Hürriyet

27 Ağustos 2011 Cumartesi

ALLAH'ın Evini Ararken...







Bu gün önce Kapalıçarşı ardından Taksim güzergahlarım.


Kapalıçarşı’nın rahmetli babamdan sonra ilk kez böyle sabah aydınlığında keşfine çıkıyorum.
Gerçi işim kısa sürecek olsa da, çarşının şu güzel atmosferi gerçekten insanı büyülüyor.
Saatlerce orada kalasınız geliyor.

Dükkan sahiplerinin yeni yeni dükkan önlerini süpürmeleri.
Esnafın kendi arasında ki dedikoduları.
Oruçsuzların, oruç tutanlara satşması ile sürüp gidecek olan taze bir günün neşeleri damlamakta.
Alışverişimi yaptıktan sonra eve dönüp, sonra tekrar Taksim’e doğru yola çıkıyorum.
Yorulduğumu fark ediyorum yaklaşık bir haftadır iş yerindeki aşırı yoğunluk, sabah bacaklarımın kasılmasına ve seher vaktine varmadan henüz beni, yataktan sıçratmasına neden olmuş olsa da yapılacak işler var.

Yol üzerinden geçerken bir hanım(turist) benden önce birine cevap alamayınca bana soruyor.
-Büyük Anne kilisesi nerede?
*Bilmem ki nerede?
-Ben Korea’lilerin gittiği ve cumartesileri yapılan törenin yapıldığı kiliseyi arıyorum.Burada okula sorun söylerler. Diyor

Okul da bildiğiniz Notre Dame Sion Fransız Lisesi.
-Peki, gidelim hadi
*Siz, rehber misiniz?
-Hayır ama bu gidişle olacağım sanırım ( içimden gülerek)
Şimdi bu kadıncağızı ortada mı bırakalım.
Yürüyoruz ve geliyoruz okula.
Okulun içi esaslı bir müze gibi. Oldukça hoş ama soğuk.Burada okumak sıkıcı olurdu.
Çalıkuşu geliyor o an aklıma…
Okulun avlusun tam karşısında yer almakta olan ek bina da bir kilise mevcut. O an temizlik yapmaktalar.
Giriyoruz ama orası değil.
Arka sokakta var oraya bakın diyorlar.
Bu arada, yolda gördüğüm taksilere, bulabildiğim esnafa soruyorum kimse bilmiyor.
O sokağa giriyoruz, öyle bir yer yok.
Su satmakta olan bir esnaf ileride ki binayı göstererek oraya sorun onlar bilebilir ancak diyor.
Kapı da Latince bir şeyler yazıyor ama kilise ibaresi de yok.
Duyulmaz diye sıkıca basıyorum zile.
Kapıyı; kalın gözlük camları olan,siyah upuzun saçlı,hafif etine dolgun bir hanımefendi açıyor.
-Nasıl zil çalıyorsunuz öyle ? diyerek.
*Çok özür dilerim kilise diye buraya yönlendirdiler biz burayı arıyoruz. Turist kendisi nasıl yardımcı olabiliriz.
-Anladım da bilmiyorum ki.
Yüksek sesle ismi Mariam olan hanımefendiye soruyor:
-Bilmiyoruz burada bir tane var o da değilmiş ileride var ama kapalı olabilir.
*Yok Türkçesi az ama soracağım başka yer varsa sizi daha fazla rahatsız etmeyelim
-Bir dakika beklermisiniz?
*Tabi ki.
İçeri girip evden birine danışacak ya da komşusuna telefon açacak diye düşünürken;
Gülümseyerek geliyor.
-Şimdi Başpiskopos geliyor. O size yardımcı olacak.
*Kim efendim ? (Şaşkınlıkla)
-Ruhani Lider geliyor.
Bir iki dakika sonra, böyle nasıl diyeyim size yüzüne nur düşmüş beyaz sakallı bir beyefendi iniyor.
-Buyrun, içeri girin lütfen diyerek bizi özel odasına alıyorç.
Şaşkınlıklar içerisindeyim.
Bildiğin baba gazetecilerin bile giremeyeceği bir makamda;
Budist-Katolik ve Allah’ın evini aramakta olan bir yabancı için aracı olan Müslüman.
Oruç başımda tüterken, etrafımdaki inanılmaz güzellikte ki tablolara, antikalara, ikonlara bakıyorum.
İçerisi derin bir huzur içerisinde.
Beyefendi o kadar kibar ve hoşgörülü ki.
Hemen telefon açıyor.
Başlıyor Fransızca konuşmaya, yardım alıyor.Benim de tahmin ettiğim gibi Galatasaray’da ki Santa Maira’yı tarif ediyor.
Sohbet ilerliyor; dinlere, ramazana,bayrama her konunun içerisindeyiz.
Beyefendi; kırk yıldır İstanbul’da bu görevde tüm Latinlerin Ruhani Lideri.
Aslen Fransız; Fransızca,İngilize,Türkçe ve İtalyanca konuşuyor.Eminim ki başka dillere de vakıf.
Bu hürmetli ve kibar beyefendinin huzurlu konuşması, bizi nezaketle uğurlaması. Odasının sağ tarafında kalorifer peteğinin tam üzerinde bulunan Mevlana fotoğrafının işlendiği tabak motifi duygulandırıyor beni.

Mariam’a çok şanslıyız en büyük adamı bulmuşuz ama kiliseyi bulamıyoruz diyorum
Gülüyor.
Biraz İngilizce biraz Türkçe ile yola devam edeceğiz ancak benim acil işlerim de var.
Beyefendi bizi uğurluyor kibarca ve karşıda ki kilisenin saatinin şu an uygun olduğunu zile sıkı basarsak açacaklarını söylüyor.
Saygı ve teşekkürlerimi sunarak ayrılıyor ve karşıda ki caddeye geçiyoruz.
Kapıyı açan kadın direkt:
-İngilizce biliyor musunuz? Diyor
Onayı aldıktan sonra tam karşı kapıdaki görevli beye bizi yönlendiriyor.
Beyefendi de kusura bakmayın Türkçe bilmiyorum ancak; Farsça,Arapça,İngilizce,İtalyanca bunların hepsi olur biliyorsanız diyor.
Bize iki kilise tarif ediyor. Bir kitapçık açıyor; adres telefon ve hepsini veriyor.
Zaten biraz önce Başpiskopos’un vermiş olduğu kitapçıdakinin hemen hemen aynısı gibi.
Hemen bilgileri alıp,teşekkür edip ayrılıyoruz.
Mariam: Nerede bulacağız. Arkadaşlar çok kolay demişti.Ben Beyoğlu’nu bilmiyorum ki diyor
*Bak diyorum benim on bilemedin on beş dakika işim var beklersen seni oraya götürürüm.
-Peki diyor
İşimi hallediyor ve yürümeye başlıyoruz tekrar.
Galatasaray’a varana kadar; onun bir üniversiteye giden kızının olduğunu eşinden ayrıldığını,eşinin çok kıskanç olduğunu,kendisinin mühendis olduğunu ve gezmeyi çok sevdiğini öğreniyorum.
O da benim hayatımı öğreniyor.
Çin,Berlin,Londra,Rusya gördüğü ülkeler arasında. Rusya’yı ilginç bulmuş.
İstanbul’da daha yeni olduğunu sadece buraları bildiğini Kurtuluş da kaldığını ve denize Büyükada’ya gittiğini söylerken Santa Maria kilisesine geliveriyoruz.
Bu kiliseye arkadaşım Rita’nın nikah töreninden beri gelmemiştim.

Hala güzel.
Netice de burası da Allah’ın bir evidir.
Başpiskopos’un dediği gibi; tüm dinlerde oruç var Müslümanlarda ki kadar olmasa da farklı tezahürler şeklinde hepimiz inanıyoruz Yaradan’a.

Kiliseyi gezip, İstiklal’de iki tur attıktan sonra ayrılıyoruz. Ben e posta adresini istiyorum ki onun çektiğim fotoğraflarını ileteyim. O, benden cebimi istiyor görüşelim diyor.
Nereden nereye?
Onun aradığı yeri bulamadık ama nihayetinde;
Eğer bir faydamız olduysa ne mutlu bana.

Haliyle işlerim biraz gecikti ama mühim şeyler değildi. Rutin günlük işler. Ve bir insana faydalı olabilmek kadar güzel bir şey yok dünya da.

Ne diyelim yolu;sevgiden,hoşgörüden,insanlıktan geçen herkese selam olsun…


Hiç yorum yok: