Hürriyet

12 Mart 2011 Cumartesi

Not Responsible...

NOT RESPONSİBLE / GİVE ME FİVE MİNUTES MORE/ MONA LİSA/ MY LİTTLE ONE/UNFORGETTABLE/ GREEN FİELDS/SWAY/RUN AWAY/AMAPOLA/ALWAYS IN MY HEART/LOVE AND MARRIAGE...

Durun bir dakika,anlatacağım.

Taksim Meydanının hengâmesi içerisinde çarpışa çarpışa karşıya geçiyoruz.
Her zaman dediğim gibi Mel Gibson gelse 2. Brevahart’ı kesin burada çeker.
O nedir öyle?
Işıklardan geçerken insanlar resmen savaşa gidiyor gibiler.
Kesinlikle kimse kimsenin yüzüne bakmıyor.
Bir tebessüm ifadesi yok. İnsana dair bir davranış yok.
Bizim kontesi(annem yani) bir yere götürüyorum, her zaman ki gibi zorla.
“İstemem ben öyle sürpriz falan neresi ise söyle ona göre giyinirim vs”
-Olmaz !
Sürpriz kaçar.

Hayatım boyunca böyle sürprizler bekledim ben, bayılırım makul ölçülerdeki sürprizlere…
Hele ki şu an benim tasarlamış olduğum, kesin kontesin gözlerini dolduracak ve çok mutlu olacak.
Adım gibi eminim ama naz yapıyor işte.
Neyse, yıllardır hep girmek istediğim o mekâna ayak basıyoruz.
Kontes, “ne işimiz var otelde” diyor.
-Sen gel bakalım, burası başka!
Mermer sütunlar ve orta ölçülerde kolonlarla bezenmiş direklerin arasına; Osmanlı tarzını baskın halde sunan halı, döşemesi ve ona göre tasarlanmış cam sehpa içerisinde el işi Osmanlı motifleri çok güzel görünüyor.
Yalnız içeride; eski Türk filmlerini aratmayacak kokuda, nostaljik bir hava hakim.
Yani 1980-90 arasına sıkışmış gibi, gelin görün ki salonun bizim oturacağımız kısmından ayrı olan bölümde dinlenmekte olan turistler ortamı bozuyor.
Araplar çoğunlukta, çocukları da her yeri karıştırıyor.

Görevli beyefendi hoş geldiniz diyor.
*Rezervasyon isminizi alabilir miyim lütfen?
-Tabi ki.
*Salon şu an müsait nerede oturmak istersiniz?
-Hanımefendiye soralım nereyi arzu eder?
*Çay/kahve
-Çay lütfen
Bayağı çeşit menü önümüze geliyor hepsi minimize edilmiş durumda tabi.
Kontes, bak diyorum çay da geldi modernize olmuş şekilde. Nerede o Gülhane’deki semaverler…
Şimdi hazır ol,gözlerine inanamayacaksın!
Arkamdan gelen bir rüzgar ile kafamı çeviriyorum.
Uzunca bir boy, lacivert bir takım elbise içerisinde oldukça fit görünümlü ve tebessüm eden ifadesi ile “Merhaba Hoş geldiniz” diyor.

Kontes tabağı ile o an ilgilendiği için fark edemiyor.
Beyefendi piyanosunun başına geçiyor ve peşi sıra ekibide…
Kontes kafasını kaldırıyor
-Aaaaaa diye kalıyor sadece.
İşte sırf bu an için değer,inanın.

Gözleri doluyor önce.
Sonra her zaman ki gibi boynunu mahçupca yana doğru eğerek “ bak yine ne yaptın muzur kız” dercesine bakıyor bana.
Sonra ilk soru geliyor:
Heyecanla,
*Şevket Uğurluer değil mi bu bey?
-Aynen öyle kontes…
Nasıl sürpriz?!
Çok mutlu belli. İfade edemiyor ben anlıyorum.
Ara verilirken beyefendiye diyorum:
-Efendim şu an sizi burada izlemek, aynı atmosferde bulunmak bizler için bir onur.
Lütfen, karşınızda böyle yemek yemek olmaz ama sunum bu.
-Lütfen, diyor aman efendim ne demek. Rahatınıza bakın ve yiyinde.
Gülümsüyor
Alkış serbest mi diyorum.
Gülümseyerek kafa sallıyor ve evet diyor.

O salonun hınca hınç dolu olması lazım.
Bu sanat adamını ayakta alkışlamaları lazımken toplasan 3 masa var.
*Kontes,bak senin için kapattım diyorum.

O düğün şarkısı çalınca ağlıyor.
Bessema Mucho…
Ben ise; ben de derin izler bırakan her şarkının nağmesinde.
Kendimden geçiyorum, haz bu olmalı.
Gözlerimi kapamışım, kendimden geçmişim. Tamamen alkolsüz.
O kadar güzel ki…
Karşımda o şahane adam ve ekibi.
Arkasında bir otobüs durağı, nikah dairesine çıkan merdivenler önünde halay çeken insanlar.
Cumhuriyet bayrakları arasında serpiştirilmiş mavi belediye bayrakları rüzgarla savruluyor.
Kalabalık…Kalabalık

Hep o kalabalık kısımdan, şu an oturmakta olduğum alana baktım.
Ben o karşının insanıyım ama ruhum başka, çok zengin.
Burada ki zenginler ise ruhsuz.
Bulundukları müziği anlayacak kapasiteden çok yoksunlar.
Param var dinlerim, paramla onu satın aldım zihniyetindeler.
Oysa biz karşı kaldırımın insanları her şeye ruh katarız, ruh veririz.
Nitekim öyle oluyor kendi bölümümden ve sonra turistler bölümünden alkışlar sayemde yükseliyor.
Elimde olsa bu adam ve ekibi için pankart bile açabilirim.
Şuna inanmışımdır hayat da.
“Yaşarken değeri göster ki o mutlu olsun”.

Anlıyorlar burada sanat var…
“Maria maria maria. Buongiorna…Margarita”
İşte babamın düğünümde, çok sevdiği şarkı ile beni dansa kaldırdığı an :
You are my destiniy…
“Sen,benim kaderimsin…”
Elliler,altmışlar. Orkestra ekibi de şevkleniyor hepsi gülümsüyor.
Hepimiz gülümsüyoruz.
Çok mutluyum o an hiç bitmesin istiyorum.
Kapattığım gözlerimden, ruhuma süzülen bu ince ve hafif dokunuş hiç gitmesin benden.
Yok mu dansa kaldıran.
Aslında çoğu zaman altmışlı yılların insanı olduğumu düşünürüm.
Onların duygu yoğunluğu, romantikliği,dünya sevgisi ile bana göre bambaşka güzel bir kuşak o yıllar…

Kontes, bacağıma dokunmasa “uyan”diye orada öyle kalabilirim.
Birde düşünsenize sizle aynı frekans da ve karşı cinsten bir ruh ile orada olduğunuzu.
Hayat güzel!
Tabi güzel bakabildiğin müddetçe.
Çok yaşa Nostalji Kralı.
Çok yaşa !
Ruhum nefes aldı dolu dolu iki saat.
Üzerime güller yağdı, dans ettim. Ağladım. Güldüm. Mutlu oldum.
Çok yaşa!

Şevket Uğurluer Orkestrası yıllardır; İstanbul Etap Marmara Otelinde ruhlarımıza derin dokunuşlar yapmakta.
Pazartesi ve Sevgililer Günü Hariç, her gün 15:30-18:00 arası bu muazzam ikramdan tadabilirsiniz. Hatta eksik kalmayın derim.
(Sevgililer Günü,eşi ile evlenme yıldönümü olduğu için sahne almıyor)

Ben tabi orkestra ile tanıştım. Sohbet ettim.Yarın yine gelin deselerde, imkanlar olanaklar ile sınırlı.
Ne yapın, yapın.
Muhteşem tadı kaçırmayın derim !
Bu yazı gecikmeli tamamlandı, bu yazının bir ertesi günü Taksim’de büyük patlama oldu ve yazı kaynadı.
Biz gittiğimizde 1.kattaydık. Yukarı çıkacağız demişlerdi.
Şimdi 20.katta ve Tepe Lounge’teler. Onlar gönüllerimizin en yükseklerindeler zaten. Oradan da manzara muhteşemdir. Bence hayata yeniden aşık olabilirsiniz.

1938 doğumlu; hayatı müzik olan ve gençleri teşvik eden. Programları tekrar tekrar izlenen bu üstadı yaşarken kaçırmayın,lütfen

Hiç yorum yok: