Hürriyet

26 Haziran 2010 Cumartesi

AÇ YÜREĞİNİ BİR MERHABA'YA...

Dünyanın tek dili müziktir.
Bir resim galerisinde alkış tutan insanları göremezsiniz
Ama sahne öyle mi?

Bu akşam Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi önü hınca hınç dolu. Tabiri caizse iğne atsan yere düşmez vaziyet de.
Büfe önü dolu.
Bir adam “önlerden biletim var”diyor. Bir diğer yabancı kaça diyor ?
“Ben 130’a aldım diyor size” adamlar vazgeçiyor.
Bir afiş
“ GEORGE DALARAS VE ONUR KONUĞU ZÜLFÜ LİVANELİ”
Önümden birkaç profesör,sanatçı eğer yanılmıyorsam Aylin geçiyor. Zülfü Bey’in kızı.
Medya da pek göremediğimiz için sanırım saçlarını da kesmiş.
Adamlar, kadınlar konuşuyorlar yunanca anlamıyorum ama bir parmağını göstererek burada olduklarını söylemeye çalışıyor,kapıya doğru giden arkadaşlarına…
Kimi Amerika dan yeni geldim onun haberi olmamıştır diyor.
Kimi “ Vitali anahtarları aldı mı?”diye sesleniyor.
İçeri giriyorum minder kiralama 3 tl.
Tuvalete giriyorum tıklım tıklım bir kadın bozuk parayla kapıyı açmaya çalışıyor ki o tuvalet alafranga tek tuvalet diğerleri alaturka
-Niçin alaturka yapmışlar ki Başbakan bile geldi denetledi halbu ki diyor.
Sorusu cevaplarında gizli.
Bir sandviç 10 tl içecek 5 tl
Neyse yerime kuruluyorum .Önümde bembeyaz saçlı 70 e yakın yaşlarda iki teyze onları kardeş sanıyorum çünkü birinin kolu alçıda.
O halde gelmiş diyorum.
Yanımda anne oğul var. Anne oğluna fıstıklı çikolata veriyor .Çocuk istemiyor.
Onların yanında ya evli ya sevgili ama ne fark eder o anı yaşıyorlar doya doya. Sarmaş dolaş ellerinde kadehler, heryer şarap kokuyor. ( tuttum bu fikri)
Saat 21:10 seyirciler hala girmeye devam ediyorlar ve Yorgo sahneye çıkıyor…
Neden ? diye başlıyor
Sanırım orkestra ve solistleri toplam 14 kişiyi buluyorlar.
Alkış alkış ve yine alkış
İstanbul’a ilk kez gelen Dalaras’a neredeyse tüm açık hava seyircileri eşlik ediyor şarkılarına
Davul,kemençe ve saz gibi değişik bir çalgı ve birçok enstrüman mevcut.
Arkadan istekler yağıyor.
Kimi “melani” diyor kimi sagapo
Yalnız Yunan şarkılarının hepsinde bir sagapo var. Yani sevgi hep geçiyor.
Ne güzel
İstekler sıranla dursun kemençe ve o değişik çalgının pirleri bir döktürüyorlar dünyada az rastlanır şekilde bir sahne performansı.
Show yapıyorlar bir nevi bizim aşıklarımızın atışmaları gibi sürüyor .
Alkışlamaktan kollarlımız kopuyor ama onlar devam
Bravo sesleri yükseliyor…
Önümdeki teyze diğerine çikolata ikram ediyor meğerse orada tanışmışlar. 5 kişiye çikolata dağıtıyor teyzecik tedarikli anlayacağınız.
İstekler devam ediyor teyzeler ve ben oynuyorum
Arka fonda yıldızlar ama orkestrası ile Dalaras öyle bir performans sergiliyor ki Ege de olup kıyıya vuran dalgalar gibi geçiyor şarkıları kulaklarımızdan
Valla sarhoş ediyor bu şarkılar insanı. Üstelik katmerlisinden bende sarhoş olmak istiyorum.
Birden “ Yiğidim aslanım burada yatıyor “çalıyor ardından “Leylim LEY” işte benim arkadaşım,sanatçı mükemmel insan diyerek Zülfü bey’i sahneye davet ediyor Dalaras
Alkış kıyamet.
Her zaman ki kibar üslubu ile Zülfü bey teşekkür ediyor bu konserin ilk ama son olmayacağını söylüyor ve devam ediyorlar.
“Yıkılma Bunları Gördüğün ZamanUmudu Kesipte incinme SakınAç Yüreğini Bir MerhabayaKardeşin Duymaz Eloğlu Duyar”
“İNSAN HAKLARI YAŞASIN” “KARDEŞLİK YAŞASIN” Diyor Sn. Livaneli ve sarılıyor Dalarasa .Yaşasın BARIŞ…
Birçok söylediğini de çok yoğun alkışdan kaçırdım.
Zülfü bey iniyor sahneden tam gaz devam ediyoruz konsere.
Herkes coşmuş herkes ayakta
4 kez ki 4. artık Zülfü bey’inde tekrar sahneye çıkarak alkışlar arasında yer alması ve riacası ile gerçekleşiyor.
Tam 4 kez bis yapıyor DALARAS AÇIK HAVA DA İSTANBUL’DA
Gecenin karanlığında uçuşan martılar bile beyaz beyaz barış ve sevgiden yanalar
Yedikule çalarken veya ne fark eder diğer nameler .
İşte Açıkhava da adeta bir köy düğününde gibiydik kah , kah bir ege sahilinde
İşte müziğin gücü
Ve en önemlisi sevginin önlenemez kuvveti
Ne mutlu bu organizasyonu gerçekleştiren insanlara…
Dalaras ve ekibine
Ve tabiî ki
Sn. Zülfü Livaneli’ye …
Her ne kadar köşesindeki yazılarda son günlerde gelişmekte olan tatsız olaylardan dolayı mutsuz oldugunu ifade etmiş olsa da sanırım bu gece onun tüm yorgunluğunu, mutsuzluğunu yok edip umut ve sevgi olarak tekrar ona dönmüştür.
Yolu sevgiden geçen herkese selam olsun.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Kınalı Kuzu(lar)...

Açılım…

Aça aça yüreklerimizi
Aça aça verdik canlarımızı …

Gece ilerlemiş Topkapı hattında bir toplu taşıma aracının içersindeyim. Gün kararmış. Çoğu insanın içi gibi.
Yollar akıyor,
Ömrümüz gibi...


Yalnız !
Kimi stop ediyor… Yada freni patlıyor, patlatılıyor.

Leman Sam’ın tıpkı şarkısında dile getirdiği gibi : “ Dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe sırf sana benziyor diye merhaba dedim. Tanıdık bir huzur aradım şaşkın bakılarında,Tanıdık sözler bekledim. Beklediğim sözler bunlar değil.Yüzüme baktı gözlerime. Anladım ki hiç kimse sen değil”...

İlla aşk, kadın -erkek arasında ; sevişmek,yatmak,kalkmak olacak değil ya. Aşk eğer buysa zaten oda değil onların ki. Neyse ayrı konu.

İki delikanlı aracın içince. Türk değiller. Ama yaygın ve taşkın davranışları, kaba konuşmaları araçtakileri rahatsız ediyor. Benim yanımda oturan kadını daha çok. Elinde bir numaratör var ,başı hafif saçları gözükecek şekilde eski anane-babannelerimiz gibi örtülmüş. Bağlanmış yazmadım dikkatinizi çekerim.
Örtülü hafifçe.

Hafiften bana eğiliyor :
“Görüyor musun. Özgürlük istiyorlar. İşte konuşuyorlar. Ama bunlar canavar hala doymadılar. Çakal bunlar bilir misin çakalı. Çok korkunçtur. Köpek olamazlar köpek korur köpek dost. Nasıl verdik canları nasıl kıydılar o kıza o askerlere. Allah da onların canını yaksın.”
-Öyle haklısınız ama cehalet bunların ki ,doğru insan demek içinde bazı vasıflara haiz olmalılar değil mi ? Ben şunu merak ediyorum onlar maşa ya da cahil ,peki benim dış işleri bakanım gayet samimi,can arkadaşı gibi bunların reislerini daha geçen gün ağırlamadı mı ? Kucaklamadı mı ? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi ?
Hanım : Ah yavrum (gözleri yaşarmaya başlayarak) benim evladımda orada subay.
-Nerede ?
Hanım: ….. nasıl zor okudu biliyormusun 3 aylık bebeği var. Elinde ki numaratörü göstererek
onlar için Ayetel Kürsü okuyorum bugün dağa çıkacak.
Şimdi bunlara demek istiyorum ki ben işte özgürsünüz, devlet size kucak açtı. Serbest konuşuyorsunuz. Elektrik su bedava.Kapıları açtı geldiniz memleketin her yerindesiniz ve hala doymadınız.
Atlamak istiyorum diyerek hareketleniyor zor tutuyorum.
Başını omzuma dayayarak hüngür hüngür ağlıyor..
Açılıyor hiç tanımadığı bir kadına…
-Yapmayın bak siz güçlü kadınsınız asker evladı yetiştirmişsiniz. Güzel şeyler düşünün. Aklınıza torununuzun sünneti gelsin. Hayallerinize sevgi katın. Negatif düşünmeyin. Sanıyor musunuz ki o evini düşünmüyor. Sizi canından çok merak etmiyor. Ne mutlu size bizi koruyan askerimizin anasısınız ve onun emrindeki askerlerin. Diğer analar gibi onlar kadar kutsalsınız. Duanızı eksik etmeyin. Sadece sevginizi gönderin.
Biraz susuyor…
Elimi sıkı sıkı tutuyor beyaz yüzlü kibar kadın,memleketini ve oğlunun bugün hangi dağa çıkacağını söylüyor,ben biliyorum.
Karşımda o genç insanlar. Ne dediklerini anlayamıyorum. Anlamak da istemiyorum.
İşte nefret,kin ve beklenen kaos
Patlamalar, cenazeler,nabız yoklana yoklana iflas etti
An meselesi her olay
Her olaya gebeyiz
Ve yetkililer dikkatli olun; şüpheli gördüğünüzde haber verin. Diyor.
Bu akşam bu araçtakilerde şüpheli gibiydi belki değildirler.
Böyle yaşanır mı ?
O adamların günahını biz
Askerlemizin canını kim alacak veya vatandaşın ?
Onların günahına kim girecek
Askerler bitti sıra ailelere geldi.
Açılıyoruz yavaş yavaş…
Birgün subay eşi
Diğer gün çocuğu
O gencecik kızın hayallerini kim verecek ?
Kim girecek bu hafta sonu onun gelecek hayat sınavına
Kim çeyizini derleyecek de gelin edecek
Nasıl bir tebessümü vardı anasından başka kim bilecek
İlla ben cam kenarında oturayım diye ısrar ettiği babasından başka kim yanacak ? Kim.
Susalım susalım sindirelim
Yola devam mı ?
Hangi yol.
Türkiye neler gördü neler atlattı bu da geçer ama hanelerimiz üzerinde ki çatılar uçuyor.
Yıllardır terör uğruna asker olup da dönenlerinize bir sorun anısını anlatamaz. Kaç şehit verdi yanında arkadaşı o biliyor. O kapıyı kolay kolay açamaz.
Bir gaziye sorun bakalım
İçine girin, hayatına gözlerinin ta içine bakıverin bakalım hayat var mı ?
Ve şimdi…
Tel tel çözülüyor taki yolda ki bir anacık hiç tanımadığı birine omzunu koyup ağlayabiliyor.
Elini tutabiliyor
Hissedin bir an içindeki acıyı
Duyun bu insanımızın feryadını…

22 Haziran 2010 Salı

Şimdi Neredesin Nerde ?

Sevgi...
Ah sevgi !
Senin adın ile başlardı sevgi,

Senin ile yaşamın güzellikleri
Güzel kahve gözlerinle bakardın inceden inceye
Hep bir şey anlatırdı bana bakışların…
O sert işine rağmen yufka yüreğin ve yumuşacık ellerin vardı.
Bir de hiç sevemediğim rakı sofran
Ben sende doğmadan vardım


Hayata adım verdim,
Sen can verdin
Hastanelerde dönmen için şiirler yaktım adına
Ben sende doğmadan vardım
İlk aşkım sendin
Şimdi neredesin nerde?

Gelsem sararmısın beni yine yine sevgiyle
Hiç doymadım ben sevgiye
Şımartırmısın yine
Bir şiir okurmusun bana
Uzatsam saçlarımı istediğin gibi belime kadar
Okşarmısın yeniden
Müsaade edermisin ağlayayım omuzlarında
Ben sende doğmadan vardım
Söyle şimdi sen neredesin ?Nerde

Hainler pusu tutmuş bir bir menzillerde
Ben dimdik ayaktayım sakın merak etme
Bir de türkü yakıyorlar “Babalar Günü” diye
Ağlıyorum yine bak
Sen den başka kimse senin kadar sevemedi diye
Neden bırakıp gittin diye…
Avuçlarımda
Yüreğimde
Sesimde
Nefesimde
Alın terimde
Şampiyonluklarda
Başarılarda
Milli günlerde
Ve hayat denen her anın içinde
Neredesin hani söz vermiştin ?
Hep sevecektin beni
Babam, çok özledim…
Şimdi neredesin nerde ?
Bir ses...

21 Haziran 2010 Pazartesi

Ne Arıyorsan...

Ne zordur
Ne zordur
Yalnız geceler…
Bir sen bilirsin
Bir sen, kendini.

Kah düşersin, kah kalkarsın ayağa.
Dalından düşmeye hazır,olgun meyva gibi iniverirsin toprağa
Yağmur yağar üzerine
Kuşlar didikler,
Bir rüzgar eser…
Sallanırsın
Her pahasına yalnızsın…

Ne zordur,
Yalnız caddeler…
Ne zordur .
Tek kişilik, sipariş yemekler.
Dünyanın en ağır lokmasıdır bir kase çorba icabında…
Ve yalnızsındır işte yine bir günün akşamında
Usulca koyarsın, başını yastığa…
Caddelerde insan manzaraları…
Çınlar çocuk ve kuş sesleri
Hayat akıverir sinsice
Gülersin dıştan
Hayaldir artık ne kursan,
Gülümsersin yeniden
En azından çabalarsın.
Bir ağacın gövdesine yalnız dokunursun,
Avuçlarında yarın elleri değil , düşen yağmur damlalarıdır çoğu zaman.
Kumsallar, denizle buluşur.
Sessiz dolunay bulutla öpüşür
Şafak vakti gelir, yalnızsın işte
Küçücük yüreğinle sığışamamışsın bir yere…

Kimseye kabahat bulma
Ne der Mevlana :
“ Her ne ararsan kendinde ara”

HEYKEL ÇIKTIMI MEYDANA

Bir ömür geçer …
İlkeler,ülküler,hayaller ve güzel bir gelecek izinde.
Çağdaş dünyanın o ulaşılmaz kapısını aralamayı başarmış nadir insanlardan biriydi o.

41,5 Mizah dergisi ile yazmaya başladı.
Kardeşi Turhan ile birlikte çıkarıyorlardı. Çok memnun kalmıştı ki bu işden hiç vazgeçemedi.
Ömrünün önemli dönemlerinde işkenceye maruz kaldığı zamanlardan sonra bile duruşundan
ödün vermeden devam etti.
Kah mesai arkadaşları ile ters düştü. Kah zamanın getirdikleri ile.
Bir beyefendi.
Gazetecilik duayeni
Sonra, yıllar geçti bir garip vakadır ki adı malum soruşturmalar sinsilesi arasında o da alındı .Tekrar 1971 den sonra 2009 da.
Ciddi suçlanıyordu yine ,tek fark bu kez yaşı dayanamazdı. Kaldırmazdı.
Nitekim öyle oldu…
Kırıldı...
Küstüğü anda,
Kardeşinin haberi geldi ,gizlendi .Hastane odasında kalan ömrünü tamamladı.
Tıpkı Prof.Dr. Türkan Saylan hoca gibi…
Tıpkı onun gibi kırık...

Şimdi onu tanımayan yeni nesil …. Dava ile anacak. Hatta hiç bilmeden belki de suçlayacak,karalayacak.
Bir nesil ise bu da yapılırmıydı son anlarında diyecek.
Yağ kavrulacak ,ocak tütecek.
Cumhuriyet’in köşesinde ki pencere kapandı.
Yaz sıcağında olur mu be Usta !
Hani dersin ya sen…
85 yıllık ömrüne kattığın serüvenlerin ile…
“ HER İNSAN KENDİ HEYKELİNİ YONTAR ÖMRÜ BOYUNCA”…
Senin ki net görünüyor,abide apaçık ortada…
Ya bizler ?
Ya susanlar
Ya susmadan devam edenler…
Heykel nasıl çıkıyor gece rüyalarınıza…
Bitmiş mi ? Dik duruyor mu ? Hep aydınlık mı ?
Siz ce ?
Başımız sağ olsun…
21/06/2010

20 Haziran 2010 Pazar

HAYAT

Dokunamadığım ellerimin sessiz isyanıdır yazılar
Ve bir gecenin sessizliğinde sadece gözyaşları akar,
Kalırsın bir damla bir damla daha yalnızlığa…
Düş olur doğarsın geceme
Uykusuz yeni bir gecenin yenilenmiş sessizliğine,
Belki bir hayalsin
Bilmiyorum, nefesin ne ?
Gözlerin ne renk
Ya tenin
Ben yalnız sevdanın tanığıyım
Bilmiyorum
İsmin ne ?
Gizlenmiş bir yerlerde biliyorum beni gözlersin
Ufak tiyolarla bana tebessüm ettirirsin
Bazen taşların arasından fışkırmış çiçeğe güleriz senle,
Kimi zaman yağan yağmur damlasında kayboluruz sessizce.
Bazen taşların arasında ki su gibi…
Yaz sıcağında serin kalmış ikimiz.
Bazen ağaçların gövdesinde tırmanan karıncalar gibi telaşlıyız…
Çünkü biz aşka sevdalıyız…
Kah kokusunu duyarız esen meltemin
Kah dokunur gibi olursun kollarıma, sanırım sen rüzgarsın…
Sen doğasın
Sen aşksın
Sen müziksin, bir galeride ki tablosun
Sen güneş ,yıldırım, dolunay ve hilal
Sen sen hayatsın
Hoş geldin hayat küçük dünyama…

19 Haziran 2010 Cumartesi

Birdenbire !

http://www.dailymotion.com/video/x68j69_yasemin-sannino-birdenbire_music
Birdenbire...
Bir gecenin koynundayım,
Yine yalnız,sessiz ve atılgan
İstanbul’un güzel sokakları…
Yazı gelmiş insanların herkes sereserpe dışarıda
Dışarısı alabildiğine hayat akıyor
Can taşıyor ruhlar
Ölü olmamış henüz,
Henüz, kopup gitmiş insanlardan habersiz
Ellerinde biraları, kimi yalnızları kıskandıracak kadar sarmaş dolaş
Ah, aşk ne güzel şey…
Yaşlı amca şapkasını çıkarmamış.
Diğer teyze Fransız Kültürden bahsediyor başında kocaman yanı çiçekli genişçe bir şapka yanındaki Japon hanıma İngilizce My Fair Lady’yi anlatıyor.
Ağır ağır ama biraz nefeslenerek çıktığım meydandayım işte.
Kocaman tabelada aynen şöyle yazıyor:
“ 29 mayıs 1453 Salı sabahı Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethederek aldığı ilk yerlerden biri ve 1 haziran gününün sabahı Ceneviz Kolonisi anahtarı kendilerine teslim ediyor”
Tam bunu okumaya çalışırken sahnede 3 bey 1 bayan sanatçı konser veriyor şimdi sıra Karadeniz’de diyor son şarkıymış. Değişik bir yorum Dortmund’dan Kazım Çalışkan solist Niki ve 2 yabancı daha. Memleketimin bereketli toprakları neler yetiştiriyor. Pir Sultan Abdal’dan, Yunus’a uzanan dizelerle alkışlanıyorlar.
Etrafım hayran olduğum insanlarla dolmaya başlıyor haza beyefendi ;tıraşlı üstü başı tertemiz gözleri aç olmayan, sözü dili bir efendi adamlar. Şımarmayan,orası burası sergide değil güzelliğini zerafetiyle birleştirmiş ,gülünce güller açtıran hanımefendi kadınlar…
Arka sıralarda nerede olduğumu unutmuşken hatırlatanlar da elbet var. Maalesef…
Uzun saçları ,zarif ve kibar bir hanım …bir yandan “mama”diyerek koşturan kızıyla ilgileniyor ve orkestrası arasında mekik dokuyan sanatçı ve anne bir insan.
Sahne açılıyor,karşımda yarım ay üstümde koca cüssesiyle Galata Kulesi yanında o nostaljik binalar…
Ve Yasemin SANINO sahnede
Bizlere hava kararmaya yüz tutmuşken Napolitan şarkıları biraz caz var biraz batı çokca duygu aktarıyor …
Her şarkının da hikayesini anlatıyor
Şarkılar 1800 ler 1915 bir askerin aşık olduğu kıza yazdığı şarkı diğeri 1925…
Yaşanmışlıklar silsilesi
Orkestradan biri Cenevizli ve 1 haziran doğum günü onun biliyor musunuz diyor.
Ve Türk anne İtalyan bir baba nın kızı olarak burada olmaktan çok mutluyum.
Ezan okunacak diğer 20 dk müsaade istiyor.
Ve sahnede kaldığı müddetçe belki topu topu 4-5 kelime İtalyanca konuşuyor.
Atmosfer güzel sarhoş olsan .Kalasın gelir ama nereye dayanacaksın Galata Kulesine mi ?
O da çok dan yorulmuştur bunca insan kalabalığından…
Oooo kimler geldi buralara. Duvarına kimler kustu ya da ağladı
Kimler avaz avaz küfretti ya da aşkını içinde saklamadı…
İtalya da gişe rekorları kıran Ferzan Özpetek filminde Türkçe söylediği şarkıya sıra geliyor
“Birdenbire” …
Neler oluyor hayatımıza birdenbire
Bir yabancı giriyor birdenbire öbürüne diğeri çekiliyor birdenbire
Birdenbire bir depren birdenbire yok oluş
Birdenbire isyanlar
Birdenbire tüm gidişler
Ve birdenbire Aşk!lar…
O atmosfer de ben aşk!ı seçiyorum…
Birdenbire olabilecek en güzel duygu çünkü
Yarına kalmasa bile birdenbire hatırlanacak o olsun diyorum…
Derin derin soluyorum atmosferi
1915 savaş zamanında Napoli li bir kadının Amerikan askerinden doğurduğu bir zenci çocuk için kötü olarak söylenen daha doğrusu sokak şarkısı olarak dile gelen şarkıyı söylüyor.
Şapkalı amca My Fair Lady yi konuşan teyze yi kaldırmıyor oysa yaşıtlar
Sesli düşünmüş olmalıyım 15 lik kızı kaldırdığında amca ki yanımdaki hiç tanımadım bey
“ yaşlı ama aptal değil” diyor bana gülümseyerek
Ben de erkek değilmlisiniz hepiniz aynısınız diyorum içimden
İnsan neden ömür boyu birini sevemez ben anlamıyorum.
Zor değil ki bu içten gelir zaten doğası falan safsatalarına asla inanmıyorum
Bu şımarıklık ve büyüyememekten öte bir şey değil
İnsan, bal gibi sever
Birini deli gibi sever
Ve bir yastığı eskitir onla; yastık gözyaşı,keder,mutluluk,sevinç görür…
İşin güzelliği oradadır zaten
Herkese nasip olmaz bu, açık bilinçlere has bir şey bu
Ben desem ne olacak bunları koskoca Galata Kulesi kimbilir kaç kez duyuyor bu isyanı
İnsanın insana veremediği değeri…
Birdenbire sever insan
Birdenbire
Kimbilir ? Hiç tanımadığı,görmediği,bilmediği ama bir yastıkta solacağı bir diğer gülü…
Birdenbire…Olabilecek her şey !

17 Haziran 2010 Perşembe

MUTLUMUSUN?

Ne oldu ? Mutlumusun ?
Değdi mi
Değdi mi bu kez?
Değiştimi odanın kokusu?
Değiştimi hayat serüvenin,
Ya yarım kalmış yalanların
Susma...Susma söyle
Kaldıysa söylenecek yalanın daha söyle hadi
Söyle de rahatla

Ne oldu ?
Pişti gibi oturduk koltuklara sıra sıra
Ellerle alkış tuttuk sana
Şimdi sen kadeh tokuşturursun orada burada
Şimdilik saltanat havasında
Sanıyormusun ki silinir gider her hatıra

Hadi eğlen,gül doya doya
Benmişsem üzüntüne sebep
Hadi mutlu ol doya doya
Bazen bir bedendir, bir başka bedene esir
Bazense bir ruhtur eksik diğer ruha…

Birkaç yıl oldu yazalı
“Şimdi sende herkes gibisin”diye
Üstüne Cem Baba 'yı yudumladım doya doya…
Eğlenmiyorum, zaman dolduruyorum desen de aslında;
Sorumluluklar ve yaşamdan ve sevgiden basbayağı kaçmaktır bu .
Hemde ahmakça !
Ve en delicesi ne biliyormusun ?
Bunları hep bir bilenin, ben olmam
Ne oldu mutlumusun ?
Yalancı yalancılarla olur
Haklısın
Benle işin nedir aslında ?
Yazık bunca geçen zamanına mı ?
Benim zamanıma mı aslında.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Neden ?

Yalan
Yalan diyemedin…
Yanlış düşünüyorsun, hiç diyemedin
En güvendiğinden ise beklenen ve duyulamayan sözler…
Ne acıdır ki, gözyaşlarının başrolü kaptığı andır işte.

Şimdi kim ne derse desin
Kim teselli etmek ister ise istesin,
Bir hayal kurdum kendi dünyamda döndüm de durdum der avunursun…

Hatıra olur yaşananlar
Bir değersindir belki aslında ama kelimeleri bulup söyleyememişlerdir sana
Ve bir beklersin, sevmeyi bilirsin.
Bin durursun işitmediğin sözler karşısında
Aynalar kah dostun kah düşmanın
Böyle dert çektiren kimdir?
Kimdir hayatımızı çalan?
Kendimizden başka

Tam da nostalji yaptım bu akşam
Yaşananlar…yaşanamamışlıklar arasında
Sonra baktım var olduğum dünyama;
Bir başka sofra da içilen rakılar..sözde dostlar…
Sonra kalktın baktın ki kelebek uçmuş
Ne acı ki tüm bunlar gebeyken
Yalan
Hatta yanlış düşünüyorsun diyemedin…
Neden?

3 Haziran 2010 Perşembe

3 Haziran ...

Kırık kalpler sokağı…

Hangimiz o sokağa uğramadık ? Kimi önünden geçti, bir gözü orada bakakaldı.
Kimi sokaktan çıkamadı. Kimi yan yolda sokağa varamadan aslında şanslımıydı yoksa şanssızımıydı tam da kestiremeden elveda deyiverdi birgün…

Son günler de Marilyn Monroe’ nun bir reklamı var oldukça hoşuma gidiyor. Kısaca repliği şöyle :
“"Kendi hayat ikonunuzu belirleyin, aslında nostalji o kadarda iyi birşey değil..Kendi hayatınızı yaşayın. Şimdi ! Now !…Now kısmı çok hoş ve seksi.
Orijinal kayıt bir röportaj. Belki de hiç bilmeden anı yaşayarak aslında çok az olan ömrünü tamamladı. O zaman diyebiliriz ki en azından kendi adıma çok fazla an.lar içine dalamadığım hep kendi istediklerim,sevdiklerim,tercih ettiklerim ile var olmaya çalıştığıma göre güzel bir yaşam olmalı demek ki uzun yaşayacağım J.
Her ne kadar acılara, kederlere boş vermeye çalışsak da arada nostalji çok güzel. Aslında bende değiştim o duygunun beni kavurmasına fırsat vermiyorum o zaman nostalji benim için daha dorukta oluyor.
Şimdi paylaşacaklarım ise beni alıp götürenlerden 2 kişi… Bu iki kişiyi birkaç zamandır zamanı yaklaşmaya başladığından beri daha sık düşünmeye başladım. Onların nostaljisi hele birinin öyle bir yakıyor ki o zaman başka bir benden başka bir bene geçiyorum. Geçerken de arada mola vermek istiyorum. Tekrar aynı durağa varıyor ve eve dönüyorum çok şükür.
Bu iki kişiden birisi Babam. Diğeri Nazım Hikmet.
Babam canım,kanım sebeb-i nedenim varlığımın her şeyden önce.
Şu anda ayaklarımın üzerinde sağlam durabiliyor, hisleniyor ama incitmemeye gayret ediyor,sürekli insan olduğumu hatırlayarak daha ileriye gitmemin gerekli olduğunu düşünüyorsam, olduğum gibi olmanın ama yalandan uzak dürüstlükten yana hiç falso yapmaman gerektiğini her sabah söylüyorsam kendime, yatağa başımı koyduğumda içimden akan gözyaşlarımın arzularımın hayallerimin aslında yalan dünyaya ait olduğunu kafama kakarcasına bana seslendiren ruhuma yaptığı tesirdir…
İkincisi ise inandığı gerçek uğrunda çaba veren bunun için kendi hayatını ortaya koyan,uzaklarda hasret kokan türkülerin sahipsiz ezgilerini mırıldayan. Onca ihanete, vurdumduymazlığa aldırmadan kin gütmeden gülümseyebilen. Benim hayatıma “yasak bu adam!” diye bir cümle ile giren (evde değil tabi , yaşıtlarım arabesk dinlerken ben “karlı kayın ormanını” dinler ağlardım, ağlardım ama o zaman ezgi melodi biraz da sözlere, sözlerle bütünleşmeye çalışarak ağlardım şimdi esas ağlamak gerek bu yaşanamamışlıklara harcanmış değerlere) bu adam şimdiler de koca puntolarla dev olmuş olsa da.
Aslında çoğu sesi çıkmayan sessiz cesur yüreklerin simgesidir. O çoktan devdir .Dev doğmuştur zaten.
Dolu şiirler,öykü ve hikayeler yazmıştır. Üstelik elime, ilk 2 yıl önce geçmiş olan çocuklar için hazırlamış olduğu masal kitabı beni nasıl heyecanlandırmıştı.
Orada nasıl çocuktu. Hissedebildim, onun yalnızlığına ucundan kıyısından bulaştım.Hisleniyoruz elimizde olmadan hisli insanız. “Bir orman gibi hür ve kardeşçe” dedim hep çünkü birinci adamın felsefesi de buydu çünkü.
Ne mutlu ve ne şanslı olduğumu düşünüyorum. Bunu idrak edebilme olgunluğuna ulaştığım ve biryandan bu farklılığın getirmiş olduğu diğer insanlar tarafından tırmıklanmalar ve direnme süreçleri esasında çok farklı deneyimlerin güncesi.
Neden hala bu iki adam diyorum çünkü bugün tesadüf o ki fiziki olarak aramızdan ayrılışlarının yıldönümü…
Evet, ben babamın kabrine gidemedim çünkü işden geceyarısı tek başına mezarlığa gitmem ne kadar cesaretli olsam da yemez. Yiyemem yani o kadar da değil.
Zaten o bu yazının sonunda Nazım dan yazdığım “insan” adlı bölümde okuyunca daha iyi alaşılacaktır.
Nazım da buralara gelemedi o çok sevdiği Vera’ sı ile hayaller kurardı ama gelemedi. Sürgün olarak gitti ,bir vatan aşığına yapabileceğiniz en büyük ölüm yaşarken onu ülke topraklarından alıp, kütüğünden silmektir.
Tek tuş ile bitirdiler. O bekliyordu bir çınar altı, mezar taşına gerek yoktu. Nasip olmadı. Sonra vatandaş ilan ettiler ölüyü. Getirmeye kalktılar. Daha yaptıkları anıtlara saygısı, adını duymaya tahammülü olmayan insansılar arasına mı sokacaksınız çürümüş bedeni. Ne gerek var. Lüzumda yok.
O evrensel bir adam. Ruhu oydu. Tıpkı babam gibi. İngiliz ile sohbet eder Almana kapalıçarşıda Şark Kahvesinde çay ısmarlar. Ama öldüğünde Türk Bayrağı yatağının başucundaydı anacağımın fotoğrafından önce.
Evrensel bütünlüğe sahip ruhlar; din,ırk,millet,mezhep tanımaz. Önce insandır önemli olan ve sevgidir.
Ve ben bu adamın kızıyım. Babamın kızıyım. Onun kadar başarılı değilim belki ama biliyorum ki her zaman benle gurur duydu ve duyacak. Çünkü bana inandı. Beni sevmekten hiç vazgeçmedi. Nasıl nostalji yapmam söyleyin dostlar ? Nasıl ?
Siz, ilkokul çağında Sabahattin Ali’nin “dışarıda deli dalgalar gelir duvarları yalar.beni bu dertler oyalar.aldırma gönül aldırma”şarkısını defalarca kasetten dinlediniz mi? Babam şaşırırdı bu şarkıyı istememe. Gönül bu ne yapacaksın. Yaş küçük ama….Edip Akbayram da üstad dır hani.
Diyeceğim o ki bu gece onlar için yıllar önce birileri ağladı,kahroldu,dualar okundu,yas tutuldu.
Onlar neler yaşadı kaderleri neydi mesela bugün merak ettim araştırdım babam ve Nazım Hikmet dışında Carmen (Meşhur ) operasının yaratıcısı Fransız George Bizet ömrü yokluk ve mücadele ile geçip sonrasında yani fiziken kaybolduktan sonra kıymeti ortaya çıkmış.
Diğeri ,Çek yazar Franz Kafka… ( o biraz rahat yaşamış)
Ressam Fikret Mualla’nın Fransa’dan kemikleri bugün getirilip Karacaahmet’e gömülmüş.
( demek ki onu da rahat bırakmamışlar)
Yani bu 3 Haziran her bakımdan birini unutsam diğerini hatırlatacak nitelikte, nitelikli insanlarımızın kayıpları ve yoklukları ile dopdolu.
Nazım’ ın 2 farklı cümleleri ile bitiriyorum.
Benden selam olsun tüm kaybettiklerime….Üzerlerine yıldızlar doğsun…
Ve selam olsun tüm cesur yüreklere…

SEVDİĞİN MÜDDETÇE VE SEVEBİLDİĞİN KADAR,
SEVDİĞİNE HERŞEYİNİ VERDİĞİN MÜDDETÇE VE VEREBİLDİĞİN KADAR
GENÇSİN !
Nazım HİKMET RAN

İNSAN

İNSAN
YA HAYRANDIR SANA, YA DÜŞMAN.
YA HİÇ YOKMUŞSUN GİBİ UNUTULURSUN,
YA BİR DAKİKA BİLE ÇIKMAZSIN AKLINDAN….
NAZIM HİKMET RAN….
Sevgiyleee