Hürriyet

22 Mayıs 2011 Pazar

HUZUR...KATLİAMSIZ DOĞA

Hava ne güzel.

Yaşamak, isteyen sokaktalar
En azından kuşlar kadar doğaya
Ait olduklarını bilircesine, uçmak değil de sanki biraz nefes almak istiyorlar…

Yıllardır gitmediğim bir mekandır
Yıldız Parkı, Malta Köşkü.
İçeri girdiğimde manzara beni epeyce üzmüş olsa da; artık eskiye ait orada da hiçbir şey yok.
Anlaşılan o ki; şu çılgın proje dolayısı ile bir milyon küsur ağacımızın imha edileceği dillerde dolaşırken burada ki duruma acımak da biraz abeste iştigal oluyor doğrusu.
Zira niye üzüleyim ki benim kültürsüz vatandaşımın; yaya yolunu bırakıp toplasan beş on adımlık bir alana ekili gelincik mekanını ayakları ile biçmesini.
Kalanların ise bir ailenin çocukları tarafından yolunmasını?
Diğer bir tarafta ekilen çiçeklerin, yine ana kız dolaşan kişiler tarafından köklerinden sökülerek bakılıp beğendiklerini almaları sonra beğenmediklerini sallayıp atmalarını.
Üstüne üstlük; o bir zamanlar kurulmuş tahta köprüler üzerinde fotoğraf çektirmeye bayıldığımız mekanın altından akan sular da yok ne yazık ki!
Şimdi diyeceksiniz ki; olsa kim anlar?
Bilemiyorum ki belki azınlık olarak kalan bizler anlarız.
Ya da doğa ile aslında bir bütün olduğunu idrak etmiş beyinler anlar
Veyahut çocuklarına iyi eğitim verebilmiş aileler.

Hüzünle ilerliyorum annem yorulduğu için en yakın kır kahvesi adı verilmiş bu mekana çöküveriyoruz.
İnsanlar akın akın geliyor.
Yer bulmak mümkün değil.
Bir arkadaş grubu yanında golden cinsi köpekleri ile epey yer bulabilmek için bekliyorlar.
Sonunda yanımıza geliyorlar.
Onların gelmesi ile etrafımızı aynen bildiğiniz çocuk bahçesi oluyor.
Köpek yani Lex yada Leks bana göre, anneme göre Alex o kadar tatlı ki.
İstisnasız on çocuktan, dokuzu sevmek istiyor.
Yanına yaklaşıyor ama tek soru şu :
-“Isırır mı?”
Annem diyorum ki :
*Görüyorsun değil mi işte çocukları böyle korkutursan çocuk ne hayvan sever sonunda ne insan.
Benim lafım bitmeden sahibi bir çifte “Allah aşkına şu çocuklara böyle şeyler öğretmeyin hiçbir köpek ısırmaz ! Gel sev, gel korkma sev” diyor .

Esasında sevmek en güzel ve en yüce duygudur yaşam adını verdiğimiz şu dünyada.
Kendimizden, ailemizden sonra dost ve arkadaşlarımızdan sonra gördüğümüz; dünyada belki sevgiyi paylaşmak adına ilk tanıdığımız başka canlılar. Çevremizdeki bu varlıklar da en az bizim kadar bu dünyayı paylaşmaktalar.
Üstelik onlara taş atsan bile kaçar sana da garip garip bakar.
Onlar kadar duygulu ve duyarlı bazen insan göremediğim için şaşarım.
Sevmeyi anlar onlar.
Sevilmediğini de.
Öyle nankörlükleri de yoktur.
Limonatamı yudumlarken Lex’i seviyorum.
O da beni seviyor.
Ara ara kolumu, ellerimi yalıyor.

Annem “ o sen artık iyice alıştın köpeklere”
*Eh annem onlar can. Hem insan yaşadıkça kimin daha yakın olabileceğini karşılıksız görebiliyor. Aştım ben o duygularımı anlayacağın.
Gülüyorum

Bu arada bizim 1,5 yaşında ki masa arkadaşımız, kolumu kavrıyor boynuna götürüyor bir yandan patisi ile bir şey ler yapıyor anlatmak istiyor ancak henüz o dili öğrenemedim.

Bir yandan bebeler peçete getiriyor o sözde oynasın diye.

Keyifli, kalmış yeşillikler içerisinde İstanbul’umun güzel ve eski mekanlarından birinde bir teneffüs arası veriyoruz hayata.

Etraf darma duman olsa da yine de güzel bakmak gerek.
Sevmeyi unutmadan.

Ben inanıyorum ki; bir gün cevabı muhakkak gelecek.

Aylardan Mayıs, yıllardan 2011 olmuş.
Bugün Pazar öğleden sonrası.

Hiç yorum yok: