya neden bir mezarlıkta fotoğraf çekilir?
"Birgün her canlı ölümü tadacaktır "tırın patenti o fotğrafçıda bence.
Kaç tören gördü o halk
Kaç bayrağı arzuyla kucakladılar?
?
Eski …Eski bugünümüzün izleri aslında
Tam da Feriköy de yeni açılan eskici pazarını duydum tam gitmek isterken üstüne bu geldi.
Eski radyolar… Akordiyon
Kim bilir köstekli saat bilem olabilir…
Şöyle baş ucumuzda sallanıp bizi hipnoz ederek yaşama yeniden kavuşturabilecek.
Bir de müzik çalıyormuş Edith Piaf 'danhttp://www.dailymotion.com/video/xgsdj_edith-piaf-milord_music" oh. Daha ne olsun...
Aşk olsun
Sevgi olsun
Hayat olsun
Biraz eski biraz yeni
Ruh can bulsun.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

YELKENLİM BEYAZDAN...


Bir yelkenli tutturmuşum.
Öyle denize açılmak istiyorum.
Dümeni yalnız bende.
Rotası yüreğimde
Öyle açılmak istiyorum,
Kimse bulamasın beni
Kimse sormasın da beni
Fırtınasız
Kusursuz
Bir tek güneş ve yağmur olan bir gök üzerine inşa edilmiş bir yelkenli evim.
Ruhum mavi
Hayat dümenim kusursuz,
Kimseyi duymuyorum
Ben mutluyum.
Ne verdim
Ne aldım demedim çünkü karşılıksız verdim ben her şeyimi…
Bir canım kaldı kırık dökük
Onu da yelkenli ile sulara saldım
Pilasanta içinde dünyam
Ufuğu bekliyorum
Yavaş yavaş gelecek görüyorum
Kimse bulamasın beni
Kimse sormasın da beni
Yorgunum
Bir yelkenli tutturmuşum
Dümeni yalnız bende

Efkar Yağmurları...

http://www.yahotubi.com/gripin-durma-yagmur-dinle-video-klip-izle/

Dün İstanbul’a yağmur düşmüş.
Dolu dolu…
Kana kana
Ama ben yokum ki !
Nerede unutmuşum valizimi?
Veyahut hangi pardösü de takılı kalmış ruhum.
Kaç meczedir götürememiş ruhumun döküklerini.
Kaç tufan dan çıkmışım.
Kimin umurunda?
İstanbul’a yağmur düşmüş
Ruhuma su damlası gerek.
Sevmek ve tebessüm etmek gerek yeniden.
Dünya yıkılmış kimse umursamazken
Bir seni mi hatırlayacaklar?
Sana mı koşacaklar?
Ellerini mi tutacaklar?
Gerçekten kalplerini mi açacaklar sanıyorsun?
Aldanıyorsun…
Her zaman ki gibi yanılıyorsun.
Boş düşlerle avutuyorsun
Oysa sende ki ruh başka renk.
İçinde ki renkler rengarenk
Hala göremiyor musun?
Ah ! Kuzum ne boşa aldanış
Ne boşa çırpınış
Ne saflık.
Kimde kaldı böyle yürek ?
Hadi aldırma
Sen atamasan da eskileri bu gece de toplayacak çöpçü hem de dün geceden farkı olmadan eskileri.
Dün dünde kaldı
Yüreğin hayat da
Yaşamaya bak
İstanbul’a yağmur düşmüş
Gölgene hüzün değmesin, aman ha !
Dikkat et !

11 Temmuz 2010 Pazar

Çiçekler Nerede ?










Sümbül mavisi geceler…
Geceler dünden,geceler yarından.
Kadife gökyüzünün ışıltılı sesleri yıldızlar konuşurken açar sümbüller.
Mis kokular ardında gizler ihtişamını
İlkkez çocukken babamın ellerinde tanıdım anneme verirken onu.
Sonra bir sünnet düğününde teyzemin üzerinde ki renk de…
Salkım salkım o güzel renkleri ile kristal vazoda izlerdim o asilliği.
İnce ince düşürüverirdi solarken yapraklarını,
Kimseye göstermek istemez gibi dururdu vazoda solan dallarını.
Biz de bilir gibi tutardık onu ta ki son yaprağı düşene kadar.
Ne zaman büyüdük?
Ne zaman ki bizimkiler eksilmeye başladı ve çiçekler de gitti...
Eski ihtişamı kalmadı.
Ne getirende o renk vardı,
Ne de gelen çiçek de.
Onlar mı vermeyi bilemedi
Yoksa biz mi almayı?
Nisan ayında açmasını beklediğimiz erguvanlar gibi hasret kaldık çiçeklere.
Sümbül’e
Fesleğen kokusuna
Itır’a
Ve en sevdiğim beyaz güle…
Biz mi çiçektik yoksa layık mı görülmedik?
Yada onları dalında mı güzel buldular da paylaşmak istemediler…
Ne zaman Samatya’ya doğru yolum düşse ilk önce hala kaldı mı diye o iğde ağaçlarına bakarım.
Bakmadan da gözlerimi kapayıp onları kokusundan hemen bulurum.
Onu da düşmüş dallarından alıp,elinde getiren babamdan bilirim ilk kez.
Mor menekşeyi de.
Eee nerede bu çiçekler ?
Getirenler?
Ne zaman büyüdük ?
Ne zaman ki bizimkiler eksilmeye başladı ve çiçekler de gitti.
Eski ihtişamı kalmadı.
Hasret kaldık çiçeklere…
Biz mi çiçektik yoksa layık mı görülmedik?

Canımın cananları...

Dostları olmalı insanın
Koşulsuz seven…
Dostları olmalı insanın
Teklifsiz arayabilen
Dostları olmalı insanın;
Araya kimselerin giremediği
Dostları olmalı insanın
Bir gün biri gel uçurtma yapalım diyebilen
Diğeri yelkenleri açıyoruz dalgalar benden diyen
Tüm ihtişamıyla yepyeni en yenisini sana verebilen
Sevgiyle nakış nakış bezenmiş
Koşulsuz sevgi sevgi işlenmiş yüreklere
En kötü anında
Ve
En mutlu anında
Kenarda ya da açıkta
Bir gün gözyaşlarınla omzunda
Bir gün dans öğretirken ellerinde
Bir gün çay içerken iskele meydanında, anılar hatırına
Sımsıcak, katıksız,saf. Yürek yürek
Uçurma sizseniz
Çıtası sevgi … Ve kuyruğu yani kanatları onlar
En zor anınızda rotayı değiştiriveren
Canın cananı dostlar…
İyi ki varsınız…
Hayat iksirlerim
Canımın canları
İyi ki varsınız…

8 Temmuz 2010 Perşembe

Bir Dans... Bir Ömür... Bir Gün... Gerçekse Değer.


Bir gün Kelebeği…

Bir gün kelebeği olmak istermiydiniz?
Hani şu Temmuz ayının ilk iki haftası arasında Sakarya da köprü üzerinde,sanki kar yağıyormuş izlenimi veren.
Milletin üşüştüğü. Sanırsınız ki hepsi bilim adamı.Tutmaya,bakmaya,ellemeye çalıştığı. Çalışırken de ister istemez düşenlerinin üzerine bastığı…
Kiminlerinin kameraları ile peşinden koştuğu…
İşte onlardan.
Yani gerçek adı : Latince Ephemeroptera takımı.
Gelişimlerini ve yaşam ömürlerini 3 yıl suda tamamlıyorlar. Yavru dönemleri suda olup, erginleştikten sonra karaya çiftleşme uçuşuna çıkarlar.
Çiftleştikten sonra erkekler hemen. Dişiler ise tekrar yumurtalarını suya bıraktıkları zaman ölürler.
Erginleri yani ışığa gelenler Sakarya Nehri kıyısındaki bitki ve ağaçlar üzerinde bir gün yaşarlar. Bölgedeki ışıkların altında toplanıp ölmelerinin sebebi ışığın kendilerini cezp etmesi.
Hararetle ışığın altında koşuşturmaları eşlerini aramaları.
Buldun buldun yani !
Temmuz ayında [bu sene için dün oldu yani 7 Temmuz ] havanın kararması ile birlikte, Sakarya Nehri üzerindeki yine aynı adı taşıyan tarihi köprü üzerinde; çok güçlü bir kalabalık eşliğinde adeta dansa başlıyorlar. Bu dans eşlerini arama dansı. Çok seri olmak zorundalar.
Uçarken çiftleşiyorlar ve bir dişi ancak bir erkek ile çiftleşiyor. Akabinde erkekler hemen, dişiler ise döllenen yumurtalarını suya bırakmaya çalışıp eşinin peşinden gidiyor.

Bu tabiat olayını yakından görmek isterdim onlara dokunmadan, sadece biraz yakınlarından izleyebilmek. Onların dansına şahit olmak. Bu doğa harikasını etraftaki seyircileri katmadan televizyondan izlemek bile muhteşem.
Bu canlıların amaçlarına bakar mısınız !
Aklıma evlenenler için yazıyorum; nikah cüzdanı uzatılırken yetkili makamın kişisinin sarf ettiği sözler geliyor.
Hastalıkta,sağlıkta,iyi günde,kötü günde,yoklukta ve varlıkta. Bir ömür boyu “ eş” olarak seçiyor musunuz ? Kimsenin etkisi altında kalmadan, kendi rızanız ile şahitler huzurunda…
Bu kanatlılar da seçmiyorlar mı?
Hemde en güzeli bir akşam nehir üzerinde. Romantizm de var .Doğa var çünkü işin içinde.
Bence onların ki insanlarınkinden çok daha tutkulu.
Doğru insanı bulmak şans.
Onunla hayatı paylaşmak ayrı bir güzellik.
Hayatın tüm basamaklarında birbirine köstek değil destek olarak yürümek. Kendini ona, onu kendine katmak ve çoğalmak.
Bir dans… Ömrün dansı olmalı ; tutkulu.
Aşk nedir ki ? Gerçek bir sevginin yanında.
Bir nakışlı yastıkta bir ömür geçirmek. O yastığa gözyaşlarını da,sevinç çığlıklarını da, tebessümlerin kadar kızgınlıklarını da karmak.
İşte doğa harikası.
Bir gün için sevmek
Sevmek için ölmek.
Ölmek için sevmek.
Dün iş yemeğinden dönerken yolda annesi ve babası ile yolda yürümeye çalışan, altı bağlı kız çocuğunu gördüm.
-Canım ne tatlı değimde arkadaşlarıma doğru.
Bana bakarken daha yeni yürümeye başladığı için düştü. Ama aldırmadı, doğayla haşır neşir.
Yerde duran kozalak koçanlarından kopmuş parçalara bakıyor tutmaya çalışıyor. Annesinden çekinerek onu kaldırmaya çalışırken de bana gösteriyor parçaları.
Kalktı. Annesi elinden tuttu. Döndü bana; yeşil ela arası kocaman zeytin gözlerle...
- " DUDDT !" dedi .
O kadar tatlı bir sesti ki anlatabilmem mümkün değil.
Elini göstererek ; yani bir elinde annesi diğerinde beni istiyor.
Tutuştuk el ele. Bir yandan benim ayak atışıma ve annesininkine bakıyor.
Epey bir gittik. Babası seslendi. Arabayı park yerinden çıkarmış .
İsmini sordum annesine. Eylül, olduğunu öğrendim.
Ama Eylül elimi bırakmıyor.
"Dell delll" diyor
Annesi de :- Lütfen kusura bakmayın yeni konuşmaya başladı yapmazdı böyle ama.
Yok diyorum estağfurullah ben çok memnunum halimden ( içimden Eylül 'ü alıp kucaklamak geçiyor)
Israrla gitmiyor .Bak diyorum baba bekliyor benimde arkadaşlarım, sen git ben sonra gelicem.
Görmeniz lazım anne çekiştiriyor. O yan yan bebek bezlerinden sarkmış popo başka taraftan.
Zorla biniyor araca.
Arkadaşlar da : “ Erkek olsa aşık oldu diyeceğiz”diyorlar.
Ah !
Aşk! Aşk nedir ki, bir sevginin yanında.
Sevmek , koşulsuz sevmek kolay kolay herkesin anlayabileceği bir kavram değil.
Tıpkı birgün kelebekleri gibi tutkulu,hayal dolu,yaşam dolu,can dolu, kan dolu, heyecan dolu.
İnsanca bir şey.
Doğaya ait olduğunu yakaran belki de tamamıyla içgüdüsel bir olay.
Bir gün... bir an ...bir ömür...
O canlıların bir günü,
Biz canlıların ömrümüz boyu.
Değer be !
Sevmek . Çok güzel bir duygu. Adam gibi…

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Kuşadası'na Selam...

Uzun bir yolculuğa çıktım içsel bir yolculuk.
Uçak yok,otobüs ve tren hiç yok.
Ayaklarım kumların üzerinde.
Deniz ışıl ışıl. Şehrin tüm hengamesi,kirliliği denizin ışıltılarında çoktan kaybolmuş gitmiş bile.
Güneş yorgun bedenim üzerinde ağırlığını hissettirmeye başlamışken annemin sesi ile irkiliyorum.
Çocuklar açıkmış olacağından onlar için yemek hazırlamış.
Canım annem iyi ki var…
Çocukken de oturduğumuz evin üst katında balkona hazırladık böyle yaz akşamları…
Kızartmalar,domatesli pilavlar,zeytinyağlılar.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar süren muhabbetler.
Çekirdek fasılları
Abim ile ayrı muhabbetler.
“Günseli’cim karpuz almıyormusun ?”diye annemim sesi bozuyor, çocukluğumdan kalan anları.
Ne zaman büyüdük?
Hangi ara aşıktım ? Ne ara da bu çocukları büyüttüm.
Hiç bilmiyorum.
Yalnız karpuzdan bir dilim alarak müsaade istiyorum çünkü biraz kumsalda yürümek istiyorum.
Ayaklarım günün yorgun kumsalından izin isteyerek atıyor adımlarını.
Deniz terk edilmiş şu aralar sofralara hücum var.
Nasıl efkarlandım birden,yaş ilerledikçe insan sakinleşiyor ve sakinliğin sesini arıyor sanki.
Bir dostumu arıyorum ara ara görüştüğüm ama görüştüğüm her an bir altı ay birlikteliğe bedel.
Keşke burada olsan diyorum. Belki emeklilikte diyorum
Ve bende bu kelimeyi kullanıyorum emeklilik.
Yaşamak,ayakta durmak,sevmek,aile olmak,emekli olmak ve beklemek…
Çocukları, gelecekleri,gidecekleri…Vesaire…
Telefondan sonra ona bir e posta gönderiyorum Kuşadası’ndan…
Kuşadası eskiden kuşlarla mı doluydu acaba?
E posta olmasa bir güvercine notumu versem iletirimiydi acaba çocukluk,okul ve iş arkadaşıma.
Ne güzel şeyler kuşlar. Gece şu an da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamışken beyaz beyaz karanlıkta süzülüyorlar…
Ve yıldızlar eşlik ediyor bana
Biraz daha ileri gitmek istiyor ayaklarımı yeniden denize sıfırlamak istiyorken benim küçük oğlan yanımda bitiyor…
Şaşırmışçasına. Pantolon paçalarımın kıvrık hali ile kıyıda ayaklarımı deniz sokup çıkarmama ve zıplamama bakıyor…
Gülüyorum ve gel gel diyorum…
Hayat şu an ve gel yaşayalım
Gündüz ayrı güzel deniz gece ayrı
İşte o da hayatın iki yüzü.
Oğlum korkma hayat dan ne gece den ne gündüz den…
Böyle kıyıda ki gibi hep dimdik dur.
Yani bir gün kara da ayakların suda kalabilir
Yahut deniz ayaklarının altından çekilebilir...
Onun için dimdik dur ve keyfine bak
Deniz gibi kara gibi gökyüzü gibi
Sonsuz hayat da yaşa ...

Ellerimi tutuyor bizim ufaklık. Onun güzel günlerini kucaklamak için dua ediyorum.
Ve kıyıdan yıldızlar altından beni seyredenlere pek tabi ki dostlarıma selam yolluyorum.
Annem ile Babamın yeri Kuşadası’ndan…