Hürriyet

23 Temmuz 2011 Cumartesi

HEY GİDU KARADENİZ 2



Sabah yazıoba, Rumca ohia da saat- 05:30 da uyanıyorum.
Daha doğrusu saka’lar ilk günaydın diyorlar bana.
Kandilin mübarek olsun.




Gece göremediğim güzelliği, sabah içime çekiyorum.


Her şey muhteşem.
Yaklaşık 80 cm ve 1 metre kar olan bu mekanda bulunmak bana acayip huzur veriyor.
Madur dağının karşısına geçip:
“ Ne güzel bir şeysin sen” diyorum.
Hatta biraz bağırmak ve sesimin yankısını tekrar içime doldurmak istiyorum.

Birazdan sabahın henüz 07:30 da el yapımı meşhur dövme çelik bıçaklarıyla ünlü Sürmene Bıçaksına uğrayacağız.

Ben de alışveriş yapıyorum, bir de kendime Karadeniz hatunlarına özel başa bağlanan o bezlerden, Naci Kaptan : “ çok yakıştı sanki buranın yerlisi sen nasıl Fenerbahçeli olmuşsun da” diyor.
Gülüyoruz, o şirin otobüsümüze biniyoruz.
Birazdan Of da bulunan Özçay Kooperatifinde Meltem Yıldırım hanım,; çayın yetiştirilmesi toplanışı, aktarımı anlayacağınız her türlü bilgiyi bize verecek.
Üstüne enfes çayları da ikram edecek bahçedeki çardaklarında.
Sabah 08:30 inanılmaz güzel bir gün.
Çay yaprağının derlenmesinde yeni uygulanmaya başlayan Akçay varmış, bunu da bahçeden kopardığı dal ile bize anlatıyor.
Üçe ayrılan yaprak kısmının tam ortasında yer alan beyaz kısımdan elde edilen ve en kalitelisi olduğu düşünülen.
Sanırım ilerleyen zamanlarda bu ürünü göreceğiz.
Dün kaptan dan Karadeniz yöresi şarkılar istemiştim sağ olsun onlardan bulmuş. Üstüne birde sanırım Celal Bey ayarlamış “ Of li Ali nin fıkralaru eşliğinde” yolumuzda devam edeyruk.

Celal bey’in anlatımı ile bahçede çay ikram eden ustanın da anlatımıyla Trabzon ve Of kendini başka görüyor.
Çok komik, aklıma geldikçe gülümüsüyorum.
Burasu nereye bağludur, dediğinizde.
“ Biz direkt Allah’a bağluyuz” diyor Of’lular…
Her Karadeniz vatandaşımız potansiyel bir hazine esasında.
Çay kolonyası bile yapmışlar.
İlerleyen saatlerde Rize’de “Hamsi Kolonyası” na da şahit olacağız esasında.
Çok zengin ve yaratıcı bir memleket içerisundeyuk.

İstikamet Rize, bezlerinin yapıldığı mekanda el işi dokuma ve işlemeler tanıtılıyor.
Beni konu mankeni alarak, kızlarımız başımda “evli” ve “ bekar” baş bağlama tekniklerini gösteriyorlar.
Burada da alışverişimizi yaptıktan sonra yine Trabzon’da ki gibi; çekiliş hakkı kazanıyoruz.
Beyefendi araba veriyoruz deyince Serap “ hadi bakalım inşaAllah” diyor.
Araçta sanırım beş kişi nasipleniyor hediyelerden.
Ben Melek teyzem ile sohbet ediyorum, mevzu Efe’nin ve yol arkadaşlarımdan olan Güler ( iki kız kardeşten küçüğü)’in çok özel istekleri olan rafting olayı var.
Buralara kadar gelip de Fırtuna Deresine selam vermemek şana yakışmaz sanırım.
Melek teyze : “ Biliyor musun diyor, hayatım boyunca rafting yapmak istedim, ayaklarım biraz el verse yapmak isterdim sizlerle”
Valla sözün bittiği nokta.
İşte, içimizde ukte kalan bazı olaylar yaşarız bazen, zaman hiç de bizi beklememiştir.
Biz her şeyin olmasını dilemişizdir. Çocuklara diyorum: “ Kimse gelmese bile ben sizinle varım”
Sonrasın da Çaykara’ya ulaşıp, 1100 m yükseklikteki
Uzun göle doğru yola çıkıyoruz.
Uzun göl herkesin kafasında oluşturduğu manzaralar gibi.
Ama benim hayalimden daha da büyük mesela hele o Yaradanın adeta iğne oyası gibi işlediği tabiatı.
O yaylalar.
Rakım 2100m
Ve annemle konuşabiliyorum
Kaç çeker…
Çok çeker …
Çok huzurluyum.

Trabzon’a geldiğimi ilk yaylaya çıktığımda anladım.
Özel otobüslerden inip, küçük iki araca aktarılıyoruz.
Hava güzel.
Sis olursa biraz zor çıkıyormuş. Karadeniz şarkıları çalıyor, ben coşmuşum.
Çok mutluyum inanılmaz derece de.
Yani bir Karadenizlilikte yok amme anlayamadım gitti.
O tulum sesi beni götürüyor daha doğrusu zaten içimde böyle İrlanda, İskoçya ya doğru bir özlem vardır.
O sisler ve yeşilin sevişmesi.
Huzur… Doğa doğa

Borçka, hemşini…
“Dik ovadan aşağıya
Akar dereler akar
Güzeldir yayaları
Biri birine bakar
Oyna dik oyna….
Kollar çubuk olacak
Horon da oynayanlar daha dik oynayacak

Yehuuuuuuuuuuuuuuuu ! ( bu kısım bana ait )
Duydum tulum sesini
Bende çalırım oni”

Bu şarkı beni alıp götürüyor. Hava mı? Su mu? Doğaya hasret. Güzelliğe özlemi.
Yetmiş dokuz yaşında ki Nuran Teyzem, el ele oynayarak 2200 rakıma ulaşırken, kaptan diyor ki : Araba da evliya vardur.
-O na ne demek kaptan.
+ Yani sis yok yoksa çıkamazdık .
Allah’ım o çitler, yeşillikler Allah’ın dağında yan yana açmış sarı ve lacivert çiçek.
İki dakika yere çöküyorum fotoğraf çekmek için anında sırılsıklam oluyorum.
Uzungöl’ün yerleşik halkından olup, yazın yayladaki ahşap evlerinde olan Emine hanımın evine geliyoruz. Emine hanım kırkbir yaşında; el işi tülbentleri satıyor. Kuru fasülye satıyor.
Evine katkıda bulunuyor.
Kapısını da bizlere fütursuzca açıveriyor.
Girişte hemen solda yer alan el işi beyaz basma beze işlenmiş figürler dikkatimi çekiyor.
Güvercin ve çiçekler, kim bilir belki çeyizinden.
Ortada bir soba, bakır tencereler, müsaade isteyip bir fotoğraf alıyorum kendisiyle.
Oh! Diyorum hatta yirmi beş kişi aynı anda oh diyoruz dünya buradaymış.
Garester yaylası dönüşümüzde sis çoğalıyor, aşağıya kademe kademe inerken görülen güzellik adeta kendine hayran bırakıyor herkesi.
Köşeye yerleşmiş teyzeler, kiminin elinde küfe kiminin semaver.
Burası şahane.

Yemek molası için İnan Kardeşler de mola veriyoruz.
Dileyen alabalık tereyağlı yada kuru fasülye alıyor.
İkisi de harika.
Efe’nin fasülyesinden bir çatal alıyor ve balığıma geçiyorum.
Uzun göl de epey bir mola verdikten sonra, istikamet Ayder Yaylası.

Ayder yaylasına varmak için Çamlıhemşin Hala Deresinden varıyoruz
Kaçkarlara doğru bir kısa yolculuk.
Bir daha ki sefere kesin dağda, yayla da konaklama yapacağım.
Zaten benim kafa da olanlar yaylaya çadırları kurmuşlar bile çoktan.

Yol üzerinde o Mostar köprülerinin havası olan bayıldığım taş köprüler.
Üzerinde ellerimizi açıp : “ işte budur !” denilecek mekanlarda fotoğrafsız olur mu hiç.
Ve orada daha birçok gizli şelaler varmış. Kısmet bir gün oraları da görürüz inşaAllah.

Ayder Yaylası 1350 metre yükseklikteki şahane mekanın sağında yer alan “ gelin tülü şelalesi” fotoğraf molası sonrasında eve dönüş yoluna geçeceğiz.
Ancak 2.günün en büyük olayı Fırtına Deresinde rafting yapmak ancak saat çok geç olduğu için biraz riskli. Soruyoruz yirmibeş kişilik kafileden beş braveheart çıkıyor.
Çocuklar da bana bakıyor ümitsizce. Valla o yola bırakırlarsa; sözümüzden dönmek yok katılacağız.
Aynen öyle oluyor.
Bizim kızların yıldızı Behlül’ü soldan bastıracak yakışıklılıkta Gürcü Kökenli Tolga kaptanımız.
Vakit dar, nasıl giyiniyoruz. Celal bey acele ile benim kaskı bağlamaya çalışıyor.
Geçen ekipte bir kişinin parmağı kırılmış ama bize bir şey olmayacak.
Raftinge katılmayanlar “ bu suda bir şey olmaz ki zaten” deseler de; bot 3 kez ters dönüyor.
Efe’nin babası Ergun bey az kalsın gözümü çıkarıyordu kürek ile.
Arkamdan efe bağırıyor “ Allah’ım kurtar beni yaşam mücadelesi veriyorum”.
Botlara binerken Tolga öne erkekler otursun diyor ama erkek olarak on dört yaş sıkletinde Efe ve Babası Ergun bey var. Dolayısı ile diğer iki kız da korktuğu için en erkek olarak Ergun bey ile en önce yerimizi alıyoruz.
Tolga : Heyyyy diyor
Biz küreklere asılıp: Hooooppp

1km erken bitiriyoruz zira hava iyice kararıyor arkamızda caminin kandili yanmış yani göçersek kutsal bir günde gitmiş olacağız.
Ergun bey son virajda taşların üstünden üstüme doğru düşmeyi denese de son anda kurtarıyor ve sağ salim ilk buluşma noktamıza geri geliyor.
Sırılsıklam olmuşuz.
Kızlar her ne kadar su soğuk donduk deseler de ben hiç donmadım çok keyif aldım.
İyi ki yapmışım ! Bu Melek Teyzem içindi…

Otele diğer yirmi kişiden daha geç giriyoruz duş almadan yemeğe geçiyoruz ama yemek kalmamış.
Valla garsona şakayla karışık, ne yap bul ben karnımı doyuracağım hem bizim sayımız belli yemek de ayrıldı.
Bakıyorum geliyor yemek. Tamam abla kızma diyor.
-Hayır kızmıyorum lütfen kusura bakma aman ha.
+Hakkını helal et.
-Yok abla helal olsun bana çok kızdın gibi geldi de.
Birazdan yarın ki Batum gezisi için pasaportları vermemiz gerek ancak çantalarım Melek teyzelerde emanet. Bu arada Celal bey sanırım otelin çalışanı aynı zamanda tulum üstadı için oyuna çağırıyor ilk defa “gök den düşen kar tanesi” anlamına gelen Lazca otel de Horon oynuyoruz.
Çok keyifliyim.
Çok…
Bu arada tura dahil olmayan Rize Botanik bahçesini gezdik Manolya ve çeşitli çiçekler içerisinde.
Binalar artmış ama yeşillikler hala ortamı kurtarmakta.
Her şey muhteşem…

Hiç yorum yok: