Hürriyet

29 Haziran 2011 Çarşamba

Ziller Çalıyor...





Samatya

Samatya oldum olası hem hüznü hem mutluluğu birlikte çağrıştırmıştır.
Çocuklumuzun sahil mekanı.
Paskalya ve boyalı yumurtaları.
Tren sesi, merdivenleri. Balıkçıları
Esnafı
Rakı muhabbetleri ile yıllarca dostlarla birlikte tadı hiç değişmez bir mekan.

Salt kendimizin değil buradan yüzyıllar boyunca bir sürü insan ve uygarlık geçtiğini düşündüğümüzde sanırım bu bağ bizi buraya bağlıyor.

Sabah otobüs ile geçerken tabelayı gördüm. İyi ki de gördüm. Zira ben de bazen jeton geç düşer az daha kaçıracaktım şu eski yazlık sinemaların kokusunu veren bana biraz bu geceyi.
Arkadaş olsa çok daha keyifli olurdu kesin.








Samatya Fatih Belediyesinin katkılarıyla çok güzel bir etkinliğe imza atıyor.
Zil&Caz Festivali.

Geçen sene uluslarası Galata Müzik Festival etkinliklerine katılmıştım orası da çok hoştu ama buranın tadı da başka.
Bu semtin kızı olduğum içindir yoksa dediğim gibi eskinin bizi sıkıca bağlamasımıdır bunu çözemedim. Çözmeye de niyetim yok. Seviyorum burayı.

Samatya tarihi kayıtlara göre; İstanbul’dan daha eski bir yer aslında.
Mustafa Barış Özkök ve Rüknü Özkök’ün Doğan Kitap tan çıkan “Malazgirt’ten Dumlupınar’a adlı eserden bir alıntı paylaşmak istiyorum esasında kitapta daha detaylar var:
“Çeşitli kaynaklarda İstanbul’un M.Ö.657’de kurulduğu yazar. Megaralılar bir şehir kurmak isterler. Ve kahinlerine başvururlar. Kahin onlara : “ Bu şehri körler memleketinin karşısında kurun”der.
Bunun üzerine Kuzeye doğru hareket ederler. Sonunda günümüzde Topkapı Sarayının bulunduğu yere gelirler.
Karşı yakada kendilerinden önce gelen Kalkedonyalıların kurmuş olduğu Kadıköy’ü görürler.
Fakat kendi bulundukları yerin güzelliğini görünce o kadar hayran olurlar ki, Kalkedonyalıların şehirlerini burada kurmamalarına şaşırırlar.
Bu yüzden de onların kör olduğuna karar verirler. Kadıköy’ünde kahinin bahsettiği “körler memleketi” olduğuna inanırlar. Topkapı sarayının bulunduğu tepe üzerinde, kurmak istedikleri şehrin temelini atarlar. Ona Bizans derler.”
İşte bu ahval içerisinde insan girdiği caddenin, sokağın yada semtin her şeyine ne kadar kötüleşse de hayran oluyor.
Doku insanı içine alıyor.

Bu dokuyu anlayanlar da eski günleri yeni ile kavuşturmak için etkinlik tasarlamışlar işte ziller onun için Samatya’da çalıyor.
Eski bir zil yapımı üstadı ailenin dükkanı yüzyıllar önce burada bulunmakta herkes her müzisyen muhakkak buraya uğramakta. Hatta NewYork da bir müzede artık bulunmayan zilciyan zilleri sergilenmekte.
Hal böyle iken bu etkinlik hem bu aileyi anmak hem de kültürel bir kaynaşmaya ortak olmak.
Eve gelip eteği atıp, kotu üzerime geçirip fırlamam ile mekana varıyorum yürüyerek.
Zaten çok severim yürümeyi hava mis. Karşı kıyı çok güzel görünüyor.
Ada gel bana diyor yine için için.
Bir bakıyorum meydan da hazırlıklar ilk konuk sanatçı her haliye çok sevdiğim; mütevazi, sıcak, samimi, sanatçı kimliğini bozmayan bizi uluslarası arenada pay sahibi yapan üstad Kerem Görsev.
Şöyle der bir söyleşisinde:
Kızım Nisan doğduğundan beri ona çeşitli isimler takarım 2002 yılında “existance” adlı bir albüm yapmıştım kızıma. Tüm parçalar onunla aramızda geçen hikayeleri anlatıyordu. Sonra ona en son “vacicu” lakapını taktım. İşte bu vacicu, Nisan tarafından resmedildi. Bende sürpriz yapıp albüme kapak resmi olarak kullandım, albüm kapağında ismini görünce çok mutlu oldu, keyiflendi” İşte benim için sanat ötesi SÜPPER BABA !
O kız bence dünyanın en şanslı kızı böyle bir babaya sahip.

Prova yaparlarken Belediye Başkanı Mustafa Demir geliyor program kayıt işliyor. Başkan halkın arasına geliyor “hoş geldiniz”diyor.
Teşekkür ederiz Samatya’daki bu güzel etkinlik için diyorum.
-Sadece Samatya mı tüm Fatih desek güzelleşti.
*Ben şu an burada bulunduğum için burayı kast ettim.
Yanımda ki bey daha çok etkinlik istiyoruz ve oturma yeri diyor baksanıza yer yok.
Başkan: evet yer dar olduğu ve herkes ayakta durur diye düşündüğümüzden bugün böyle oldu yarın engelliler ve yaşlılar için bir ayarlama yapacağız.İyi eğlenceler.
Başkanım diyeceğim ,ne oluyor şu asırlık çukurbostan alışveriş merkezi yapılıyor dediler doğru mu bu da güzelleşme içerisinde mi diyesim geliyor vazgeçiyorum.
Karşımda ki bizim kırk yıllık sedir lokantamıza oturuyor tam karşıma.
Geçen düğünde de karşımdaydı. Protokol den gidiyoruz hadi bakalım terfi mi ediyoruz gayri.

Yer yok kahvehane den genç delikanlı oturduğu tabureyi veriyor, sağolsun neyse muhteşem konser başlıyor.
Karşımda sedir dışa açılmış masalarında Doğan Hızlan ve Tufan Türenç’i görüyorum.
Trt çekim yapıyor. Eski patronumun eski ortağı Zoltan Boronkay geliyor.
Sonra bir yanıma geliyor, mezun olduğum liseden büyük ağabeylerden mimar Kemal bey eşi yanında merhabalaşıyoruz.
- sizi gördüm ama acaba mı dedim
- evet merhaba gelmediniz pilava bu sene
- bana bilgi gelmedi diyor
- iyi eğlenceler diliyoruz birbirimize en son Türkan Saylan’ın cenazesinde karşılaşmıştık tesadüfe bak.
Kerem Görsev Karadeniz parçasıyla giriş yapıp ardından bu şarkı annem için “ saygı” eserin adı. Her eser muhteşem.
Konser bitiyor bir kez daha alkışlarla çağırılıyor.
Samatya samatya olalı İkinci Bahar dizisinden sonra böyle güzellik görmedi.
Davullardaki ziller yüzyıllık artık bulunmayan Zilciyan zilleriymiş anlatıyor.
Konser sonunda o kadar coşturuyor ve coşuyor ki adeta gelin çiçeği gibi piyanodan kalkıp geçtiği davulun sopasını fırlatıveriyor bizlere en arkada ben ile genç kız arasında kalıyor fotoğraf çektiği için geç kalıyorum.
Neyse diyor yanında ki kadın “ sıkı bir caz hayranı yakaladı”
-İyi o zaman sevindim.

Caz severim ama tutkum yoktur ancak Kerem Bey, klasikden öteye farklı yorum katarak dillendirir bestelerini, icralarını o yüzden severim. Bir de duruşunu severim hayat taki.
Konser sonrası cd imzalıyor hemen alıp bekletmemek adına açıyor ve bekliyorum.
Öyle insanlar var ki adamın önüne ambalajı ile veriyorlar o da sakin sakin açıyor.
Gelin gelin diyor nasıl mütevazi.
Kızınızın resmine hayranım ve sizin düşüncenize diyorum.
-Teşekkür ederim sağolun diyor
Vallahi bu sopayı ortadan kıralım diyorum gülerek evet Ferhat’ın sopası diyor gülerek.



Şimdi yarın da Arto Tunç Boyacıyan var. Kendisi müzisyen, sözyazarı ve prodüktör.
Ve elim bir uçak kazasında kaybettiğimiz Onno Tunç’unda kardeşi.
Duduk aman düdük değil
Duduk yorumu yapacak
Her coğrafya da farklı isim alıyor mesela bizde “mey” ermeni ustalar kayısı ağacından malzeme kullandıklarından duduk diyorlar
Yaşayan en iyi virtüözler den biride Djivan Gasparyan’dır.
Duru,dinlendirici, çoğunlukla içli içe işleyen acıklı bir sesi vardır.
Kimileri sevmez depresif hale soktuğunu söylese de ben severim çok duygulandır beni.
Ney’in yerini kimse alamaz ancak bunu icra etmek içinde sıkı bir ciğer gerekir.

En son gün Cuma ise Leman Sam olacak.
Yani o akşam orası yıkılacak
Ve çalarsa “penceremin perdesini havalandıran rüzgar gir içeri beni bu dertten kurtar” ben kopacağım.
Ah bir de kafa dengi arkadaş olsa alsak biramızı içsek, sabaha kadar belki sahilde banka oturur sohbet bile ederiz.
Yani diyeceğim o ki üç gün üç gece Samatya yıkılıyor güzellikten müzik ziyafetinden kaçırmayın…
Müziksiz kalmayın, ruhunuz solmasın.

27 Haziran 2011 Pazartesi

Şimdi Sevmek Zamanı...

Sevmek Zamanı…

Unut her şeyi şimdi.
Hazır mısın, sıfırdan her şeye.
Diyor bana hayat…

Hayatın bu an.larını seviyorum.
Hele bugünkü gibi göğü kuşatmış muhteşem bir hava var ise.
Her yer sevgi her yer aşk.
Tüm sıkıntılara rağmen.
Kulağımda Latin müzikleri aşka yelken açıyor kulaçlarım.

Otobüs saati değişmiş, o yüzden arkadaşların arabası ile topyekun inip aktarma yapıyorum.
Çok şükür hemen hareketleniyor otobüs.
Kulağımda çok hoş nağmeler…
Kafamı kaldırınca, genç ile göz göze geliyoruz…
Çok şaşırıyorum.
...
Birden adadayım sanıyorum.
An.lık olarak kafam kendini toparlamaya çalışıyor.

Bir dakika yaw nasıl olabilir?
Çocukta şaşkın bakıyor benim şaşkın ifademe.

-Merhaba. Ben sizi gördüm de acaba mı dedim.
Diyor.

*Aaaa tesadüfe bakar mısınız. ( Elimi uzatıyorum tokalaşıyoruz)

-Nasılsın abla?
*Teşekkür ederim iyiyim. Siz? Nasıl benden sonra rahat dönebildiniz mi?
-Ohhooo çok rahat döndüm.

Peki görüşürüz diyorum. Önümdeki koltuğa oturuyor.
İkimizde kulaklıklarımızı takıyoruz yeniden.
Bu gün radyo kanalını değiştirdim. İyi de oldu. İçim aydınlandı.

O kulaklığını takmış.
Ben kulaklığımı takarken gökyüzüne bakıyorum.
Varsa bana bir mucize gönder diyorum kendi kendime sıkıldım artık.

Genç tekrar bana doğru dönüp
-İşten dönüyorum, kuyumcukent de çalışıyorum siz nereden geliyorsunuz? deyince.
Aklıma geliyor cümle vapurda. “ Çok güzel alyanslar var artık çok orijinal”
-Vardır muhakkak diye verdiğim cevap.

Emes hastası o delikanlı ile karşılaşmam aslında tesadüf değil bana bir şey anlatılıyor.
O an kafamı kaldırıyorum inanamazsınız tabela yukarıda; karikatür şeklinde gelin damat resmi.

Ben sevme zamanının tam ortasındayım belki de farkında değilim.

Yakında çok güzel bir mucize olacak.
Yada çok güzel bir şey, bunu hissediyorum.
Şarkı öyle diyor “ be happy !”
Mutlu Olmak!
Sanırım bunun vakti geldi.

Bana bir şeyler anlatıyor doğa.
Yanlış mı anlıyorum, kafamdan yazıyor muyum bilmiyorum ancak bu kadar söz boşa değildir.
Hayat, ayrıntılar da gizlidir.
Birazdan çocuğun adını soracağım her şey burada gizli. İsminin anlamında.
Kendi kendime konuşuyorum, düğmeye basarken.

İneceğim durağa geliyorum .
Üstelik de daha erken varıyorum eve.
Genç delikanlıya iyi haftalar diliyorum.
-Yine burada karşılaşırız belki diyor bana.
*Kim bilir belki burada belki ada da. İsminiz neydi?
-Serhat !
Sizin ki?
----
Yani : İki devlet arasında ki sınır. Sınır boyu.

İki kişi arasında ki sınırlar şekilleniyor. Demek.
Sınırlar kalkıyor yeni sınırlar oluşuyor. Sınırlararası değil tek hayat oluyor.
Bu yanılmadığımın kanıtı.
Şarkılarda eşlik ediyor.
Bir şeyler olacak hissediyorum.
Ya da kafayı yedim.
Ama ben hayat da bu tür mesajlarla nadir de olsa karşılaştım.

Sanırım aşkın, mutluluğun, sevginin sınırlarını şekillendireceğim.
Çok şükür.
Artık mutlu olma zamanı.
Şans vermek gerekiyor kendine, üstelik ağır bedeller ödediysen.
Hak eden biriyle el ele vermek.

Bilmiyorum,
Tuhaf bir mutluluk ve huzur var içimde.
İnşaAllah yanılmıyorum.

25 Haziran 2011 Cumartesi

Çok Şükür...Hayat.


Anlaşılan o ki bu gün aktarmalı varacağız her yere.
Tramvay meğerse Beyazıt’a kadarmış.
Sabah mahmurluğu ile farkında bile değilim, tek isteğim bir an evvel sessiz köşemde denize karşı kahvaltımı yapabilmek.

İstilacı sürüsünün bir ferdi her ne kadar olmak istemesem de mecburen başka yol olmadığından vapurdayız.
Bu sefer Arap kafilelerinden çok, üç sıra Yunanlı ve İngiliz dolu.
Her kim olursa olsun hayat da özgürlük ile saygısızlık yer değiştirdiğinde afakanlar basıyor bana.
Nasıl bağıra bağıra konuşuyor Yunanlı kardeşlerimiz. Hani ekonomik kriz dillerine vurmuş desem maalesef ki Akdeniz insanının tarzı bu. İtalyanı da İspanyolu da aynı.
Ancak bir İtalyan tanıdım geçen sene Sicilyalı olmasına rağmen bu kadar mı kibar olabilir di.
Yada insanlar bazen anlaşılamıyor, belki kibar görünmeye çalışıyordu.
Sessiz, kendi halinde o gece yalnız kaldığı ve bir ailesi olmadığı için ağlayan kırk yaş üstü bir adam.
Elinde kalan kırmızı gülü de çaresiz, baka baka başkasına vermişti.
Bir şarkı çalıyordu; bu senin için demişti, rehber tercüme ederken otobüste sakladığı özel cd içerisinde ki şarkıyı:
“Lütfen, bana güven.
Dans et benimle
Göreceksin her şey ne kadar güzel olacak
Elini ver bana ve sadece güven”…

İtalya' da olmak orayı sevenler için bambaşka bir duygu, bir de işin içine romantizm üstelik de altmışlı yılların şarkıları ile gözünüze bakarak bir şeyler anlatılmaya çalışılıyorsa; sersemliyor insan bir an. Ne oluyor? Diyorsunuz birden.Ben bunun için burada değilim ki.
Belki de adam haklıydı, ancak bir kıpırtı en azından bir kırıntı olmalı değil mi?
Netice de ilk görüşte aşk bu mu onu da bilmiyorum, çünkü yaşamadım.
Yani insanları anlamak mümkün değil,bazen bir bakıyorsun salt sevişmek için beraber.
Bu mudur olay onu da çözemedim henüz, çünkü sevmek bambaşka ve paylaşabilmek bazı şeyleri.

İnsan, saçının teline dokunacak insanı özenle seçmeli. Sevmeli.Sevebilmeli.
Yoksa; ohooo, sürüsüne bereket sevişmek istersen sadece oldukça çok.

Nereden nerelere geldim, bunların gürültülerini bastırabilmek için; iç sesim bunları hatırlattı vapurda sonra gözüm o üç erkek, üç kız İngiliz’lere takıldı.
Kız önce parmak arası terliğinin toprağını camın önünde ki sette temizledi sonra ayaklarını cama kaldırarak yayıla yayıla oturdu.
O an çok merak ettim biz İngiltere’ye gitsek devlet malına bu şekilde davransak ne yaparlar.
Üstelikte biz oraya elimizi kolumuz koyuyoruz, deniz seyrediyoruz.

Ondan öte Barış Manço vapuru bu. Ya Şehit Caner olsaydı…
Bu ne pervasızlıktır. Free takılıyorsunuz ha.
Senin bacaklarını kırarım diyesim geldi ancak sinirlenmeye değil rahatlamaya gidiyordum.

Ben, bir şeylere sıkıldığımda ya da sıkılmadığımda biraz gerçek nefes molası vermek için adaya kaçarım yıllardır.
Nisan ayında açılışı yapmıştım. Ameliyat haberini öğrendim ve bomba haberi.
Oturdum sakin sakin…
Yunus Emre’nin de dediği gibi:
“ Kahrında hoş. Lütfun da hoş” şiiri gibi dizildi yüreğimde kelimeler.

Ne diyebilirdim ki. Sözün bittiği yerdi.

Sadece kendim için güzellik, iyilik ve gerçek sevgi isteyebildim.
Mutlu olmak gerçekten.
Kim bilir belki de hiç olamayacaktım ya da tam tersi.
Birisi beni gerçekten hayal bile edemeyeceğim şekilde uçuracaktı.
Ya da narkoz etkisiyle dostların dediği gibi “ yaw nereden aklına geldi slogan gibi bu kelime”

Heyhat, hayat tek tek yarattırıyor işte.
-Boşver…Önemli olan DG.
AMAN DİKKAT DOLCE GABBANA MARKASI değil.
Bilen biliyor…
Olay budur.
Benim markam.

Derin bir iç çekiş sonrası söylenen bu ifade; benim hayatımda ki her şeyi su yüzüne çıkarıyor.

Ve tüm beklentiler sonrasında; kendime gelmeye başlarken, ağlamam ve “ insanlar kötü ama ben yine de herkese iyilik diliyorum”
Her şey burada gizli.

Gerçekten de kötü insanlar...
Artık bundan eminim de.

Peki,Bu dünya da benim misyonum ne?
Bu yaşıma kadar herkes iyi olsun, birlik olsun, mutlu olunsun istedim.
Birleştirici olmaya gayret ettim.

Ama beni birleştiren olmadı…

Ne oldu!

Yapayalnız kaldık böyle, demek ki misyon bu.
Gölgelerin gücü adına birleştirin çabuk…
Bundan gayri kim ne yaparsa yapsın artık arkadaş…
Ben kahvaltıma bakarım.

Netice de;
Yalanın, dolanın, hilenin sürü sürü her gün binlerce farklı yüzüyle yüzümüze, gözlerimize, düşüncelerimize kaçan tozları ile bakmaya çalışırken, arada buraya kaçmak gerçekten iyi geliyor insana.

Ne derler sabah kahvaltını krallar gibi yap.
Hakan’ın yeri beni bekliyor.
-Hoş geldin abla. Yumurtanı sağanda mı, katı mı istersin.
*Hadi bakalım bu seferde sağanda olsun be !
Ama kestane reçelinden istiyorum.
—Kalmadı yetiştiremediler çok çabuk bitti bu sefer.
Ne yapalım annemin şansınaymış o.
Anne de yok, kendi başınasın artık.

Aslında bazen iyi geliyor ama bu aralar sanırım gerçekten; sohbet edebileceğim, gözlerime baktığında beni hislendirecek, yanında mutlu olduğum bir ruh eşimi mi artık eşimin ruhu mu, ruhuma hitap edecek biri mi arıyorum.
İçimde " bana öyle bakma anlayacaklar" şarkısını mırıldatacak biri...

Muhteşem kahvaltımı yerken yan masadan adalılardan bir aile diğer aileye takılıyor,niye bizi çağırmadınız bak biz de maydanoz isteyecektik aç kaldık şimdi diyorlar.
Sesleniyor aile reisi:
- Hacer abla bize bir demet maydanoz !
Karısı söyleniyor: Ona demet denmez birkaç sap maydanoz denir.
Gülüyorum içimden, adam belki de hayatı boyunca onu da çiçeğe benzetiyor ve öyle anımsıyor.
"Ver bizim hanıma bir demet gül, kırmızılarından olsun aman akşam sonra kıyamet kopar surat çekemem, doğum günüde."
İşte boş bir evlilik, öyle gidiyor cansız.

Yanıma gelen genç çift kahvaltı tabağı istiyor:
-Ortaya olsun bir tane, menemen de olsun ortaya yalnız
Diyor erkek
Kızda : aa öylemi peki diyiveriyor sadece
İşte bitik başka bir birliktelik erkek, kızı tanımıyor.
Saygı duymuyor isteklerine.
Sonra söyleniyor adam :
-Ne biçim yer burası, doğru dürüst bir şey yok
Kız: Nasıl yani?
-Böyle adam akıllı doymak için, börek vs.
Neyse öğlen başka bir şey yeriz olmaz ki böyle
Kendi ile barışmamış bir genç arkadaş bu kıza çok çektirir tabi o da çekerse.

Geçen gün bir arkadaş geldi yanıma yeni evli ayrılmak istiyor eşinden anlaşamıyorlarmış.
Sadece beş ay oldu sanırım daha.
Biraz dertleştik de ne kadar sabırsız insanlar.
Ve ne kadar duyarsız ilişkiler, ne kadar ehemmiyetsiz bir beraberliğe dönüştürülüyor birliktelikler ve evlilikler. Yazık!

Garson arkadaş yanıma geliyor. Yelkenliler yola koyulurken abla kahve ister misin?
-Kahve içeceğimde yarım saat oldu geleli, tam kafamı toparlıyordum neydi o insanlar.
Sadece vapur beklemek için yarım saat oturup resmen kafamızın içine ettiler.
İki aile, çocuklu Bursa’dan gelmişler.
Efendim bu adaları beğenmemişler Ayvalık daha güzelmiş ve çevre adaları.
Bir gürültü, resmen yanlarında kulaklarımı kapadım da belki utanırlar,biraz sessiz konuşurlar diye ama nerede?

Okey dönüyor mevzu :
-Para
-Cep telefonu
-Tatil
-Para
Kadın erkek çocukları olduğunu kendine düşkün olduğunu ifade ediyor.
Diğer kadın: "bizim iki prenses var babaya düşkünler"
İlk konuşan kadın ( bu bir anne dikkatinizi çekerim lütfen): "aman kızları sevmiyorum şımarık ve yalaka oluyorlar."
Buyrun buradan yakın.
Mecbur duyuyorsunuz kçarı yok,dibinizde.

Garson:
Abla maalesef böyle bunlar, bak yan masadaki yazar hanımda rahatsız oldu.
-Hayır olunmayacak gibi değil ki.
Garson:
-Bir de Araplar var geçen geldiler çoluk çocuk masanın üzerinde, içtiler de sıra paraya gelince bu pahalı altı buçuk lira çok başka yerde altı lira yukarıda Allah var indir biraz dedi. Ben de, sen içerken yok da fatura gelince mi var dedim.
-İyi demişsin.( Gülüyorum Gebze den çalışmaya gelen bu genç delikanlıya)
Garson:
Birde öğretmenler abla hafta içi geliyorlar kalabalık diyorlar ki; hepimiz denize bakmak istiyoruz ( mekan zaten denizin önü) birleştirin masaları, servis deyince otuz kişiden beşi çay istiyor, çay ne kadar bir buçuk lira olmaz pahalı sen bir lira yap diyorlar sonra. Ben de diyorum ki artık gidin öğretmenevinde için ucuz, burada deniz manzarasına o parayı veriyorsunuz zaten.
-Maalesef değil mi…
Garson:
Neyse abla buranın yerlisi çok kaliteli. Sizin gibi insanlar farklı tabi
-Teşekkür ederim yerlisi olabilmeyi çok isterdim hem de çok ancak yerlisi sayılabilirim uzun zamandır gelirim buraya.Sevdalılarındanım :)
Arkamızda helal ediyor musun diye sesler duyulunca,
Garson :
-Abla; patrona diyorum seksen yaşında, aman dikkat et Azrail bu aralar bu ada da dolaşıyor dünden beri iki kişi kalp krizinden gitti ( böcek ölmüş gibi konuşuyor güldürüyor beni)
-Öyle mi aman üçüncü biz olmayalım, gülüyorum.

Burada ölmek de güzel.
Martılar
Deniz
Temiz hava
Aşk dolan yüreğin ve hayat sevgin.
Zaten ben ölmekten hiç korkmadım sadece yaşayamadıklarımı yaşayamadan gitmekten biraz endişeliyim, birkaç işler var derken bakıyorum da birkaç bir şeyler daha katılıyor peşinden.
Böyle olmaz sanıyordum son bir yıla kadar ama oluyormuş.
Demek ki eksik yaşamışım ve ya hiç yaşamamışım diyelim.
Demek ki aşık da olunabiliyor o zaman.
Şimdi derler ki genel de, Yaradan sevdiği kula dert verir burada değil öbür tarafta karşılığını alırsın.
Yaradan bu kadar zalim mi ki?
Kim bilebilir ki belki de burada alırız.
Netice de hayat da hiçbir şey aynı değil, baki değil.
Esas olan bizim ruhumuz, kişiliğimiz ve o ruh üzerine serpiştirilmiş değerlerimiz, duygularımız.
Biz aynıyız aslında zaman değişirken uymaya çalışıyor, dengeyi korumaya gayret ediyoruz.
Ve bu çok zor, yalnız ise daha zor aslında herkesin gerçekte yalnız olduğunu bildiğinde ise rahatlatıyor biraz insan.
Düşünsenize, bir düzen tutturulmuş ya o düzene uyacaksın ya da uymayacak o dişliler arasında ezilecek ama dimdik ayakta kalacaksın.
Yalan dünyanın düzenine uyanlar henüz gerçeği fark edemiyorlar, henüz.
İnsanlar rütbelerini, diplomalarını bile henüz bir mekâna girerken bırakamıyorlar.
Egolarını kapı dışarı edemiyorlar.
Sevgiden çok uzaklar, hep bir çıkar üstüne ilişkiler. İlişki demeyelim de kelimeye ayıp olmasın bir garip şey işte anlam veremediğim.

Ya temiz hava nasıl da konuşturuyor insanı.
Aslında şık bir kahvaltı sonrası, çaylar şirketten oldu üstelik.
Benim tepeye çıkıyorum.
Tıklım tıklım, İspanyol şarkılar çalıyor.
Sonrasında Portekiz den bir fado kopup geliyor nağmelerle.
Bu gelişimde de farklı bir yer düşüyor bana.
Artık başka bakıyorum bu mekana.
Biramı da yudumluyorum.
Bira çok iyi kafa yapıyor bana, herkesi seviyorum ama onunla yine herkesi seviyorum.
Çok komiğim bazen.
Netice de şöyle adam gibi; oturup sakin sakin hem muhabbet hem içeceğim bir dost olmadı ki.
Neyse boşver.
DG.

Dönüş yolu hazır.
Ada'ma şimdilik hoşkal derken tıklım tıklım vapura biniyorum.
Şehit …
Uykum var biraz ancak zor bulduğum yerde otururken, kafamı kaldırıyorum.
Elinde bir ecza poşeti hafif hafif titreyen, yüzünde masum bir ifade ve korkmuş bir serçe gibi.
Bakışları ürkek genç bir delikanlı bakıyor kapı ağzında.
Biraz duruyor, vurdumduymazlar oralı değil.
Kalkıyorum, bir yandan yerimi kolluyarak.
Arkasından dokunuyorum. O çaresiz giderken.
-Buyurun böyle oturun.
Korkarcasına :
-Ama siz!
-Bana bir şey olmaz, siz kalkınca ben otururum.
Deyip yaslanıyorum bir sütuna.
Çocuk da bana bakıyor durmadan oturabildim mi acaba diye.
Sonra bir ara oturuyorum zaten Kabataş’a gelmişiz kalkıyorum.
-Rahatsız oldunuz benim yüzünden. Allah razı olsun sizden.
*Ne demek
-İyilik yap, iyilik bul derler.
*İnşaAllah.
- Ben demiyorum büyüklerimiz der.
Gerçekten de rahatsızdım, nereden anladınız.
*Ne rahatsızlığınız?
-Emes
*Anladım
-Biliyormusunuz ? Duydunuz mu?
*Evet. Allah yardımcınız olsun.
-Oluyor işte bakın siz beni fark ettiniz gerçekten o anda nöbet gelmişti.
*Neden dışarı çıktınız yalnız.
-Çok bunaldım denize gitmek istedim gerçekten de insanlar tuhaf, duyarsız. Siz artık parmak ile gösterilebilen sayılı insanlardansınız. Ben cesaretim olmasa çoktan yenilmiştim.
Çok param da yok ama çıktım bazen param da olsa çıkmak istemiyorum zira çok tuhaf geliyor insan davranışları. Bu günde önce Kınalı'ya sonra Burgaz'a geçtim.
*Denize girmediniz herhalde yalnız başınızda yada girerseniz de fazla açılmamanız lazım.
-Yok cesaretli ama temkinliyim, bakın sizde yalnız gelmişsiniz siz de cesaretlisiniz o zaman.
*Evet, insanın rahatsızlanmasına gerek yok cesaret önemli. Önemli bir kavram.
-Ben çalışıyorum aynı zamanda devlet yol kartı veriyor ücretsiz gelebiliyorum. Kuyumcukent de çalıyorum.
*Öyle mi ne güzel, çalışmak çok güzel.
-Alyans yapıyorum ben. Çok güzel alyanslar var artık.
*Muhakkak vardır.
Gelmişiz.
-Evet, teşekkür ederim. Allah gönlünüze göre versin.
*Rica ederim ne yaptım. İnşaAllah hepimizin.

Umarım genç arkadaşı çarparak o kalabalıkta ezmediler. Zira beni bile eziyorlardı tramvayda.

Bir hafta sonu yolculuğu çok farklı deneyimlerle geçti, gitti.
Geriye kaldı hoş bir seda
Hoş bir kelam…

24 Haziran 2011 Cuma

Sırılsıklamım...

Yağmur yağıyordu
Saçakların arasından,
Usulca kayıyordu damlalar
Bir kemanın nağmeleri gibi iniyordu saçlarından yüzüne
Damlacıklar…

Her bir zerre kadar olabilmeyi istedim.
Sana gelmeyi düşledim,
Fark ettim şimdiye kadar kaçan zamanları…
Senin gözlerini bir şöminenin önünde hayal ettim.
Bir fırtınadan kaçar gibi koşup
Avuçlarından taşmak istedim
Sevgi adına ne varsa üzerime vazife
Sana vermek…

Yağmur yağıyordu…
Bir yerlerde,
Ve ben sana;
Senin aşkına sığındım, habersizce…

Bundan sonra hayatıma düşen her damla da,
Sen akıyorsun gönlüme…
Dere tepe,
Her yer sen.
Her fısıltı,
Her akış.
Senin ismin gibi yüreğimde.
Yağmur yağıyor,
Uzak mevzilerde …
Kan ter içinde duygularım…
Savaşıyorum sana söylememek için tüm olanları içimde.
Gök gürüldüyor
Şimşek çakıyor
Sen bilmiyorsun…

Yağmur yağıyor
Ve ben sırılsıklamım…

23 Haziran 2011 Perşembe

Sustu Bir Anda Herşey...

Düşler düşüyordu şakaklarımdan;
Yılların acımazsızca vurduğu fırça darbeleri gibi,
Tüm saç tellerime inat.
Beyaz beyaz yarınlara.
Tanrı’ya avuçlarımı açmıştım
Ve ona hep açık yüreğimi
Bir an,
Paylaştık geçmişi
Yeni sayfa açtık yarına.
Ve paylaştık gözlerimizin son mutsuz gözyaşları inerken yeniden avuçlarımıza.
İsmini…
Her harfi, Ben…
Seni çağırdık sessizce.
Sen uyuyordun,
Sorduk sana gizlice.
Nesin?
Kimsin?
Neler bekliyorsun?
Neler verebiliyorsun?
Mutluluk nedir anlayabilmişmisin.
Mutluluğu biliyor musun ki, verebileceksin.
Ya sevgiyi?
Sadakati.
Doğruluğu,
Ve elbette saygıyı.
Sustu, dakikalar.
Biz, bekledik seni.
Suskundu her şey…
Gecenin sükuneti kadar net ve sessiz.
Sonra, biz bekledik yine
Vakit geçmişti.
Sustuk bizde.
Artık başka sabah olmuştu.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Hadi Hadi Kalk Gidelim...

Hadi hadi kalk gidelim.
Açılalım denize.
Bir simit, bir çay ve hırka yeter bize.
Tut ellerimden sıkıca
Nefes alalım biraz
İyi gelir her ikimize de.

Hadi hadi kalk gidelim.
Yürüyelim ormanda biraz sessizce
Sen, gözlerime bak
Ve söyle ne geçiyorsa içinden
Seslice
Nefes alalım biraz
İyi gelir her ikimize de.

Hadi hadi kalk gidelim.
Oturalım bir gölün kenarına.
Bir şiir okumak yeter de artar bize
Başımı omzuna yaslayayım usulca
Nefes alalım biraz
İyi gelir her ikimize de.

Hadi hadi kalk gidelim.
Bir konsere.
Oturalım yan yana
Çıkaralım çakmakları
Tepemizde ay.
Gözbebeklerimizde biz, birbirimizin.
Ses verelim şarkılara,
Sözlerimiz gelsin peşi sıra dilimize,
Tut ellerimden sıkıca
Nefes alalım biraz
İyi gelir her ikimize de…

21 Haziran 2011 Salı

Doğru Değil Bir Kadının Aşık Olamaması...

Güneş ölmek için nereye gider
Rüzgar nerede dinlenir
Kelimeler var hepsi
Aşık olanların
Ve orada
Olduğu unutulmayan
Ve ben gün batımını beklemeliyim
Bazen rüzgar esmeli
Kendimi bırakmalıyım
Kelimlerin doğduyu yere taşıması için
Senin kelimlerini aramalıyım
Onlari geri sana getirmek istiyorum
Doğru değil bir kadının
Aşık olamaması
Hata yapma korkusundan dolayı
Ve kendini korumasi
Hep aynı olan bir hikaye ile
Hayal kurarak harcanan bir hayat ile

Güneş ölmek için nereye gider
Rüzgar nerede dinlenir
Birçok insan tanıdım
Kim,kelimerin denizinde
Su katılmamış kafa karışıklığının ortasında
Aşk için hala umut var
Doğru değil bir kadının
Aşık olamaması
Hata yapma korkusundan dolayı
Ve kendini korumasi
Hep aynı olan bir hikaye ile
Unutarak harcanan bir hayat ile

Ve kendini korumasi
Hep aynı olan bir hikaye ile
Unutarak harcanan bir hayat ile

Güzel sözler değil mi?
Le Tue Parole.
Üstüne İtalyan müzik koyup, Andrea Bocelli’ye de seslendir abi dediğinde muhteşem şarkı ortaya çıkıyor.
Sözleri ilk bulduğumda çok etkilenmiştim dinledikçe ne kadar doğru olduğunu daha iyi anlıyor insan.
Kadın adına…
Aşk için hala umut var…

Bazı kadınlar asildir
Kimisi ise atmaca…
Ben asilleri severim,
Sevgileri de, aşkları da ve paylaşımları da asildir ruhları gibi.
Başka sahibi olana sarkmazlar, yan bakmazlar.
Bir de nadir de olsa böyle adamlar vardır…
Yanındaki hatununa değer veren; onu seven ve koruyan.
Yücelten.
Onunlar onur duyan
Varlığından sonsuz haz alan.
Dünyada ki en kıymetli taş gibi saklayan.
İşte kadınlar böyle aşk isterler, böyle aşkı korur ve beklerler.
Onun için ürkek bir kuş gibidir yürekleri.
Ve şarkıyı söyler asil kadınlar :
“Doğru değil bir kadının
Aşık olamaması
Hata yapma korkusundan dolayı
Ve kendini korumasi
Hep aynı olan bir hikaye ile
Hayal kurarak harcanan bir hayat ile”

20 Haziran 2011 Pazartesi

Biz de Varız ! ...






Canın mı sıkılıyor,
Hayattan mı bunaldın
Acil servise git !

Sevilmemekten mi bıktın,
Aşk mesajımı almadın
Ya huzurevine git, bir el öp
Karşındakinin alın çizgilerinde yaşanmışlığın bedelini gör.
Ya da git bir yetimhaneye
Bir çikolata ile o bebenin saçını okşa
Sonsuzca…

Ve sabır mı öğrenmek niyetin?
Eğil o zaman kulak ver sesime.

Cemal Sururi Sok. Profilo Otoparkının 30 mt aşağısında.
“Biz de Varız!” diyorlar…
Gülümseyen ve mutlu ifadelerle.

Yerin adı “ Down Kafe”
Türkiye'de bir ilk.
Bu semptomları taşıyan vakaların Şişli Belediyesinin verdiği kurs sonrasında,
bu işlere yerleştirildiler.
Hepsi bu şirin kafe de çalışıyorlar.
Belediye Başkanı Sn. Sarıgül’ün açıklamasına göre ;
Kafenin giderleri belediye tarafından, geliri ise Down Sendromlulara ait olacak.
Kafe bugün hizmete girdi.

Esas engelin yüreklerde başladığını düşünenlerdenseniz…
Ve,

Onlarında hayat da olduklarını, onlarında artık bir iş sahibi olabildiklerini ve üretmeye başladıklarına tanık olmak istiyorsanız.
Bu kafeye uğramalı değil, muhakkak gitmelisiniz.
Gönlüm isterdi ki; kapatayım bir gün kafeyi onlar ile oturup müzik çalıp şarkı söyleyelim.

Niye garipsiyorsunuz ki?
Onlar da farklı görünseler de insan.
Tıpkı zenciler
Japonlar vesaire gibi.

Güneşe çıktığınızda, güneş sizi ayırıyor mu?
Sen sara hastasısın.
Sen cüzzamlı
Sen down sendromu
Sen Afrikalı

Hepinize aynı ışık geliyor değil mi?
Yaradan’ın ayırmadığını siz hangi sıfatla sınıflandırıyor ve ayırmaya kalkıyorsunuz!

Lütfen,

Biraz insan olmak ve bu gibi işlere soyunanları da yürekten kutlamak gerek!
Vallahi bravo…

19 Haziran 2011 Pazar

BAİLA TANGO ...




Baila Tango

Dün yıllardır davet edildiğim yere doğum günü vesilesi ile katıldım.

Eğitmen arkadaş, yıllardır tanıdığım ve çok sevdiğim kardeşimdir.
Fiziki itibari ile de sanki ablası gibiyimdir. Herkes öyle zanneder.
Bence iyi ki de zannederler.
Zira böyle bir kardeşe sahip olmak, onur verir sevgiden sonra insana.

Düşünsenize, Astronomide okuyor bir yandan ikinci üniversiteye devam ediyor.
Anne babasının şirketinde onlara destek oluyor.
Ney üflüyor.
Gitar çalıyor.
Tambur’u en iyi şekilde demlendiriyor.
Bilgi İşlem den anlıyor.
Yabancı dili oldukça kuvvetli.
Hümanist ve aynı zamanda hayvanları ve özellikle çocukları çok seviyor.
Spor yapıyor.
İyi koşucu, iyi aikido yapıyor.
Müzikten oldukça anlar.
Şiir yazar, düz yazı denemeleri vardır.
Adı gibi uçmak ve özgürlük tutkusudur.
Tüm bunların dışında unutmuş olabileceğim özelliklerinden başka; insanları bir araya getirmekten hoşlanan ve tüm vasıflarını kendi kendine perdeleyecek kadar mütevazi bir şahsiyet Özgür Hoca.

Hal böyle olunca, o ve dostları ile bir arada olmak keyif verir insana.

Geleceğimden haberi yok. Biraz zaman oldu görüşmeyeli. Nasıl özlemişim.
Sarılınca bana:
-Ablam, kokunu değiştirmişsin. Diyecek kadar da hassastır.
Algıları çok kuvvetlidir.
Bildiklerini eğer seni üzecek ise asla paylaşmaz ama senin işine ne yarayabilecek ise onu vermeye gayret eder. Sevgi doludur.
Yazdığım kadar var değil mi?
Bence az eğer dans ile uzaktan yakından bir tanışıklığınız olmasa bile eninde sonunda ne yapar eder o dansı sana öğretir. Çok sabırlıdır.
Durmadan çalışır.
Bu yaşına kadar asla ailesine yük olmamıştır.
Hiç hoşlanmadığı doğum günü seremonisi karşısında, ben olduğum için hiç sesini çıkarmıyor.
Dün doğum günü olan bir bayan arkadaşın doğum günü diye anons ediyor.
Resimler çekilip, mumları üflerken.
Hemen dansa dansa diyorlar. Uzunca bir kuyruk oluşuyor.
Tango nun bir özelliği olarak o gece kimin doğum günü ise herkes onunla dans etmek için sıraya giriyor.
Çok değişik bir an.dı.
Kışın mekanın içini düşünemiyorum. Çok romantik ve gerçekten dansa yakışacak kadar tutkulu.
Kırmızı ışık altında ve şömine de, istemeden uçarsınız sanıyorum.
Oldukça kalabalık ziyaretçi grubu var. İnternet üzerinden bir ağda oluşturmuşlar.
Kursiyerleri izliyorum ve Özgür Hoca ile nişanlısı Elif Hoca yı.
Aferin gençler size.
Sizinle gurur duysak ve ne desek az.

Özgür’üm hemen:
-Ne zaman başlıyorsun, Salsa da başlıyor.
Tanıştırayım Salsa Hocamız yeni Hakan Bey diyor.

Hakan hoca kırk beş yaşında ama zannedersin otuz. MaşaAllah.
İşte fitlik böyle bir şey.
Spor, müzik, ritim.

İnsanı bu hale kolaylıkla getirebiliyor.

Kimi barda içkisini alırken, kimi dans da birbirlerine eşlik ediyor.
Her kursiyer birbirinden bir şeyler öğrenmeye çalışıyor.
Ben de izliyorum.

Cumartesi gecesi, Beyoğlu’nda Milonga gecesini yaşamak üstüne doğum günü yapmak oldukça farklı bir deneyimdi.
Çok farklı eğitmenlerinde bulunduğu; her gün ders yapılan, ilk uluslar arası Tango okulunun adresi,

Arzu edenler için :

İstiklal Caddesi, Balo Sokak No: 1/5
Beyoğlu İstanbul Türkiye
0 (507) 955 2726

AŞK Layık Olanda Kalmalı...Kaldıysa tabi...:)

Yaşattıkların Tsunami ve bitmek tükenmeyen artçılar gibiydi.
Çok şükür hayat, tek tek siliyor hepsini.
Yenileniyor hayat,
Dengeleniyor doğa.


Oysa ki hani “sevmek” her şeyi göze alabilmekti.
Sözde dost, arkadaş
Hangisi bize birbirimizden daha yakındı.
"Ben en iyisini hak ediyordum", öyle değil miydi sözlerin.
Oysa ki hayat paylaşmaktı.
İyiyi ve kötüyü.
Bir hayal perdesiydi bu sahne,
Kuklalar bizde.
Yıktın perdeyi, eyledin viran...
Bir an..

Özgür olmak istiyordun,
"Bedeli ödenmeliydi ne var ise" öyle değil miydi sözlerin.
Kendine göre ödedin de bedeli.
Şu an bir kez olsun doğruyu söyle;
Hangimiz “daha özgürüz” şimdi.

Sayende “erdim”.
Çok şükür hakka daha yakınım şimdi.

Seninle hayat sıkı bir maratondu, ama en zoru.
Dekatlondu.
Senin nazarında taçsız bitti.

İnsan cinsiyete göre mert olmaz.
Mert doğar!

Onun için bu yaz arabalarda bir şarkı çalıyor;
Unutma iyi ezberle, gelecek yıllarına yaz emi sözlerini:

“Elindeki Kalbi Tutamadın Gitti
Bunun Nesi Garip, Bitti Dedin Bitti
Ama Şunu Bilki, Yine Yanıma Gelip
Söylediğin Sözler Bana Biraz Eski
Hani Bir Süre Sonra Herşey Düzelirdi
Biraz Nefes Almak Bize En Güzeliydi
Güzelliğim Aynı Aldım Da Nefesi
Bana Yanlış Yerlerinden
ATMA ! ”

Anma! Arkadaş adımı.
Anma…

Şimdi altında porche un olsa,
Sahte alkışların ve şak şakcıların olsa,
Filbaki seven olsa,
Kaç yazar ?

Dünya gözüyle bir kalbi paramparça ettin.
Bunu onaramazsın artık.
Bitti.

Ciğerime saplanmış paslı ve peşi sıra girmiş, tüm bıçakları tek tek çıkardım.
Üzerinde “yirmibeşyıl”yazıyordu…Ve
Daha birçok şey…

Her hamle de, her göz yaşımda, her acı da.
Yaradan’a eft,virman ne varsa geçtim…
Geçti…

Onun için bana artık ATMA !

18 Haziran 2011 Cumartesi

Gel Artık...

Gece ilerlemiş
Bir sığınağın koynu gibi düşlerim.
Ve nedense seni düşlerim.
Kimsen çıkıp gel artık,
Ellerimiz kavuşsun.
Aşk olsun adı
Sevgi olsun tacı
Sebepsiz tüm esintilerin kıyısız limanı
Bu tufandan kurtulmak için
Senin düşlerine akıyor sessizce
Sen bilmiyorsun
Ben bilmiyorum üstelik,
Sen kimsin?
Sadece seni özlüyorum…

17 Haziran 2011 Cuma

Bu Sabah Gülümseyerek Uyandım Zenginliğime...

Bu sabah erken kalktım.
Şöyle bir gülümseyerek uyandım
Sanırım 07:30 sularıydı, çöp arabasının sesi duyuluyordu.
Takur tukur.
El arabasına dolduruyordu görevli dünde kalanları.

Gülümsedim, tarifi tuhaf bir mutlulukla.
Seviyorum bu kalkışları.
Etrafımda ki çoğunluğu, en büyük 1988 doğumlu iş arkadaşlarımın bana danışmaları, hatta en özellerini benimle paylaşmaları.
Kimi bugün erkek arkadaşını ailesi ile tanıştıracak
Kimi kimse onu götürmüyormuş sen ben anlarsın gel beraber sen beni götür içelim diyor.
Kimi ailesi ile sorunlarını anlatıyor.

Yaşama bakıyorsun, kendi geçtiğin tünele
Bir abla olup çıkmışsın.
Aslında bir kaya parçası üzerinde o derin okyanusu izler gibisin şimdi.
Huzurlu ve mutlu…
İşte en büyük zenginlik.
İnsanların, doğanın ve yaşayan her canlının varlığına olumlu bir şeyler katabilmek.

Gülümsedim
Gün hareketlenmeye başlayacak birazdan
Komşular kızıyorlarmış asamadık bayrağı kocaman ya gölge oluyormuş.
Bende uyanır uyanmaz hazır beşi bir yerde yapmışız dün akşam.
Basketbol da da ispat etmişiz kendimizi
Topladım o apartman bayrağımı
İğneledim, ekledim, katladım ve sonunda astım.
Şimdi serçelerim birazdan konacak camıma” günaydın” diyecek ilk bana.
Ve simitçi geçecek
Çayım demlenirken
İşte en büyük zenginlik
Altında en lüks araba, elinde tonla paran olsa bunları hissedemiyorsan zaten çok fakirsin arkadaş.
Boşa yer kaplama dünyada.

Gülümsedim, bugün
Çünkü uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımın da arkadaşlarını da topladım.
Bugün doğum günü. Haberi yok sürpriz yapacağız.
Onun Tango Dersi verdiği mekana baskın yapacağız.

Hayat güzel
Elini hak edene verdikten sonra daha da güzel olacak.

Mutlu sabahlara
Hep gülümseyerek…

Meğer...

Dün gece, ay tutulurken,
Birleşti tüm bilinen ve bilinmeyenler…
Meğer,
Ben senin elini tutmayı özlemişim.

Şöyle bir alan düşün,
Her yer yemyeşil…
Ve sen
Ve ben
Vermişiz sırtımızı otlara, uzanmışız boylu boyunca.
Kollarımızı, bedenlerimiz gibi açmışız doğaya.
Ben sana anlatıyorum
Ve
Sen bana…

Susamışız biz konuşmaya.
Paylaşmaya.

Ve sevgilerimizi açmışız birbirimize.
Dün gece, yüzyılın en büyük ay tutulması gerçekleşirken
Çarptı kalbim birden
Seni düşünürken,
Anladım ki ben,
Seninle o yolu yürümek istiyorum…
Ben senin elini tutmayı özlemişim.

Üstelik de nasıl bir duygu olduğunu bilmeden.
Kalbim heyecanla atarken
Anladım ki …
Ben senin elini tutmak
Sana anlatmak istiyormuşum ne varsa,
İçimdeki…

Unutmuşken kendimi ve yaşamayı
Suretim tur atarken meydanlarda,
Yeniden seninle öğrenmeyi istiyormuşum her ne varsa,
Ve seninle güvenebilmeyi yeniden.
Sevebilmeyi…
Tekrar yaşanabileceğini.
Unutmuşken en sevdiğim cümleyi,
Duymayalı asırlar olmuş sözleri, unutmuşken.
Yalnız sana fısıldamak ve senden karşılığı ne gelecek diye merak ediyormuşum meğer.
“Canımmm”

Senin omzuna kafamı koymak,
Saatlerce seninle konuşmak
Ve senin beni dinlemeni istiyormuşum.
Meğer.

İyi ki tutuldu ay.
Minnettarım.
Değişim başladı.
Ne var ise hayatımda, hayatına katmak için
Hayatından hayatıma akmak için.
Tutulmuşum bu zamana.

Ve ben,
Ne yapacağımı bilmiyorum.
Zaman ilerliyor…

16 Haziran 2011 Perşembe

Belki Anlamazdın...

Anlamazsın diye korktum!

Diyorsun…

Bakarken gözlerime…

Bırakıp gidilmişler,
Bırakmadan gidişler.
Ardından dökülen her bir damla yaşın,

Kıymetini bilenler olarak…
Acıyı kana kana yudumlayanlardan olduğumuz için.

Korktum,
Sana gelmekten…

Sana bir söz söylemekten,
Beni de eller gibi sanırsın diye…

Her gün,
Her akşam.
Bir dizi sözcükleri dizdim önüme…
Hafızamın en üstüne,
Dilimin tam ortasına.
Ama söyleyemedim..
Diyorsun…

Dün gece o çifti gördüm,
El ele.
Özendim,
Ya asla bir daha seni göremezsem diye aklımdan geçti.
Son vermek istedim, yarınlara gömülmüş yalnızlığımıza…
Ve sadece sen düştün gönlüme.
O içten gülüşün,
O candan tarafın.

Yine beni aldı,
Sardı beni.
Senin yanına…

Şimdi topluyorum,
Tüm cümleleri…
Ne varsa;
Yıldızlardan,
Yerkabuğundan,
Denizden ve Topraktan,

Bu kez susmayacağım…

Sana Layık Olmak için buradayım…


Kemanlar çalıyor, piyano tuşları vurguluyor zamanı.
Gönlümün orkestrası senin adını çalıyor.
Ömrüme almak, ömür vermek için hayatlarımıza.



Bir kez düşün
Bir kez…

Korkuyorum anlamazsın diye…
Una Calle Nos Sapare…

15 Haziran 2011 Çarşamba

Tutulursa İnsan...



Yüreğinin kurmaylarını topla.
Bugün Ay’da tutulma var.
Eş olacak düşlerimiz…
Ben diliyorum, en güzeli.
En güzeli,
En iyiyi…
En doğruyu seçiyorum…
Bende, yüreğimin sesini dinliyorum.
Yeni
Tertemiz bir ışık doğuyor günlerimize.
Ay tutulması var.
Tutuşacak ellerimiz…
Ve biz istersek
Doğuracağız güneşi.
Işık olacak her günümüz…
Toplayalım şimdi tüm ışıkları.
Oluşturalım bizde şimdi kendi yasamızı.
Hastalıkta,Sağlıkta.
Yoklukta,Varlıkta.
Ama, ama hep MUTLULUKTA…
Asla taviz verilmeyecek;
SAYGI’da ve SEVGİ’de.

Başına taç yapmışsın beni,
Yıldızlar fısıldıyor kulağıma gizlice bu gece.

Hadi tutulsun, yüreklerimiz birbirine…

Fişledim Seni...

Eskiden, “ayıp” diye bir cümle vardı.
Hatta “edep” ve “ar” kelimeleri de vardı, hayatlarımızda.
Yani…Utanma duygusu.

Çok değil, milenyumu biraz geçeli,
Tüm edepsizliklerin; normal sayıldığı.
Birbirini yakın, uzak tanımayan insanların sözde; sevgi, dostluk, arkadaşlık, birliktelik adına toplantıya çağrıldığı malum “ facebook” yani benim tabirim ile yeni “feyz kitaplığına”.
Bir kere adım attınız mı; misal kocasını kıskanan etiketliyor. Yani olur ya bir gün bir yerde buluşursunuz neme lazım bilelim.Haberimiz olsun. Veya yıllardır sizi kıskanan yahut örnek alan; hemen etiketliyor ki dakika dakika ne yaptığınızı, ne giydiğinizi, ne içtiğinizi en son kiminle nerede beraber olduğunuzu bilebilsin. Herkes birbirini etiketliyor. Her an ne yaptığını cümle alem bilmek istiyor, işin garip tarafı buna hakkı olduğuna inanıyor. Nasıl olsa B B G, Bizi Biri Gözetliyor gibi sansasyonel ve toplum aşağılayıcı programları reytingleri tavan yaptığını ifşa ederek önümüze sunmadılar mı? Herkes, çoğunluk diyelim seve seve izlemedi mi, elalemin ne yaptığını. Gözetlemek, yasak her zaman tatlıdır çünkü. Dedikodu ondan tatlı.
Çekiştir…Çekiştir …Daha da kültürleş anam.
Eğer bir dostun yada dostlarınla güzel bir akşam yemeği yedin ve içlerinden biri bu güzelliği ölümsüzleştirmek istedi, hemen fotoğraf karesine sığdırıverdi. Hemen biri : Feyz Kitabına ekle diyiverdi. Üstüne baskı geldi. Üye değilse ne kültürsüzdü. Üstüne üye olup da eklemiyorsa ne banel di. Allah aşkına hangi dünya da yaşıyordu. Paylaşmalıydık her şeyi.

Biz, işte insan olarak burada unuttuk neyi paylaşacağımızı.
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu.
Neyin özel ve neyin farkına varmadan birilerini yarayabileceğini.
Balıklama daldık mı bir başka hayata, orası bizimdi. Gerisi teferruat…

Oysa ki temiz insanlar, tertemiz bir sayfa açıyorlardı kendilerine. Her ne olursa, temiz kalabilmek adına.

Şimdi bu sabah ki taze haberi paylaşmak istiyorum :
İşin hangi boyutlarda olduğunu idrak etmenizi sağlayabilmek için.( Kaynak Bilgisi Hürriyet Gazetesi)
“Cumhuriyet Gazetesi Alican Uludağ’ın haber bilgisine göre; 30.000 nüfuslu Giresun ilemizin ,Tirebolu Kaymakamlığı ilçe bazında okumakta olan ve yardıma muhtaç çocuklara yardım yapılmasına karar veriyor.İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’de yoksul çocukların bir listesini hazırlıyor.Sonra ne oluyorsa oluyor Müdürlük, para yardımında bulunan bu çocukları internet sitesinden açıklıyor.
Deşifre şöyle böyle değil…
-Çocukların adları
-Kimlik Numaraları
-Anne ve Baba ismi
-Ve tabi ki sınıfı.

Sonra ne oluyor biliyor musunuz. Milli Eğitim Müdürü, Ali ŞANLI “ Bir yanlışlık olmuş!” diyor…”

Bu kadar BASİT…
Bu çocukların şuurlarında açılan “eziklik”duygusunu yaşamları boyunca nasıl silebilecekler bir kez, bir an için düşündünüz mü? İnsan hayatı bu kadar mı ucuz ! Ve değersiz.
Ülkemizde oluşan bu rezalet bununla da sınırlı değil üstelik; Samsun’da benzer vaka olmuştu Nisan ayında.
“Kutlu Doğum Haftası” sebebiyle yardıma muhtaç çocuklara yardım düşünüldü. Sonra bir liste oluşturuldu.Milli Eğitim bir çalışma yapıp 468 öğrenci belirledi. Sonra ne olduysa oldu; Müftülüğe gidecek liste, İlçe Milli Eğitim görevlileri tarafından resmi internet sitesinde yayınladı.
Yardım toplu fotoğraflarla showa dönüştü sonra içinden çıkılmaz bir hale dönüştü.


Şimdi,
Anlatabildim mi.
Hayatlarımız nasıl başkalarının elinde oyuncak.

Haddine olmadan, fütursuzca sormadan senin mahremiyetine girmeyi hak görenler…
Bit pazarı gibi kokuşmuş bu zihniyet penceresinden, ülkemizde yanı başımızda olan bu vahim tablo karşısına gıklarını çıkaramıyorlar.
Susuyorlar, gelecek olunca söz konusu.
Çünkü bilmiyorlar.
Onlar bencil ve sadece yarattıkları sanal dünya da yaşıyorlar.
Ve özellerimizle biz çağırmadan dans ediyorlar. Bunun adı da modernizm!
İlericilik…
Yeni vizyon bu.

Hadi canım sizde !…

Bir göbek taşı ortada.
Biri biriyle
Öbürü bir hafta sonra öbürü ile.
Videolar, fotoğraflar ve paylaşımlar…
Adı medeniyet.Düştün mü pençesine vay haline.
Ne var ise ortada.
ÇIRILÇIPLAK…
Ya seve seve…
Ya bile bile…

13 Haziran 2011 Pazartesi

Çay ve Sohbet...




Neden bu sahile geldik bilmiyorum ancak çok iyi oldu.
-Sana değişiklik olsun istedim.
Evet, denizi de sevdiğimi biliyorsun.
Eski Sarayburnu havası var sanki değil mi?
-Evet, biraz andırıyor.
Akşama kadar burada arabanın içinde kalabilirim
-Kalalım, vaktimiz bol. Karnın acıktı mı?
Yok, hiç acıkmadım ancak şu seyyar çaylardan bir tane daha alırım çok lezzetliymiş.
Çocuk da çok komik bizi sevgili sandı sanırım.

Hadi bahsettiğin CD nerede dinleyelim onu şöyle mis mis.
Allah’ım ne güzel burası…
-Yaw, duyan da havaideyiz sanacak.
Olsun, benim için şu an her şey çok güzel. Neden bozuveriyorsun hemen.
-Yok yok aman keyfine bak. Koyalım cd yide bakalım nasıl bulacaksın. Gerçi bende pasajın önünden geçerken duydum yeni çıkan bir albüm. Hoşuma gitti o an, senle paylaşmak istedim.

Hadi o zaman, dinleyelim.
Valla gayet güzel. Seninde müzik tercihlerin hoşmuş bak bunu bilmiyordum.
-Ayıp ettin. Her telden biraz bulunur bizde bilmiyor musun.
(Gülümsüyorum) Biliyorum biliyorum merak etme.

Müzik o kadar soft ve yumuşacık ki; beni sarıyor sarmalıyor adeta.
Koynuna girmişim fark etmeden şarkının.
Ellerimi araba koltuğunun üstüne koymuşum, gözlerim kapalı
Yanımda beni çok seven bir arkadaşım.
Sahilde keyifle müzik dinliyoruz, gün batmak üzere.
Martılar yer yer geçiyor üzerimizden.
İnsanlar nadir.
Cd nin öbür yüzünü çevirdiğinde, istemeden gözlerimi açıyorum.
-Ohooo uyandınız mı hanımefendi !
Ay hakikaten çok hoşmuş ne iyi yapıp almışsın.
Valla terapi yaptın bana
-Öyle mi biraz daha devam edelim o zaman
Eee edelim…Oyun mu oynuyoruz (Gülüyorum)
-Yooo
Sen ne zaman doktorluğa başladın?
-Şşşşt tamam sus şimdi ben sorunca cevapla.
Peki doktor bey.
-Nasılsın bugün?
Süperim şu an, çok huzurluyum.
-Neden?
Çünkü sevdiğim biri yanımda, çay var, müzik var ve deniz var. Temiz oksijen var da ondan.
-Eee şimdiye kadar neden bunları hissetmedin deli kız.
Hayatın tadını almadın, her şeyi başkaları için yaptın.
Pufff.!
-Evet gelelim esas mevzulara.
Neymiş o?
-Tamam psikolojik test bitti. Gerçekten huzurlu musun artık.
Sayılır. Evet. Çok şükür mutluyum.
-Peki, yalnız mı geçecek günler.
Off
Başlama şimdi büyükler gibi.
-Tamam kızma sohbet ediyoruz işte.
Güzel söylüyorsun da nerede ? Ben zor insanım biliyorsun.
-Herkes zor kendine göre.
Tamam da
-Tamam da ne ?
Tamam da evlilik bir beraberlik ?
Tatlım.
Evlilik kolay iş mi? Ben, bana aşık ve sevecek bir insan ile birlikte olabilirim.
Her şeyden öte biliyorsun, dürüst olacak.
Yalanın tur attığı yerde ben olamam.
Sonra aynı toprağa bakabiliyor muyuz? Ne bilim yağmurda ıslanır mı benimle.
Hiç bıkmadan sıkı sıkı sarılır mı bana
Toprak kokusunu sever mi?
Gezmeyi, fotoğraf çekmeyi sever mi?
Yazmam konusunda destek olur beni teşvik eder mi?
Saygılı mı, sevgisi kadar.
Hem olgun olacak hem da bana ayak uydurabilecek
Ne bilim işte sürpriz yapmaktan zevk alacak.
Bir sabah uyandığımda tatlı bir sürpriz, tabi bunu beni uyandırmadan tak tuk ses çıkarmadan yapacak.
Bir gün diyecek ki bir den…
Ben , aaa nereye gidiyoruz demeden bir yerdeyiz o ayarlamış.
Bunun gibi bir sürü şey içimde olan.
Onun için benden bıkar
-Saçmalama kim senden bıkabilir ki?
Sence(Gülüyorum)
Tatlım; hem olgun, hem romantik, hem sadık, hem dürüst ve bana sevgi dolu.
Bu sanırım öbür tarafta…
-Yanılıyor olamaz mısın?
Hiç sanmam
Yaw nereden çıktı şimdi bunlar?
-Bak, CD nin arka kısmını dinleyecektik yarım kaldı. Çay ister misin ben alacam bir tane.

12 Haziran 2011 Pazar

Yüreğine Sığınma Hakkı İstiyorum...


Yüreğine sığınma hakkı istiyorum.

Çadır kurup, öylece konaklamak…

Yağmurunda,
Güneşinde,
Dolunayında,
Her umudu ve
Her mutluluğu…
Seninle olmak istiyorum,
“Mutluluk” adına ne öğrenmişsen,
Öğret bana istiyorum.

Söz, hakkı istiyorum;
Gözlerinden…

Yaşam, hakkı istiyorum;
Hayallerinden kopup…

Yeniden var olarak,
Seninle dünya üzerinde…

Özlük, hakkım üzerine…
Söz veriyorum;
Seni, ömür boyu seveceğime…

11 Haziran 2011 Cumartesi

İyi Günde Kötü Günde...


Sakin sakin çıkıyorum evden
Daha vakit var nasıl olsa.
Diyorum amma
Ne mümkün, İstanbul burası.
Yaklaşık yarım saatten fazla bir süre içerisinde ancak Şişli Evlendirme Dairesine gelebiliyorum.

Bugün çocukluğunu demeyelim de neredeyse genç kızlık dönemlerini çok iyi bildiğim o narin ve sevgi dolu kızımın evlilik günü.
Kendine eş olarak seçtiği kişi ile kutlama günü.
Ne kadar güzel ve özeldir nikah aslında.
Bugün erken geldiğim için onun nikahını beklerken üç nikah geçti önümden.
Kimi gelin pembe ayakkabılı.
Kimi lameliydi
Kimi heyecanlı
Kimi heyecansız
Kimi damat gözünün içine bakıyordu.
Kimi elele yalnız karşıya
Kimi de sadece kendilerine.
Memur beyin telaffuz ettiği gibi; iyi ve zor günlerinde yanında olmak için eşin olarak kabul ediyor musun?

Artık nikah merasimlerinde ki şarkılarda değişmiş:
Life is Life çalıyor yahu!
Hayır ben severim de ne alaka…
Ve Take my breath away!
İkisine de bayılırım da burada hiç aklıma gelmemişti.

Her neyse en öne yerleşip kızımın gelişini bekliyorum.
Evlat sahibi olup da bunu yaşamak çok daha zor olmalı.
Babamın niçin bütün gece ağladığını şimdi anlıyorum.

Ön koltukta otururken birden mezun olduğum lisenin müdürünü görür gibi oluyorum.
Yanıma doğru geliyor.
Hoca, ne işin var burada?
-Eee İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün oğlu evleniyor ona geldim.
Kaç nikahı?
-17:30
Benim ki de. Vay be nerende nereye…Ama ben gelin tarafıyım.
Oturması ile kalkması bir oluyor zira yanıma Kaymakam’a yer vermek için kalkıyor.
Müzik değişik geliyor fondan ve bizimkiler geliyor.
Salon ayakta kalan insanlarla dolu.

Bir bakıyorum memur değişmiş Nikah memuru Mustafa Sarıgül !
Şahitler Milli Eğitim.
Kaymakam
Dört şahit.
Bizim gelin en önde beni görünce çok duygulanıyor.
Gözlerim yaşarıyor. Ağladım ağlayacağım. Onun geçmişinden bir izim ben.
Hayatlarımızın çakıştığı noktada çok güzel an.lar paylaştık beraber.
Huy olarak ve ruh olarak da bana benzer.
Umarım çok ama çok mutlu olursun diliyorum diye içimden geçiriyorum.
Mustafa Sarıgül konuşuyor.
Sonra bir şahit bey konuşmaya devam ediyor:
Evliliğin sürekli olması için üç kural vardır.
Buna uyarsanız devamlılığı sağlarsınız.
Birincisi:
Sevgi
İkincisi
Saygı
Üçüncüsü:
Sadakat
Sonra Mustafa Sarıgül mikrofonu alıyor:
Ne kadar güzel aileniz varmış ki sizi dostlarınız bugün bu kalabalık ile yalnız bırakmıyor.Herkese kolay kolay nasip olamayacak bir nikah törenindeyiz şu an ve size bir ömür boyu uzun mutluluklar diliyorum diyerek ilk bileziği geline takıyor.
Bu arada trafik yüzünden yolda kaldığı için geciken Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir geliyor.Bir memur, dört şahit konuşmasından sonra o da başlıyor konuşmaya.
“Yirmi iki yıllık evliliği sürdürmekteyim. Tek önemli olan aynı yastığa baş koymak değil aynı yola baş koymaktır. Aynı bakabilmektir dünyaya.”
Takı kuyruğu yaklaşık bir saat sürüyor.

Şimdi Topkapı da ki Sosyal Tesislere gidiyoruz.
Beşiktaş İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün biricik oğlu evlenince; Mustafa Sarıgül,Mustafa Demir parti kimliklerinin ötesinde burada bulunuyorlar.
Mehteran takımının eşlik ettiği şarkılardan sonra; surlar içinde güne batarken gelin ile damat geliyorlar.

Her yer eğitimci.
Sanki eğitim toplantısına geldik.
Şöyle olsa; aşk ve sevgi toplantıları düzenlense.
Birlikteliklerin esası ve kalitesi seminerleri.
O zaman daha verimli, yüzleri gülebilen insanlarımız olmaz mı?
Güzel yemekler eşliğinde, damat tarafı Erzincan’lı olunca haliyle halay halay üzerine.
Davul zurna sonsuz.
Bir tek damat ile gelin dans müziği dışında başka bir müzik çalmadı.
Yemek yerken yunanca bir parça çaldı o kadar.
Atmosfer güzel.

Gelin salondan ayrılmadan içinde evlenme cüzdanı olan çantasını bana veriyor.
Tüm hazine bende.
Eskiden filmlerde çiçek atarlardı, kime giderse o evlenirdi.
Ben değiştirdim, taze evlilik cüzdanı kime gidiyorsa o en önce gidiyor…

Mutluluklar prenses.
Yolun açık ve sevgiden yana olsun
Birbirinizin kıymetini bilin.

9 Haziran 2011 Perşembe

Güverte de...

Bir geminin güvertesinde
Kollarımı birbirine dolamış, uzaklara…
Çok uzaklara bakıyorum.
Ay, yıldızlara her zaman ki orkestra şefliği yapmakta.
Deniz koyu kostümünü giymiş.
Vals için her şey hazır

Sular durgun
Sular dingin
Üzerimde parlıyor beyaz bir elbise
Ayaklarım da ışıltılı bir ayakkabı
Sanki biraz sonra, dans edecekmiş gibi.
Saçlarım dalgalı
Rüzgar hafiften okşuyor tellerini, ince ince…



Bir geminin güvertesinde
Kollarımı birbirine dolamış, uzaklara…
Çok uzaklara bakıyorum.
Ufuk çizgisi görünmüyor.
Mühim değil ben sonsuz olanı seçiyorum.
Ve burada olmaktan çok mutluyum.


Birazdan bilmediğim bir nefesi hissetmeyeceğim
Belki o dansı bile etmeyeceğim…


Yahut, hayatı demlemiş gözlere bakamayacağım


Beni anlamayacak
Hiç görünmeden gideceğim, yıldızlara…

Önemli değil, ben şu an olmak istediğim yerdeyim.
Sular durgun
Sular dingin
İçimde ki umut,sevgi, aşk topyekun taarruzda
Beni seviyorum…

Bir geminin güvertesinde
Kollarımı birbirine dolamış, uzaklara…
Çok uzaklara bakıyorum.
Ay, yıldızlara her zaman ki orkestra şefliği yapmakta
Şallım kayıveriyor omuzlarımdan,

Bir vals başlayacak birazdan

Tam da dilediğim gibi;
Sonsuza doğru…
Huzurla.

8 Haziran 2011 Çarşamba

HUZURUM OL

Atıvermişiz kendimizi bir kıyıya…

Kıyı da bir yeşillik,
Bir güneş
Ve bir kayık.

Kayık, beyazdan.
Kürekleri mavi.
Denizde süzülürken o da su ile bütün oluyor…

Henüz hava ısınmaya yeni yüz tutmuş
Mahmurlu gözlerle bakıyor ve sen kürekleri çekerken usulca omzuna kafamı koyuyorum.
Off…
Ne kadar huzurluyum.
Meğer,
Ne kadar özlemişim dinginliği ve dinginliğin ortasında yalnız seni.

Sesin değil,
Fiziğin değil
Paran değil
Servetin değil

Seni özlemişim…

Kıyıdan demir alan beyaz kayığımız ; kenar kenar aşkımız gibi işleniyor.
Sazlıkların arasından geçiyoruz, kardeşçe.

Nasıl güzel bir; dostluk, arkadaşlık, yarenlik adını ne istersen o olsun.
Sen ile aramızda.
Huzur var senin yanında, ruhumda.

Nereden başlasam
Neyi anlatsam


Sussam da, gözlerine doysam…



Ve ya sen anlatsan tüm olgunluğunla, yaşamı.
Hayat da sindirdiklerin ile sindiremediklerini…

Çok mu benziyoruz? Yahut,
Hiç mi?

Neleri feda ettin
Ve ederdin…

Sen de unutmuş muydun mutluluğu?
Peki, şu an mutlu mu?
Nasıl geçiyor bir gün, bir an içinde yaşamın?

Akşam olmuş kayıkta…
Gün kırmızıdan turuncuya dolmakta…

Ağır ağır geçiyor sular.

Hava, bizden dingin
Su bizden,
Gök bizden…

Yıldızlar çıkıverecek belki birazdan.

Kalalım, lütfen biraz daha kalalım.

Beraber Ay Işığını doğuralım.

Öyle mutluyum ki senin yanında,

Sen, anlat ben dinliyorum.

Söylemek isteyip de söyleyemediklerini anlat mesela.
Yahut unutmaya çalıştıklarını.

Beraber güne açılalım.
Serinliğinde bir gölün,
Koynunda bir kayığın,
Biz,

Ne istiyorsak o olalım…

AHULUM...

Güzel bir şarkı duyduğumuzda, nereden kaynaklandığını öğrenmek isteriz.
Ben, araştırırım şahsen; eğer duygu var ise içinde.
Kimdir?
Nedir? Ne hissetmiştir ki? Bana hissettirebiliyor…


Çoğunluk tarafında değerlendiğinde;
Eğer evli bir kişiye aitse, hemen ya kocasına veyahut karısına yazılmış olmalıdır.
Öyle isteriz çünkü.
Doğalıda budur pek tabii.

Sevmişler, bir arada bir yaşam kurmak için bir hane oluşturmuşlar.
Miş’ler…Muş’lar… Devam eder, gider…
Mesela ben de her duyduğumda çok etkilendiğim şarkının sözlerini öyle sanırdım.
Oysa paranın iki yüzü gibi; yaşadığımız hayatlarında iç girdaplarında ne dehlizler var.
Ne labirentler çoğalıyor kaderlerimizde.
Ya da azalıyor. Kim bilebilir? Yaradan’ dan başka.

Yıllar önce bende herkes gibi; karısının şanslı olduğunu düşünmüştüm.
Belki bazıları öyle bir kocaya sahip olmayı da düşlemiş olabilir.
Daha doğrusu hangi kadın, kendine bir şiir yada bir şey…Bir şeycik yazılmasını istemez ki?

Paranın yazı tarafında, kadersel döngümü diyelim artık kendi seçimlerimizin geleneksel dönüş faturası mı.
Adı her ne olursa olsun.
Oysa ki o kadın neler yaşamıştı iç dünyasında…
Aynaya baktığında belki kendi suretini bile tanıyamamıştı.
Kim bilebilir? Yaradan’dan başka…

Şarkıyı anımsarım, ilk açık havadaki konserinde sevgili Fatih Kısaparmak’ın. Yıllar önce.
Ondan önce liseye başlamadan şiir yapraklarında. Kapkara saçlarım olduğu için pek bir hoşuma giderdi. Hemen kendime pay biçerdim. Sanki bana söyleniyormuş gibi. Kendi kendime dillendirirdim.
Nar tanem, nur tanem…Bir tanem! Daha nem olacaktın!. Ahulum…Kadınım.Yoluna can koyduğum.
Gökte ararken yerde bulduğum…
Hatırladınız değil mi?
Melodi hemen çıkıverdi değil mi? Hoş sözler…

Rahmetli Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun çok güzel bir eseri(bize göre):

“Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.”

Her şiir, her hikaye muhakkak bir rüzgarın esintisinden etkilenmiştir çoğunlukla.
İçte kalanlar, söylenemeyenler, yaşananlar ve yaşanamayanlar…

Bu şiirin de hikayesi kısaca özetlersek:


Eren-Bedri çiftinin mükemmel bir hayatı olduğu düşünülüyor, bir oğulları ve sanat yaşamları ile farklı bir çizgi çiziyorlardı dünyaya.

Ta ki o akşama kadar.

Dostları ile bir mecliste otururlarken; kendisinden bir şiir okumasını talep ederler.
Eyüboğlu doğrulur ve ayağa kalkar. Başlar yazdığı şiiri okumaya.
Fakat okurken gözlerinden yaşlar dökülmeye başlar ve herkes anlar.
En çok da yanında oturan karısı…

Çünkü herkes bilmektedir ki ; bu şiir Bedri Rahmi’nin birkaç yıl önce Güzel Sanatlar Fakültesinde ders verdiği zamanlarda; misafir öğrenci olarak gelen Mari Gerekmezyan’a yazılmış olduğudur.
Mari, büst yapmıştır Rahmi’nin.
Bedri Rahmi’de kendisine çeşitli portre ve birçok şiirle cevap vermiştir.
Bu şiirde onlardan biridir.
Onlar aşklarını yaşarken;
Bu arada karısı sabırla kocasının kendisine dönmesini beklemiştir.
Kısa bir süre sonra aşka gölgeler düşüp Mari menenjit nedeni ile vefat edince; yıkılan kocasını toparlamak yine karısına düşmüştür.
Önce kendi hayatına ve sanatına döndürebilmek için çok çabalamıştır.
Eren Eyüboğlu.Ve başardığına inanmıştır belki de.
Muhakkak ki;
Ta ki o geceye kadar.

Sonra kocasını terk etmemiş onun buzdan asla parçalanmayan her zaman sığınacağı liman olmuştur.

Aslında Bedri aşkına ağlarken o güçlü kadın; kendine mi, aşkına mı yoksa hayata mı ağlamaktadır.

Eğer sonradan gelen araya girmese hayatları nasıl olurdu?
Veya ölmese,
İkinci şık da meçhul olacağı kaçınılmaz.

Gel gör ki ; hayat denilen şu tuhaf düzenekte
Kırımızı pimi mi, yoksa doğru olan mavimi çekilecek bilinemiyor çoğunlukla.


Ve gerçekten ama gerçekten çok seven hep yalnız kalıyor.
Çünkü önce kendini sevmeyi unutuyor…
Adadığı için kendini, kendi gibi arıyor.
Mükemmel eş, ayna da onu görmek istiyor.
Aşk, sevgi, beraberlik adı her ile adlandırırsak adlandıralım.
İki kişi arasında değil midir ki?

Gözler, gönüllere dokunur
Eller, ellere
Sözler, sözlere…

Eğer bir göz başka göze kayarsa…Sonu nicedir her ilişkinin.
İster evli, ister farklı beraberlikler adına aldatmak sadece fiziken midir? Düşünsel olan mıdır?

Ruhu hangisi yaralar?
Bence hepsi birdir. Ancak duygusal paylaşım daha ağırdır. Çünkü onun beyninde siz değil o vardır.

Sonra ne acı ki bazen bir öyküde bir şiir de; kırıntılar şeklinde serpiştirilmiş kelimeleri yakalarsın bilmeden, kendine ait sanırsın oysa başkalarına aittir.

Bazen yazıya bile gerek kalmıyor.
Yanında otururken veya bulunmadığın mekanlarda…
Göz göze kayıyor.
İşaret fişeği gibi karşı tarafta hazırsa menzilde roket atışı yapılıyor.
Ve gelsin nokta vuruşu.

Sanırım tek eşlilik insan doğasına aykırı diye düşünenlerin en çok yaslandıkları bir durum.

Oysa sevmek layık olanla yaşanmalı.

Ne diyelim…

Gerçek sevgilerin; gerçek doğrularla kavuştuğu bir dünyaya aşk olsun.
Şiirler de hayat da böyle yoğrulsun.
Kimse ağlamasın…
Kimsenin kalbi kırılmasın…

Doğru insanları seçmek için,
Doğsun şiirler…

7 Haziran 2011 Salı

Yazı Yazan Ellerim Seni Doğurur...

Yazı yazan ellerim doğurur seni,
Tek tek…
Kelime kelime…
Bilirmişçesine; tüm yalanları…
Ve tüm pişmanlıkları,
Öylece yazar durur en doğrusunu.
En dürüstünü…
En sevdalısını.
Öyle yazar,
Ve
Öyle ister…
Mutluluk ve sevda adına…

Seni düşler,
Ve seni çizer.
Resmeder satırlara ince ince…
Kalkar bir soluk alır biri,
Bir sigara yakar
Camda yaslanıp, düşüncelerine;
Döner gelir, beni yazar.
Aynı anda başka sahilde ben camı açarım.
Hafiften yazın meltemi vurur yüzüme.
Ustaca nefesime.
İçime işler güzelliği.
Hissederim seni rüzgar ile.
Yazarım bende işte yeniden,
Seni tüm satırlarıma.

Biz buluşuruz, belki yarınlarda
Adını bilmediğimiz bir semtin
Herhangi bir çayhanesinde
Bir demli çay söyleriz aynı anda
Sen belki yağmurdan kaçmışsın
Ben ise yağmura aşık
Kelimelerimiz, gözlerimiz olur
Biz, anlatırız birbirimizi…
Çay ile şeker gibi oluruz.
Karışmamaya imkan var mı?

Senin düşünmen,
Benim kelimem,
Bizim sözlerimiz; işler doğaya.

Bir can oluruz
Sen, ben ve biz…

İşte hayat o an başlar,
Biri yağmurdan kaçmıştır,
Bir çay bahçesine sığınmıştır.
Biri ıslanmaktan sarhoş, şiir yazmak ister.
Aslında birbirlerine yazıldıklarından habersizce buluşturur doğa.
İşte, o an gerçek pencere açılır.

O sigarasını yakıp baktığı an ile meltemi hissettikleri an birleşir…

Ellerimiz birleşir
Ve biz,

Birlikte resmederiz doğayı

Beraberce yazarız bu şiiri…


Hayatımıza mana katan tüm güzellikler adına…

6 Haziran 2011 Pazartesi

Yazlık Sezonumuz Açılmıştır...

Günlerden Pazartesi
Hafta başının rehaveti
Sıcağın azameti
İstanbul’un trafiği derken;
Bizler varıyoruz işlerimize…
Gelin görün ki öğlen saatlerinde, üstelik hafta sonu değil
Florya-Yeşilköy sahili, iğne atsan yere düşmeyecek şekilde dolmuş vaziyette.
Karpuz kabukları olmasa da,
Mangal kırıntıları,
Ekmek ve domates parçaları…
Ne ararsanız var.
Çoluk çocuk herkes sahilde,
Yüzme kıyafeti değil, bildiğiniz iç çamaşırları hakim manzaralarda.

Ve sürekli bir bağırış:
-Boy ver!
-Su soğuk mu!
-Hadi gelsenize.
-Anneeee karnım acıktı!

Bu hafta sonu seçim, sonra okullar kapanınca manzara tam da Kapalıçarşı olur tahminimce.
Kreasyonlara doyacağız anlaşılan.

Haliyle doyum olmuyor manzaraya
Hey güzel İstanbul’un
Dünyanın gözbebeği…

Sultanların, Kralların diyarı

Zaman ilerliyor…
Milenyum çın çın

Durum ondan ÇIN ÇIN…

Hadi iyi haftalar…

3 Haziran 2011 Cuma

S A L L A...






Festival Adı: K E L

Bildiğiniz gibi Kel başa, şimşir tarak değil ancak muhteşem bir gençlik organizasyonu.
Yani alın beni onyedilere.
Hep birlikte kopalım gitsin.

Kabataş Erkek Lisesi’nin yaz festivali.
Eski düğünler misali tam üç gün üç gece…
İlk gün Sayın. Feridun Düzağaç
İkinci gün Sayın. Atiye
Ve son gün Grup Sayın. Athena.


Sizce ben hangisinde olabilirim?

Bilen de var bilemeyende sanırım birazcık bilenler daha fazla öyle hissediyorum çünkü.
İçimden ve buradan çeşitli gülümseme ifadelerimi belirterek yazıma devam etmek istiyorum.

Bilumum lise birinci, ikinci ve son sınıf öğrencileri.
Yatılı okuyanlar, hazırlık okuyanlar hepsi o mekanda.
Yani ister istemez gönlünüz kayıyor.
Okul değil tatil köyü mübarek!
İnsan hiç mezun olmak istemez bu mekandan.
Sürekli aşık modunda dolaşırsın sanırım.

Şimdi yaş ilerlemiş olsa da önemli olanın ruh olduğuna kanaat getirdiğim için çok mutluyum.
Acayip eğleniyorum.
Okul aile birliği, mezunlar derneği dışındaki görevliler dışında Atiye konserine gelen ağır başlı ablalar konumunda olması gereken topu topuna iki kişiyiz.
Diğer hanım müdür beyin akrabası onun hiç şansı yok
Ama benim öyle değil.
Çok sevip ve sempati duyduğum Atiye, beyaz bir örümcek adam kostümüne bürünmüş dj in şahane performansından sonra sahne alıyor…

Boğaza karşı, hava kararmak üzere
Arkamızda Boğaz Köprüsü, bir kırmızı yakıyor bir mavi ışıklarını.

Biraz önce yatılı öğrencilerin camlardan sarkarak arkadaşlarına attıkları erik, kayıs ardındna yetinmeyip sulu kutlamalara geçtikleri andan kalan ıslaklıklarımızla alkışlıyoruz Atiye’ yi.

Sular fıskiye gibi üzerlerimize yağarken, gençler üst üste.
Kızlar erkeklerin omuzlarında.
Kimi halay çekmekte.
Kimi erkek kankiler oldukları yerde tepinmekte.
Kopmuşlar grubuna bizde ortak olup.
“Sallaaaa…
Hangi aşk yola gelir ki
Acı veren biri mutlu eder mi ?
Aldatan aldanırmış değer mi ?
Bahane bol.. gönül dara düsünce,
İnsan hata yapar mı sevince ?
Sınırları çizersin giderse
Üzeni yolla
İsterse dönsün sonra
Salla ardına bakma asla
Yolla aldatan aldansın.. Salla…aaaa

Döktür ….
Dondurma dondurma
Bu mudur? Budur rrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr

Gazı almış gidiyoruz.
Atiye, dört bayan dansçısı ile muhteşem.
Ekip uyumu, sahnedeki mutlulukları en önde duran bizlere nasıl da yansıyor.
Finale doğru sevgili Atiye sahneden aramıza katılıyor.
Tahmin ettiğim gibi çok tatlı
Bir Hadise var böyle sanki kuzen, yeğen
Bir de Atiye.
Allah yollarını açık etsin çok tatlılar.
Atiye her haliyle çok başarılı ve ne kadar başarılı olacağını şimdiden görmeyen gözlere öğretiyor.
Performans harika
Dans, koreografi oldukça uyumlu.
Bence kesinlikle İngilizce şarkı seslendirmeli.
Arapça dan Hindistan yelpazesi gibi şarkısı ile gençler coşuyor.
Halleee haleee .Melimeli melllll…
Oryantal figürler muhteşem.
“ Ya ben sizi çok sevdim ne kadar tatlı insanlarsınız! Üstelik erkek öğrencilerinizde çok yakışıklı”
-Bir grup bağırıyor:
*ATİYE EVLEN BENLE!
-Çok tatlısınız ama ben henüz evlenmeyi düşünmüyorum.
Adı AHMET olanlar ellerini kaldırsın.
İşte bu şarkı sizin için :
“Aylardır çıkıyoruz
Kahve çay anlaşıyoruz
Kalmadı park gezmediğimiz
Kalmadı mağaza girmediğimiz
Geceleri konuşursun
Planlar yapıp uyutursun
En önemlisini unutursun
Heyecandan yutkunursun
Elimi tutman sürdü bir ay
Saçımı okşaman altı ay
Madem ciddisin
Oyalama usandırma,
Mutlu et bir zahmet”
Ardından bu sevgili babam için diyor ki muhteşem:
“BABA özledim seni
Çok özledim
Olmaz mı olmasan uzaklarda
Hani anlatırdın ya
Biliyormusun baba
Razıyım hatta
Yalınayaklarımla işe koşmaya
Güneşin altında, pamuk toplamaya
Yeterki sen ol yanımda
Baba özledim seni
Çok özledim
Olmaz mı olmasan uzaklarda”
Ardından Teoman ile yaptığı düet ki o da muhteşemdir… “Kal”
Okul yıkılıyor tabiri caizse…
Birbirinden güzel şarkılar ve sempatik, cıvıl cıvıl bir genç.
Ve onu seven diğer grup gençlik.
Tekneler demir atıyor geçerken onlarda bu hoş manzaradan yararlanmak istiyorlar.

Nazan Öncel parçası da harika.
Ve tabi ki beni etkileyen : Bana Bir İnsan Lazım adlı şarkısı…
“BANA BİR İNSAN LAZIM BENİ OLDUĞUM GİBİ GÖREN
BANA BİR İNSAN LAZIM BENİ OLDUĞUM GİBİ SEVEN
BANA BİR İNSAN LAZIM BENİ SAYAN VARLIĞIMDAN HOŞLANAN
BANA BİR İNSAN LAZIM ADAM GİBİ ADAM OLAN

BANA BİR İNSAN LAZIM BENİ DİNLEYEN, DESTEK VEREN
BANA BİR İNSAN LAZIM TARTIŞABİLEN, KAVGA SEVMEYEN
BANA BİR İNSAN LAZIM BENCİL OLMAYAN, PAYLAŞAN
BANA BİR İNSAN LAZIM ADAM GİBİ ADAM OLAN”

Adı erkek lisesi olarak anılsa da çoğunluğu kız öğrenciden oluşan, geleceğimizde coştuk coştuk. Kudurduk …
Ve son bir defa daha “Kal ve “Salla” ile Kabataş Erkek Lisesi’ni sallıyoruz…
Dün gece muhteşem performansı yeniden yaşamak isterseniz bu cumartesi akşamı Kuruçeşme Arena da sahne alacak, lokum.
Bence izleyin, eğlenin, neşelenin




Genç kalın…

Bu mudur? Buduuurrr…..

Gönderilmemiş Mektuplar...

Sana gönderilmemiş mektupları vermek istedim.

Öylece birikmiş
Yüreğimden sayfa sayfa kopmuş tüm kelimeleri.

Sırdan öte
Candan içeri
Tespih gibi, ince ince
Narin narin dizilmiş tüm sevgi sözcüklerini.

Sen de bana söyle istedim.
Ne var ise içinde bana doğru.
Ya da olmayan
Hiçbir şey bile olsa

Koptu, düştü kendiliğinden düşler
Ve ardından kelimeler,

Seni özlediğimi fark ettim mesela,
Bir şeye anlam katmayı
Seninle
Bir yudum çayın tadını
Yine seninle

Ve

Uyandığımda
Seni görmek istedim
Yanı başımda
Öylece, güvende

Sevişmeden öte bir şeyler var senle aramızda
Bize özel
Kapıyorum gözlerimi
Ve konuşuyorum seninle

Sen, bilmiyorsun
Gönlüm söylüyor ve ben dinliyorum.

Diliyorum:
Ve sen beni seviyorsun…

2 Haziran 2011 Perşembe

Seni Sevgi ve Rahmetle Anıyorum...

Hangi Sen?

Ne kadar zaman akıverdi kum saatinden,

Dün gibi oysa
Bir gün öğlen tam on ikiye yaklaşıyordu saat.
Telefon çaldı, santral bağladı anneniz:
-Günaydın annem ne haber?
Ses bir tuhaf.
Ağlar ile ağlamaz bir ses, gariplik var
Bir yandan toplantı için hazırlıklar yapıyorum.
Annem bir şeyler söylemek istiyor ancak söyleyemiyor
Ben anlıyor ancak anlamak istemiyorum.
-Bir dakika ben ablamı arıyım.
Ben aradım diyor annem. O çıkıyor birazdan.
O zaman bende çıkıyorum( sanki çıkmamam gerekli)
İş var ya!
Her şeyden öte, ben başka an’dayım o an.
Kulaklarımın tıkanır gibi olduğunu hissediyor, eve gitmem gerektiğini söyleyip çıkıyorum.
Taksiye değil metroya biniyorum
Her şey normal sanki.
Kafamda yok canım! Diyorum. Kendi kendime. Eşime bile söyleyemiyorum.
O zaten meşgul.
Eve gideyim kontrol edeyim sonra,
Aksaray da inip, taksiye biniyorum.
Eskiden beraberce yaptığımız gibi çocukluktan bir an işte,
Taksi de radyo çalıyor, kafam bir tuhaf…
Hadi bu da ondan bana olsun diyorum, şakadır ya hepsi. Annem yanılıyordur.

Ne zaman bunalsam, ne zaman o şarkıyı olmadık yerde duysam gözlerim dolar sessizce.
Yüreğim ağlar…

Son kez konuşamama hasreti herkes gibi beni de paralar.

Bir an. Bir an için neler verir, herkes. Tüm sevenler.

Kıraç söylüyor:

“Bu sevda bir sürgün
Nereye gider
Nereye kadar be gülüm
Nerede biter
İçimdeki hasret düşer gözümden
Dayanmaz gel gör gülüm
Bu kadar yeter
Benden sana
Tek hatıra
Gülüşüm kalsın iki gözüm
Ağlama boşa
Benden sana
Tek hatıra
Öpüşüm kalsın iki gözüm
Harcama boşa
Bu sevda bitmez
Bitmez demiştim
Tükense de yaşar gülüm
Sürer demiştim
Kaybolan hep bizdik şarkılarda
Bu şarkıyla son bulur gülüm yarım kalanda
Benden sana
Tek hatıra
Gülüşüm kalsın iki gözüm
Ağlama boşa
Benden sana
Tek hatıra
Öpüşüm kalsın iki gözüm
Harcama boşa”

İşte o an kendime gelmeye başlıyorum.
Taksiden iniyorum,
Köşede ablamı görüyorum.
O bana, ben ona şaşkın bakıyoruz.
-Yanlış değil mi? Diyorum.
Kafasını sallıyor sadece.
Benim tepkimden korkar gibi suskun,
Çünkü o çocukluğumdan beri yalnız benim babam!
Sarılıyorum hemen yukarı çıkıyorum.

Onu yatırmışlar boylu boyunca
Canım…
Kıyamıyorum dokunmaya.
Keşke görmeseydim onu öylece
Ne yapabilirim sana, canımı versem sana şu an
Affet beni baba, babam bağışla tüm hatalarım için.
-Her şeyi hazırlamış. “Bunları beceremezler sen yapacaksın öğren” deyip bırakmıştı.
Evet, her şeyin çoğunu ben yapıyorum.
Onu indiriyoruz
Uğurlama seremonisinde bundan tam yedi yıl önce, bir yaz sıcağında ve doğum gününe bir hafta kala gönderiyoruz istemeden.
İşte o an makaralar boşalıyor.
BABAM !
CANIM BABAM…
Revamı hem de babalar gününe girecekken.
Şimdi;
Hayat biz henüz kalanlar için akmakta,
Ancak;
O kadar çok şey birikti ki sana anlatacağım.
Bazen hata mı yapıyorum ya da doğru mu diye sana danışmak istiyorum. Yoksun.
Sen gideli 7 yıl oldu.
Daha kaç yıl olacak bilmiyorum.

Seni arıyorum…
Türk bayrağında
Toprak sevginde
Vatan aşkında
Atatürk sevginde
Cumhuriyet sevdanda
İnsan sevginde
Sünbülde,
Çağla da
Papaz eriğinde
Fotoğraf sevginde
Şiir de ve aforizma da
Türk Sanat Müziğinde
Halk müziğinde
Beyinsizlere karşı tahammülsüzlüğünde
Yaratılanı hoş gördük, Yaradan dan ötürü deyişinde
İlla ki yaprak sarmasında
İlla ki Fenerbahçe’de
Son viraj da diplomayı kapmanda,
Dürüstlüğünde,
Doğruluğunda.
Her zaman haklı olmanda
Bu kadar olan biteni nasıl bilebildiğin konusunda
Muhtarlığında
Sürprizlerinde,

Hangi sen, ben?
Babam…
Hangisi?
Sanırım çoğu…
Bazen sigara içen birinin kokusunu duyuyorum, o an gözlerimi kapıyorum bir iki saniyecik seni duyabilmek için.
Ya da bayramlarda, özel günlerde tıraşlı adamların yanaklarına bakıyorum.
Koklasam asla sen kokmayacaklar.
Senin gibi ne gazeteyi yorumlayabiliyor erkekler,
Ne de senin gibi sıcak.
Tak tak ,diye içindekilerini söyleyemiyorlar.
Senin gibi güzel gülemiyorlar
Senin gibi bilgili değiller.
Evet, senin kadar içiyorlar yada sana yakın,
Senin kadar sigara da içiyorlar…
Ama hiçbiri sen olamıyor.
Yanlışların kadar sana belki çok kızmam lazım
Olumsuzluklar, olumlulardan fazla gibi gözüksede;
Ancak ben hala seni çok seviyorum
Bu sevgi nasıl bir sevgi, baba?
Sen göremedin saçlarımı sarı yaptım, görsen çok beğenirdin eminim.
Gerçi sen hangi halimi beğenmedin ki?
Can’ım…

Fenerbahçemiz şampiyon oldu.
Gündemi hiç sorma,
Kalkar küfür edip; yakıp yıkıp gidersin.

Ben aynı benim ama burada olsan anlatacaklarım çok.
Ameliyat sonrası geldin gördün, biliyorsun işte.
Misal karşılaşsak sana sarılıp önce ağlardım ama çok az belki toplasan iki dakika omzunda.
Sonra gülerdim, hemen konuyu değiştirirdim sen üzülme diye.
-Gel deli kız, gel deyip ellerimden tutardın.
Masamıza geçerdik, sen usulca sigara paketini açardın kenarlarını yırtmadan.
Sonra konuşurduk, oradan buradan
Hükümetten.
Her şeyden
Sıra bana gelince, ben susardım.
Sen, o yumuşacık ellerinle çeneme dokunup kafamı usulca kaldırır sorardın?
-Tamam da, sen den ne haber? Kendine bakıyor musun?
Ben susardım.
Sen, gözlerime bakar anlardın.
Ve kafanı sallardın
Bende anlardım…
DEĞİŞEN BİRŞEY YOK
SUSUYORUM ANCAK SENDEN BAŞKA ANLAYAN YOK…
BABALAR GÜNÜN
DOĞUM GÜNÜN
KUTLU ,MEKANIN NUR OLSUN

ÖZLEMLE …

1 Haziran 2011 Çarşamba

Sevmek Zamanı...

Sevmek zamanıdır, şimdi yaralı yüreklerin…

Bir kuytuya hapsettikleri güvercinleri uçurma zamanı.
Salınır gider, dertler…
Uzun yolculukların trenleri geçer gönüllerden,
Eski bir romanın başrol kahramanları gibi yolcular.
Savrulup giderken; zamanın tozları
Yuvarlanır gider umutsuzca bir düşün gölgeleri.
Kah bir rüzgar olur eser,
Kah bir umut oluverir,
Dolar yüreklere…
Taze açmış çiçek gibi açar gönüller,
Sevdanın koynunda büyür yeniden tohumlar,
Sevgi ile rahmetle.
Ay doğar
Güneş doğar
Yıldızlar kayar
Ve sonunda elbet gökkuşağı çıkar,
Tüm umutsuzluklar ardında.
Bir tespih dizisi gibi sıralanır mutluluklar…
Anlamazsın,
Kelebek gibi hafifçe konuverir ruhuna,
Bir bakmışsın gözyaşın gidivermiş,
Atmışsın solmuş bir entari gibi ruhunda ki girdapları;
Dökülüp de kalmış bir bacanın isleri gibi
Yarım yamalak
Silik
Dökük
Anıları..
Pencere açılıverir kendiliğinden;
Tanrı el verir sana
Üfler gönlüne muradını yeniden,
Göz açıp kapadığın salise kadar ömrünün,
Paha biçilmez köşesini dönmeye gelmiştir sıra.
Kostümünü giyersin,
Rolün için sahneyi seçersin.
Bir kır kahvesi
Kıyıya yakın
Önünde bir sandal
Üzerinde “hayat yaşamaya değer” yazıyor…
Şükredersin
Güzel bir nefes alırsın ve geleceğinin kırmızı kurdelesini kesersin…

Mutlulukla…