Hürriyet

27 Mayıs 2011 Cuma

MEVLEVİHANE COŞKUSU

Mekan: Yenikapı Mevlevihanesi.
Mevlevilik, deyince ilk akla gelen isim artık dünyaca bilinen Mevlana Celaleddin Rumi.
Kendisinin oğlu Sultan Veled tarafından kurulan tarikatın adıdır esasında.

Yıllar 1200 ile 1274 arası gösterdiğinde; Mevlana’nın dostlarının katıldığı özel toplantılar ve bu toplantılarda tasavvuf,dini sohbetler, şiir söylemesi ile zikrederek sema etmesi çıkıyor karşımıza.
Zaman içerisinde bir tören niteliğine dönüşen ve geniş alana yayılan bu etkinlikler belli kurallara sokuluyor, belli görüş tabi ve ilkeleri oluyor.
Bunun yanında ney,kudüm ve buna benzer çalgılar eşliğinde zikirler daha da ölçülü bir kıvama getiriliyordu.

Günümüze gelip görseler; bir yanda çalan cep telefonlarını, hiç susmak bilmeyen kadınlar günü gibi konuşan hatun kişileri, o topuklu ayakkabıları ile ibadet yerinde bodoslama yürüyeni yahut koşanı.
Yanımda oturan beyefendi gibi: “ Edep yahu !” diye iç geçirirlerdi herhalde.

1001 günlük eğitim verilen Mevlevihanelerde; günlük eğitim veren Asitaneler ve bunlardan daha küçük ve eğitim imkanı olmayan Zaviyeler olarak ikiye ayrılıyor.
Dede, dediğimiz kişiler işte bu Asitanelerde yetişiyor.
Bugün bulunduğum mekandan geçen zatlardan biri de musiki hayatımızda epey yer etmiş Dede Efendi var mesela. Itri var. Ben tam karşımda ve ruhani ağırlıklarını gösteri boyunca üzerimde hissettiğim sanırım 27 kişinin ebedi istirahat yeri durmaktaydı karşımda.
Yeşil örtüler üzerlerinde öyle semaya bakıyorlardı hepsi.
Kimbilir? Neler yaşamışlardı burada.
İki kere yangın geçiren ve sanırım seksenli yıllardan sonra çocuk yuvası yada yurt gibi kulanılan vakıf artık Fatih Sultan Mehmet Üniversitesine ait.
Yine eskisi gibi yani içeride olanlar medrese eğitimi nasıl aldılar ise şu an çok daha kapsamlı Sosyal Bilimler ve Güzel Sanatlar olarak eğitim veriyor üniversiteli gençlerimize.
Çayhanesi.
Toplantı salonu
Restore halinde bulunan hamamı
Ve Derslikleri ile tarihe ciddi sahip çıkmışlar
Tebrik ediyorum.
Dokuyu fazla bozmadan bize yansıtabiliyorlar.
Sema gösterisinin olacağı mekandaki Mevlevilerin mezarları yerin beş metre altından çıkartılmış. Ortaya sahne yani sema hazırlanmış.
Balkonlar, localar ile gayet hoş bir görüntü yakalanmış
Tavan işlemeleri Selçuk Mimarisi ile Türk motifleri arasında gidip gelmiş gibi geldi bana.
Ama en çok tavandaki yirmi dört parçalı dore boya ile bezenmiş ay ve yıldız hoşuma gitti.
Yerler geniş tahta parkeler ile kaplı.
Gösteri başlayacağına yakın, içeride çok hoş bir koku geliyor yada bana mı öyle geldi bilmiyorum.
Bebek kokusu gibi tıpkı. Huzur veren bir koku acaba tütsü mü yaktılar desem o da değil.
İlginç!
İçime huzur verdi.
Esas hoca gelmediği için bir başka bey konuşma yaptı başlangıç için
Mesela gösteri sırasında giyilen o keçeden yapılan şapka yani Sikke-i Şerif’in anlamı ; mezar taşı.
Ayine başlamadan önce üzerlerinde ki siyah örtü; kara toprak
Üste kalan beyaz kostüm ise; kefeni temsil etmekteymiş.

Dünya da her şey zikir halinde olduğuna göre ve beyefendinin ifadesi ile, Allah iki şekilde kendini gösterir bir dünya da ki varlığı ile iki insan kalbinde vuku bulması ile.

Yani kalbimiz temizlik saflık ve Allah’ a yakınlık onu hissettiğimizde gerçek anlamda değil can varken ölüp ruha gerçek benliğe kavuştuğumuzda huzuru bulmak.
Kısaca gerçek aşk ona kavuşmak.
İşte semazenler de sema sırasında yani dünya denilen şu meydanda sadece kalplerine doğan Allah’ın etrafında dönüyorlar. Kalpleri ile dönüyorlar.

Ruh temizlenmeden bunu hissedebilmek mümkün değil diyor.

Gösteri başladığında gözyaşlarım kendi kendine akıyor.
Bilmiyorum neden? Akıyor sadece
Biz bize mi kaldık.
Hep yanımdasın ama unuttuğum senin gerçek aşkın varken başka yollara saptığım, saptığımız oluyor oysa sen beni hiç terk etmeyensin.
Eğer kul Allah’ı çağırır anar yani zikir ederse Allah kendini gösterir yani ona cevap verir.

Böyle çok dalgın olduğum bir anda, kaldırımda biten çiçeği fark ederim bazen işte Allah’ın varlığı.
Hiç sebep yokken canımın sıkkın anında bir dostumun beni araması. Seni merak ettim demesi hep ondan.
Bilmiyorum en azından ben öyle düşünüyorum.

Çok güzel bir gösteriydi.
Biter bitmez kalabalığı yarıp o açıklama yapan beyin yanına gittim.
Ortaya konulan postlar hep beyaz ancak esas dedenin kırmızı neden mavi yada yeşil değil de kırmızı diye sordum.
*Evet vakit yok tabi tam açıklayamadım her şeyi.
Kırmızı aşk demek. Ateş demek.
İlahi aşk.

Vallahi hu lar ile tekbirler ile ve gösteri sonunda ikram edilen şerbet ile güzel bir akşam geçirdim.
Üzerimde tuhaf bir ağırlık.
Umarım dualarım kabul olmuştur.
Son satırları Mevleviliğin temel ilkeleri ve Mevlana’nın sözü ile bitirelim :
Temel ilkeler:
İnsanlığa hizmet etmek
Başkalarına her zaman iyi ve güzel davranışın örneği olmak
Aklı iyi kullanmak,hikmet sahibi olmak
Mesnevi okumak ve mutasavvıf olmak
Dindar olmak
İçini her zaman temiz tutmak
Mevlana’yı pir tanımak
Mevlana’nın yolundan ayrılmamak
Tanrı’dan, Hz. Muhammed’den sonra Mevlana’ya bağlanmak, ona gönülden inanmak
Bilim edinmek, bilgili olmak
Alçakgönüllü,sabırlı,güler yüzlü ve nazik olmak
Maddi ve manevi bakımdan temiz olmak


Beri gel beri !
Daha da beri
Bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek?
Madem ki sen bensin, ben de senim
Nedir bu senlik ve benlik
Biz Hakkın nuruyuz.Hakkın aynasıyız.
Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz?
Bir aydınlık, bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor?
Haydi, şu benlikten kurtul herkesle anlaş herkesle hoş geçin
Sen kendinde kaldıkça, bir tanesin bir zerresin
Fakat herkesle birleştin,kaynaştın mı bir ummansın, bir madensin !

Dünya da çeşitli diller var ama hepsinin de anlamı bir.

Çeşitli kaplara konan sular, kaplar kırılınca birleşirler.
Bir su halinde akarlar.
Hz.Mevlana CELAEDDİN RUMİ

Hiç yorum yok: