Hürriyet

31 Mayıs 2011 Salı

KIRK İKİNDİ YAĞMURLARI...

Biz okula gitmezden önce;
Avuçlarımızdan akmasını isterdik,
Saçakların altına girerdik fütursuzca.

Sonra okullarda bölgelerimiz ve yağmurları öğrendik.
Oysa benim için sınırsızdı YAĞMUR.
İlk şiir denemem, yağmur üzerineydi mesela.
Âşıktım yağmura adeta.

Okullarda bölgelerden sonra; değişik iklimleri, ay döngülerini mecburen öğrendik.
Diyeceksiniz ki ne işe yaradı?
Vallahi bende bilmiyorum!
Öğretmenimin öğretemediği ki; bunu ben birazda kişilere bağlıyorum.
Öğrenci öğretmeni ile empati kurabilmişse aynı şekilde öğretmen öğrencisi ile kurabilmiş ise iş bitmiştir.
Mesela ben kuramamıştım. Kurmam baştan engellenmişti.

Ay dönümlerini, astrolojiye merak sardığımda öğrendim.
Hiçbir şey hatırlamam o anlardan, birkaçı dışında.
Mesela Muson rüzgârlarını biliyorum. Hayır, ne işimize yarayacaksa!
Sanki çölde tur yapacağız.
Enlem ve Boylamını hiç katmıyorum.

Bir de Alize rüzgârları vardı, bu kadarını da bütünlemeye kaldığım Coğrafya dersime inat ettiğim için öğrendim.

Hiç aklımdan çıkmıyor :

“Subtropikal yüksek basınç kuşaklarından, subpolar alçak basınç kuşaklarına doğru eserler. Ve geçtikleri her yere Alize tozu bırakırlar”!!!

Valla hayatım boyunca çok işime yaradı.

Öğretmenler neden bunları öğretirler, pusulasız kalırsak yolumuzu bulalım diye mi?
Peki, hayat da ki en önemli pusulamız için ne verirler?
Bazen, kocaman bir hiç!

Ama bu soru gibi bilmem kaç soruyu cevaplamasaydım diploma sahibi olamayacaktım.

Şimdi diyeceksiniz ki bunları yutup, netice de doktor ya da farklı iş alanlarında başarıdan başarıya koşan sıra arkadaşlarım hatırlar mı?
Hiç mi hiç sanmam.
Onlar öğretmenlerini bile unuttular…
Her neyse, nereden geldim.

Hayat; eğitim ve öğretim alanında ezberciliğe dayalı bir gidiş sergilerken ben hep doğadan feyz aldım.

Şanslıydım, mesela kuş gibiyim derim ben yakınlarıma.
Her mevsim döneminde yirmi bir martı beklememe veya yirmi bir hazirandan çıkmaya gerek yok.
Saçlarım dökülmeye, halsizliğim başlamaya, kış ise bir bitkinlik bahar ise aşık olacak gibi; heyecanlanmaya başlarsam yaşıyorum demektir.

İşte doğa…

Diyeceğim o ki, hayat nefes alırken güzel.
An’ı yaşarken.

“Kırkikindi yağmurları düşecek derken” hava durumu spikeri, gülümsedim birden.

Ne güzel bir adı var, öyle değil mi?
Şarkı gibi ya da
Biraz romantik, biraz mahzun. Gibi…
Netice adı her ne olursa olsun. Yağmur, aşkın ta kendisidir zaten.

Genel de bahar geliverdiğinde;
Kırk gün süreceğine inanılan ancak birden başlayıp da biten.
Yada akşamüstü serpiştirip biten.
Tatlı yağmurlardır.
Ardından çok sık gökkuşağını da doğuruveren anaç yağmurlardır.
Adı gibi bereketlidir anlayacağınız.

Hal böyle iken;

Bir incecik yağmur için şemsiye taşıyanları ve caddede tufan çıkmış gibi kaçışanları hiç anlayamam.

Yahu en doğal şey bu.
Ve ne kadar güzel, bırak kendini.
Teslim ol doğaya.
Ardından belki gökkuşağını yakalayacaksın.

Hele bir şehirden uzakta; sakin bir yeşillik alanda ise yaşadığın mekan.
Değme keyfine,
Çıkar pabuçlarını bas otlara, kardeş ol onlarla.
Avuçlarının içi ile sev, ıslanmış ağacın gövdesini.
Yağmur kardeşi ol onlarla.
Aynı dünyayı paylaşıyoruz, bu ne uzaklıktır!
Sözüm ola insansın, akla sahipsin değil mi?
Oysa ki hiçsin!

Kaynaşsan doğayla,

Birazdan yağacak yağmurun kanat çırpınışları gibi, o muhteşem kokuyu duyacaksın içinde.
O işte yeni doğan bebeğin kokusu kadar saf.
Seni çağırıyor,
Seni sarmalıyor.

Hayat; üzülsen de üzülmesen de zaten akıp gidiyor.
Kimse seni durduğun yerde beklemiyor.
Sende,
Kimseyi bekleme, yağmurdan başka.

Varsın kırk kere yağmasın,
Belki kırk tan sonrası bambaşka bir hayattır.

Hayatı her şeye rağmen sevebilenlere…
Sırılsıklam olmanız dileğiyle…
Kırkikindileriniz bol olsun.

Toprağın su ile rahmeti, ruhunuza nur olsun.
Aşk olsun.

Hiç yorum yok: