Hürriyet

3 Şubat 2011 Perşembe

Ciğer Meselesi.

Ciğer yarası
Ciğer acısı.

Eskiden minik kasap dükkanları vardı ve içlerinde bilumum sakatat satarlardı.
Beyin,dalak,işkembe,paça.

Peki,peki midesi kaldıramayanlar artık kusura bakmasın ama güzel tadlar bunlar.
Birde ciğerler vardı.
Kapı önünde nafakasını soluksuz bekleyen mahalle kedisi,kasabın cam tezgahtan alıp yukarı doğru kaldırırken ciğerleri gözleri fır dönerdi pisiciklerin.

Ciğer has bir organ bence.
Her şeyi soluyor mesela.
Her şeyi de içine atıveriyor bazen ki o fena işte.
O zaman eski Türk filmlerinin aşk kabusu “ince hastalık” zuhur edebiliyor.

Ciğeri,şöyle Arnavut ciğeri yapıp tavada yanına soğanla mis gibi tüketmeyi hemen düşünmeyin diyorum işte.
Her organın bir nedeni,bir ilişkisi var hayatımızda.

Mesela, Akciğer hastalıklarından yatan hastaları genelde orman içlerine verirler ki kendilerine gelsinler.
Sorun esaslı olarak ne sigara da ne de diğer zararlılardadır.
Olsun onları yatırırlar,kendileri gibi olan ya da olmayan gözlerinin altı morarmış insan kümelerinin içlerine.
Solusunlar da temiz havayı dünyaya dönsünler diye.
Aslında onların dertleri soludukkları hava ile de değildir.
Yaşadıkları ve sindirdikleriyledir.
Çünkü onlar o kadar hassastırlar ki; camdan kalbe sahiptirler.
Söz söylerken incinerek de davranamazsınız zira belli etmezler çok güçlüdürler.
Güçlü dururlar.
Ne yaşarlarsa yaşasınlar sırları büyüktür,ciğerlerinde.
O yüzden hangi ormana salarsanız salın,nerede konaklatırsanız konaklatın ciğerlerinde hep bir leke vardır.
Yüzleri gülümser…
Olayları sırtlarında taşırlar.
Her yeni günden yeni umut beklerler ve hep yardımcıdırlar.

Ben bu rahatsızlığı yaşamış insanları gördüğümde,gözlerinin içine bakar giderim.
Görebilirim hissettiklerini.
Onlar benim için diğerlerinden hep bir adım öndedir.

Şunu demek istiyorum.
Birisine sinirlendiğinizde “ciğersiz” demeyin.
Her insanın bir ciğeri muhakkak vardır.
Ancak yaşadıklarından o ciğerde literatür oluşturan nadirdir…

Hiç yorum yok: