Hürriyet

31 Aralık 2010 Cuma

Hoş Geldin...2011

Uzun bir maratondan yeni dönmüş gibiyim.

Nefes nefese tüm telaşlarım,kırgınlıklarım.
Bir o kadar beklentilerim.

Geçen gece kendi oyalarken müzikler arasında tesadüfen buldum.
Neden kaçırmışım bu şarkıyı da diye düşündüm kendi kendime.
Kaçırdığım birçok şey gibi…
Cuk ! yerini buldu derler ya, öyle bir şey işte.
Geldi oturdu yüreğime,
Fotoğraflara bakarken
İşe koştururken
Yeni yaşa ve yeni yıla girerken her zaman kendime yaptığım hediye farklı oldu bu kez
Geçmiş fotolardan bir slayt tam çalışmıyor ancak olsun ekte ki müzikle ne güzel de örtüşlü
Rahmetli Aysel Gürel’in bu şarkısı muazzam.
Davet edildiğim yerde şu an bakıyorum;
Kimi baba kız dans etmekte.Off ne şanslılar ama farkında değiller.
Bir delikanlı çıkıyor, “benim için çok önemli şu an” diyor sevgilisine solist den aldığı mikrofondan evlenme teklif ediyor. Off ne ilginç ne güzel,Şanslılar mı bunu zaman gösterecek.Gerçekten birbirlerinin kıymetini bilebilecekler mi?
Abimin abisi soyduğu mandalina kabuklarını arka masadaki dostlarına atıveriyor.İlkokul öğrencileri gibi.Off ne güzel,ne şanslılar hala o çocuk orada.

2010 .Son
2011. Birinçler olacak

Sıfırdan başlamak gerçekten güzel mi? Bunu zaman gösterecek
Şarkı çalıyor, tam köprüden yeni seneye geçerken “ evli,mutlu,çocuklu” bu doğru mu gerçekten.Doğruluğu mümkün mü yada?
Bakalım zaman benim nezlimde neler gösterecek kendime.
Çok gülmek
Çok mutlu olmak
Çok sevilmek
Çok çok çok ,pozitif ne varsa.Bir insanı mutlu ne edebilecekse tüm kapıları açtım bekliyorum.
Umarım bu kez beni görürsün.
Ve ben tebessümler ardından değil artık huzurla kesin ve net gülmeyi ezberlerim.
Yeni yıl kucakla beni
Ben sana geldim,kaçarım yok zaten.
Beni biliyorsun ey hayat,
Artık…Biliyorsun.
Herkese ama bana daha çok mutluluk. Lütfen.
Senenin ilk günü,gözlerim gripten yaşarmış gözlerim olsun acıdan ağlamıyor bu kez.
İyi ki eve gidip yatmadım
O baba kızı izlemek bile yetti bana.
Belime sarılan bir adamı hayal etmekten çok uzakta ama gelmesini bekleyecek kadar gerçekçi
Kumda ayak izlerimi silmeyen bir mutlu yıl ol ne olur…
Hoş geldin…
Çünkü ben sıfırdan başlıyorum
Her şey sil baştan…
Ne yaşadım,nasıl yaptım hepsini unuttum. Gerçekten unuttum ,beyin çok acı yaşayınca otomatik siliyor.
Ben yine şarkıda ki gibi o kızım…
Elbet de benim lisanımdan anlayan bir yoldaş olacak…
Yalnızlıktan kime fayda gelmiş.

2011,2,3…. Sonsuza kadar gülmemi sağla.
Diliyorum herkes için
Ama bu kez önce ben…
Çünkü aynaya baktım, üç beş renkle farkla ben hala o yum
Bu önemli
Henüz iptal değilim
Hoş geldin…

26 Aralık 2010 Pazar

AŞK Olsun...

Pazar akşamlarımın en güzel konuğu
Özel bir kanal da Yine Yine Yeniden Ali Poyrazoğlu.

Her sabah dünyaya gelen insanlardan ne kadar şanslı olduğumuzu anlatıyor.
Güne uyanarak bakıyorsan
Dolabın da yemeğin var ise,
Nefes alabiliyorsan,
Şu an televizyon da beni görebiliyor hatta duyabiliyorsan çok şanslısın.

İnsan an gelir ne kadar şanslı olduğunu unutur neyse ki an gelir hatırlatılır.

Ali Poyrazoğlu
Yine sevgiden bahsediyor,
“Aşk düşsün hepinize”diyor
-Aminnn diye stüdyo inliyor

Ne güzel herkes aşk istiyor demek ki,o zaman herkes için bir kez daha ve televizyon ekranlarında bizi izleyenler içinde söyleyelim yeniden “aşk düşsün yakanızı bırakmasın”.
Valla düşsün bence mahsuru yok.
Bu adamı izlerken enerji doluyor her yere.

Ve şiire başlıyor
Birden yeniden irkiliyorum, ne bildik bir şiirdir benim için.
Ben gönlümün Orhan Veli ye kaydığı, ortaokul sıralarına henüz düşmediğim dönemler de babam bir gün yanına çağırıp “bunu muhakkak okumalısın” diyerek gösterdiği kitabın yazarı.
Onun şiiri okunmakta.En sevdiğim dostum,sırdaşım,arkadaşım için söylüyorum diyerek şiir ardından Oya Başar’ı davet ediyor.
Bir hastalık,bir ayrılık ve hayat devam onun içinde. O da şanslı çünkü böyle sevgi dolu bir dosta sahip.
Anılarını paylaşıyor ekranlardan,
İnsanın dostları evet gerçek dostları olması ne güzel
Ve bu akşam ne güzel
Aşk mı düştü haneme .
Her şey güzel
Ve o şiir hepsinden güzel.
Bir kıymet bilenden duyabilmek nasip olursa,daha ne olsun.
Huzurlarınızda Nur Olsun tüm tutamadığımız göçüp gidenlerimizle birlikte güzel yürek
Ümit Yaşar Oğuzcan

Sevi Şiiri

Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili

Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak

Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kah çocukça mavi, kah inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil

Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman

Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karsısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini

Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevgini

Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni... "

24 Aralık 2010 Cuma

Işıl ışıl Olsun...

Ilık bir süt
Veya dolapta unutulmuş bir lokma çikolata,
Ağız tadı kadar,ruhu da tazeler.

Ilık bir banyo
Vücudu temizler
Ruha ferahlık verir
Su tüm kapalı hücrelerinizi sarar

Ilık bir sıcaklık hissedebilirsiniz,televizyonda ki spor kanalında
Evet evet spor kanalında
Şu an da NTV Spor da buz dansı var
Bu çok soğuk görünen birinin aslında ne kadar sıcak kanlı biri olması gibidir tanıdıkça.
Yılbaşı kutlaması var
Bir an kırmızı gözlerimle kendime gelip,
E postalarım içerisinden İtalya ve Amerika dan gelen yılbaşı tebriklerini görünce aklım başıma geliverdi.
Bu gün, şu an dünyanın diğer uçlarında yaşayan ve Müslüman olmayan insanların yeni yılı karşılama an.ları.
Ve ben de bu dünyayı paylaştığıma göre;
Ne den bu sıkıntı?
Enfes müzikler…
Dans
Görsel show
Alsana eğlence
Sarılar,pembeler, toz maviler
Göğer çıkarır ruhumu ince ezgiler…

Yeni sene
Yepyeni umutlar
Sıfırdan başlamak,
Aslında,derin bir nefes alarak güne “merhaba” diyebilmek kadar hoş olmalı
Açmalı tüm umut bayraklarını
Sancakta mutluluk rüzgarları
Benim istikametimden ve gerçekten hak edenlerin yolundan artık lütfen çıkma.

Yeni Yıl
Yepyeni
Yepisyeni
Çocuklar kadar saf
Çocuklar kadar sevimli
Çocuklar kadar hep şen
Olsun,
Dünyam
Ülkem
İnsanlık
Ruhum
Kalbim
Ve
Ben
Ben
Ve
Dostlarım…

Yine
Yine
Yeniden

Ama hep sevgide buluşmak üzere…
Güzel nağmelerde…
Işıl ışıl

Nezakete Lüzum Yok

Bunu ben neden yaşıyorum? Dediğiniz oluyor mu hiç sizlerinde.
Parça parça…
Cımbız cımbız ruhundan sökülürken anılar…
Ne hissediyorsunuz mesela.

Eve geliyorsun talan olmuş gibi kapı duvar
Sana söylenmiş olsa da,fena yahu.
Anlatıyor duvarlar bana çaresizliklerini.
Halı diyor “tutamadım”
Sana şimdi gülerek konuşuyor ya telefonda,
Senin gibi benimde üstüme bastı geçti aslında.

Masa da birkaç anı,
Bir zamanın hatırası da gitmiş,
Biliyorum çok iyi biliyorum.
Bir gün oturacaksın bir deniz kenarına
Sen,elbet de sen.
Avuçlarında kaybolmuş eksik anılarınla,
Yüreğinde, silmiş olduğun zamanında taşıyamadığın tüm sevginle.
Yorgun yılların hesap soracak; bir bir…
.İnan buna.

Dün öylesine,
Eski envanterleri dizerken
O fotoğrafı buldum.
İstemeden hüzünlendim netice ben yaşadım.
Henüz on altısında bir genç kız,
Bir delikanlının evinde verdiği parti de ,
Parası olmadığı için evinden çok değerli bir mermer şamdanı getirebilmiş utana sıkıla.
Erkeğe de şamdan gider mi hiç demiş annesine,
Sonra bilen bilir mecburiyet ve nezaket
Oturunca üstüne biraz mahçubiyet
Oluyor bizim kız

Okul arkadaşları dolmuş
Herkes eğleniyor
Sonra delikanlı kızı dansa davet ediyor
Meğer delikanlı kıza aşıkmış, kızın haberi yok
Çünkü o kardeşinin tiyatrodan rol arkadaşı sadece
Hoşlanabileceğini aklından geçirse de ,böyle sırılsıklam aşk vesaire aklının ucundan geçmiyor.
Oysa delikanlı abayı yakalı,Üsküdar da çok dan bayram namazı olmuş.
Nezaketen davete icabet etmek gerektiği için sadece orada,
Hatta kardeşine demiş ki,
“Ben gelmesem olmaz mı ?”
-Olmaz. Ayıp olur hem seni görmek ve konuşmak istiyor.
Netice davet ve nezaket bir araya geliyor üstüne,delikanlı dansa davet ediyor.
Tam dans ederken, kapı çalındığında arkadaşları olmalı diye ailesi tarafından uyarılan delikanlıyı, ayıp olmasın diye ayakta bekleyecek kadar nezaket gösterip ama taa o zaman bile anlamamış olması gibi.
O gün orada anadan yadigar,
Bir müzik seti konmuştu ;
Doğum günü hatırası
Aylardan güneşli bir şubat öğleden sonrası ve yıllardan 86.
Hayatımın dönüm noktası.

Zaman geçiyor,
Ve insan öğreniyor belki de insan olmamayı.
Ya da olmaması mı gerektiğini
Netice de bana ait hiç olmamış bir şey bile,
Üstelik de gideceğini bile bile.
Geldiğinde o çıplaklık !
Ruhundan cımbızlar koparılıyor
Ve sen hala o nazik kızsan,
Kırılıyor, parçalanıyor ve evinde olup bitenlere bakıyorsun.
Duvarlar söylüyor eve girenleri
Tuvaleti kullananları
Kaç kişi camımın perdesini elledi.
Mesela.

Aman yaw,
Bırak nezaketleri
İş de öyle özel de böyle otobüste şöyle.
Hıyar ol diyesi geliyor insanın bir an kendine,
Kor mu sana.
Çırılçıplak bedenini koymuşsun doktorun önüne hiç korkmadan.

Sonra insan müsaade alır da kendime ait müziklerimi alayım,
Bende vardım orada.
Benim kulaklarım duydu, ellerim alkışladı,gözlerim kapandı.
Belki ruhum o an o müzikle sevişmek istedi.
Neden cımbızlıyorsun
Doğru sende haklısın yaşam eğer tek kişilik yaşanmışsa nereden bileceksin.
Ben ki,
Aldatılmanın damak tadını daha kursağıma getirmeden,
Bir Ferdi Özbeğen gecesi düzenlemiştim,
Sevgililer günü ve doğum günü hatırası.
Oysa ben ne severim süprizleri
Bulamadım bana süprizler tanzim edecekleri…
Nasıl da bilmişim bugünleri
Nezaket işte,
Hiç ses etmemişim
İnsan,nasıl da gözlerine baka baka söylüyor sözleri orada görüyor işte.
Büyüyorsun
Nazik oldukça daha da zor kırılıyor,çok çok inciniyorsun.
Sn.Özbeğen’e imzalatılmış,kendisin de bile bulunmayan
O plak da diyor ki; “ bir şarkımız vardı hatırlar mısın
Duyunca üzülüp ağlamaz mısın
Hani gözlerime bakıp söylerdin”
Ve 86 o saf gelen kandil diyor ki:
“Gün ışığında yola koyuldum
Elimde kandil , gözümde mendil
Vefa arıyorummm
Dost arıyorummm
Şefkat arıyorummm
Aşk Aşk arıyorummm”
Zeki baba diyor ki devamın da:
Vefa uzaklar da kalan bir his
Dost eski şarkılardan bir iz
Şefkat ise bardaki sarışın kız
Dizlerimde derman
Kandilimde yağ bitti.
Bulamadım gitti…
Bulamadım gitti…

Her şeye eyvAllah hayat da
Ama raconu olmalı be güzelim
Bu kadar cımbızlanmaz ki bir insan
Sonra diyorum ki
Ben ne yaptım
Sen saf iyisin kızım mesele bu.
Anlayamadın mı hala…

Giderken ardımdan ne bunlar gelecek,
Ne duyduğum müzikler…
Sadece yaşadıklarım ve içimde kalanlar benle gelecek.
Mesele bu.
Onun için boş ver diyorsun,

Boş ver diyorsun.
Bedenine yazdırmana gerek yok
Elbet de
“Bu da geçer yahu”

22 Aralık 2010 Çarşamba

Umudun Kadar Gençsin.

Haftaya başlarken neler geleceğini bilmiyorsun.
Rahmetli kayın anne derdi ki :
“Yediğin hurmalar,sonra gelir seni tırmalar”
Yani sen misin gezmelere giden…


Haberlerde önce onu gördüm o sabah “Ordinaryüs”
Bu kelimeyi ilk duyduğum anda buluverdim birden kendimi.
Babacığımdan duymuştum,
İşte ordinaryüs profesör derdi canım, Lefter’e…
Lefter’ i de onunla tanıdım.
Büyük Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyadis.
Babam dediyse muhakkak bir şeydi zaten.
Yıllar sonra ordinaryüs kelimesinin “profesör olmak için gerekli özellikleri tamam” anlamında; “ordinary:sıradan” lık dan çıkmış olarak türetilmiş bir Türkçe yaratıcılık dehası olduğunu öğrenmiştim.
Babacığım Prof ki Prof diyordu, demek ki onun için.
Onu da çok tanımak isterdim, hep hayal ederdim Büyükada’ya vardığım bir gün onu görebilir miyim acaba?
Şimdi yoğun bakımda,durumu biraz daha iyi sanırım birkaç gündür televizyon ekranından sevgi gönderiyorum…

Ardından gazete haberlerini okurken, Münir Özkul’un haberini görüyorum.
Nam-ı diğer, Mahmut Hoca…
Yüreklerimize katran gibi sızmış bir karakteri hala yaşatan büyük üstad o da bakımda
Hababam Sınıfı gibi hastane de ki penceresinin önüne gelsek, iyileşir mi?

Vadeler doluyor değil mi?
Tavan dan sızan yağmur suları gibi elde olan bir tek leğene damla damla dolmakta işte yaşam sızıntıları.
Ben bunlara bakarken telefon geliyor, henüz altmış yaşında olan dayım 3.kalp krizini geçiriyor ve hastaneye kaldırılıyor.
Hafta sonu onu ziyaret ile geçiyor çok şükür iyi durumu ancak sigarayı bırakması lazım.
O gece de yoksa dediğim hurmalar da bir şey var bilmiyorum, kardeşim acile kalkıyor mide rahatsızlığı nedeni ile.
Meğerse ilerlemiş safra vakası ve acil ameliyat olması gerekiyor, belki önümüzde ki sene derken iki gün önce o da Cerrahpaşa’ya.
Allah düşürmesin, sağlık gibisi yok.
Burnundan mideye hortum sokulmuş bana haberleri iletiyorlar, yolda giderken dua ediyorum herkese iyilik sağlık ve lütfen Allah’ım onu öyle görmeyeyim.
Evet,kabul.Çok şükür.
Çünkü,son haller insan ruhunda derin izler bırakıyor.
Dün operasyon sonrası “ seni bekledim bunlar bilemez şimdi sen beni ovarsın şifalı ellerinle”diyor canım.
Çocukluğum düşüveriyor aklıma; bakımlar yapardım ona.
Çok yaş farkı olmamasından dolayı beraber büyüdük;aynı yollardan geçtik,aynı okul formasını giydik…Aynılar çok olsa da farklılıklar da elbet e çok.
Kalkıyoruz,yürüyoruz… Sancısı var,bilirim.
Hastane full.Herkes ya yürüyor ya yatıyor ya hemşireye sesleniyor.
Netice de geç vakte kadar kalıp eve dönüyorum.
İnsan o an haberleri ilk aldığında; dualardan öte her anını düşünüyor.
Çocukluğunu, paylaşımlarını,kendi yaşadıklarını,mutluluk kadar kızgınlıklarını ve geçirdiysen
evet evet anladınız,kaldıysanız bir beyaz çarşaf üstünde.
Sıcacık koridorlar arasında üşüyen yüreğinizle indiyseniz kimsesiz bir buzhaneye bir başınıza,ayıldığınızda ne olacağını hiç bilemeden.
Dua ediyor ve şükrediyorsunuz sadece.
Ve orada kimler var
Yıllar sonra belki onlar da kalmayacak yanınız da.
Soğuk bu haberler,
Soğuk insan yüreği bazen.

Şimdi kızlar Voleybol da Dünya Şampiyonu oldu.
Umarım Lefter’ e iletebilirler ve o duyabilir.
Spor budur.İşte sporun her dalında aktif,dinamik ve başarılı.
Bu gün Fenerbahçe Acıbamdem Voleybol Bayan Takımı, UEFA kupasını ilk kez kazanan GS Futbol Takımından farksızdır.
Peki, neden bu itibar yok
Futbol olmadığı için mi?
Yoksa başarıyı bu altın kızlar kazandığı için mi?


Ben hala insafsızca,
Güzel günler bekliyorum…

13 Aralık 2010 Pazartesi

Ne Ararsın Benim Zülfü Siyahım...

Verilen şey alınır mı hiç?

Siz,birine bir şey ikram ettiğiniz de veyahut hediye ettiğinizde aradan iki ay geçince olmadı
Vazgeçtim gerimi ver dersiniz?

Yoksa bu sadece hükümetlerin her değişen partiyle sadece siyaset arenasında yaşanagelen vefasızlığın bir başka boyutumudur?
Epey zaman önce İstanbul’un eski güzel semtlerinden Aksaray da bazı caddelerde isim değişikliği yapıldı. Rahmetli Turgut Özal’ın adı verildi.
O henüz duruyor,netice de ortada devasa bir anıt da mevcut.
Şimdi Nevşehir İlimizin Avanos ilçesinde ki bazı sokak isimleri,iktidar partisinin isteği üzerine; artık siyasi çekişmelere sebebiyet vermemesi için değiştiriliyormuş.
Şimdi tüm dikkatinizi vererek değiştirilecek isimleri dikkatle okumanızı rica ediyorum.
Bazıları zaten vatan,millet dediği kanı yerde kaldı. Artık ne onların solmuş bedenlerinin nede gözü yaşlı geride bırakıldıkları ailelerinin tabelalarda gözü var.
Onların paramparça olmuş yüreklerinde sadece yürekleri biraz daha burkulur o kadar…
Sonra,çok değerli edebiyatçılarımızın,şairlerimizin ne gözü olur Allah aşkına.
Siyasi çekişmelerde ne de sokak adlarında
Onlar yüreklere kazımışlar adlarını. Oradan hiçbir babayiğit sökemez. Onlarla mezara kadar gidecek.
Ama siz siz olun,lütfen bir dikkatlice okuyun.
Yorum sizlere ait.
Bunun neresinde siyasi çekişme. Nerede kargaşa oluşabilir artık…

ESKİ ADI: Uğur Mumcu Caddesi YENİ ADI: Vatan Caddesi
Abdullah Rıza Ergüven Caddesi Alaaddin Keykubat Caddesi
Abdi İpekçi Caddesi Zelve Caddesi
Papatya Sokağı (20 m) Selahattin Küçükdağ Caddesi
Susam Sokağı (17 m) İpekyolu Caddesi
Fikri Sağlar Caddesi Dereyamanlı Caddesi
Ayrıca
Ahmet Taner Kışlalı
Bahriye Üçok
Muammer Aksoy
Çetin Emeç
Adnan Kahveci
Yunus Emre
Neyzen Tevfik
Seyrani
Hoca Ahmet Yesevi
Ömer Seyfettin
Ve
Orhan Veli Kanık adları verilmiş sokak ve caddelerde sayısallaştırılıyor. Yani 2.cadde 13.sok gibi…

Nur olsun mekanları Orhan Veli ile Neyzen Tevfik’e esas şimdi sormak lazım okkalı birer cevap alabilmek için.
Ne için verdin? Ne için alıyorsun?

12 Aralık 2010 Pazar

Sevgi Dolu Merhaba...

Merhaba

Merhaba
“Benden size zarar gelmez” anlamına gelir, Farsça.

Çok etnik kimliklerin var olduğu ülkemizde var olduğumuzu düşünürsek; değişik tadlar,kokular,adlar,hepimize renk katar.
Yaşamımıza sevinç verir.
Bunları yaşamak ve yaşamımızda hazır sunulabilir kıvama getirebilmek de bir meziyettir bana göre.
Tıpkı bir heykeltıraşın bir mermerden şaheser çıkarması.
Engelli ve hayata küsmüş bir öğrenciyi topluma kazandırabilmiş bir eğitmen
En güzel manzara resmini tuvale dökebilmiş bir ressam
Veyahut 13.yy da yazmış olsa dahi hala dillere pelesenk olmuş bir şiir dizesi.
Hepsi yaşamın içindeki ayrıntılardır.
Ve yazmak
Yazmak,yazabilmek,yazmaya çalışmak en güzel şarkıyı mırıldanmak gibidir İstiklal Caddesinde.
Yalınayak kızgın kumda yürümek.
Aşık olmak kadar hafiflemektir.
Yazmak, verimli ise okuyana da renk verir ve böylece gökkuşağı oluşur satırlarda.
Kah akşam otobüste,yolda,takside,tıkanmış bir köprünün köşesinde beklerken o vurucu cümleyi heceler durmaksızın beynimiz.
Sabah uyandığımızda dilimize dolanmış ve nereden türediğini bilemediğimiz çokca hemen hemen herkesin başına gelen o güzel şarkı gibidir.
Bazen bilmediğin şeyleri öğretir,okudukların.
Çoğu zaman unuttuklarımızı hatırlatır.
Yaşamın devinimi içerisinde her birimiz birer akrep hep birimiz birer yelkovan.
Tik tak tik tak tik tak geçişiverirken bilmeden hayatlarımızın içinden; işte kelimeler kalır.
Kazınıverir biz istesek de istemesek de yüreklerimize…
Ve yazmak öyle bir tutkudur ki,
Her kelime de yeniden doğurursun içinde var olan binlerce cümleyi.
O cümlelerde elbet birinin yüreğinde damlacık olur.
Kabaran her damlacık yağmur damlasıdır artık ve yağmak üzere yeryüzüne düşer.
Yağmur toprağa düşer,
Ellerimiz,saçlarımız,bedenimiz nasibini alır
Ve toprak hoş geldin der yağmura…
Bıraktığın kadar verimliyim
Kokum ondan hiç gitmez
Ben doğayım
Ben canım
Ben yazmaya çalışan bir garip insanım…

Tekrar Merhaba…

9 Aralık 2010 Perşembe

Havanız Nasıl ?...

Yıllardan kaç olmalı?
Tam anımsayamıyorum.
Belki 1986,belki 1987.

Ne kadar eski değil mi.
Eee,bizde bir zamanlar gençtik.
Kardeşim, İstanbul Üniversitesi’nde işe başlamıştı.
Oralara girmek ciddi iyi işlerdi.Hele hele memur olmak.
Şimdi ki gibi KPSS diye bir açılım da yoktu.
Bizim okullarda çift dikiş zamanlarımızın vazgeçilmez nakaratı Ö.K.K vardı bir tek hafızalarımızda.
Yani kısaca açalım:
Öğretmen Kurul Kararı.
Bir dersten Eylül’de geçer not alamadıysan bu cümle yeterliydi.
Nerede kalmıştık,hım memurlukta.
Karmakarışık masalar,Dosyalar dizek dizek.Çalışmaya korkan adamlar.
Kasvetli bir ortam.
İş mi? Çay saatimi belli olmayan mekanlar beni sarmamıştı.
Ciddi işlerin adamıydım ben.
Çok büyük işler yapacaktım zannımca ki buralar açmadı.
Rahmetli babamın “memur ol” lafı da bir kulağımdan girdi öbüründen aynen çıktı.
Zaten ondan gizlice gittim iş görüşmesine,hemen aldılar beni.
Nereye mi ?
VAKKO’ya tabi.
Vakko ya torpille bile eleman alınmıyordu.
Ne çalışmışım ki çok geçmeden ayın elemanı seçildim.Fotoğrafım hemen konmuştu,Beyoğlu mağazasının kapısına.
Öyle bir merakım ve hırsım yoktu ama oldu,yaptılar çok çalışkandım çünkü.
O zamanın çalışma prensipleri ile şimdikiler arasında uçurumlar var.
Aslında orada kalıp memur olmak bu şartlar da belki daha iyi olacaktı.Kimbilir?
İstanbul Üniversitesi’ni oldum olası çok sevmişimdir.
Yazı başka,kışı başkadır.
Ara ara kaçar kardeşime giderdim.
Beni bir gün Prof.ların yemek yediği bölüme götürmüştü.
Böyle kırmızı kadife perdeler…Çok değişik çok güzeldi.
Eski bina içerisinde ne hoş du.
Ve kule.
Kardeşim arkadaşları ile çıkmış sanırım son bölüme nefesleri yetişmemişti.
Yıllarca hep niyetlendim ancak fırsat olmadı.
Tıpkı Galata
Tıpkı Kız kulesi gibi.
Kız kulesinin restorasyonundan hemen sonra gittim.Gitmek ile kalmayıp kaç arkadaşlara da tur yaptırdım.Hepsi çok keyif aldı.Yurt dışı ve yurt içi yaşayanlar, benim kadar etkilendiler.
Netice de hepimiz bir şehir de üstelik de İstanbul’da kendimizi yaşıyor sanıyoruz.

Bu benim gibi herkes için de geçerli.
Hayatımızın dayanılmaz koşuşturması sırasında iki küçük nüanslar bizi farklı hissettiriyor.
Beyazıt Kulesi tadilata girmiş.Haberini duyduğumda,biraz önce anlatmış olduğum gibi eski günler hatırıma düştü ve hemen ne zaman tadilat bitecekmiş arayışına girdim.

Beyazıt Yangın Kulesi olarak,1749 yılında adını da taşıyan semt de kurularak almış.
1756 yılında Cibali Yangınında nasibini almış,bu da yetmemiş 1826’da Yeniçeri ayaklanmasında tekrar yanmış.İlk yapıldığında basamaklar ahşaptan oluşmakta olduğundan çok hasar görmüş olmalı.
Ve 3.kez Sultan 2.Mahmut zamanında 1828 de yeniden yapılmıştır.
3.kez 3 bölümden oluşur.
Nöbet
İşaret
Ve
Sancak katları.

Eskiden meydana gelen yangınlar; gündüz bayraklar asılarak yahut sepetler salarak haber veriliyor geceleri ise fener yakılırmış.
Yangının haber verilmesi için inşa edilen Beyazıt Kulesi toplamda 249 basamakla çıkılıyor.
179.basamağa vardığınız da kule gövdesinin çanak şeklinde katına ulaşılıyor.
Bu gözetleme katı ise; 50 metrekare dairesel şeklinde ve kemerli 13 adet pencereye sahip.
Bu bölüm Osmanlı Barok çizgilerine sahip.Her pencere bir başka semtin kurtarılma açısı.
Düşünsenize bir camdan KocamustafaPaşa,diğerinden Yedikule,öbüründen Fatih,Eminönü.
Diğer birinden Topkapı,sonra Balat ve Tophane. Üsküdar ve Kadıköy.Ortaköy.
Açıkçası yangın değil ancak sağnak yağmuru buradan izlemek isterdim.Bir de cam bardakta demli bir çay.
Hani eskiden semaverle gelirdi eski çay bahçelerinde işte onlardan.
Ne huzur vardı o günler de.
Veya bir gökkuşağının şehrimin üzerine doğuşunu,
İzlemek.
O ışık süzmelerinin bu camlardan ince ince girişi ne harika olmalı.
Kuleler de görevlilerin adları;köşklülermiş.
Yani esasında onlar ben yazmadan önce,çalıştıkları ortam iş yeride olsa köşkteler işte.
Top atışları bile yapılırmış civar yerlerin yangın haberleri için.

Sonra sonra,hava durumu merkezi olmuş.
1849 dan 1995 yılına kadar ışıklarla bilgiler.
Ne güzel
Sonra o da kalkmış

Çok şükür ki şimdi tadilat da ve muhtemelen 24 ocak 2011 de bitecek ve genel onarımlar sonrası 4 nisan da bizlerle buluşacak.
Bahar gelirken; mimozalar,erguvanlar,iğdeler.Heyecan katmaya başlar ruhuma.
Şanslı olduğumu sayarım kendimce.
Kokuyu hala alabildiğim için.
Aldığım son bilgilere göre;
Yeşil yanarsa;Hava Yağmurlu
Sarı ise;Sisli
Mavi ise;Açık
Ve kırmızı ise ;Karlı.

Muhtemelen yarından sonra kırmızı yanacak.Ayaklarımı camdan dışarı uzatıyorum,boyum yetmiyor üst katda da olsa.
Olsun,bir zamanlar özel bir televizyon kanalında Hülya Uğurlu hanımefendi ne diyordu:
“Havanız nasıl olursa olsun, sizin havanız iyi olsun”
Muhteşem olsun.
Gökkuşağı gibi rengarenk…

8 Aralık 2010 Çarşamba

Yaşamın Kıyısında...

Bugün bunu düşündüm.

Düşünmek güzel bir şey.
Ve düşünebildiklerin güzel ise. Dünyaya da güzellik anlamında bir şeyler katabilecekse.
Bu sabah kendimi bir otobüsün altında buldum.
Giyotin gibi tekerleğin altındaydı boynum.
Herkese araba çarpar.
Ben böyle.
Telaşlıydım ancak koşmuyordum.
İçimden bir ses boş ver giderse gitsin bu otobüs,geç gidersin dese de işler çok yoğundu.
Yine kendimi düşünmedim.Bir.
Ayağım takılmadı,sendelemedim ama düşer gibi olduğumu ve bir beyefendinin beni kaldırdığını hatırlıyorum.
Üstelik kafamı kaldırdığımda biraz önce indiğim otobüsün kırmızı ışıkta durduğunu ve benim onun tekerinin altında boynumun bulunduğunu; “hanımefendi siz iyimisiniz?”sorusuna şaşkın bakarken fark ettim.
Ne olmuştu?
Hiçbir şey hatırlamıyorum, yeni türeyen ara ara nükseden baş dönmelerimi aşırı yoğun çalışmama bağlıyorum sanırım bir tansiyon yükselmesi oldu.
O an o ışık yeşil olsaydı,bana yardım eden beyefendi orada bulunmasaydı .Düşünmek bile istemiyorum.
Evet,omuzlarım haşat.Dizlerim kanadı,sıyrıldı,burnum acıyor yüzükoyun kapaklandığım için.
20.000 sayfa teklif dosyası hazırlıyorum ve sağ elim derileri yüzülmüş vaziyet de acıya acıya çalıştım.Yine canımın kıymetin bilmedim.İki.

Esasında geçen bayram kuzenim ile konuşurken bir alim mi bir ilim adamı mı şu an tam hatırlayamıyorum, yazısını okumuş hayat da üç şey yapmak önemliymiş.
1-Dikili ağacın olması;bu ağaç veya kitap
2-Çocuğunun olması
3-Toprak

Ben fidan bağışı yapmıştım Çanakkale’ye.
Önemlidir benim için oralar…
Kitap derseniz;efden püften bir şey olsa da netice de Türkiye hudutları içerisinde bir resmi yerde basılmış,kapaklı,isimli üstüne üstlük benim duygularımı yaşatacak bir kitap yazdım.
Toprak,arazi veya ev.Orası boş.Çocuk kısmı da.

Kastamonu da çocuklar bıraktım ardımda, muhakkak beni severek anacaklar belki bunu böyle hafifletebiliriz.
Toprak da asla gözüm olmadığı için onu öyle geçebiliriz.
Demek ki hala birdeyiz.Üç.

Şu ölümlü dünya da bırakılması gereken en önemli şey nedir mesela?
Her zaman “ iyi hatırlanan, iyi anılan biri olmak ”derim ben.
Peki,bugün gerçekten başıma bir şey gelseydi. Fiziksel hasar ciddi olsaydı. Kaç kişi kaç gün yanımda olurdu?Değişseydi herşey.

İnsan insanı niçin sever?
Çıkar ilişkilerinin diz boyunu aştığı zamanın içerisinde, biz insanoğlu için gerçekten nedir?
İnsan bir başkasının nesini sever?
Misal, tüm olumluları bir kenara koyduğumuzda salt kalan ruhu haç kişi fark eder?
O zaman bir kişiyi kaybettiğimizde;esasında zamanın dilimlerine yayılmış paylaşılmışlıklar yada paylaşılamamışlıklara mı üzülürüz.Yoksa kaybettiğimiz belki de bir daha zor bulabileceğimiz bir bütün ruha mı?

Geçen gün dizide bir replik vardı.
Şöyle diyordu:
“Kimse kimseyi sevmiyor…
Kimse kimseyi dinlemiyor…
Sonra ben bunları söylediğim için,
Bana serseri diyorsunuz”

Ne kadar doğru.
Arada bana da delisin sen diyorlar.Niye,söyleyemdiklerinizi ifade ettiğim için olabilir mi? Acaba?.

Kaybedince kıymet bilmek
Ağlayınca yanına gitmek
Söylemeden duymamak.
Düştüm mesela diyorum gerçekten şu satırları bile biraz acı içinde yazıyorum ama yazmak istiyorum.
Paylaşmayı seviyorum.
Benim duygularım insan olduğumun en büyük göstergesi.
Ötekilerden değilim diyorum.
Benci değilim,paylaşıyorum.
Babam olsaydı hemen yarama bakar,ne oldu?
Nasıl oldu?Hatta biraz içkili ise yaramı bile öpecek kadar beni küçük kızı yapabilirdi.
Onu bırakalı çok oldu.
Yalnızım işte.

Nerede ,şimdi kim kimin yarasına bakıyor.
Kanayan yürekler dahil.

Anneme gelince;
O her zaman ki gibi çok heyecanlandı.
Tüm tartışmalarımıza rağmen düşünüyorum da, onu kaybettiğim de ne kadar ıssız kalacağım.
Ağlarsa anam ağlar sözü boşa değil.
Atalar yaşamışlar ki bize kadar uzanmış bu ifadeler.
Gerçekten;katıksız,yalansız,dürüst bir sevgi.
Çok mu zor.
Allah sadece anaları mı vermiş yoksa herkese vermiş de insan,insan olmayı unutalı beri eski raflarda küflenmiş bir sözcük mü?
Sevgi…

4 Aralık 2010 Cumartesi

Ah Nasıl Bekliyorum Seni...

Nasıl heyecanla bekliyorum seni.
Tanımıyorum,
Tanımanın heyecanı içinde sıkı sıkı tutuyorum nefesimi.
Neler saklarsın içinde,dilin nedir?
Kolay mı anlaşırız senle?
Kim bilir bunca yıl kaç hayat gördün?
Kaç insan tanıdın?
Her insan da ne tür davranış.
Yalnızdın anladım,
Ben gelene kadar.
Nasıl kavuştu gözlerimiz birbirine.
Hangi tozlu zamanın hatırasısın bana,
Hangi düşlerin,derin merdivenleri.
Hangi hayallerin gerçeği.
Hangi zamanın gizemisin?
Ne renksin?
Seni heyecan ile bekliyorum,
Sana kavuşmayı.
Küçücük bir zamanda yaşıyorsak ayrı zaman dilimlerinde,
Elbet kavuşmak da olacak.
Benden gidene kadar.
Şunu bilmelisin ki;
Bana gelen kolay kolay gidemez.
Ben gitmem,gidemem
Şunu bilmelisin ki,seni hiç terk edemem.
Nasıl heyecan ile bekliyorum,
Sana kavuşabilmeyi.
Hangi zaman diliminin hatırasısın bana,
Kimlerden geçtin de,
Gözyaşlarını sakladın için için sarı yapraklarına,
Sonbahar yaprakları gibi düşerken
Nasıl da göz göze gelebildik seninle,
Seni gören gözlerime şükür.
Sımsıkı tutuyorum nefesimi,
Heyecanla ve coşkuyla.
Ah,nasıl da heyecan ile bekliyorum sana kavuşmayı.
Merak etme bana güvenebilirsin,
Son nefesime kadar seninim.

Evet, bu sözler yanlış anlaşılmasın beklenen bir kitap için.
Efendim güzel memleketimin bir ücra köşesinde sağ olsun internet aracılığı ile bir kitap buldum.
Önemi …….ülkesinin devlet kütüphanesinde bulunan eserinin bir diğer kopyası olması
2.önemi ise tam 90 yaşında olması…
Daha ne olsun!
Böyle bir şey için heyecan duyulmaz mı ?
Hele işin içinde kitap var ise,
Okuması ve anlaması bol günler dileğimle.

Eğitim Şart

Sağlam Kafa
Sağlam vücut da bulunur diye boşa dememişlerdir sanırım.

Bugün tesadüfen öğrendiğim bir sergiye katılmaya karar verdim.
Beden,Zihin ve Ruh sağlığı. Naturel bir seminer…

Harbiye Askeri Müzesi içerisinde Cuma gününden beri sürmekte olan seminerin yarın son günü.
Alabildiğine kalabalık içerisi.
Böyle sağlık konusu olunca hep ilgimi çekmiştir.
Ancak içerisi taşlardan,otlardan geçilmiyor.
Güleceğim geldi bir an.
Şu şifalı su
Şu şifalı taş.
Aslında şifa kaynağı çağlıyor insan içinde
Bir ben var benden içeru diye boşa dememiş koca Yunus.
Neyse böyle kısa çalışma gruplarının olduğu bir salona giriyorum.
Yağmur yağar diye kat ve kat giyindiğim için ter içerisindeyim.
Önce bir bey geliyor
Adı Victor Ananias
Kendisi doğal yaşam savunucularından ve muazzam bir elektriği var. Her ne kadar salondakiler yarım saat dinleme zahmetine katlanamadılarsa da o hiç moralini bozmadı.
Ne kadar güzel konulara değindi ve onu dinledikçe aslında ne kadar doğru yaşamakta olduğumu fark ettim.
Çevreye zarar vermem.
Kullanmadığım her elektrik düğmesini kaparım.
Arabam yok
Uçağa hemen hemen hiç binmem
Makyaj yapmam.
Az tüketirim her şeyi.
Vs vs…
Doğru yoldayım,daha bir çok ayrıntı
Bizim gibi insanlar genelde dışlanır çoğunluk tarafından,her şeye rağmen ben benimle bu hayatı paylaşmakta olan her canlıyı seviyorum.
Kuşlarıma yemek verebilmekten mutluluk duyuyorum evime gelen bir dost kadar.
An dan bahsetti o da;aslında yaşarken bir meyvenin çekirdeğine bakmadığımıza onu dışladığımıza.
Yani bir tatil yerine gittiğinizde hele bu bir çiftlik yaşamı ise orada tanıştığınız köylü,köylüden aldığınız bir ürün onu onurlandırmakta.
Köylü en değerli insandır dedi mesela. Muhteşem.
Anlattı anlatı aslında hepimizin ayrı ayrı hayata bakış açısını gösterdi.
Hayat dan geçerken; nerelerde çekirdek bırakıyor.Nerelere iz koyuyoruz.
Yoksa geçerken bir daha tanınmamak üzere sadece tüketiyormuyuz.
Çok keyifliydi.

2.Etkinlik ise;
Onomotoloji denilen İsim Bilimi
Kemal Haluk Cebe adında son derece sabırlı (koskoca bir salonun özellikle kadın ağırlıklı tüm sorularına titizikle cevap verdi)çok şeker bir beyefendi.
Uzun yıllardır bioenerji ve bu iş ile ilgileniyor.
Efendim bu işi her zaman ki gibi Çinliler ilerletmiş
Osmanlı zamanında ilgilenen Hurifiler varmış ancak onların hazırlamış olduğu kitaplar yakılmış.Kendilerinin derileri yüzülmüş,davul yapıp çalınmış.
Yani Ortaçağ da cadı ibaresi alanlardan pek farkı kalmamış
Şu an onların bilgileri,araştırdıkları elimizde olsa Matrix e takla attırırdık diyor.
Herkesin enerjisi gibi isimlerinden frekansı olduğunu söylüyor.
Mesela A,İ leri olan isimlerinde Şanslı
Çok fazla E olanlar biraz riskli
Ü ler şansız
U lar çok mücadele ediyorlar ama sonunda ulaşıyorlar.
Vs bu uzayıp gidiyor…
İlginç bir etkinlikti kısa kesiyorum epey bir ayrıntı var bende ad ve soyad olarak tamir gereken grupta yer alıyorum.

3.Etkinlik ise;
Seda Bağcan adında çok sevimli ve içten bir hanım efendiydi.
Kendisi uzun yıllar müzik eğitimi aldıktan sonra Mantra müziği yapan,10 yıldır Almanya’da yaşayan bir hanım.
Yani filmlerde görürdüm de inanmazdım bize bir seans yaptı orada Hint inanışına göre bir şarkı ancak kendiside söylüyor bize bildiğiniz bizim Esmaül Hüsna açılımları gibi.
Yalnız benim gözümden yaş geldi yaparken ki bu iyi bir verim olduğunu gösteriyormuş.
Ruhum biraz temizlenmiştir umarım.
Yani bu aralar hayırdır tam en son izlediğim Julia Roberts’ın Ye,Sev,Dua Et filmine döndüm.
İtalya
Hindistan Mantrası
Ve
En önemlisi Aşk
Sıra ona geldi mi nedir?

Laf aramızda aşksız olur mu hiç?
Aşk yemek yerken de,sabah güne başlarken de lazım.
Aşk umut demek zaten…
Aslolan sevgidir kalplerde.
Ve sevgiyle kalın.