Hürriyet

8 Aralık 2010 Çarşamba

Yaşamın Kıyısında...

Bugün bunu düşündüm.

Düşünmek güzel bir şey.
Ve düşünebildiklerin güzel ise. Dünyaya da güzellik anlamında bir şeyler katabilecekse.
Bu sabah kendimi bir otobüsün altında buldum.
Giyotin gibi tekerleğin altındaydı boynum.
Herkese araba çarpar.
Ben böyle.
Telaşlıydım ancak koşmuyordum.
İçimden bir ses boş ver giderse gitsin bu otobüs,geç gidersin dese de işler çok yoğundu.
Yine kendimi düşünmedim.Bir.
Ayağım takılmadı,sendelemedim ama düşer gibi olduğumu ve bir beyefendinin beni kaldırdığını hatırlıyorum.
Üstelik kafamı kaldırdığımda biraz önce indiğim otobüsün kırmızı ışıkta durduğunu ve benim onun tekerinin altında boynumun bulunduğunu; “hanımefendi siz iyimisiniz?”sorusuna şaşkın bakarken fark ettim.
Ne olmuştu?
Hiçbir şey hatırlamıyorum, yeni türeyen ara ara nükseden baş dönmelerimi aşırı yoğun çalışmama bağlıyorum sanırım bir tansiyon yükselmesi oldu.
O an o ışık yeşil olsaydı,bana yardım eden beyefendi orada bulunmasaydı .Düşünmek bile istemiyorum.
Evet,omuzlarım haşat.Dizlerim kanadı,sıyrıldı,burnum acıyor yüzükoyun kapaklandığım için.
20.000 sayfa teklif dosyası hazırlıyorum ve sağ elim derileri yüzülmüş vaziyet de acıya acıya çalıştım.Yine canımın kıymetin bilmedim.İki.

Esasında geçen bayram kuzenim ile konuşurken bir alim mi bir ilim adamı mı şu an tam hatırlayamıyorum, yazısını okumuş hayat da üç şey yapmak önemliymiş.
1-Dikili ağacın olması;bu ağaç veya kitap
2-Çocuğunun olması
3-Toprak

Ben fidan bağışı yapmıştım Çanakkale’ye.
Önemlidir benim için oralar…
Kitap derseniz;efden püften bir şey olsa da netice de Türkiye hudutları içerisinde bir resmi yerde basılmış,kapaklı,isimli üstüne üstlük benim duygularımı yaşatacak bir kitap yazdım.
Toprak,arazi veya ev.Orası boş.Çocuk kısmı da.

Kastamonu da çocuklar bıraktım ardımda, muhakkak beni severek anacaklar belki bunu böyle hafifletebiliriz.
Toprak da asla gözüm olmadığı için onu öyle geçebiliriz.
Demek ki hala birdeyiz.Üç.

Şu ölümlü dünya da bırakılması gereken en önemli şey nedir mesela?
Her zaman “ iyi hatırlanan, iyi anılan biri olmak ”derim ben.
Peki,bugün gerçekten başıma bir şey gelseydi. Fiziksel hasar ciddi olsaydı. Kaç kişi kaç gün yanımda olurdu?Değişseydi herşey.

İnsan insanı niçin sever?
Çıkar ilişkilerinin diz boyunu aştığı zamanın içerisinde, biz insanoğlu için gerçekten nedir?
İnsan bir başkasının nesini sever?
Misal, tüm olumluları bir kenara koyduğumuzda salt kalan ruhu haç kişi fark eder?
O zaman bir kişiyi kaybettiğimizde;esasında zamanın dilimlerine yayılmış paylaşılmışlıklar yada paylaşılamamışlıklara mı üzülürüz.Yoksa kaybettiğimiz belki de bir daha zor bulabileceğimiz bir bütün ruha mı?

Geçen gün dizide bir replik vardı.
Şöyle diyordu:
“Kimse kimseyi sevmiyor…
Kimse kimseyi dinlemiyor…
Sonra ben bunları söylediğim için,
Bana serseri diyorsunuz”

Ne kadar doğru.
Arada bana da delisin sen diyorlar.Niye,söyleyemdiklerinizi ifade ettiğim için olabilir mi? Acaba?.

Kaybedince kıymet bilmek
Ağlayınca yanına gitmek
Söylemeden duymamak.
Düştüm mesela diyorum gerçekten şu satırları bile biraz acı içinde yazıyorum ama yazmak istiyorum.
Paylaşmayı seviyorum.
Benim duygularım insan olduğumun en büyük göstergesi.
Ötekilerden değilim diyorum.
Benci değilim,paylaşıyorum.
Babam olsaydı hemen yarama bakar,ne oldu?
Nasıl oldu?Hatta biraz içkili ise yaramı bile öpecek kadar beni küçük kızı yapabilirdi.
Onu bırakalı çok oldu.
Yalnızım işte.

Nerede ,şimdi kim kimin yarasına bakıyor.
Kanayan yürekler dahil.

Anneme gelince;
O her zaman ki gibi çok heyecanlandı.
Tüm tartışmalarımıza rağmen düşünüyorum da, onu kaybettiğim de ne kadar ıssız kalacağım.
Ağlarsa anam ağlar sözü boşa değil.
Atalar yaşamışlar ki bize kadar uzanmış bu ifadeler.
Gerçekten;katıksız,yalansız,dürüst bir sevgi.
Çok mu zor.
Allah sadece anaları mı vermiş yoksa herkese vermiş de insan,insan olmayı unutalı beri eski raflarda küflenmiş bir sözcük mü?
Sevgi…

Hiç yorum yok: