Hürriyet

3 Haziran 2010 Perşembe

3 Haziran ...

Kırık kalpler sokağı…

Hangimiz o sokağa uğramadık ? Kimi önünden geçti, bir gözü orada bakakaldı.
Kimi sokaktan çıkamadı. Kimi yan yolda sokağa varamadan aslında şanslımıydı yoksa şanssızımıydı tam da kestiremeden elveda deyiverdi birgün…

Son günler de Marilyn Monroe’ nun bir reklamı var oldukça hoşuma gidiyor. Kısaca repliği şöyle :
“"Kendi hayat ikonunuzu belirleyin, aslında nostalji o kadarda iyi birşey değil..Kendi hayatınızı yaşayın. Şimdi ! Now !…Now kısmı çok hoş ve seksi.
Orijinal kayıt bir röportaj. Belki de hiç bilmeden anı yaşayarak aslında çok az olan ömrünü tamamladı. O zaman diyebiliriz ki en azından kendi adıma çok fazla an.lar içine dalamadığım hep kendi istediklerim,sevdiklerim,tercih ettiklerim ile var olmaya çalıştığıma göre güzel bir yaşam olmalı demek ki uzun yaşayacağım J.
Her ne kadar acılara, kederlere boş vermeye çalışsak da arada nostalji çok güzel. Aslında bende değiştim o duygunun beni kavurmasına fırsat vermiyorum o zaman nostalji benim için daha dorukta oluyor.
Şimdi paylaşacaklarım ise beni alıp götürenlerden 2 kişi… Bu iki kişiyi birkaç zamandır zamanı yaklaşmaya başladığından beri daha sık düşünmeye başladım. Onların nostaljisi hele birinin öyle bir yakıyor ki o zaman başka bir benden başka bir bene geçiyorum. Geçerken de arada mola vermek istiyorum. Tekrar aynı durağa varıyor ve eve dönüyorum çok şükür.
Bu iki kişiden birisi Babam. Diğeri Nazım Hikmet.
Babam canım,kanım sebeb-i nedenim varlığımın her şeyden önce.
Şu anda ayaklarımın üzerinde sağlam durabiliyor, hisleniyor ama incitmemeye gayret ediyor,sürekli insan olduğumu hatırlayarak daha ileriye gitmemin gerekli olduğunu düşünüyorsam, olduğum gibi olmanın ama yalandan uzak dürüstlükten yana hiç falso yapmaman gerektiğini her sabah söylüyorsam kendime, yatağa başımı koyduğumda içimden akan gözyaşlarımın arzularımın hayallerimin aslında yalan dünyaya ait olduğunu kafama kakarcasına bana seslendiren ruhuma yaptığı tesirdir…
İkincisi ise inandığı gerçek uğrunda çaba veren bunun için kendi hayatını ortaya koyan,uzaklarda hasret kokan türkülerin sahipsiz ezgilerini mırıldayan. Onca ihanete, vurdumduymazlığa aldırmadan kin gütmeden gülümseyebilen. Benim hayatıma “yasak bu adam!” diye bir cümle ile giren (evde değil tabi , yaşıtlarım arabesk dinlerken ben “karlı kayın ormanını” dinler ağlardım, ağlardım ama o zaman ezgi melodi biraz da sözlere, sözlerle bütünleşmeye çalışarak ağlardım şimdi esas ağlamak gerek bu yaşanamamışlıklara harcanmış değerlere) bu adam şimdiler de koca puntolarla dev olmuş olsa da.
Aslında çoğu sesi çıkmayan sessiz cesur yüreklerin simgesidir. O çoktan devdir .Dev doğmuştur zaten.
Dolu şiirler,öykü ve hikayeler yazmıştır. Üstelik elime, ilk 2 yıl önce geçmiş olan çocuklar için hazırlamış olduğu masal kitabı beni nasıl heyecanlandırmıştı.
Orada nasıl çocuktu. Hissedebildim, onun yalnızlığına ucundan kıyısından bulaştım.Hisleniyoruz elimizde olmadan hisli insanız. “Bir orman gibi hür ve kardeşçe” dedim hep çünkü birinci adamın felsefesi de buydu çünkü.
Ne mutlu ve ne şanslı olduğumu düşünüyorum. Bunu idrak edebilme olgunluğuna ulaştığım ve biryandan bu farklılığın getirmiş olduğu diğer insanlar tarafından tırmıklanmalar ve direnme süreçleri esasında çok farklı deneyimlerin güncesi.
Neden hala bu iki adam diyorum çünkü bugün tesadüf o ki fiziki olarak aramızdan ayrılışlarının yıldönümü…
Evet, ben babamın kabrine gidemedim çünkü işden geceyarısı tek başına mezarlığa gitmem ne kadar cesaretli olsam da yemez. Yiyemem yani o kadar da değil.
Zaten o bu yazının sonunda Nazım dan yazdığım “insan” adlı bölümde okuyunca daha iyi alaşılacaktır.
Nazım da buralara gelemedi o çok sevdiği Vera’ sı ile hayaller kurardı ama gelemedi. Sürgün olarak gitti ,bir vatan aşığına yapabileceğiniz en büyük ölüm yaşarken onu ülke topraklarından alıp, kütüğünden silmektir.
Tek tuş ile bitirdiler. O bekliyordu bir çınar altı, mezar taşına gerek yoktu. Nasip olmadı. Sonra vatandaş ilan ettiler ölüyü. Getirmeye kalktılar. Daha yaptıkları anıtlara saygısı, adını duymaya tahammülü olmayan insansılar arasına mı sokacaksınız çürümüş bedeni. Ne gerek var. Lüzumda yok.
O evrensel bir adam. Ruhu oydu. Tıpkı babam gibi. İngiliz ile sohbet eder Almana kapalıçarşıda Şark Kahvesinde çay ısmarlar. Ama öldüğünde Türk Bayrağı yatağının başucundaydı anacağımın fotoğrafından önce.
Evrensel bütünlüğe sahip ruhlar; din,ırk,millet,mezhep tanımaz. Önce insandır önemli olan ve sevgidir.
Ve ben bu adamın kızıyım. Babamın kızıyım. Onun kadar başarılı değilim belki ama biliyorum ki her zaman benle gurur duydu ve duyacak. Çünkü bana inandı. Beni sevmekten hiç vazgeçmedi. Nasıl nostalji yapmam söyleyin dostlar ? Nasıl ?
Siz, ilkokul çağında Sabahattin Ali’nin “dışarıda deli dalgalar gelir duvarları yalar.beni bu dertler oyalar.aldırma gönül aldırma”şarkısını defalarca kasetten dinlediniz mi? Babam şaşırırdı bu şarkıyı istememe. Gönül bu ne yapacaksın. Yaş küçük ama….Edip Akbayram da üstad dır hani.
Diyeceğim o ki bu gece onlar için yıllar önce birileri ağladı,kahroldu,dualar okundu,yas tutuldu.
Onlar neler yaşadı kaderleri neydi mesela bugün merak ettim araştırdım babam ve Nazım Hikmet dışında Carmen (Meşhur ) operasının yaratıcısı Fransız George Bizet ömrü yokluk ve mücadele ile geçip sonrasında yani fiziken kaybolduktan sonra kıymeti ortaya çıkmış.
Diğeri ,Çek yazar Franz Kafka… ( o biraz rahat yaşamış)
Ressam Fikret Mualla’nın Fransa’dan kemikleri bugün getirilip Karacaahmet’e gömülmüş.
( demek ki onu da rahat bırakmamışlar)
Yani bu 3 Haziran her bakımdan birini unutsam diğerini hatırlatacak nitelikte, nitelikli insanlarımızın kayıpları ve yoklukları ile dopdolu.
Nazım’ ın 2 farklı cümleleri ile bitiriyorum.
Benden selam olsun tüm kaybettiklerime….Üzerlerine yıldızlar doğsun…
Ve selam olsun tüm cesur yüreklere…

SEVDİĞİN MÜDDETÇE VE SEVEBİLDİĞİN KADAR,
SEVDİĞİNE HERŞEYİNİ VERDİĞİN MÜDDETÇE VE VEREBİLDİĞİN KADAR
GENÇSİN !
Nazım HİKMET RAN

İNSAN

İNSAN
YA HAYRANDIR SANA, YA DÜŞMAN.
YA HİÇ YOKMUŞSUN GİBİ UNUTULURSUN,
YA BİR DAKİKA BİLE ÇIKMAZSIN AKLINDAN….
NAZIM HİKMET RAN….
Sevgiyleee

Hiç yorum yok: