Hürriyet

14 Ağustos 2011 Pazar

Amerigo Vespucci ve SultanAhmet Gezisi...




Vespucci Donanma Gemisi ve Sultanahmet


Nunu, bizi uğurluyor.
“ iyi ki sizleri doğurmuşum” diyerek. Cıvıl cıvıl ve güzel gözleriyle.

Benim Trabzon çiçekleri ile onarla sürpriz olarak bahsettiğim bir mekana gidiyoruz.
Etiler,Taksim oradan Kabataş dan tranway ile Sirkeci de inip Sarayburnu istikametine doğru ilerlerken ben anlatmaya başlıyorum.
Güler gülerek:
“ Sen ne güzel anlatıyorsun yaw, Allah’ım sen niye bu işi yapmıyorsun süpersin” diyor.
Arama kontrolden geçerken dilimize pelesenk olmuş Trabzon’dan hatırası kelimelerimizle yola devam ederken; “ tamam pasaportlar lütfen” diyorum gülüyorlar.
Muhteşem,şahaser tek kelimeyle perfect .Kelime yok yani.
Bu güzel eser karşımızda.

80 yaşında, İtalyan Donanmasına ait en önemli okul niteliğinde olan bu gemi adını; zamanın tüccarı,haritacısı ve Amerika Kıtasına yaptığı seyahatler ile kendisinden söz ettirip tarihe geçmiş şahsiyet Amerigo Vespucci’den almakta.
Gemi içerisinde 110 öğrenci mevcut, bunların üçü kızı. Sadece İtalyan vatandaşı yok ayrıca; Yemen’li ve Irak’lıda var.
Hizmetli sayısı üç yüz civarında ve toplam eğitim süresi boyunca beş yüz kişiye yakın kişi oluşmuş oluyor.

İstanbul’u tercih etmelerinin nedeni ise; farklı kültür ve ırkları birleştiren, dünyanın en önemli
parçası olarak görmelerinden kaynaklanıyor.
Bu gün (Pazar günü ) limandan ayrılarak önce Malta ve ardından Yunanistan’a geçecekler.
Hal böyle olunca, üç gündür deniz sularımızda olan bu şaheseri dünya gözü ile görelim ve gösterelim de.

Kızlar da beğeniyorlar ama akılları en çok yakışıklı İtalyan öğrencilerde. Boyları kısa diye beğenmiyorlar.
Fotoğraf çektirebilir miyiz dediğimde hemen diyor gülümseyerek ve hemen belimize yapışıveriyor.
Valla bunlarla hayat kuracakların vay haline…

Donanma gemisinin dümen kısmı, kaptan köşkü ve özellikle yelkenlerin sarılı olduğu halatları tutan ana gövde harika.
Kafanızı yukarı doğru kaldırdığınızda o halatlar boyunca uzanan ve sonunda masmavi bir gökyüzüne varabilecek bir özgürlük düşlüyorsunuz.

Gezmeye gelenler oldukça fazla, ilgi çok olunca fotoğraf çekmeye de zorlanıyorsunuz.
Öğrenciler ise şaşkın şaşkın ama ciddi olarak bakıyorlar etrafa.

İyicene tadını çıkardıktan ve tarihi şu dokuyu aldıktan sonra karşı caddeden Gülhane parkı içerisine geçeceğiz zira Serap çok acıkmış bir şey yemek istiyor.
Tam karşıya geçerken yeşil ışıkta az kalsın ikimizde mefta olmuş olacaktık ben kolundan çekmesem fark etmeyip önce ona sonra bana hızla gelen bmw, bayan sürücü bizi öbür tarafa şutlayı verecekti.

Gülhane’nin o eski nostaljik havası içerisinde, güzelim manzaraya karşı oturuyoruz.

Doğa harika. Batum Botanik gibi olmaz ama diyorum.
Kızlar, burası daha güzel diyorlar. Beğenmemişler…
-Yorum yok. Ne diyim.

Oradan yürüyerek Trt Ramazan yayın araçları arasından Soğuk Çeşme sokağına doğru ilerliyoruz.
Derya bu taraflara yakın okumuş ama bu sokağı ilk defa görüyormuş.
Diğerleri zaten hiç bilmiyor.
Çok beğeniyorlar
Rahmetli Çelik Gülersoy kazandırmıştır, çöplükten bu hale getirdi diye anlatmaya başlıyorum.
Kısa bir ön görüş ile arkamızı Topkapı Sarayına, sağımızı Ayasofya’ya verip Sultanahmet meydanı’na doğru ilerliyoruz.
Şimdi hemen bir yer bulmamız lazım saat - 19:00 çünkü ve hafta sonu imkanı yok yer bulmamızın sonra.
Bir yer görüyorum fiyat fena değil mönü ve semazen gösteri ile birlikte ama yemekte pilav döner sevmediği için Güler beğenmeyip benim daha önce bahsetmiş olduğum Belediye Tesislerine doğru ilerliyoruz ancak yürümekte bayağı zorlanıyoruz.
Kızlar zaten gidecek halleri kalmamış.
Derya: Valla, hem topuklularla gıgıkın çıkmadı biz durmadan söyleniyoruz bravo sana yaw.
Derken: “ eee bende konuşursam bundan bir şey anlamayız ki neyin keyfini alacağız( oysa ayaklarım bitmiş halde Nunu’ya giderken güzel görünmek ve kızlarla buluşacağım için giymiş olduğum ayakkabılar ertesi gün yere basmakta zorlanacak kadar benim canımı acıtmakta hiç geç kalmayacaktı)
Devam ediyoruz orada da yer yok haliyle. Kızlar şuradan gözleme alıp, hatta bir dilim karpuz yere çömelelim diyorlar.
Olmaz diyorum adam gibi elimizi yüzümüzü yıkayalım oturalım, sohbetimizi yapalım.
Devam…
Çok lüks olmayan Yerebatan Sarnıcının arka kısmına düşen alanda dışarıya kurulmuş mekanda bir yer buluyorum fiyat da uygun.
Çay da ikram edeceksen geliriz diyorum.
Giriyoruz.
Yemeklerde şahane çıkıyor şansımıza.
Karnımız doyunca da herkes gülmeye başlıyor işte.
Mutlu son yani.

Tüketim toplumunun getirmiş olduğu şu hengameye bakıyorum ve kızlara diyorum ki :
“ bakın şu kalabalığa herkes yemek derdinde binlerce insan ondan sonra çay,kahve sürekli yemek, sürekli tüketim hayat çoğunluğu bunlar üzerine dönüyor işte.”
Haklısın hakikaten düşünmemiştik diyorlar.


Kaç kişi yürekten sadece bir güzel ezan, bir güzel tarihi mekanın atmosferinde canana yakın olabilmek arzusu ile burada ki?

Bizler yorgun olsak da kızlar çarşı yı gezmek istiyorlar, girdiğimiz gibi geri çıkıyoruz.
Çünkü bir şey bakmaya imkanın yok.
Yürüyemiyorsun.
Güler’in patlamış mısır almasını yaklaşık olarak on dakika bekledikten sonra, dondurmalarımızı alıp çimlere uzanıveriyoruz.
Serap , beni buradan eve ışınlarlar mı? Diyor.

Biraz oturup sonrasında önce Serap’ı uğurlayıp ben diğer kızlarla Tramvaya geçiyorum. Sohbet ederken, bir durak önce indiğim için tekrar yürümek zorunda kalsam da çok keyifli bir gün geçirmiş olmanın mutluluğu, üstelik onlarında bilmedikleri daha önce görmedikleri bu mekan ve yerleri onlara aktarmış olmaktan duyduğum haz ile evime varıyorum.
Fotoğraflar düşüyor geçmiş an.lardan.

Evet, her şey artık geçmişte.
Keşke, hiçbir şey bitmese değil mi?

Aslında dediğim gibi sen yüreğindeki mahzende anılarını demlendirebilmeyi becerebiliyorsan; çıkar çıkar bak.
Geçmiş diye bir şey yok hep o anın içinde kalabilirsin.

Önemli olan kaldığın an.ların; güzel, kaliteli ve sevgi özlü olması.

Bir daha ki buluşma nerede, nasıl, kiminle olur bilinmez yaşamak lazım.
Yaşamayı sevmek…

Hiç yorum yok: