Hürriyet

25 Haziran 2011 Cumartesi

Çok Şükür...Hayat.


Anlaşılan o ki bu gün aktarmalı varacağız her yere.
Tramvay meğerse Beyazıt’a kadarmış.
Sabah mahmurluğu ile farkında bile değilim, tek isteğim bir an evvel sessiz köşemde denize karşı kahvaltımı yapabilmek.

İstilacı sürüsünün bir ferdi her ne kadar olmak istemesem de mecburen başka yol olmadığından vapurdayız.
Bu sefer Arap kafilelerinden çok, üç sıra Yunanlı ve İngiliz dolu.
Her kim olursa olsun hayat da özgürlük ile saygısızlık yer değiştirdiğinde afakanlar basıyor bana.
Nasıl bağıra bağıra konuşuyor Yunanlı kardeşlerimiz. Hani ekonomik kriz dillerine vurmuş desem maalesef ki Akdeniz insanının tarzı bu. İtalyanı da İspanyolu da aynı.
Ancak bir İtalyan tanıdım geçen sene Sicilyalı olmasına rağmen bu kadar mı kibar olabilir di.
Yada insanlar bazen anlaşılamıyor, belki kibar görünmeye çalışıyordu.
Sessiz, kendi halinde o gece yalnız kaldığı ve bir ailesi olmadığı için ağlayan kırk yaş üstü bir adam.
Elinde kalan kırmızı gülü de çaresiz, baka baka başkasına vermişti.
Bir şarkı çalıyordu; bu senin için demişti, rehber tercüme ederken otobüste sakladığı özel cd içerisinde ki şarkıyı:
“Lütfen, bana güven.
Dans et benimle
Göreceksin her şey ne kadar güzel olacak
Elini ver bana ve sadece güven”…

İtalya' da olmak orayı sevenler için bambaşka bir duygu, bir de işin içine romantizm üstelik de altmışlı yılların şarkıları ile gözünüze bakarak bir şeyler anlatılmaya çalışılıyorsa; sersemliyor insan bir an. Ne oluyor? Diyorsunuz birden.Ben bunun için burada değilim ki.
Belki de adam haklıydı, ancak bir kıpırtı en azından bir kırıntı olmalı değil mi?
Netice de ilk görüşte aşk bu mu onu da bilmiyorum, çünkü yaşamadım.
Yani insanları anlamak mümkün değil,bazen bir bakıyorsun salt sevişmek için beraber.
Bu mudur olay onu da çözemedim henüz, çünkü sevmek bambaşka ve paylaşabilmek bazı şeyleri.

İnsan, saçının teline dokunacak insanı özenle seçmeli. Sevmeli.Sevebilmeli.
Yoksa; ohooo, sürüsüne bereket sevişmek istersen sadece oldukça çok.

Nereden nerelere geldim, bunların gürültülerini bastırabilmek için; iç sesim bunları hatırlattı vapurda sonra gözüm o üç erkek, üç kız İngiliz’lere takıldı.
Kız önce parmak arası terliğinin toprağını camın önünde ki sette temizledi sonra ayaklarını cama kaldırarak yayıla yayıla oturdu.
O an çok merak ettim biz İngiltere’ye gitsek devlet malına bu şekilde davransak ne yaparlar.
Üstelikte biz oraya elimizi kolumuz koyuyoruz, deniz seyrediyoruz.

Ondan öte Barış Manço vapuru bu. Ya Şehit Caner olsaydı…
Bu ne pervasızlıktır. Free takılıyorsunuz ha.
Senin bacaklarını kırarım diyesim geldi ancak sinirlenmeye değil rahatlamaya gidiyordum.

Ben, bir şeylere sıkıldığımda ya da sıkılmadığımda biraz gerçek nefes molası vermek için adaya kaçarım yıllardır.
Nisan ayında açılışı yapmıştım. Ameliyat haberini öğrendim ve bomba haberi.
Oturdum sakin sakin…
Yunus Emre’nin de dediği gibi:
“ Kahrında hoş. Lütfun da hoş” şiiri gibi dizildi yüreğimde kelimeler.

Ne diyebilirdim ki. Sözün bittiği yerdi.

Sadece kendim için güzellik, iyilik ve gerçek sevgi isteyebildim.
Mutlu olmak gerçekten.
Kim bilir belki de hiç olamayacaktım ya da tam tersi.
Birisi beni gerçekten hayal bile edemeyeceğim şekilde uçuracaktı.
Ya da narkoz etkisiyle dostların dediği gibi “ yaw nereden aklına geldi slogan gibi bu kelime”

Heyhat, hayat tek tek yarattırıyor işte.
-Boşver…Önemli olan DG.
AMAN DİKKAT DOLCE GABBANA MARKASI değil.
Bilen biliyor…
Olay budur.
Benim markam.

Derin bir iç çekiş sonrası söylenen bu ifade; benim hayatımda ki her şeyi su yüzüne çıkarıyor.

Ve tüm beklentiler sonrasında; kendime gelmeye başlarken, ağlamam ve “ insanlar kötü ama ben yine de herkese iyilik diliyorum”
Her şey burada gizli.

Gerçekten de kötü insanlar...
Artık bundan eminim de.

Peki,Bu dünya da benim misyonum ne?
Bu yaşıma kadar herkes iyi olsun, birlik olsun, mutlu olunsun istedim.
Birleştirici olmaya gayret ettim.

Ama beni birleştiren olmadı…

Ne oldu!

Yapayalnız kaldık böyle, demek ki misyon bu.
Gölgelerin gücü adına birleştirin çabuk…
Bundan gayri kim ne yaparsa yapsın artık arkadaş…
Ben kahvaltıma bakarım.

Netice de;
Yalanın, dolanın, hilenin sürü sürü her gün binlerce farklı yüzüyle yüzümüze, gözlerimize, düşüncelerimize kaçan tozları ile bakmaya çalışırken, arada buraya kaçmak gerçekten iyi geliyor insana.

Ne derler sabah kahvaltını krallar gibi yap.
Hakan’ın yeri beni bekliyor.
-Hoş geldin abla. Yumurtanı sağanda mı, katı mı istersin.
*Hadi bakalım bu seferde sağanda olsun be !
Ama kestane reçelinden istiyorum.
—Kalmadı yetiştiremediler çok çabuk bitti bu sefer.
Ne yapalım annemin şansınaymış o.
Anne de yok, kendi başınasın artık.

Aslında bazen iyi geliyor ama bu aralar sanırım gerçekten; sohbet edebileceğim, gözlerime baktığında beni hislendirecek, yanında mutlu olduğum bir ruh eşimi mi artık eşimin ruhu mu, ruhuma hitap edecek biri mi arıyorum.
İçimde " bana öyle bakma anlayacaklar" şarkısını mırıldatacak biri...

Muhteşem kahvaltımı yerken yan masadan adalılardan bir aile diğer aileye takılıyor,niye bizi çağırmadınız bak biz de maydanoz isteyecektik aç kaldık şimdi diyorlar.
Sesleniyor aile reisi:
- Hacer abla bize bir demet maydanoz !
Karısı söyleniyor: Ona demet denmez birkaç sap maydanoz denir.
Gülüyorum içimden, adam belki de hayatı boyunca onu da çiçeğe benzetiyor ve öyle anımsıyor.
"Ver bizim hanıma bir demet gül, kırmızılarından olsun aman akşam sonra kıyamet kopar surat çekemem, doğum günüde."
İşte boş bir evlilik, öyle gidiyor cansız.

Yanıma gelen genç çift kahvaltı tabağı istiyor:
-Ortaya olsun bir tane, menemen de olsun ortaya yalnız
Diyor erkek
Kızda : aa öylemi peki diyiveriyor sadece
İşte bitik başka bir birliktelik erkek, kızı tanımıyor.
Saygı duymuyor isteklerine.
Sonra söyleniyor adam :
-Ne biçim yer burası, doğru dürüst bir şey yok
Kız: Nasıl yani?
-Böyle adam akıllı doymak için, börek vs.
Neyse öğlen başka bir şey yeriz olmaz ki böyle
Kendi ile barışmamış bir genç arkadaş bu kıza çok çektirir tabi o da çekerse.

Geçen gün bir arkadaş geldi yanıma yeni evli ayrılmak istiyor eşinden anlaşamıyorlarmış.
Sadece beş ay oldu sanırım daha.
Biraz dertleştik de ne kadar sabırsız insanlar.
Ve ne kadar duyarsız ilişkiler, ne kadar ehemmiyetsiz bir beraberliğe dönüştürülüyor birliktelikler ve evlilikler. Yazık!

Garson arkadaş yanıma geliyor. Yelkenliler yola koyulurken abla kahve ister misin?
-Kahve içeceğimde yarım saat oldu geleli, tam kafamı toparlıyordum neydi o insanlar.
Sadece vapur beklemek için yarım saat oturup resmen kafamızın içine ettiler.
İki aile, çocuklu Bursa’dan gelmişler.
Efendim bu adaları beğenmemişler Ayvalık daha güzelmiş ve çevre adaları.
Bir gürültü, resmen yanlarında kulaklarımı kapadım da belki utanırlar,biraz sessiz konuşurlar diye ama nerede?

Okey dönüyor mevzu :
-Para
-Cep telefonu
-Tatil
-Para
Kadın erkek çocukları olduğunu kendine düşkün olduğunu ifade ediyor.
Diğer kadın: "bizim iki prenses var babaya düşkünler"
İlk konuşan kadın ( bu bir anne dikkatinizi çekerim lütfen): "aman kızları sevmiyorum şımarık ve yalaka oluyorlar."
Buyrun buradan yakın.
Mecbur duyuyorsunuz kçarı yok,dibinizde.

Garson:
Abla maalesef böyle bunlar, bak yan masadaki yazar hanımda rahatsız oldu.
-Hayır olunmayacak gibi değil ki.
Garson:
-Bir de Araplar var geçen geldiler çoluk çocuk masanın üzerinde, içtiler de sıra paraya gelince bu pahalı altı buçuk lira çok başka yerde altı lira yukarıda Allah var indir biraz dedi. Ben de, sen içerken yok da fatura gelince mi var dedim.
-İyi demişsin.( Gülüyorum Gebze den çalışmaya gelen bu genç delikanlıya)
Garson:
Birde öğretmenler abla hafta içi geliyorlar kalabalık diyorlar ki; hepimiz denize bakmak istiyoruz ( mekan zaten denizin önü) birleştirin masaları, servis deyince otuz kişiden beşi çay istiyor, çay ne kadar bir buçuk lira olmaz pahalı sen bir lira yap diyorlar sonra. Ben de diyorum ki artık gidin öğretmenevinde için ucuz, burada deniz manzarasına o parayı veriyorsunuz zaten.
-Maalesef değil mi…
Garson:
Neyse abla buranın yerlisi çok kaliteli. Sizin gibi insanlar farklı tabi
-Teşekkür ederim yerlisi olabilmeyi çok isterdim hem de çok ancak yerlisi sayılabilirim uzun zamandır gelirim buraya.Sevdalılarındanım :)
Arkamızda helal ediyor musun diye sesler duyulunca,
Garson :
-Abla; patrona diyorum seksen yaşında, aman dikkat et Azrail bu aralar bu ada da dolaşıyor dünden beri iki kişi kalp krizinden gitti ( böcek ölmüş gibi konuşuyor güldürüyor beni)
-Öyle mi aman üçüncü biz olmayalım, gülüyorum.

Burada ölmek de güzel.
Martılar
Deniz
Temiz hava
Aşk dolan yüreğin ve hayat sevgin.
Zaten ben ölmekten hiç korkmadım sadece yaşayamadıklarımı yaşayamadan gitmekten biraz endişeliyim, birkaç işler var derken bakıyorum da birkaç bir şeyler daha katılıyor peşinden.
Böyle olmaz sanıyordum son bir yıla kadar ama oluyormuş.
Demek ki eksik yaşamışım ve ya hiç yaşamamışım diyelim.
Demek ki aşık da olunabiliyor o zaman.
Şimdi derler ki genel de, Yaradan sevdiği kula dert verir burada değil öbür tarafta karşılığını alırsın.
Yaradan bu kadar zalim mi ki?
Kim bilebilir ki belki de burada alırız.
Netice de hayat da hiçbir şey aynı değil, baki değil.
Esas olan bizim ruhumuz, kişiliğimiz ve o ruh üzerine serpiştirilmiş değerlerimiz, duygularımız.
Biz aynıyız aslında zaman değişirken uymaya çalışıyor, dengeyi korumaya gayret ediyoruz.
Ve bu çok zor, yalnız ise daha zor aslında herkesin gerçekte yalnız olduğunu bildiğinde ise rahatlatıyor biraz insan.
Düşünsenize, bir düzen tutturulmuş ya o düzene uyacaksın ya da uymayacak o dişliler arasında ezilecek ama dimdik ayakta kalacaksın.
Yalan dünyanın düzenine uyanlar henüz gerçeği fark edemiyorlar, henüz.
İnsanlar rütbelerini, diplomalarını bile henüz bir mekâna girerken bırakamıyorlar.
Egolarını kapı dışarı edemiyorlar.
Sevgiden çok uzaklar, hep bir çıkar üstüne ilişkiler. İlişki demeyelim de kelimeye ayıp olmasın bir garip şey işte anlam veremediğim.

Ya temiz hava nasıl da konuşturuyor insanı.
Aslında şık bir kahvaltı sonrası, çaylar şirketten oldu üstelik.
Benim tepeye çıkıyorum.
Tıklım tıklım, İspanyol şarkılar çalıyor.
Sonrasında Portekiz den bir fado kopup geliyor nağmelerle.
Bu gelişimde de farklı bir yer düşüyor bana.
Artık başka bakıyorum bu mekana.
Biramı da yudumluyorum.
Bira çok iyi kafa yapıyor bana, herkesi seviyorum ama onunla yine herkesi seviyorum.
Çok komiğim bazen.
Netice de şöyle adam gibi; oturup sakin sakin hem muhabbet hem içeceğim bir dost olmadı ki.
Neyse boşver.
DG.

Dönüş yolu hazır.
Ada'ma şimdilik hoşkal derken tıklım tıklım vapura biniyorum.
Şehit …
Uykum var biraz ancak zor bulduğum yerde otururken, kafamı kaldırıyorum.
Elinde bir ecza poşeti hafif hafif titreyen, yüzünde masum bir ifade ve korkmuş bir serçe gibi.
Bakışları ürkek genç bir delikanlı bakıyor kapı ağzında.
Biraz duruyor, vurdumduymazlar oralı değil.
Kalkıyorum, bir yandan yerimi kolluyarak.
Arkasından dokunuyorum. O çaresiz giderken.
-Buyurun böyle oturun.
Korkarcasına :
-Ama siz!
-Bana bir şey olmaz, siz kalkınca ben otururum.
Deyip yaslanıyorum bir sütuna.
Çocuk da bana bakıyor durmadan oturabildim mi acaba diye.
Sonra bir ara oturuyorum zaten Kabataş’a gelmişiz kalkıyorum.
-Rahatsız oldunuz benim yüzünden. Allah razı olsun sizden.
*Ne demek
-İyilik yap, iyilik bul derler.
*İnşaAllah.
- Ben demiyorum büyüklerimiz der.
Gerçekten de rahatsızdım, nereden anladınız.
*Ne rahatsızlığınız?
-Emes
*Anladım
-Biliyormusunuz ? Duydunuz mu?
*Evet. Allah yardımcınız olsun.
-Oluyor işte bakın siz beni fark ettiniz gerçekten o anda nöbet gelmişti.
*Neden dışarı çıktınız yalnız.
-Çok bunaldım denize gitmek istedim gerçekten de insanlar tuhaf, duyarsız. Siz artık parmak ile gösterilebilen sayılı insanlardansınız. Ben cesaretim olmasa çoktan yenilmiştim.
Çok param da yok ama çıktım bazen param da olsa çıkmak istemiyorum zira çok tuhaf geliyor insan davranışları. Bu günde önce Kınalı'ya sonra Burgaz'a geçtim.
*Denize girmediniz herhalde yalnız başınızda yada girerseniz de fazla açılmamanız lazım.
-Yok cesaretli ama temkinliyim, bakın sizde yalnız gelmişsiniz siz de cesaretlisiniz o zaman.
*Evet, insanın rahatsızlanmasına gerek yok cesaret önemli. Önemli bir kavram.
-Ben çalışıyorum aynı zamanda devlet yol kartı veriyor ücretsiz gelebiliyorum. Kuyumcukent de çalıyorum.
*Öyle mi ne güzel, çalışmak çok güzel.
-Alyans yapıyorum ben. Çok güzel alyanslar var artık.
*Muhakkak vardır.
Gelmişiz.
-Evet, teşekkür ederim. Allah gönlünüze göre versin.
*Rica ederim ne yaptım. İnşaAllah hepimizin.

Umarım genç arkadaşı çarparak o kalabalıkta ezmediler. Zira beni bile eziyorlardı tramvayda.

Bir hafta sonu yolculuğu çok farklı deneyimlerle geçti, gitti.
Geriye kaldı hoş bir seda
Hoş bir kelam…

Hiç yorum yok: