Hürriyet

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Karadeniz'i Düşlemek...

KARADENİZ’i DÜŞLEMEK

Bir gün bir yerlere gitmek, giderken keyif almak ve döndükten sonra eğer şanslı iseniz;
en kallavisinden yaşadıklarınızı harmanlamak.

Yalnız ruhların tek tesellisi belki de diğerlerinden farklı boyut da yaşadıkları bu derinlik sarhoşluğudur çoğu zaman.

Karadeniz doğusu en son sınır kapısı ve ötesinde bizi ağırlayan, ağır ve henüz emeklemeye çalışan ama parende atmak isteyecek kadar cesur ülke Gürcistan’a kadar uzanan bu yeşillik deryasında adım adım dolaşıyorum.

Eğer bir dönüş sonrası güzel paylaşımlar olmuş ise; en güzel yenilen yemeğin üzerine ikram edilen demli bir çay yahut okkalı orta bir kahvenin damaklarda bıraktığı tad gibidir birikimler.
Telveler, fotoğraftır bazen ise benim geldiğimden beri sabah akşam yaptığım gibi Karadeniz ezgilerini dön başa dinlemek gibi.
“Yarim yarim” başka anlamlı çalar.
“Mimoza çiçeğim” o derin bahçeler karşındaki devasa mis kokulu manolyalar karşısında hala yanı tutkulu ezgisindedir.
“Kalk gidelim Zigana” ya artık puslu bir havada tuzlu sütlaç olarak hatırlanacaktır. Geçitten girerken yağmurlu Gümüşhane’ye gelirken güneşli.

Ve tabi ki : Oyna dik oyna kollar çubuk olacak Horon da oynayanlar dik duracak.

Yaşamaya devam ederim; ederken o yaylalara tekrar çıkar. O yolların tozunu dumanına katmış teyzemlerin dönüp baktığımda tatlı tebessümlerini görebilmek, Paluri (Kıvılcım) Hotel de ki akşam yemeğinde, daha öncesinde koro da söylemiş ve benim gibi Türk Sanat Müziği aşığı Nuran Teyze’min yasaklı olduğu için şarkı söyleyememesi ve gözlerini hafifçe kapayarak, gözleri Allah tarafından sonradan kapatılmış Ülkü Hanım nağmelerinde ses vermesidir usulcuk dan içi giderek.

Melek teyzemin seksen üç yaşında, içinde yapamadıklarının derin kırıntılarıdır sofrada, karşılıklı otururken göz göze geldiğimizde.
Ah der, keşke senin yaşında olsam.

Çok sevdiğim bir İtalyan Atasözü vardır :
“Gençler bilseydi, ihtiyarlar yapabilseydi.”

Bahadır’ın midesi bulanan beş buçuk aylık hamile eşine kraker araması ya da her tuvalet molasında “asli görevimiz” diyerek eşlik etmesidir.

Güner hanım’ın, rujunu sürmeden fotoğraf çekmemesidir.

Serap’ın hep sonradan açılmasıdır.

Derya’nın uykusunu alamaması, kardeşi Güler’in “ tamam mı gidiyor muyuz var mısın yarın da raftinge, dün akşam ki oyunundan sonra dedim ki sen neymişsin be abla hakikaten havalalanında çok sıkılacağımı düşünmüştüm iyi ki varsın, iyi ki gelmişsin.Sakın beni unutma demesidir.”

Efe’nin sürekli hareket istemesi.
Hakkı’nın durgunluğu. Naci Kaptan’nın evine gelen misafir gibi ağırlama ve kişileri memnun görebilme isteğidir.

Paluri (kıvılcım) Hotel de; kızların yanına kahvaltıya geldiğimde Güler’in : “ Ooo saat 07:00 daha yeni mi kalktın hemen et kahvaltını yoksa yetişemezsin” dediğinde.
Naci Kaptan’ın : O çoktan yapmıştır kalmaz ki bu saate. Deyişidir.

Celal Rehberin güler yüzü ve mükemmeli sunabilme arzusudur. Yer yer suskunluğudur. Sakinliğidir.

Ankara’lıların Karagöl’de “ Çökertme” ile coşmalarıdır.
Sonrasında dönüş yolunda verdikleri Candan Erçetin Albümü ile duygulanmamızdır.

Ergun Bey’in Karagöl’ deki kayık molasından sonra hararetle iskeleye gelip, biz inerken :
“ Biz bir şey düşündük eğer sizde uyarsanız, Trabzon’da serbest zamanda rafting yapalım mı?!” demesidir.
Sabahın köründe girilen her dükkan da yarattığımız tatlı coşkunluktur.
Uzungöl’de İnan Kardeşler lokantasının tam karşısında ki duraklarında oturan minibüs araçlarındaki Karadeniz şoförlerinin canlılıkları ve yol boyunca birbirleri ile atışmalarıdır.

Renk renk yeşillikdir…
Sükunet
Huzur
Canlılık
Ve
Umuttur…

Ve yüreğime düşürdüğü; uzunca bir süre ve belki de ömrümce aklımdan da, yüreğimden de çıkmayacak güzelliklerdir.

Karadeniz coşkuyla bizi karşılamadı aksine durgundu.
Şaşkındı. Hasbıhal ettik.
Ve coşkusunu benim yaşamıma kattı.
Bana kalırsa hayatımda; Karadeniz öncesi ve sonrası diye yeni bir sayfa açıldı.

Son gün ki rehberimiz Lokman bey, Boztepe’ de kızlarla fotoğraf ve çay molası verdiğimizde aramıza katılmıştı. Onunla sohbet ederken bana bir şey söyledi.
Tam anlamıyla Farsça olan bu kelimeleri lütfen bir kâğıda yazmasını rica ettim, bana oldukça anlamlı gelmişti. Caddelerde koştururken ancak inmeden üçüncü kez hatırlattığımda bana verebildi:
Söz şöyle, bir alim demiş:

“Be derya der menafiğ bi şumar est.
Eger hahi selamet der kenar est.

Yani…
Der ki Üstad:

“ Denizde sayısız faydalar vardır.
Eğer, kurtuluş istiyorsan kenardadır/kıyıdadır”

Umarım…

Umarım,
Karadeniz’den nasibimizi fazlasıyla almışızdır.

Her rehber bir yol gösterir, öğretir. İnsanlar da, hayat içerisinde öyledir.
Birden birileri ile karşılaşırsınız, size bir şeyler söyler.
Hayata dair.
Ya da siz duymak istediklerinizi duyar.
İstemediklerinizi duymazsınız.
Bu algılayışınız ile alakalı.
Yaşam alanımıza giren her kişinin; aslında birer rehber olduğunu, orada boşa bulunmadığını idrak ettiğimiz an işte hayatımızın gerçek anlamı değerlenir.

Biz değerleniriz çünkü.


Şimdi dönüş sonrası ilk işim Paluri ( kıvılcım) da yemek sonrası gece yarısına kadar sohbet ettiğimiz Nuran Teyzem’e yapmam gereken bir görev var.
Görev değil de gönül işi daha doğrusu.
Yapmazsam huzursuz olacağım bir şey.
Emanet elbise gibi üstüne bir şey dökülmeden vermek istiyorum.

Bu hafta sonu gitmek istedim ancak Akçay’a uğrayacağım demişti.
Aradım kaldığı mekanı, 19 Ağustos’a kadar yokmuş.
Telefonu açan görevli Ali Bey, “ oda numarası …. Bağlıyım” dedi.
Yok ! bağlamayın sürpriz yapmak istiyorum da mümkünse öğrenseniz dediğimde öğrenebildim.
Seyahat boyunca birkaç kez şahit oldum beraber geldiği kafilesine “ ama anacım hiç gelmiyorsunuz ki bir uğrasanız ben size kurabiyeler alırım kafemiz var” dediğinde içim gitti, kaç kez.

Onu yüreğime aldığım fotoğraf karelerimi, fotoğrafçıda tap ettirdikten sonra hepsini ona bırakacağım ki diğerleri de bu vesile ile gelip almak sebebinden onu görmüş olsunlar.

Yalnızlık nedir? Bunu yaşayana sormak lazım.
Bazen çoğu kalabalıklar içinde yapayalnızsındır.
Bazen yalnızken kalabalık.

Sevgi den asla vazgeçmeyen yüreğim, bu işi de yapmam gerektiğini hatırlatıyor bana.
İçimde çok farklı ezgiler hasıl oldu Kardeniz’den bu yana durmadan taşıyor ben bentleri koyuyorum.
O güzel gözlü, esprili, İstanbul Hanımefendisi, anne, eş, çocuk okutmuş. Yok yok…
Onun ellerinden öpmek benim görevim.
İşte Karadeniz’in ikinci hediyesi.

Yolu sevgiden geçenlere selam olsun.
Sevgiyleee

Hiç yorum yok: