Hürriyet

7 Ağustos 2011 Pazar

An Gelir...




İnsanın an ve an zamanı değişiveriyor.

Bir yere gitmek istiyorken; hop başka bir şey oluyor.


Oluveriyor, çünkü aslında diğer her şeyi iptal etmişsiniz.

Yine de,



Ama olmuyor.

İnsan henüz ışınlanamadığı için, sadece yakınsal ziyaretler yapma durumunda kalıveriyoruz sınırsal hayatlarımızda.



Esasında şu bir haftalık hızlı tur ardından; diyorum ya hızımı alamayıp her yere konma telaşındayım.

Bilmiyorum artık, nerelere yetişeceksem.



Zamanım kısa belki ruhum da ona göre hareket ediyor, kim bilir? Kim bilebilir?

Sizin de olmadı mı hiç? Bazen en olmaz yok canım dediğinizin olduğu yahut olur dediğinizden adım gibi olduğunuzun olmayışı.



Oluyor, hayat biz büyüdükçe sanki o da büyüyor.

Yada bizi içerisine almaya başladıkça yani onun kuralları ağır bastıkça biz öyle hissediveriyoruz.



Mesela, bugün aslında hiç gitmediğim yani yol üzerinden geçtiğim ama durmadığım bir mekan olan Keşan’a gidecektim.



Orada yaklaşık üç aydır görmediğim, çok sevdiğim ve değer verdiğim bir dostumu görmekti niyetim.

Üstelik Çağatay Yolda ekibi de iftara bekliyordu. İkisine birden gidemezdim aslında akşamdan gitsem bu sefer ilk durağın sakinlerini yerlerinden edecektim. Hal böyle olunca Tekne de ki iftarı iptal edip yola düşmeyi daha uygun gördü yüreğim.



Boğaz da tekne de bir iftar, ilk gün ki toplu yemek şokundan sonra bu gayet iyi gelebilirdi ama diyorum ya; insan bazen kahve bahane, insan sohbet edebileceği, konuşabileceği can’ı arıyor.



Olmadı. Kısmet.



Bizde haliyle düştük yollara.

Kaç kişi olacağımız konusunda hiçbir fikrim yoktu ancak bayağı kalabalık olmuşuz.

Bu ramazan çok bereketli geldi ya da bana öyle geliyor.

Normal de ben çok farklı bakarım olaylara çünkü.



İlk kalkış noktası olan Kabataş’tan yola koyuluyorum.

Varan 6 bekliyoruz bizi, belki 60 belki 100 kişi olacakmış ama ilerleyen saatlerde Üsküdar’dan alınan yolcularla birlikte sayı 140 ı buluveriyor.



Kaç yıldır şu mezun olduğum lise yemeğini şöyle bir tekne turunda yapma niyetim vardır ama olmadı. Gecenin ilerleyen saatlerinde gelin görün ki herkes benim liseden.



Onun için insan ne düşündüğüne dikkat etmeli; zira yalan yanlış olsa da oluveriyor isteklerin.



İlk gelen benim, sonra yavaş yavaş yolcular geliyor.

Özellikle dikkat ediyorum, üç kişiden ikisi iyi akşamlar deyip, tokalaşıyor ve selamlaşıyor.

Çağatay Yolda Ekibi daha doğrusu ailesine üye olan herkeste ortak gördüğüm fikir bu, sıcaklar.

Güzel enerjili insanlar var gerçi gruptan ayrılanlar, yeni katılanlar da olsa en son yaptığımız Büyükada gezisinden sonra gayet keyifli geliyor.

Arkamı vermişim Dolmabahçe’ye manzara güzel. İstanbul’um güzel. Şarkılar ondan güzel.

Garsonlar sofraları hazırlarken ve ben 15.000 kişilik o ilk günkü toplu iftar yemeği şokundan sonra, ilk kez güzel ve adam gibi bir organizasyon içersindeyim.


Manzaraya karşı demleniyor ruhum şarkılar sayesinde, en sevdiğim şarkılardan biri geliyor:

“Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü
O gün ki gördüm seni, yaktın ah yaktın beni”


İnsanlar dolmaya başlıyor…
Tek başıma oturuyorum,

-yanınız boş mu diye ? bir soru yöneltiyor kibar bir hanım.

+Evet, nasılsınız diyorum o biraz tanımamışken beni, sonradan çıkarıyor liseden tiyatroya katılan kızına yardımcı olmuştuk kız büyümüş artık üniversiteli olmuştu.

Bir bakıyorum Nurdan da var.

İstesen olmaz. Kibar annesi ve zarif babası ile sevgili Ali Abi’yi bekliyorum.


-Yanına oturacağım diyor tekneden girer girmez.
+Zaten ayırdım ağabeycim merak etme diyorum.


İyicene doluyor, çok güzel bir ortam.
Sevgili Çağatay geliyor ve konuşmasını yapıyor. Tek tek emeği geçenlere teşekkür ediyor.
Ali Ağabey de yönetici grubundan.

Harika bir ortam var.

Yemekler ve İstanbul’um hoş.

Hele gece İstanbul’um, hakikaten aşık olunacak kadar güzelsin.

Boğazın ışıkları altında, belki de bir hafta sonra yapılsa dolunay da iftar yapmış olacaktık ama çok şahane manzara hakim gözlerimize ve ruhumuza.

Yemek ve çay faslı sonrası, müzik eşliğinde yukarı çıkıyoruz.

Hava muhteşem, aracımız hafif sallanıyor böyle annemin ayaklarında uykuya biraz sonra dalacak kadar huzurluyum açıkcası.

Bir de şu özlemler olmasa.


Ama özlemlerde şu hava da başka bir renk katıyor insana.
Geçen bir cümle okumuştum çok hoşuma gitmişti.

“ Sevmek bir şey belki ama sevildiğini bilmek çok şey”


Ne kadar doğru…


Sevmek ve sevilmek kadar güzel bir duygu yok dünya da.

Tut ki yanında değil ama hisleri kim tutabilir ki?

Hangi zaman? Hangi sınır tutabilir?...


Öylecene manzaraya aşık bakıyorum, müzik çalıyor Nurdan:
-Oynamayacak mıyız abla diyor .

+Kırılır mı hiç


Başlıyoruz döktürmeye teknede zıplamak da çok hoş bir duygu.
Yıllar önce Bozcaada da arkadaşın teknesinde yıldızlara karşı yatmıştım nasıl da keyif almıştım. Sabaha kadar uyumadım,öylece izledim ışıltılarını gözlerimi üzerlerine dikerek. O kadar güzeldi doğa. Yani ellerini uzatsan yakalayacak kadar yakın.


Tekne de çay demlemiş, börek bile kızartmış biri olarak böyle sallanmalar bana bir şey ifade etmiyor.
Bir bakıyoruz, yunuslar peşimiz sıra bize eşlik ediyor.

İşte Allah’ın sevdiği kullara en büyük ikramı diye düşünürüm böyle zamanlarda.

Görebilen her göz için bir lütuf aslında.

Şükrediyorum...



Demek ki; bu gün burada bulunmam gerekiyormuş, üzülmeme gerek yok.



Bir sürü yeni insan bir sürü güzellik.

Bir sürü güzel fotoğraf.

Baklava,karpuz, çay artık her şey birbirinin içerisinde nasıl bir ramazansa bu ?

Allah affetsin.

Oruca aç, ye, oyna,zıpla koş sahura…



Gezginsen yüreğin sunuyor en güzelini sana.

Mutluyum.



Düşünüyorum da bir dost söylemişti:

“ Harika şeyler!”

Haklıymış.

Çok haklı.



Hayat güzel…

İstanbul ondan,

Ramazan ondan,

İnsan olan ondan,



Ondan seviyorum sevgiyi…



Selam olsun…

Sevgiyleee

Hiç yorum yok: