Hürriyet

30 Nisan 2011 Cumartesi

Klarnet Ağlıyor...

Duyuyor musun?

Duyuyor musun? Klarnet ağlıyor…
Eğer, gidiyorum deseydim sana.

Yalnız sana
Üstelik hiçbir söz vermemişken,
Ne derdin,
Ne diyebilirdin.

Oysa ki verilmemişse hiçbir söz.
Ve hiçbir ödünç bile olsa tek bir bakış.
Ne kalırdı elimizde,
Sadece avunmaktan başka.

Uzak bir kıyının
Deniz feneri gibi
Duruyorsun çok uzaklarda
Işığın orada biliyorum,
Tutsam tutamam,
Seslensem ben bile duyamam.

Ne zaman,
Bahar gelse yeniden
Ve şarkılar bir denizin haşinliği kadar,
Çarpsa sularını yeniden.
İniveririm sahile sessizce
Sadece yüreğimle,

Bakarım
Karşımda ki deniz fenerine,
Güçlü
Sağlam
Faydalı
Öylece durur, sadece.
Işığı var, yer yer yanan
Sadece kendine,
Ve üç beş geçen gemiye.

Dönerim arkamı sessizce
Boynumu bükerim,
Arkamdan kıyıya vuran denizin dalgaları eşliğinde,
İşte tam o an,
Süzülür be gülüm,
Şarkı gibi;
Yüreğimin sesi.
Ağlar, ağlatır inan bu klarnetin dokunuşu…

Uzaklara…
Çok uzak kıyılara…
Hiç olamayacaklara…

Başlasın...

Her şey

Her şey
Her güzel şey başlasın.

Seçtiğim tüm şahane şeyler…
Damla damla…
Ve
Sağanak sağanak…

Yüreğimden,
Gözlerime.

İçimden
Dışarıya
Ve
Doğaya

Nehir’den Okyanusa…
Sevgi ile tutam tutam
Yürek yürek
Çağlasın.

Aşk olsun
Sevgi olsun
Dost olsun
Sırdaş olsun
Tek olsun
Can olsun
Bir olsun
Biz olsun.

Bende olan ne var ise onda olsun.
Kocaman sevdama
Kocaman bir yürek…

Yağmur tisildiyor,
Hadi başlasın…

29 Nisan 2011 Cuma

Söz Ver...

Sağnak, sağnak yağsa yağmur…

Sağnak…Sağnak,
Çadırın üzerine,
Bir lamba ortada, bizler üzerimizde battaniye.
Ellerimizde çorba ya da kahve fincanları.
Baykuşların sesleri duyuluyor, çok uzakta değiller.
Dere on adım ileride,
Köklü ağaçlar çevremizde.

Çadır yeşil.
Lamba sarı.
Battaniyeler aztek işi.
Yerler kilim deseni.

Sohbet ediyoruz,
Oradan buradan.
Orman ve dağlar bu sohbete ortak sessizce.

Zaman akıp geçiyor, hafif çalan radyonun pili bile bitmek üzere.
Oysa biz sadece;
Birbirimizleyiz.

Neyi unutmuşsak söylemeyi, şimdiye kadar…
Neyi işitmemişsek,
Her şey adına.

Söz veriyoruz orada birbirimize,
Bir iken, biz olmaya.

Ne yalanlardan,
Ne öfkelerden,
Ne hinliklerden
Nasipsiz kalmamışsak
Tüm bunların inadına;

Söz veriyoruz orada birbirimize,
Gözlerimiz önce ve sonra ruhumuz.

El ele verebiliyorsak yaşam denen yolda
Çadırın üzerine düşerken yağmur taneleri,
Biz karşılıklı battaniyelerde sarılıp konuşurken,

Öylece…
Otururken,
Menfaatsiz
Seviyorsak
Oradaysak
O güzel iki köklü ağaç arasında;
Anlamışsak tüm çıplaklığı ile benliğimizi,
El ele,
Söz veriyoruz…

Şu tabiatın ihtişamı karşında,
Dünyanın güzelliğini bulmak adına
Söz veriyoruz biz…

Tane'yim. BİR.

Nasılım?

Diye mi sordun.

Çok iyiyim.
Mükemmelim.
Seçmeyi bildikçe, güzelleşmekteyim.

Tıpkı,

Kar da kum tanesi gibi.
Fırtına da zeytin dalı gibi.
Yokluk da, sevda tohumu gibi…

Güzel ve diri
Canlı ve dimdik.

Kumsalda ki ayak izlerimi
Deniz silemez…

Çünkü;
Ben…

Sevdayım
Bulutum
Aşkım
Toprağım
Yağmurum
Duyguyum
Güneşim
Sıcağım
Yıldızım
Sonsuzum
Suyum
Berrağım
Tane’yim.

Bir…

No Monarşi. YES CUMHURİYET

Asrın düğünü.


Kate on yıl bekledi.
Kate’in kız arkadaşları William ile ne kadar yakışıyorsunuz diyorlardı daha o günden.
Kate çok akıllı.

Belki gerçekten akıllı.
Mesela hep evlenirken saray usulü olmalı, kendi yönetmeliklerinde yer alan maddeyi değiştirmiş.
Bizim toplumumuza göre ; en önemli değer.
“Kocasına itaat etme sözü”


Masal bu ya …
Kim istemez?

Bir rüya sanki, hem orta halden geleceksin.
Tarih okurken üniversite de Kraliyet Ailesinin veliahdı ile tanışacaksın.
O sana ilk görüşte “ Nefesimi kestin bebeğim” diyecek…

Hep siz konuşulacaksınız.

Ancak, asla eskisi gibi özgür olamayacaksınız.

Dünyaya mal olmuş bir başka zarafet timsali Lady Di mesela nasıl sıkılmıştı bu otoriteden.
Düşünsenize her şeye sahipsiniz.
Ama her şeye.
Ancak yapacak olduklarınız hep bir program dâhilinde ilerlemek zorunda.

Yatmanızdan, kalkmanıza
Giyiminizden, sözlerinize
Her şey… Olay.
Çok dikkatli, her an tetik olmalısınız.

Sabah kalktığınızda yetkili birimler tarafından hazırlanmış olan Kraliyet Gazetesinde oluşturuşmuş “gündem” planı dışına çıkamıyorsunuz.
Yani hadi kalk bu gün bir Kanlıca’ya gidelim. Canım pudra şekerli yoğurt çekti diyemiyorsunuz.
Yutkunuyorsunuz.

Çünkü siz Düşes sonra da Kraliçe olacaksınız.

Belki bunu bilerek planladınız.
Ya da gerçekten aşıksınız.

Peki, özgürlüğünüz.
Sizin hayatınız, kime ne kadar değerli?
Siz, önce kendiniz olamadıktan sonra bu şaşa zaten tarihte hep var.

Diyeceğim o ki
Onlar ermiş muradına
Yüzyıl geriden geliyor gibi adetler.

Bizler de mahşer yeri gibi olan topluluğa bakıyoruz.
Oraya gelecek olanlara, bir kumbara oluşturulsaydı ve dünya da açlıktan kırılan ulus halklarına dağıtılsaydı.
Güzel olmaz mıydı?

Ama olur mu ?
Aristokrasi bu durur mu?

Ben
Ben
Ben
Ben den başka asil yok
Ben den başka seçkin yok.

Ne diyorum biliyor musunuz.

No Monarşi
Yes Cumhuriyet…

Gösterişsiz, bir o kadar paylaşımcı bir hayat.
Hayat, paylaşmak değil mi zaten
Önce sevgiyi
Her şey bana kalan ne yerse yesin
Aval aval baksın diyorsan
Tarih tekerrür eder, sadece.

Dileğim MUTLU SON…

26 Nisan 2011 Salı

Sevgi...Eşittir Sevgi...

Şimşek çakıyor.
Sağanak bir yağmur…

İnanılmaz, doğanın mucizesi işliyor toprağa.
Yağmur, doyururcasına yağıyor.
Üzerimde bembeyaz bir elbise.
Sırılsıklam
Sırılsıklam hayat.
Dans ediyorum, doğayla
Her şey benle bütün.
Yağmur, sağanak sağanak…
Yüreğim yalnızlığı bırakma dansında.

Biri beliriyor…
Yüzünü seçemiyorum.
Bana doğru geliyor, dansıma eşlik etmek istiyor kibarca.
Kibarca açıyorum doğadan gelen yüreğimi.
Dans ikileniyor.
Yağmur hızını tüm ihtişamıyla sürdürmekte.
Sevgimi istiyorsun?
Aşk mı?
Eş mi?
Yoldaş mı?
Çiçek
Barış
Güzellik
Neler gelirse aklına, onda var.
Var olduğun için dansa geldi.

Sonra, birken biz oluveriyoruz.
İkimiz, tek gövdede bir beyaz gül
Gül oluyoruz önce gonca sonra açan.
Yağmur yağıyor…
Bakıyorum etrafımda küçük küçük biz gibi beyaz gül goncaları.
Yukarıdan baktığımda
Dünya mutlu
Ben mutlu
Biz mutlu.
Mutluluk ne güzelmiş…

Ne olduğunu bilmiyorum.
Şarkının sözlerini de bilmiyorum sanırım İspanyolca.
Bu gün katıldığım R.Şanal ve sevgili Işık Elçi’nin “ Eş Ruhlar ve Aşk” adlı seminerinin giriş parçasıydı.
Onlarda bir sürü geçişlerden sonra; birbirlerini çekmişlerdi.
Artık tüm yorgunluklardan kenara sıyrılıp,
Kendi olmayı seçtiklerinde buluştukları nokta.
Hayatlarında benzer deneyimler sonrasında; birbirlerini bulmuşlardı.

Bana onca kalabalık içinde hissettiğim müzikle, henüz seminer başlamadan bunu hissettirdi.
Arada yapılan tanbur ziyafeti.
Yunus nameleri,
Ve söylediklerinin etkisinde kalmamak mümkün değil.
Nerede? Ne zaman?
Kendimizi bulup; bir ve biz olacağız?
Kimbilir?
Onların dediği gibi:
“ Yoktur böyle insan” deyip de karşılaştıklarında aslında “var” olduğunu bilmeleri.
Bulunmadan öğrenilemiyor demekki.

Yol aldığımız hayatlarımızda; bilerek ya da bilmeyerek aldığımız yanlış kararlar.
Nasıl da mahvediyor her şeyi.
Ne kadar yanlışımız var ya da ne kadar doğrumuz.
Görebilmek ve en azından kendi kendinle hoş sohbet yapabilmek adına kısa ve güzel bir deneyimdi.
Tadı damağımda kaldı.
Dilerim daha çok paylaşımlar yaşarız.

Ve ne kadar çok öğrenirsem
O kadar daha kendime yaklaşacağım.
Kendini sevmek
Ve seni gerçekten seni seveni beklemek.

Şu Kuantum dedikleri fena şey değil açıkcası.
Öğreniyor insan.

Ömür hem o kadar uzun
Hem o kadar kısacık
Sadece “an”lar ve “anılar” dan oluşan yelpaze de;
En önemlisi SEVGİ yi bulmak.

25 Nisan 2011 Pazartesi

Başlıyor ve Bitiyor...

Gitmek
Ve
Gelmekte
Zaman…

Eskimekte tüm yüzler.

Satır satır silinmekte, ne yaşanmış ise beyin duvarlarımızda.
Hiçbir temizlik malzemesine gerek kalmadan
Usulca yok olmakta.

Doğa her şeyi doldurmakta
Tüm boşlukları
Silindikçe,
Yeni yerler açılıyor
Yeni yeni sesler…

Yeni yerler
Yeni yüzler

Paylaşılan an.lar
Zamanlar
Eski bir gramofondan süzülen şarkılar gibi; biraz dün biraz bugün gibi.

Biraz sen
Biraz o
Biraz biz
Biraz onlar gibi

Yeni yeni fotoğraf kareleri sığışmakta anılarımıza.

Film şeridi gibi akan ömrümüzün mihenk taşları bu anlar.

Biz mi yaşadık?
Nerede?
Peki neredeler?
Hepsi silinmekte…
Usulca …
Hiçbir katkı maddesine gerek olmadan

Doğa görevini yapmakta…

Her şey başlıyor ve bitiyor
Ya beraber ya hiç…

24 Nisan 2011 Pazar

SEV...

Yaşarken bilseydim,
Avuçlarımdan akan su damlalarını
İnan, tek tek toplardım kendim için.

Yalnız kendim için.

Bir damla akacak gözyaşıma kimseyi ortak etmezsem zaten düşmezdi de için için.

Sadece ve sadece
Sevgi ise aradığın,
Önce kendini sev.

Dur, düşün.
Güneşi sev
Doğayı sev
Yağmurla çimleri sev.

Ama ne olur önce, kendini sev.

Bilseydim en baştan rüyalarımı bile sıfırlardım.
Tüm den gelip tüme varmak ise;
Netice de bu evrenin bir parçasıysam sevgi olmadan asla.

Sevgi, olmazsam
Sevgili de olamam.

Sevmezsem sevemem, sevilemem.

Yağmur iniyorken damla damla piyano tuşları gibi yüreğime,
Özlediğim aşk ise
Kendi aşkına bak önce,
Ne kadar büyük.

Kendi sevgine bak önce
Ne kadar büyük.

Gördüysen lütfen dur,
Orada bekle bir an.
Mutluluğa saliseler var inan.

Lütfen, önce kendini sev.
Gece sevdiğin yıldızlar kadar.
Sabah doğan güneş kadar,
Camına konan kumru kadar,
Çiçeklerin renkleri
Şiirlerindeki ilham kadar
Sevdiğin ne varsa
İşte o sensin.

Dön de şu büyük sevgine bak.

Sev
Korkma sevgiden

Yenilen,
Her sabah doğmakta olan gün gibi.

Nasıl ki o doğmaktan hiç vazgeçmedi o kainat yaratıldığından beri…

Vazgeçme
Önce kendini
Sonra gerçeği

Sev

Sevmekten vazgeçme…

Hayat da ne varsa sevgi üstüne

Sen, Kimsin ? Ne kadar Değerlisin?

Değer...

Maden olsan, ağırlığın kadar değerlisin...

İnsan isen, sana verilen kadar...
Yani, her şey çocukluğa gidiyor.
Her şey dönüyor tek tek.

Eğer çocukluğunda sevgisiz büyümüşsen ve istenmeyen bir çocuksan,
Maalesef erkek isen; kendini değerli hissetmek için birçok kadınla olma isteği doğuyor.
Çünkü ne kadar çok, o kadar karat gibi.

Kadın ise de masaya yatıracağımız; o da pek farklı değil.
O da farklı arayışlara, yanlış kaçamaklara kayabiliyor.

Burada ki terazi, insanın kendi iradesi.
Ne kadar yol alırsak alalım.
Ne kadar tecrübe yaşamışsak yaşayalım.
Eğer sevgi yok ise büyüdüğün çatı altında, daha sen anne karnında iken bile evet evet orada bile. Sen, oluşuyorsun.Geleceğin sen bilmeden şekilleniyor.

Erkekler neden kahveden çıkamıyor.
Neden, şans oyunlarına bu kadar tutkunlar hiç düşündünüz mü?
Küçükken belki beklenmeyen bir bebekti.
Ya da büyüdükçe, sen adam olacaksında biz de göreceğiz gibi ifadeler kullanılmıştır.

Kız çocuklar eğer erkek beklenirken dünyaya geldilerse işte size tipik istenilmeyen çocuk.
Ve daha cenin iken bunu biliyor.
Okuyorum,
İnceliyorum
Tüm kaynaklar aynı sentez de buluşuyor.
Ben yazmıyorum yani bunları uzmanların ortak ana fikri.

Sonra ne oluyor.Neler oluyor...
Hayatlarımız biçimleniyor.
Ya biz gibi olanları çekerek bilinç altımızda yatan sebeplerle isteyerek ya da istemeyerek.
Ne kadar çok o kadar DEĞERLİ ilkesi.
Ne kadar talip o kadar DEĞERLİ ilkesi.

Yanlış yerlerde BAŞARI sandığı duyguları yaşama isteği.
Yanlış insanlarla DOST, ARKADAŞ, SEVGİLİ olma isteği.

Oysa insan kavrayabilirse bir an olsa, kendinde ki gücü.
Aslında varlığı ile şu dünya da bir hazine.
Yaradan ona bahsetmiş içindekilerden;
Ve dengeleyebiliyorsan içindeki şeytan kadar meleği de.
O zaman güçlüsün.
Verdiğin, naklettiğin veyahut yansıttığın kadar alıyorsun sevgiyide.

Doğru insanı bulmak değil mesele anlayacağınız.
Doğru olmak.
Doğru olmayı seçmek.
Yanlışlarımız ve doğrularımız ile yüzleşerek.
Yeniden yüzmek hayat denizinde.

Eğer, sen değerliyim diyorsan.
Aynaya baktığında kendini seviyorsan.

Bil ki gerçekten seviliyorsun.

Bil ki çok değerlisin.

Sen, seni sevmezsen başkası zaten hiç sevemez.

Yol alıyoruz hayatlarımızdan
Patikalardan, düzlemlerden ve yokuşlardan;
Kah yağmur yiyiyoruz…
Kah lodos savuruyor tüm benliğimizi.

Ya kaybolmayı tercih ediyoruz bu akışta.
Akıntı, sağanak hoşumuza gidiyor yer yer.

Ya da sağlam durmayı.

Ne kadar değerlisin ?
Dışarıda aradıklarında, eylemlerinde değil.

Özüne bak.
İçine dön ve sor.

Sen, kimsin?

23 Nisan ve Çocuklarımız...

ARENA SPOR SALONU

Burhan Öçal ile show başlıyor.

Yer ANKARA
Maskot Kedi

Muhteşem bir show ile başlıyor DÜNYA ÇOCUK OYUNLARI…

Gönül, her ne kadar Halit Kıvançlı günleri arasa da bu organizasyonda evrensel anlamda güzel sayılır.

Dört element üzerinden başlıyor gösteri
Toprak
Hava
Su
Ateş
Ve
Işık
Işık, Sevgi yani çocuk…

Her şey onda saklı.
İçimizde ki çocuk hala sevgi dolu mu ?
Nefreti tattığımızda, doyamayıp hala beslemekte meyiz?

Doksan Ülke den katılan, üç bin dünya üzerinde yaşamakta olan çocuklarımızın muhteşem güzellikleri ile.

Sevgi onlar
Can onlar
Ve
Ritm ile sahnedeler.

Dileriz ki enerjimiz bu katılımcı çocuklarımızın saflıkları ve güzellikleri kadar dolu dolu olur.

Ülkemizin gücü, güzelliği daim olur.
Ve bu en güzel armağanı çocuklara bırakmayı tercih eden Atamızda huzurda olur.

Sevgi çocukları,
Işığımız ve yoldaşımız olsun.

LALE ZAMANI...

Günün ilk ışıkları beni Sultanahmet’e götürüyor.

İçimden gelen sesi dinleyip de geldiğim bu alan, dünya üzerindeki çok başarılı imparatorlukların toplanma yeri.

Yüzyıllar geçmiş olsa da hala güç kendini hissettirmekte.


Sanki,
Dünya burada bugün
Lale Festivali Şenliğinin güzel Türk Musikisi ezgileri arasında; Topkapı Sarayı giriş kapısına hemen hemen yakın yerden, inanılmaz neredeyse kendi etrafında beş altı tur atacak kuyrul eğer bugün bitebilirse Ayasofya’yı ziyaret edebilecekler.

İçimdeki ses bana buraya gelmemi söyledi.
Onlara söylenen de bu olmalıydı. Yoksa bedava hediye dağıtıyoruz deseler bizimkilerden başka koşacak düşünemiyorum.

At meydanı ve meydan alabildiğince dolu sabah saatlerinde.
Üstü açık otobüsler ile kısa bir İstanbul turu yapmak isterseniz kırk lira.

Yok, benim gibi tabanına güvenen ve gördüğü her manzarada bir anlam bulacağına inananlardansanız.
Ne çıkar ise bahtınıza.

Bir yerde macuncu.
Diğerinde mısırcı.


Ayasofya’da ufak ufak adımlarla Topkapı Sarayına doğru ilerliyorum. Aynı kalabalık orada bilet beklemekte. Sadece avluda kısa bir gezinti bile içime huzur veriyor nedense.
O ihtişamı, gücü hissedebiliyorum.
Huzur var sanırım zenci ancak Fransızca konuşan, Yunanlı,İspanyol,İtalyan,Amerikalı hepsi
bizi merak ediyor.
Hala Türkiye dillerinde.
Avlunun biraz ilerisinde sağda bir müze hazineleri eşyalar adı altında bir mekan oluşturulmuş.

Eğer, İstanbul’un her ana yaşamakta olduğumuz keşmekeşinden bir an olsun sıyrılmak isterseniz burayı kesinlikle tavsiye ederim.
İçerisi çok geniş bir mekan olmamakla birlikte. O kadar güzel hediyelik eşyalar var ki.
Sadece kendiniz için bile düşünebilirsiniz.
Ve çok güzel müzikler size eşlik etmekte sergi boyunca.
Hemen o müziği satın alıyorum.
Nedendir bilinmez benim içime aşk verdi, huzur verdi, mutluluk verdi.
Enteresan tasarım kolyeler, bardaklar, önlükler.
Her yer İSTANBUL…

Aşığım İstanbul’a yaşa yaşa bitmiyor.
Her semti, her zaman dilimi başka çağırışlara sebep oluyor ruhumda.
Bana zenginlik katıyor.
Beni kültürü ile harmanlıyor.

Susa susa gelseniz.
Konuşa konuşa gidiveriyorsunuz.

Kendimi Mevlana kitapları arasında buluyorum bir an.
Ne güzel yapmışlar mini kitapçıklar…
O sözler beni etkiliyor :

“Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış.
Oysa, önünde yüzlerce dağ var.”

Ve Bomba
“ Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler”

İstisnasız her şey çok güzel tasarlanmış.
Tebrik ediyorum ve belediyeye mi ait olduğunu, daha doğrusu kimin işlettiğini soruyorum.

Bilkent Üniversitesine aitmiş.
Şahane !

Hafif hafif avludan aşağıya doğru sağa doğru yine arkeoloji müzesi hizasından iniyorum.
Oranın giriş kapısının da diğerlerinden pek farkı yok.
Dümdüz yokuştan inip Gülhane’ye varıyorum.

Leman Sam’ın şarkısında ki mısralar gibi:
Tanıdık bir yüz aradım…
Eskiden

Tanıdık bir mekan, bir yer aradım.
Ayaklarım neredeyse geri geri gitmek üzereydi.
Nerede kuklacılar?
Nerede korkarak yanına yaklaştığımız hayvanat bahçesi?
Gülhane olmuş, Lalehane.
Bir çıplaklık bir anlatamadığım bir atmosfer hakim buraya.
Yıllar var ayaklarım basmayalı.
Liseden mezun olurken Resim Öğretmenimiz getirmişti.
Bir bira içmiştim de başım dönmüştü.
O gün bugündür, ne zaman bira içsem hemen sarhoş olurum.
Çok mutlu olduğum ve bir yandan huzur ile hüznün dans ettiği.
Bir daha bu an.ların asla dönmeyeceğini bilerek ağladığım gözyaşlarımın gülümsemeli mekanı.
Neyse, ilerlemeye karar veriyorum.
Biraz ileride laleler arasına yatıp fotoğraf çektirmek isteyen hanımı düdükle bir görevli uyarıyor.
Evlenen çift gibi kavak ağaçlarının tepelerinde tam kestiremediği ancak martı gibi öten Leyleğe benzeyen kuşlarda yuva kuruyorlar ağzında ki dallarla.
Doğa eşitleniyor.
İnsan ve börtü böcek ne varsa.
Değişmeyen ne kalmış olabilir Gülhane de?
Bir tek değişmeyen çıkış tarafı yani Sarayburnu kısmına açılan kapıdaki direkte dalgalan ve ilelebet dalgalanacak al bayrağım ve çay bahçesi.
Çay bahçesini bulabilmek bile beni gülümsetti.
Geri dönüş yoluna geçtiğimde bir gelin ve damat aynı laleler arasında fotoğraf çektiriyorlar.
Stüdyo yerine bu alanı, sevgiyle tercih etmişler.
Aynı görevli bu kez düdük çalmıyor.
Aşk ve sevgi ne güzel bir duygu.
Yaşanası, yaşanması gereken ve sonsuz olması gerekli bir güzellik dünya da.
Eğer bunun kıymetini bilen insan ile berabersen zaten bu otomatik gerçekleşiyor.
Ben, biz ve bütünlük.
O zaman evren de farklı davranıyor sana.
Her şey güzelleşiyor.
Olmaz dediklerin olduruluyor.

Güzel güzel ve gülümseyerek ilkokuldan, liseye hayatımızda güzel an.ların paylaşıldığı bu mekandan çıkıp, sol tarafta bulunan Soğuk Çeşme Sokağına doğru ilerliyorum.
Rahmetli Çelik Gülersoy’un eski yapıları yeniden hayatımıza kazandırdığı muhteşem sokaktır.
Birde yıllardır gitmek istediğim Fransız bir restorandı vardır biraz ileride.
Kısmet bir gün inşaAllah.
Yavaş yavaş ilerleyip tekrar Topkapı Kapısına doğru geliyorum.

Meydana kurulmuş fiskiyenin karşısına oturup diliyorum.
En güzeli.
Tüm evrene.
Ayasofya önünden Lale’lerimi satın alıp yola koyuluyorum.

Ne zamandır yürümediğim için kaslarım ses veriyor.
Mutluyum.
Huzurluyum.

Bir gün birisinden niye bana çiçek almıyorsun demiştim.
Gülümseyerek hatırlıyorum.
-“Çiçekler yerinde güzel, ne gerek var”. demişti.

Hayat, senle biraz da aynı bakabilenler ile güzel.
Bakmasa bile denemeyi becerebilen.
Bu dost, arkadaş, eş herkes için geçerli.
Yani sana huzursuzluk veriyorsa uzaklaş.
Daima gülümsemek için, geriye değil hep ileriye sevgiyle bakarak o zaman yol alıyorsun.
Hiç acı çekmeden.

O zaman hiç düşünmene gerek kalmıyor
Anlıyorsun arada ki bakış farkını.
Görebilmek de güzel.
Yani
Ben bugünü böyle geçirmeyi tercih ettim.
Sen, evde oflaya puflaya belki hiç sevmediğin bir dostla.
Siz okey taşlarıyla.
Onlar vapurlar yahut trenle esen rüzgarda.
Netice de neyi istiyorsan onu yaşamalısın.
Mutlu olmayı tercih ederek,
Ve ben bugün,
Her şeye rağmen mutluyum.
Mutlu bir günü tercih ettiğim için kendimi şanslı hissediyorum.
Huzurluyum.
Çok şükür.

Çok şükür, kokuyu alabildiğim
Gözlerimle çoğu insanın fark edemediklerini görerek
Tebessüm ederek,
Bana bunları katan uzuvlarıma şükran duyarak.

Hayat, güzel daha ne diyeyim.
Sizde kendinize göre tadını çıkarın.

23 Nisan 2011 Cumartesi

Diyelim ki...

Diyelim ki,
Su akmış…
Diyelim ki,
Aşk geçmiş…

Hangi telin yankıları müzikte
Hangi sesin yankısı, şu uzaktaki tepede.

Göz göze gelsek,
Sıradan, hatır sorar gibi.
Öylece geçip gitsek hayatlarımızdan…

Nerede ses verirdi bu rüzgar?
Nerede görünürdü gölgesi?

Kuş susmuş,
Çiçekler solmuş ise…

Hangi dalda bu kiraz?
Hangi bağın hasadı.

Sabah uyanırsın?
Güneş doğmamış
Akşam yatarsın
Ay doğmamış

Geçer gider…
Tüm günler,

Tüm sırlarla birlikte yeniden kum tanesi olarak dökülür denize.

Bir gözyaşı,
Bir sitem,
Bir avuntu…

Kalır avuçlarımızda,

Eski bir albümün tozlu sayfaları gibi…

Bugün 23 Nisan Neşe Doluyor İnsan

Bugün 23 Nisan
Neşe doluyor insan…


Sabah portakal suları
Kan takviyecileri.
Ardından,

Yol alıyorum hafiften en eski semtlerden biri olan Eyüp’e doğru.
Giderken aklıma düşüveriyor birden.
Eskiden olsa ya Aya Yorgi’de olabilirdim.
Ya da başka bir güzellikte.

Bu kez başka bir tepeye doğru süzülmekteyim.
Anladım,
Her zorlu ve patika yolun sonu
Zirve
Ve
En güzel manzara…

Hayatlarımız da doğayla aynı bilinçle seyretmekte olduğundan,
Umut ediyorum, zirveye az kaldı.

Eyüp Sultan avlusu, hınca hınç dolu.
Bir İspanyol rehber anlatıyor,
Hızla akıyor konuşmaları.

Ne kadar huzur var,
Sabah sabah avluda.
Özlemişim…

Ne zamandır beni çağırıyor fakat gidemiyordum.
Gittim.
Biraz dertleştik.
Göz yaşlarım secdeye varırken istemeden düştü.

Üzülme dedi, içimden.
Bitti.
Geçti.
Artık.
Sana kimse zarar veremez.

Sevindim, kuşlar caminin penceresinden uçuşuyordu o an.
Arkama bakamadan yokuşu çıktım.

Dünyanın başka bir köşesinde olsa,
Ne kadar fazla değerli olurdu.
Her köşesi.

Hep aynı şey oluyor,
Çeşmenin oraya varınca sağdan mı yoksa soldan mı gideceğimi şaşırıyorum.

Tıpkı hayattaki kararlarımız gibi,
İçim sol diyor ancak şaşma bu kez sağ dan git.
Hep sağ tercih et diyor.
Öyle yapıyorum.

Yer yok
Sabahın onu.

Arkamda İtalyan.
Solumda Alman onun gerisinde Rus.
Sağımda Yunanlı.

Yunanlı,
İngilizce sandalyenizi alabilir miyim? Diyor.
-Tabi ki sorun değil alabilirsiniz.

Garson:
Ne güzel güneş sizinle ve siz güneş den güzel, diyerek gülümsüyor turistleri
getiren rehbere doğru.

En az Türkler kadar kalabalıklar.
Paskalya güzel gelmiş,
Onlarda benim gibi adayı seçmemişler.
Yalnız bazı gençler mezarlıklar arasında hep Necip Fazıl yeri arıyorlar
Hem de fotoğraf çekmek için.

Bizler ise temiz bir hava ve güzel bir mekan.

Gözünü sevdiğimin İstanbul’u, bu güzellik bu ahenk başka nerede var?
Yoruyor bizi ancak her hali başka güzel.
İyi ki burada doğmuşum.
Yoksa nasıl tadabilirdim bunca güzelliği.

Garson bir türlü getiremiyor.
Ya çayın sırası, tostu alıyor.
Ya tost çayın.
-Abla, özür dilerim içerde ki çocuk yüzünden,
Valla kızma ona ama çayı değiştirirsin artık ıcetea oldu bu.
( Yani kusura bakma herkes kadar bende önemliyim tamam yalnızım ama)

Arkamdaki aile, hesabı öderken;
Garson “ dört milyon da bahşiş koydum” diyor gülümseyerek,
Adamcağız da “niye o kadar çok”
-E bugün 23 nisan neşe doluyor insan”
Karısı olmalı : İyi de 23 nisanın sizinle alakası ne?”
-E biz çocukluğumuzu yaşayamadık o yüzden böyle eğleniyoruz.
Şaka yaptım tabi.

Manzara şahane
Renk renk ampuller nasıl da süslemiş alanı
Kim bilir kış nasıldır ? Kar da görmekte güzeldir.

Her yer şahane.

Mis gibi havayı soluyup, dalıyorum ev işlerine.
Ne kadar çok atılacak varmış meğer…
Birazı bitti.

Bu 23 Nisan yağmur yok güneş var.

Biliyorum uzak veya yakın bir yerlerde bir umut var.
Benim umudum.
Seviyorum hayatı.

Bu gün 23 NİSAN NEŞ’E DOLUYOR İNSAN…
Çocuklar gibi.

21 Nisan 2011 Perşembe

GÜL Suyu

Saçlarımın telleri kırılmış.

Rüzgardan mı?
Boyadan mı?

Yoksa taze gelen baharın izlerimi?

Rahmetli ananeciğim; onda kaldığım zamanlarda sabah erkenden kalkıp kahvaltımı hazırladıktan sonra önlüğümü giymeme yardımcı olurdu.
Arkadan düğmeli simsiyah bir önlük.

Mis gibi kahvaltı ve ekmek kokusunun odaya sinmiş sıcaklığı silerdi tüm siyahlıkları.
Yakalığımı takardım, annem dantelden örmüştü elleriyle.

Bir gün okulda koşarken; onu geçtiğim için beni kıskanan hemcinsimin o yakalığımı yırtana kadar öyle büyük kızgınlıklarım olmamıştı.

Çok içlenmiştim.
Annem yapmıştı onu, sonra nasıl anlatırdım anneme.
Zaten haftanın olsa olsa iki günü o dantelli çoraplar yırtılmadan geliyordum.
Yün çorapları bile dizlerinden yırtmakta üstüme yoktu çünkü her teneffüs erkek arkadaşlarımla okul bahçesinde yarış yapmaktan çok keyif alırdım.

Her şeyi unuturdum, çok gülerdim içten…

Sabah güzel başlardı,
Tüm bu yaşanacaklar için

Ve ananecim her sabah istisnasız, belime kadar olan o saçlarımı itina ile tarardı. Usul usul
Elinde bir gülsuyu ile.
Başta bayardı bu koku beni anlamsız bulurdum.
Aslında ne kadar önemsendiğimi küçüklüğümden bilememiştim.
Saçlarım taranır, çok güzel örülür.
Yanaklarımdan öpülür.
“Hadi bakalım Allah zihin açıklığı versin”denirdi.

Bazen saçlarımı ellediğimde, zamanın getirdiği gerginlikler ile oluşan elektrik avuçlarıma çarptığında o inanılmaz ve şimdi mazi olmuş.
Simsiyah ve gülsuyu kokan saçlarımı düşlerim.

Kırılgan ve narin saçlarıma yağmurdan başka bir su damlası düşmeden geçen yarınlara,
Özlemle güllere…

Bahar Temizliği

Ne güzel şarkı yapmış,yine.
Çok başarılı kadın “Nazan Öncel”

İzmir'in yetiştirdiği güzide sanatçılardan,
Duyguyu, hisleri her şarkısında için için hissettirebiliyor.
Hem söz
Hem müzik anlamında.

Her sözü
Her bestesi anlam katıyor hayatlara…

Nelere, neler eşlik ediyor…
Son zamanlarda beğendiğim
Gökhan Özen klibi ile
"Sitemkar değilim"

“Topla git anılarını.
Yollarım kalanlarını
Gülümseyerek hatırla
Görünce fotoğrafımı”

Ömürlerimizin, dönem dönem bahar temizliğine ihtiyacı olduğu anlar gibi.
Tıpkı giymediğimiz kıyafetler,
Okumadığımız kitaplar,
Eski eşyalar,
Mobilyalar.
Teferruat…Ayrıntı. Dizi dizi geçmiş anı.

Kimi toplar
Kimi çıkarır

Tam zamanı
Şimdi,

Bahar temizliği…

Silme, süpürmeden önce
Eskileri çıkarmalı
Varsa ihtiyacı olana sunmalı

Her şeyi yenilenmeli
Ama her şeyi

Ve renk renk olmalı yeniden,
Her şey canlı
Ve her şeyde bir
Bin anlam

Hayat güzel…
Şarkılar daha da bir güzel.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Doğa Uyanıyor

Gün batıyor…

Gün batıyor, uzak tepelerde.
Güneş sıcaklığı hafifliyor,
Ve
Perde perde düşüyor güzellikler…

Son yağmurda, gündüz inmiş nakış gibi sokaklara.
Kaldırımların taçsız süsleri, su damlacıkları.
Yer yer kokan doğa kokusu.
Bulabildiği ve sığınabildiği her yeşillikte.

Sevgi doğmakta tepelerde,
Gökkuşağı gibi her yer.
Dünya da gözüken tüm felaketler;
Yakılıp, yıkılan, dağılan tüm istenilmeyenler gibi,
Yorulup, sığınarak yeniden varlığa,
Artık en güzellikleri yaşamak istiyor doğa.
Doğa, kucaklamak istiyor hayatı yeniden.
Ve yeni yeni sevgi ile açtırmak çiçeklerini.
Geçmişten, daha güzel yarınlar için.
Ne varsa tabiat da hepsini kucaklıyor.

Çok güzel bir senfoninin unutulmaz parçası gibi,
Şimdi tüm melodiler…

Her eser, başka bir ihtişam ile çalmakta doğaya.

Yeniden doğuşun tüm samimiyeti
Temizliği,
Dinginliği,
Tazeliği,
Sağlamlığı,
Sonsuz olma temennisi ile
Doğmakta seher vakti
Ve ardından gelen ezan sesi…

Nur ile doluyor avuçlarımızdan yeniden doğaya.
Ve biz yeniden doğaya teslim.
Yeniden tüm güzelliği ile tabiatla doğmak için…

18 Nisan 2011 Pazartesi

Seçiyorum...

Her seçim,
Bir başka vazgeçiştir…

Öyleyse;


SEVGİ’yi seçiyorum…
Sevgisizlikten vazgeçiyorum.

DÜRÜST’lüğü seçiyorum…
Yalanlardan vazgeçiyorum.

DOĞRU’yu seçiyorum…
Yanlışlardan vazgeçiyorum.

AŞK’ı seçiyorum…
Yalnızlıktan vazgeçiyorum.

MUTLU’luğu seçiyorum…
Mutsuzluktan vazgeçiyorum.

GÜZEL’i seçiyorum…
Çirkinliklerden vazgeçiyorum.

YENİ’yi seçiyorum…
Eskilerden vazgeçiyorum.

DOĞA’yı seçiyorum…
Yapaylıktan vazgeçiyorum.

HUZUR’u seçiyorum…
Keşmekeşlikten vazgeçiyorum.

SIHHAT’i seçiyorum…
Keyifsizlikten vazgeçiyorum.

ZENGİN’liği seçiyorum…
Fakirlikten vazgeçiyorum.

SANAT’ı seçiyorum…
Yokluktan vazgeçiyorum

POZİTİF’i seçiyorum…
Negatiften vazgeçiyorum

DİNAMİK’i seçiyorum…
Durağanlıktan vazgeçiyorum

ve

YAŞAM’ı seçiyorum.
Bırakılmışlıktan vazgeçiyorum.

17 Nisan 2011 Pazar

Gülümsüyorum...

Satırlara mı sığmış anılar,
Ya anılar arasına birkaç kırıntı gözyaşı…
Buyurun hepsi sizin olsun.
Eski de ne kaldıysa adı “mazi” olsun.

Mazi kalbimde yaradır şarkısı değil.
Gönlüme dolan sonsuz aşkı seçtim ben,
Yolum açık olsun…

Gözlerim ışıldayacak
Saçlarım parlak
Yanaklarım al al
Hayat beni istediğim gibi kucaklayacak,
Ve sözlerim güzellikleri doğuracak.

Hangi mektupta yahut hangi yazıda kalmış adlar…
Hangi kıyafete sinmiş de çıkmamış koku…
Sıyırdım attım hepsini üzerimden.

Bir tek ölüm acıttı canımı, ziyadesi boşmuş.
Hayat aşk için doğmalı.
Doğarken, doğru insanı bulmalı.

Ben çoktan geçtim eskilerden,
Her şey ben istemeden başladı tek tek yenilenmeye.
Aslında yenilenmesi gerekeni geç görmekti tüm mesele.
Yani anlayacağınız;
Emekliyordum,
Oysa ben yürümek için bir adım attım.

Artık gülümsüyorum…

Her şey geçti…
Her şey huzurda…

Satırlara mı sığmış anılar,

Hangisi?

Hangi gözyaşı?

Buyurun hepsi sizin olsun…

Ben,
Mutluluğu seçiyorum…
Çokça mutluluğu.

Ben, artık gülümsüyorum.

16 Nisan 2011 Cumartesi

ADA'M...

Adanın taşlı yolları.

Bahar gelince ve güneş süzmeleri gönüllerimize nakış gibi işlenince,
Mimoza kokusu sarıverir içimizi.

Kalkan her bir vapurun içerisinden nice güzel, çirkin, dost, arkadaş, yerli, turist, kedi, kuş ne var ise tıklım tıkış doldururlar.
Merdivenlere kah pas pas olurlar, sırf o rüzgarı duyabilmek için.
Ya da camlara yapışırlar, sırf bir tutam güneş uğruna.
Kimi de denize bakar umutla.

Öğlen çoktan geçmiş, ada vapuru rahmetli Aykut Barka imzası ile süzülüyor benim cennetime doğru.
Cennet dediğim toprak, taş, güneş değil sadece.
İlk önce köpecikleri.
Bu adanın her canı sizi gelirken karşılar, giderken uğurlar.
Diğerleri daha yozlaşmıştır.
Bu nezaketi beklemek hayal olur.
Sırf onları görmek için bakarım, gemiciler halatı sallarken.
Öyle itina ile bakarlar; yolcuların telaşına şaşkınlıkla.
Ve bir çift göz ararlar. Yalnızlıklarına.
Arkadaş,dost,karşılıksız seven yüreklerine.
Hayatın yazı kadar, kışında da yapayalnız bir iskelenin koynunda beklerler.
Sadece sevgi için…Öylece.
Göz göze geliveririz dostlarla. Hafifçe göz kapaklarını indirir ve kaldırırlar.
Anlaşırız biz.

Diğerlerinin nerelere baktığı, neyle ilgilendiği beni ilgilendirmez.
Hafif hafif çıkarım yokuşu.
Her zaman sükunetin başladığı özel sokakları vardır adaların.Mesela bunlardan biri;
Öğretmen evinin tam karşısına düşen, yarı boyalı boyasız, yarı sahipli yarı sahipsiz ama her zaman güvenliği bulunan bu binanın ilginç hayvanlarıdır.
Bakarken başka bir dünyaya baktığınızı düşünürsünüz.
Huzur o binayı ve yakın çevresinin sarmıştır. Kaçamazsınız ve bakmadan asla gidemezsiniz.
Kedilerde bir huzur.
Keza köpeklerde.
Kargalar da salına salına yürürler orada sessizce.
Sonra bir bakarsınız, sarmaş dolaş.
Diğer yanda görevli kapı önünü süpürür.
İlginç manzaralardır, istisnasız her kedi huzurludur orada.
Tüyleri çok güzel ve zarifdir.
Onlardan ibret alasınız gelir, şu yalan dünyanın koşuşan rampasından bir an olsun soluk almak için bakarsınız ancak zaman geçmiş.
Dönüş çabuk gelir çünkü adalardan.

Ve usul usul dönüşü düşünmeden cennete koyulursunuz.
Sırf huzur için.
Denize mutluluk fısıldayıp, daha fazlasını bulabilmek için.
Ne varsa içten onları haykırmak için.
Dalarsınız belki bir an maziye.
O anda can dostun gelir masa altından “hoş geldin” der sana.
Masa üstünde ise en yakın dostların serçeler.
“Nerede? Benim ekmekler” der her seferinde.
Hızla alır kaçar.

Bunlar seni terk etmeyen hep vefalı dostlardır.
Ve sırf sen olduğun, sen tabiatı kavradığın için gelen.
Ekmek vermesen de, cennetteysen muhakkak masana uğrarlar.

Adaların güzel bir yalnızlığı vardır.
Tatlı tatlı vuran sıcaklığı.
Neleri unutturur?
Ya da neleri umut ettirir?

Denizin, yosunun kokusu.
Aşk gibi dolar gönüllere.

Taze bir bakıştır aslında adaya kaçış.
Ada, bir an kendini bulmaktır.

Denizin yüzeyinde gözükmekte olan o güzel taşlar misali esas yüzeye çıkıp yüzesin gelir.
Hayat sen, sen hayat olasın.

Yaşamak istemek için bir nefes mola yeridir.
Geçmiş bahar mimozalarını geçmişte bırakıp ada dan alınan yeni ilham ile gülleri açtırmaktır, yeniden sevgiyle…

Sezon başladı.
Şimdi fayton
Şimdi sevda
Şimdi tam zamanı.

Unutursun...

Unutursun
Unutursun

Harman yeri gibi olsa da duyguların,
Gün gelir sende unutursun…

Seher vakti, bastığında yanaklarına
Gözlerin bir çift kumrunun gözleriyle buluştuğunda
Dağ dağa kavuşmaz ancak
İnsan, önce yaşamaya koştuğunda,

Unutursun
Unutursun

Savaş gibi olsa; her yer, her salise
Birkaç zaman diliminde
Sadece sen kalsan,
Hep sen
Duvarlar sen, sesler sen
Kendinsin işte.
Öylece,
Tüm gerçekliği ile…

Unutursun
Unutursun

Görebilirsen eğer,
Bir ot biter ömründe
Yeşerir tek tek filizlenir yine ellerinde
Harman yeri olur,
Bereket.
Saçların adeta başak tarlası,
Gözlerin güneş güneş bakar.
Sesin deniz
Bedenin ise gökyüzü
Yüreğin yıldız

Ömrün senin ömründür
Anlarsın. Ve,

Unutursun
Unutursun

Sertap ‘ın şarkısında ki gibi :

“Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum”

Sözler peşi sıra yuvarlanırken…


Unutursun
Unutursun

Sevmeyi bildikçe
Sende unutursun…

14 Nisan 2011 Perşembe

Yaz Bana...

Müziği duydum.
Ve uçtum…

İnanılmaz duygulu bir şarkı olmuş.
Seslendiren yılların eskimeyen sesi.

Yani ben çocuktum, Fenerbahçe Futbol Takımının tribünlerde ki şarkısı olmuştu:
“Dertlerimi zincir yaptım
Birbirine ekliyorum”

Sanki, yıllar öncesinin hatta dünün bugünü gibi geldi bu şarkıyı dinlerken bana.

Seslendiren de; ne fizikken, ne ses olarak değişiklik pek yok gibi.
Özellikle ses de hiç yok.

Nasıl oluyor? Otuz yıl sonra bile Selçuk URAL, aynı Selçuk Ural.
Yoruma kattığı farklılık hala fark ettiriyor kendini.

1945 doğumlu olup, Ankara Devlet Konservatuarı Trombon bölümünde okurken
İstanbul’a gelir yaz tatilinde çalışmak amaçlı.
Zamanın ünlü orkestraları ki oraya girmek hiç kolay değildir.
Şeref Yüzbaşıoğlu’nun orkestrasına girer ve ilk resmi müzik hayatı genç yaşta başlar.
Annesi oğlunun okumasını ister ancak zamanına göre çok ciddi paralar kazanmaktadır ve sevdiği işi yapmaktadır.
Bu arada İstanbul’da kalmaya karar verir. İstanbul Belediye Konservatuarı Şan Bölümüne kayıt olur.

Gündüz okula gider, gece Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrası ile birlikte sahne alır.
Hem de Hilton’da.
Yıl 1965 dir.
O zamanlar İlham Gencer den tutunda birçok değerli sanatçının çok klas orkestraları olur.
Akşam başlarlar geç vakitlere kadar dans ve müziğin en kalitesi devam eder.

Yüzbaşıoğlu’nun yanından ayrılır farklı klupler de show dünyasına da adım atmış olur aynı zamanda.

İtalyanca bir parçaya Türkçe söz yazan Sezen Cumhur Önal’ın eseri ile ilk 45’liğini doldurur ve haftalarca şimdi ki deyimle TopOn da kalır.

Hayatına Müjdat Gezen,Perran Kutman ile birlikte Türkiye’nin ilk müzikal gösterisini katarak devam eder.

İlk müzikli kabarenin adı “ Bu iş de bir iş var”dır. 2 yıl devam eder gösteri.

Ve bu arada hafızalarımıza kazınan o güzel şarkılar doğar :
-Dertlerimi zincir yaptım
-Askerin Türküsü
-Anlat Arkadaşım
-Aşkım Mapushane
-Aç şişeyi Doldur
-Affet Ne Olur Beni
-Güle Güle Sana

1980’li yıllara gelindiğinde en zirve olduğu dönemde iş hayatına yönelir.Sonra 1987 de tekrar dönüş yapar.
“Serseri”diye bilinen albümü ile tekrar çıkış kazanır.
97 yılına gelindiğinde, bu kez nostalji albümü ile bizlerle buluşur.
Prodüktör olarak kendi şirketini kurar.

Lise yıllarında kurdukları müzik grubu ile radyo programları yapan, çok genç yaşta Türkiye’nin en seçkin orkestrasından teklif alan, fotoroman ve film de oynayan bu güzel yorumcu yakında bir müzik yarışmasında kendisi gibi eski dostlarla birlikte, jüri olarak görev yapacağı bilinmektedir.

Bu son şarkıda ki yorumu ile hala eskisinden hiçbir farkı olmadığının göstergesidir.

Yine yazıyorum kusura bakmasın kimse;
Ne varsa eski de
Müziksiz kalmayın…

11 Nisan 2011 Pazartesi

Hiç Kimseye...Bu yalnız senin Serenad'ın.

Renkler gibi.
Renkler gibi, düşerken gözlerin bir başka bakışa
Ve derinliği olmadığını bile bile süzülürse gözyaşların
Aslında bilmediğin
HİÇ KİMSEYE…

İnerken göğsünden o büyük yakarışın,
Uğultulu ızdırabı
Ve kucaklıyorsan
Aslında bilmediğin
Bambaşka bir yarını

Seviyorsa uzun zamandır sessizler seni,
İncitmiyorsa artık hiçbir acı
Kalbine saplanmış o diken bile, zararsızsa
Aslında bilmediğin
Belki de hiç bilmediğin
Yaşıyorum sanıp,
Söyleyemediğin
Bir an gelip, kendine bile itiraf edemediğin
Boşlukları dolduruveriyorsa şimdi bu müzikler
Bu hoş keman sesi
Bu gizli kalmış orkestra…

Ve ince ince iniveriyorsa ruhuna, yalnızlıklardan öte
Güzel sözler ve düşler…
Nehirler, şelaleler
Yeşillikler…
Kuşlar ve masmavi gökyüzü
Bir tutam papatya
Bir demet çimen, çıplak ayaklarının altında
Sevdiğin tüm güzellikler…

Yol yakın, gidebilirsin artık.
Çünkü savaşı;

Acıya acıya…
Ağlaya ağlaya..
Bağıra bağıra…
Üstüne basa basa.
Evet, sen kazandın.

Ve biliyorsun ki; artık çok ama çok daha güçlüsün.
Çünkü en güzeli, en doğruyu ve belki de en imkansızı seçtin.
Yolun açık olsun.
Artık, hayata bakmak da değil
Hayat ile dans etmektesin.
Bu Serenad ise yalnız senin için,
Sana teslim…
Tüm enstrümanlar eğiliyorlar, doğa eksikleri dolduracak tek tek…
Emin ol,
Hiçbir boşluk kalmayacak.
Ve yine bil ki;
Yolun sadece sevgi yolu olacak.

7 Nisan 2011 Perşembe

Kültür'lüyüm. Kültür'lüsün.KÜLTÜR'LÜLER...

Yepyeni bir kültür merkezi açılıyor.

İstiklal caddesinde 19.yy dan kalma iki bina birleştirilerek, bugünkü formuna kazandırılmış.
Arkasında Garanti Bankası var.
9 Nisan’da Beyoğlu
Eylül’de ise Salt Galata açılıyor
Toplam 115.000 m2 alan da, buram buram kültür alacağız.

Sergiler, etkinlikler…
Söyleşiler
Kütüphane…
Konferans.
Ötesi yok…

S A N A T K Ü L T Ü R M E D E N İ Y E T.

Proje;
Osmanlı Bankası Müzesi, Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi ve Garanti Galeri’nin özerk bir kurum olarak yeniden yapılandırılmasından doğmuş.

Tarihi dokuyu inceleyecek olursak :
SALT BEYOĞLU

Orijinal adı Siniossoglou Apartmanı olan 6 katlı bina, 1850-1860 yılları arasında İstiklal Caddesi üzerinde 19. yüzyıl mimari üslubunda insa edildi. Özgün islevinin cadde seviyesinde ticaret, üstündeki katlarda konut olduğu anlasılan kagir yapı, Beyoğlu’nun konut alanı olarak kullanılmasının azaldığı 1950’lerden itibaren ticaret, politika, sanat gibi çesitli alanlarda hizmet verdi. Bina; özgün yapı elemanları korunarak güçlendirildi, gereken yere gerektiği kadar müdahale edilerek ve günümüzün yapım teknolojilerinden destek alınarak, yeni islevine uygun bir kurguya kavusturuldu. Binanın bütünündeki mimari düsünce, çok sayıda insanın yatay ve düsey dolasımı üzerine temellendirildi. Gün boyunca önünden ortalama 1 milyon kisinin geçtiği bina, olabildiğince çok ziyaretçinin, neredeyse farkında olmadan içeriye girmesini sağlayacak bir yapıda kurgulandı. Bu nedenle, tüm cephe bir geçis arayüzü olarak tasarlandı. SALT Beyoğlu, 1,130 m2’lik programlama alanıyla, öncelikle bir sergi mekanı olarak hizmet veriyor. Caddenin devamı niteliğinde tasarlanan 290 m2 büyüklüğündeki Forum, İstiklal Caddesi’nin olağan kalabalığını içeri davet ediyor; günlük program bilgilerini paylasıyor ve binadaki diğer mekanlara geçisi sağlıyor. Girisin uzantısına eklemlenen 160 m2’lik Açık Sinema, programlı gösterimlerin yanı sıra anlık etkinlikler, performanslar ve konusmalar için samimi bir platform olusturuyor. SALT Beyoğlu’ndaki 175 m2’lik Kafe, İstiklal Caddesi’nde yeni tatlarla, 100 m2’lik Mağaza ise görsel kültüre dair güncel yayınlarla bulusma noktası niteliğini tasıyor. Binanın diğer bölümleri ise ortak dolasım, arsivleme, depolama, ofis alanlarını ve Bahçe’yi barındırıyor.


Salt Yetkilileri bu projede ki amaçlarını şu sözlerle ifade ediyor :
“Hedefimiz, yenilikçi ve paylaşımcı düşünceler üretmek...”


Bayılıyorum bu haberlere.
Uğurlu olsun, faydalananı bol olsun.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Usulcacık...

Usulcacık,
Gözümü aralıyorum;
Hala, uyku üstümde ki ağırlığını hissettirmekte.

Başı sol omzuma dayalı,
Ne zaman geldi?

Kollarıma sığınmış gibi.
Elleri, sağ elimin üzerinde.
Uyumuş,

Teslim olmuş kollarıma.
Bedeni öylece savunmasız bana teslim.

Saçlarını okşuyorum önce usulcadan;
Sonra alnını kokluyorum,
O güzel,
Hayat da başka hiçbir yerde duyulmayan kendine has kokusu sarıyor içimi.
Dünyam doluyor
En zengin kadınım ben şimdi.

Gözlerim doluyor,

Bunu biz mi yaptık ?
İkimiz…

Bana göre hayatımda ki en başarılı iş.
Peki, bunu daim edebilecek miyim?
Onun usul usul nefesi kadar heyecan verici.
Bu düşüncem.

Beyaz giymiş,
Saçları siyaha dönük gibi.
Uzun kirpikleri var.
Usulcacık aralıyor gözlerini,
Bir yandan da önce ağzını büzerek sonra esnerken
Artık sayamadığım bakışımız doğuyor yeniden dünyaya.

Ne çok seviyorum seni.
Ne çok
Bilemezsin.

Şu an dünya yok,

Ben yokum,

Sen den ziyade her şey haram bana.

Sen, yanıma gelmeden dünyayı tanımamışım meğer.
Tüm gözyaşlarım boşunaymış.
Geçip giden tüm boşa zamanlar.
Seni, nerelerde unutmuştum ben.

Peki, görebilecek miyim ilerleyişini,
Beraberliğimizi.
Hayat da yol alışını.

Yatağımızda başbaşayız sonunda işte.
Senle…

Sen;

Nur’um
Efem
Paşam
Canımın cananı…

OĞLUM…

Hoş geldin
Dünyamıza
Yuvamıza

Sensiz geçen tüm eksik zamanlara inat, doya doya sevelim birbirimizi.
Doya doya yaşayalım, paylaşalım dünyayı.


NOT: Dün gece, rüya ile hayal arasında hissettiğim bir an için, tüm gerçek anneler adına
yazılmıştır. İlla Mayıs ayına girmeye gerek yok.
Analık, başka bir şey. Öte cümleye gerek yok. Anlayan anladı.

5 Nisan 2011 Salı

Son CİGARA...

Son Sigara Yakmak Hayata…

Bir son sigara,
Bir duman ve
Bir nefese çekebileceğiniz kadar bir ömür topu topuna;
Hemen oracıkta yanı başınızda…

Nasıl? Nedir? Bu duygu tarif edilebilir mi?
İmkansız!

Ne doğumu bekleyen baba,
Ne evladını bekleyen anne,
Ne raporunu bekleyen hasta.
Ne de geçme notunu almak üzere olan bir öğrenci.

Bu bekleme anı, sonuçsuzdur.
Çünkü, noktalanmıştır artık ömrün yakacağın son sigarayla.
Öyle lezzetli gelir ki insana,
Sanki ilk dudağın değmiş o birazdan bitecek izmarite.
Tütün mü içini yakan yoksa çatır çatır yanan ömrünün son saliseleri mi?
Hangi ateş, elinde ki kordan daha ağır?
Ya da sıcak?

Sene,
1 9 5 3
4 Nisan .

Akdeniz’de yapılmakta olan, Nato Tatbikatından dönmek ve Gölcük’ e gitmek üzere yola çıkmış olan DUMLUPINAR ve 1.İNÖNÜ Denizaltı Gemilerinden; DUMLUPINAR , İstanbul yönünden gelmekte olan İsveç bandıralı Naboland gemisi ile çarpıştı.

Sabaha karşı yer, gök ve deniz bu can haykırışlara kulak kesti.
Eceabat sahili bile bu korkunç gürültüyü işitmişti.
Tam baş tarafından Dumlupınar darbeyi almıştı.
Elektrikleri kesikti.
Geminin baş tarafından su aldığını gören gemiciler hızla torpido dairesine geçtiler.
Oraya geçen süre zarfında da birçok arkadaşlarını kaybetmişlerdi.
2 2 / YİRMİ İKİ Denizci o odaya sığındı.

Gün ağarmaya başladığında; balıkçı tekneleri, Çanakkale ve Türkiye ayaktaydı.
Balıkçı teknelerinden biri batmadan önce atılmış olan haberleşme şamandırasını görmüştü.
Şamandıraya ulaşıldı. Şu not vardı:

"Deniz Kuvvetlerine bağlı Dumlupınar Denizaltısı burada battı. Kapağı açın ve denizaltıyla irtibat kurun."

Kapağı açtılar, şamandıranın içindeki ahizeyi kaldırdılar ve ümitle "Alo" dediler

-Cevap geldi.


“Buyurun ben Astsubay Selami”
Bilgi alındı, son durum hakkında.

O gece Eceabat Limanı Gümrük Motorunda görevli olan ikinci çarkçı Selim yapıyordu konuşmaları.

Selim Yoludüz, "Endişelenmeyin. Kurtaran yolda. Sizi oradan çıkaracağız" dedi. Astsubay Selami'nin cevabı, Selim Yoludüz'ün kulağına ve kalbine işledi:

"Ailelerimize selam söylüyoruz. Bizi kurtaracağınızdan eminiz. Vatan sağolsun..."

Kurtaran gelmişti ancak tüm çabalar ve…

Yardımlar çaresizdi.

Onlara nefeslerini idareli kullanmaları için birbirleriyle de konuşmamaları söylendi.

Şamandıranın başına gidildi.

Onlar son cigaralarını yakmışlardı.

Son sözleri “ VATAN SAĞOLSUN” du…

Geride bıraktıkları gözü yaşlı aileleri ve oradan kurtulan, o gün nöbetçi olmamasına rağmen görev yapan Astsubay Hüseyin İNKEYA anlatıyor.

Her sene onlar için düzenlenen anma töreninde ağlayarak, yaşamaktan utanç duyarak.

İşte, bizler böyle yürekli insanların çocuklarıyız…

O türkü ne zaman çalsa içim acır:

“ Ah bir ataş ver cigaramı yakayım
Sen, salın gel ben boyuna bakayım
Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği”

Ve ne zaman Çanakkale’ ye gitsem ruhum başka yerlere gider gelir.
Orada yaşanmış tüm iniltileri hisseder ve azap duyarım.
Bambaşka bir hissiyattır bu.

Onun için
Çanakkale tepelerinde yazar :

İYİ OKUMAK, ANLAMAK VE ANMAK GEREK …


Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda
İstiklal uğruna, namus yolunda,
Can veren Mehmet'in yattığı yerdir.

Buradayım...

Ah!
Sen, “Can” desen,
Ben, “Canımmm” derim.

Sen, “Sev” desen,
Ben, “Sevgilim” derim.

Sen, “ Bir” desen
Ben, “ Bin” oldururum…

Gel de, boz yeminleri.
Çözüver, prangalı gönülleri.

Kim tutsak ise yeryüzünde,
Ararmış geceleri kendini, yıldızlar şehrinde.
Ay ile dolan camımın pervanesi
Uçuşur gelir düşlerime.
Güneş ile açtırır gözlerimi
İçime renk kattırır.
Bir tatlı nefes olup uyandırır.

Teferruatları geçmeyi seçersen,
Belki bir yol alacaksın yeniden.
Yeniden sevmeyi deneyeceksin belki de.
Kim bilir?

Duruveriyorsa hala sözcüklerim aklında.
Gülümsetiyorsa varlığım yerli yersiz zamanlarda,
Gizli bir aşk misali, düşüyorsa kanayan yarana.
Merhemin olmak için,
Yeniden, sende seni sevebilmek için.
Buradayım.

Sen de kainat gibi,
Sonsuz olsun istiyorsan sevdan…
Uzanan bir kuşun kanadıdır belki,

Her doğan yeni gün.

Ve her yeni gün taze başlangıçlardır ömürlerimize.
Sessizce giren güzelliklerdir.
Bazen biz bilmeden,
Bazen bilerek.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Toz Taneleri...

Bir avuç toz,
Bir kum fırtınası yaratabilir mi?

Bir tohum,
Dünyaya yetecek hasat verebilir mi?

Bir gülüş,
Yeni bir bebeği dünyaya getirebilir mi?

Hepsi,
Ama hepsi emek
Hepsi fedakarlık ister değil mi?

Peki ben deyip biz diyemiyorsan,
Eşittir, hiç
Koskoca hiç değil mi?

Bütüne varabilmek için,
Önce el ele tutuşmak
Aynı yöne bakmak ve aynı yola doğru yürümek gerekiyor değil mi?

Aksi taktirde sadece istemek, istenmek veyahut arzulanmak, arzu duymak dışında başka bir şey olamayacaktır.
Ruhlarımıza da yokluktan başka artı katmayacaktır.
Tüketecek ve öğütecektir zaman her kimse karşına geleni.

Sağ elin sola
Gözün, göz kapağına
Ağzın, dile ihtiyacı ve birbirlerinin tamamlayıcıları olduklarını bildikleri müddetçe hiçbir pürüzde çıkmayacaktır.

Her şey kaynaşma, kaynaktır.
Yüreklerin kaynaması için önce gelen arzu değil gönül birliğidir, beraberlik olmalıdır zamanın sonsuzluğuna karşı.

Öyle bir yol olmalıdır ki; gerinde de ilerinde de baktığın hep sevgi rotası olarak yer almalıdır.

3 Nisan 2011 Pazar

Kayıkçı...

Kayıkçı
Kayıkçı, kayığını kıyıya bırakmış.

Dün den kalan tüm, tüm birikintileri denize salarak;
Kayıkçı
Elleri nasırlı,
Yorgun.
Kalın kazağı arkasında, üşüyen ruhu var adeta.
Gözleri söylüyor her sefere çıkışta
Gizlice denize.

Gün batıyor,
Usulca kıyıda.
Diğerlerinden farklı bir yaşam sürüyor kayıkçı.
Telaşsız
Koşuşturmasız
Ve en önemlisi sahtesiz
Gerçek ve
Yalın.

Ekmeğini kazandığı su gibi
Tuzlu suyun panzehiri gibi kapatıyor acılarını kayığıyla her seferde ağır ağır rotasında.
Kayıkçı,
Saç, sakal umurunda değil.
Surete değil ruha yansıyana bakmakta.
Yakamoz misali.
“Kim ki gece denize baktığında ayın şavkını görebilirse;
Ancak dünya gözü ile de gerçeği görebilir”diyor
Kayıkçı.

Kayıkçı
Kürekleri ile pervane,
Suya hasret.
Denizi ile kardeş,
Sessizliğin sesinde ilerler, gün basmadan şehre
O ağırlık inmeden derine
Usul usul çeker küreklerini,
Sabırla
Ya Allah
Ya Bismillah

Vira Vira demir alır kimi zaman, zamanlardan
Hayata hiçbir borcu olmadan sularla dansa dalır…
Taka taka taka …
Motoru ile ses bırakarak ardından,
Kısmetlere salınır.

Güzel Ülkemin Gelişememiş Beyinleri...

Ülkem Manzaraları…

Türkiye’de yaşıyorsan eğer her an renkli, renksiz her türlü anlık olayı duymazlığın olamaz.

İçimizi karartsa da, karartmasa da karışırız olaylar içerisine.
Kimimizi takside yakalar, kimimizi evde akşam yemeğinin en güzel kısmında.

Dinleriz, dinleriz.
Seyrederiz, seyrediriz de.
“Vah vah ! Yine mi?” demekten öteye gidemeyiz.

Çok merak ediyorum, gerçekten beyinlerimiz bu kadar mı çalışıyor?
Yoksa umursamaz mıyız toplum olarak.
Ki, bu kadar olabilir mi? Bu da ayrı konu.
Yoksa Rahmetli Aziz NESİN üstat doğru mu söyledi?

Adana’ da lise 2.sınıf öğrencisini, müdür odasına çağırıyor.
Sigara içenlerin isimlerini vermesini istiyor.
Öğrenci, bilmediğini söylüyor.
Önce müdür den tokat yiyor ve kafasını panoya vuruyor.
Sen misin gammazlık yapmayan…
Müdür, odanın kapısını kilitliyor.
Artık ne yaptığını Allah bilir?
Öğrenci ağlayarak anlatıyor sadece bu kısımları.
Erkek öğrencinin kafasına 3 dikiş atılıyor, şu an ev de raporlu.

İstanbul’da bir eğlence mekanından dönüşte, dört kişilik asansöre gece geç olduğu ve acele ettikleri için sadece on kişi biniyor.
Dördüncü kattan bodruma çakılılıyorlar.
Allah dan ufak sıyrıklarla atlatıyorlar kazayı.
Sonra bir orta yaş üstü bey açıklama yapıyor:
“Gençler, acele etmişler bir durum yok yani”
Sonra ambulans geliyor,
Aynı insanlar bu kez toplu olarak araca binmek istiyorlar.
Görevli alamam diyor.
Bunlar hala tartışıyor.

Gençler, nasıl genç ki? Yürümeye cesaretleri yok!
Güçleri yok.
Hadi bunu da bırakın beyinleri de mi yok?
Koskoca dört kişilik makineye, on kişi binebiliyorlar.
Şaka olmalı diye düşündüm haberi gördüğümde, gerçi bir nisan da geçti amma…

Ve,
Bomba vakka malumunuz;
Ö S Y M...
Bir türlü seçip,
Seçilip, yerleştiremiyoruz.
Yerleştirilemiyoruz.
Ne kıyak iş, şifreyi bil kazan.
Kazı kazan gibi yani.
Zaten gençler kolaycılığa alışmıyor mu?
Kolaydan para,
Kolaydan hayat,
Kolaydan aşk,
Kolaydan sözde evlikler...
Chat odalarında, Messengar yapraklarında.
Face to Face lerde
Canlı canlı
Ama ruhsuz mesajlar
Notlar…

Hikayeleri geri sarıyorum…

Toprlarsak;
Eğitim almamıza çokça gerek yok.
Sınavlarda deneme yanılma yolu ile eğer şifreyi bulursak hayatımız kurtuldu.
Kapağı atarız bir yere.

Alavere dalavere ile dümeni tutmayı öğrendik mi gerisi boş zaten.
Nasıl olsa okullarda; sanırım erdem,arkadaşlık,dostluk, adam satmama, arkadaşını bozmama,insan aldatmama gibi kavramlar verilmiyor.
Yani ilkokuldan başlayarak şu meşhur sınava kadar çocuklar mütemadiyen dershanelerde, okul kapılarında ancak ne öğrenirse çoğunu aileden alacak.
Deneme yanılma yapacak.
Aileden, okuldan ve hayat dan öğrendiklerini çarpıştırarak karar verecek.
Bir gün çıkacak karşısına
Bir tabela,
Dikkat, 4 kişiliktir!
İşte, hayat burada başlayacak…
Gerisi adeta ilmeği kaçmış bir kazağın sökülüşü gibi net ve açık olacak…

Ne mutlu…

2 Nisan 2011 Cumartesi

BABA, Beni Maziye Götür...

Baba Beni Maziye Götür…

Benim babam bana sen söyle
Canım babam doğruyu söyle
Bu adam beni seviyor seviyor
Bu adam beni üzüyor üzüyor

Neden baba bu hayat böyle
Kimse senin kadar sevmiyor öyle
Keyfim yok niye
Canım sıkılıyor niye

Baba beni al maziye götür
Anlat aşkı o günlere götür
Benim bu zamanla bir sorunum var
Bu gece beni kendime getir

Baba beni al maziye götür
Anlat aşkı o günlere götür
Neden her şey bu kadar değişiyor
Meşk olmadan aşk hiç yürümüyor

Bu adam beni seviyor seviyor ama
Bu adam beni neden üzüyor üzüyor
Neden babam bu hayat böyle
Kimse senin kadar zaman vermiyor ömre

Baba beni al maziye götür
Anlat aşkı o günlere götür
Benim bu zamanla bir sorunum var
Bu gece beni kendime getir

Baba beni al maziye götür
Anlat aşkı o günlere götür
Neden her şey bu kadar değişiyor
Meşk olmadan aşk hiç yürümüyor

Benim babam ah her şeyi söyle
Anlat sabaha kadar niye bu hayat böyle


İZEL’in 2011 yılı yeni Klip Şarkısının, son derece içli sözleri.

Söz-Müzik kendisine ait.
Her şeyden öte,
Bu eseri babasının anısına düzenlemiş.

Şarkının klibi Ada da geçmekte.
Çocukluğumuz, düşlerimiz ve hatıralarımız...

Kırklı yaşlarına gelmiş olanlar; hafif buruk, biraz mahsun.
Kimi annesine
Kimi babasına hasret.

Fotoğraf kareleri canlı canlı, tek tek düşerken;
Hayat sevgi dolu geçerken,
Ve bizler bu yüce sevginin altında, dal dal filizlenirken.
Sanıyorduk ki, hiç bitmeyecek.
Hiç bir şey eksilmeyecek.
Fotoğraflar solmayacak.
Mahalle bakkalımız bile yerli yerinde hep demirbaş olarak kalacak.

Zaman, herkese yaptığı iyiliği bizlere de yapmakta sadece,
Aslına bakarsanız İzel’in sözleri gibi düşünürsek eğer “ Baba, beni al maziye götür”…
Şu an da hasretlerimizin ilacı aslında o zaman ki anda saklı.
Biraz deşersek yarayı; kanaya kanaya çıkıyor içersinden irin değil onların verdikleri tılsım.

İster DNA, ister kan grubu ve isterse hücrelerimiz olsun onlardan emanet alınan.
Bizler ruhlarımıza verdikleri güzellikle, hasretiz onlara.
Bizler yana yakıla gözlerine hasretiz ama bebeklerimizde saklı güzellikleri.
Bizler beynimizle an ve an ulaşabiliyoruz onlara.
Şu an fizikken göremesek de aslında hep varlar, hep vardılar.

Her şey değişiyor,
Çünkü dünya dönüyor…
Onlar gittiler, bizleri bıraktılar yerlerine.
Ve bizde gideceğiz vakti geldiğinde ;
Yerimize güzel şeyler söyletebilecek isek ne mutlu…
Gerisi
Gerisi
Boş, hayat ile kaynıyor sadece…

1 Nisan 2011 Cuma

JOLLY JOKER ve YAŞAR CANLI PERFORMANS

Ya tozu dumana katacaksın
Ya da tozu dumanı yutacaksın…

İtalyanca Öğretmenim diyor ki :
“Hadi gidiyoruz, ne gripi ben anlamam iyileşirsin.
Şarkılar iyi gelir, sana da bana da”

Valla ne iyi öğretmen, bu kadar tembel öğrencisini VIP de ağırlıyor.

Gerçekten şarkılar iyi geliyor insana bu gerçek.
Ve eğer kıvamındaysanız, romantik şarkılar da insanı bir başka yapıyor doğrusu.

Sahneye çıktığı ilk günden beri, kendi çizgisini bozmayan ender sanatçılarından biri karşımızda.
Jolly Joker Balans da sahne alıyor Yaşar Günaçgün.
Bildiğimiz "YAŞAR"

Sahnede kibar.
Şarkılar da kibar.
O da grip olmasına rağmen, ter akıta akıta hınca hınç kalabalıkta alkışlar arasında daha da yükseliyor.

Önümüzde doğum gününü kutlayan, öpüşen, sarılan yani anlayacağınız hayatı yaşayan herkes var.
Yaşar’ın diğer konser konseptinden farklı olarak bu kez yanında bir üstad var.
Klarnet dehası.
Nasıl damardan giriyor.
Nasıl vuruyor bizi.

Kendisi de bir ara dayanamayıp “ yahu biz bu kadar güzel şarkılar mı yapmışız” diyiveriyor.

Jolly Joker de YAŞAR; muhteşem ekibi, Klarnet Üstadı ve ayrıca Trompet ile aynı zamanda sahnedeki pozitif elektriği ile Mehmet Çelik harika.
Gece boyunca ise hem eski hem yeni şarkılarından bir demet sunarken bizi çok güzel ruh hallerine sokup çıkarıyor.
"Eski Yazlar", son albümü ile hala kıvamında olduğunda gösteren Yaşar’ın sahne performansına da diyecek yok.

Kuruçeşme de ayrı güzel, kapalı mekanda ayrı.
Onu dinlemek her zaman zevkli.
Çünkü o, seyircisine yani dinleyicisine saygı duyuyor.
Netice de her şarkı gibi tüm şarkılarda bu geceye has sonlanıyor.

Ve biz sabahın üçünde kendimizi kokoreç yerken buluyoruz.
ŞARKI SÖYLÜYORUZ :
Ellerimin altından kayıp gider zaman
Gözlerimi diktim yollarına geliyor musun
Eridim yaktığım mumlar gibi geçiyor zaman
Gözlerimi diktim yollarına dönüyor musun

Dönüyor aman dünya başım duman
Batıyor ama acıtmıyor senin sevdan

Gittiğinde yazdı sonbahar geçti
Ve bütün mevsimler
Bittğimi yazdı okumadın mı
Beni manşetlerden

Dönüyor aman dünya başım duman
Batıyor ama acıtmıyor senin sevdan

Gittiğinde yazdı kaç bahar geçti
Şunun şurasında
Şimdi aşkımız bir annenin
Çocuğa duasında

KELİMELER...

Sözler;
Sözler düşlerim…
İnce ince demlenmiş.

Katıksız, olduğu gibi düşmüş yürekten.
Bir ses, bazen bir soluk.
“Varım” demek hayata.
Doğan güneşe…

Hayat, katmak ruha
Kelimeler süzülürken, dans eder yürekler.
Gizli, sisler ardında kalmış bir güneşin habercisidir
Bazen, kelimeler.

Kelimeler önemlidir.
Vezir de eder,
Rezil de
Açık olmayı bilmedikçe,
Dökülen artıklardır ağızdan.
Gerçek kelimeler gönülden doğar.
Gözlerle dile gelir.
Vücut bulur ruhta.

Kelimeler düşer avuçlarıma,
Kır çiçeklerinin sözleri kadar derin.
Baharın gelişi kadar net.

Kelimeler düşer yarınlarıma,
Yaz yağmurları kadar sevecen
Yarınlar kadar güleç…

İSTANBUL FİLM FESTİVALİ NİCE 30.YILLARA...

30.İSTANBUL FİLM FESTİVALİ

FESTİVAL VE EMEK

Saat 20:35 civarı şu an CNN TURK Canlı Yayınında Film Festivali Başlıyor.

Sunucular Mehmet Ali Alabora,Hale Soygazi ve ardından Atilla Dorsay konuşma yapıyor.
Geçmiş günler anlatılıyor.
Yıllardır dem vurmaya çalıştığımız konuya parmak basıyorlarlar.
Bu etkinliklerin değişmez adresi…

İstikal Caddesinin, göz nuru.
Çiçeği
Bebeği
EMEK sineması.

""Emek sinemasının; terk edilmiş, koltukları,sinema teçhizatı ve tam teşekkül demirbaş olarak ne varsa akibetini bilmiyoruz" diyor Sn.Alabora.

"Ama oradan bir demirbaş kurtarabildik" diyor.
Hikmet Ağabeyi çağırıyor…
Hikmet Yetkin
Geliyor, smokinler içerisinde…

"Siz, sağ olun var olun derken başlıyor gözleri dolarak.
Duramayacağım kusura bakmayın "diyor.
"AMA SİNEMASIZ KALMAYIN !…"
AĞLAYARAK TERK EDİYOR SALONU.
1956 Yılında göreve başlamış.

CNNTURK REKLAMA GİRİYOR…



Ardından bugün ünlü olmuş insanlar , Hikmet Abi ile olan anılarını anlatıp EMEK ORTADAN KALKMAZ diyorlar.

Oysa yepyeni alışveriş merkezide açılıverdi.
Enine boyuna, çirkince…Süzülüyor

Bize can veren,
Hayatımıza, dünyamızda
Yabancı konuklarımıza da ruh veren
Emek Sineması üstünde, iki kez tur atmış demirler var.
Bu zincirler, biz sanat severlere bağlanmış esaslı zincirlerdir.
Tek kalmış olan kültür anlamında İstanbul Film Festivali çerçevesinde, onu destekleyen İKSV’nin belki son enerjisidir. Nereye kadar gidebilecekse.

Kimler geldi, geçti.
Onlar sayesinde.
Ne filmler izledik.
Sanat koktu caddeler.

Ve şimdi gidin görün, İstiklal Caddesinde kapanan kapanana.

Nerede benim sinemalarım?

Ve bu 30.yılda EMEK SİNEMASI fiziken görünmeyen ama ruhu ile hala damgasını vurmakta güzel akşama…

Açıl susam açıl
Bahar da şenlensin
Memleketim kültürlensin.
Okusun, görsün, yorum yapsın…
EMEK SEN HEP YAŞA…

İ K S V...SEVİYORUZ SENİ ÇOK.