Hürriyet

26 Kasım 2010 Cuma

Bir Hayali Gerçek Yapmak...

Nereden başlamalıyım?
Nasıl anlatmalıyım?
İ’den başlasam Y alınacak.
İyisi mi iş den yeni geldim,ben bir çay demleyeyim onun üzerine konuşalım.
Çay yanına gidebilecek en güzel tatlı bu çünkü.

İnsan yaşarken kendine ait bir şeyler yapabilmeli.
Renk katmalı hayatına.Monotonluğuna.Tabi imkanları ölçüsünde.
Birde benim gibi imkanlarını kafasıyla delmeye çalışanlar var,onlar delidir ne yapsa yeridir grubuna giriyor.
Kim ne derse desin umurumda değil.
Artık pencerem bu yönde.
Artık sisli bulutlardan,karmaşalardan,yersiz telaşlardan arınıp;yıllardır yapmak isteyip de hep ertelediklerimi gerçekleştirmek istiyorum.
Ve yapıyorum.Yaptım.Yapacağım…Biliyorsunuz modern slogan artık bu.
Efenim bendeniz bir yoğun sis sabahında epeyce uykusuz ve yorgun şekilde hayallerimin ülkesine uçuverdim.
Olacaklar hakkında hiçbir bilgim yoktu.Yapayalnızdım.İçimdeki sevgiden başka tutunabileceğim herhangi bir şey de yoktu.Sadece umut…
Hep gülümseyen,hep sevecen insanlarla karşılaştım.
İlki rehberimiz bundan yaklaşık 7-8 yıl kadar önce uzun bir bankacılık serüveni ardından bir vesile ile buraya gelmiş,evlenmiş.Şimdilerde ise hem tercümanlık hem rehberlik yapıyor.
Ted Ankara Koleji ve ardından ODTÜ Ekonomi&İşletme okumuş. İki yabancı diline bir de benimkini eklemiş.

O ne mi?Tabi ki İTALYANCA.
Si si…
Certo!Perfecto.
Valizlerimiz otobüse, biz uçaktan iner inmez uzun bir yolculuk sonrasında tekrar yola.
Venedik’ten Floransa’ya…

Her şey valizde ve o otobüsle gittiği için iler ki zamanlarda bize ihtiyaç duyuracak şemsiye,palto,çorap vs hiçbirine sahip değildik.
Karış karış özellikle çocukları olanlar çorapçı aradı.
Floransa’ya girerken sanki Ankara’ya gelmiş gibi hissediyorsunuz.
Sakin,rutin gibi gözüküyor her şey ama meydana vardıktan sonra iş bitiyor.
İşte gerçek astral yolculuk orada başlıyor.

Allah’ım bir zaman içerisindeyiz ama hangi zaman?
Bu nasıl bir korumadır tarihi.
Kapı tokmakları, sarı beyaz karışımı özel taşlı duvarlar ya o bak bak doyamadığın heykeller.
Uffizi sanat galerisi önünde çalan enstrümanlar, Arno Nehrine doğru kıyıda ki insanlara eşlik ediyor. Bir çift düğün fotoğrafı çektiriyor.

Yalnızlar,
Yağmur altında aşk yaşıyoruz doğayla.
Buraya da yalnız gelinir mi hiç demeyin lütfen.
Elbet de size yakın ve ayı yöne bakan bir karşı cins elbet de güzeldir ama yok diye karalar bağlayacak halimiz yok.Perce (Çünkü) aşk illa iki insan arasında yaşanan bir şey değildir.
Ben rehberimiz ve adaşım,her zaman sevgi ile kendisini hatırlayacağım Sn.Emel Serio’nun Florensa’da götürdüğü tiyatronun çaprazındaki cafe ye de aşık olabilirim.
O eski kırmızı küçük kanepeye ve camında onunla dans eden el işi perdeye.
Ve gülümseyerek bakan beyefendiye.

Florensa’nın bizim Ortaköy’ü yer yer çağrıştıran dar sokaklarından fışkıran insan kalabalığına, o kalabalıktaki ayak üstü atıştırdığımız “Lampredotto”(bizim işkembenin susuz ekmek arası özel soslu bir çeşidi ama muhteşem) nun ardından hemen sola kıvrılıp, Dante’nin evini görmeye,hatta Japonların özellikle yerdeki taşlarda onun yüzünü görebilmek ve bunu fotoğraflamak isteklerine,çabalarına.
Dümdüz gidip gidip yine sola döndüğümdeki caddede sırf erkek ürünleri satan buram buram eski kokan dükkanında şık ve göz göze geldiğimizde ürünlerini düzelttiği dükkanından fotoğrafını çekerken tebessüm etmeyi unutmayan beyefendiye.
Her gidenden kart istediğim ve her seferinde bu tepeyi gösterir kartı getiren arkadaşlarımdan sonra kendi öz ve öz gözlerimle şahit olduğum muhteşemliğe.

Florensa’yı tam şehir bütünlüğü ile içmek yudum yudum.
Hele hele turdan bir kızcağıza rica edip de (yalnızların ve fotoğraf düşkünlerinin makus kaderi ) benim fotoğrafımı çeker misin deyip döndüğüm sırada arkamdan doğuveren Gökkuşağına…

Ve meydanda alışveriş yaptığım Mario amcaya…Bana aldığım ürünlerde indirim yapan,yaşlı elleri ve yüzündeki çizgilerde yaşanmışlığın derin izleri pahasına videosunu çekip onunla sohbet etmeye çalışırken utangaç havasına.

Doğaya. Herşeye.
Bu neye nasıl baktığınla ve tamamı ile yüreğin ile alakalı bir durum.

İnsan sanat seviyorsa,
Tarihe meraklı ise
Özellikle gezmeyi,yeni yerleri keşfetmeyi en tutku dolu merakla arzuluyorsa.
İtalya’dan sıkılmazsınız.
Her yer sizi boğmayacak kadar sanat. Muhteşem
Hal böyle iken; Beyazıt Meydanından eskiden Padişah efendilerin yürümesi için kırımızı halılar ile üzerinden geçilsin diye ta Sultanahmet meydanına kadar uzanan Divan Yolunu düşünüyor.
Ve şimdi bastıra bastıra, eze eze geçilen tramvay yolunu.
Her gün binlerce turistik araçlara üst geçitlik yapan Yerebatan Sarnıcının yıkılma tehlikesini.
Galata’yı. Balat’ı.Kumkapı,Surlar boyunca sahil şeridini.
Aklınıza geliveren her şeyi.
Eski okullar üzerinden sökülen Padişah Mühürlerini.
Selçuk işi kapıları çalınan camilerimizi.
Bodrum müzesinden bile çalınan arkeolojik eserleri.
Hangi birini anlatmalı ki.
Hep söylüyorum, tarihlerini bilmeyen uluslar yok olmaya mahkûmdur.
Denizimizde,karamızda tarih var .Netice.

İlk kez Eminönü Mehmet Efendi taze kavrulmuş buram buram kahve kokusunun, içimi şiddetle saran kuvveti dışında hissettiğim kahve kokuları aldım.İçtim,tattım çok güzeldi.
Hayat pahalı, rehberimiz öyle demişti burada nefes almak bedava!
Ve bence bir görsel şölen.
Tüm yorgunluklara rağmen. Yol boyunca 60 kişilik yolcuları uyaran ve titiz Amedeus bizi taşıyan aslen Napoli’li beyefendinin de sanırım tanıdığı bir yer olan tipik İtalyan Lokanta/Restaurant bir yere gittik.
Ben rehberime güveniyorum,çünkü alanda ilk onu beklerken içimden lütfen ben onun otobüsündeki listede olayım çok şanslı olacağız biliyorum diyordum.
Çünkü güvenirsem tamam, kendimi teslim ederim. Gerisine bakmam. Yeter ki güveneyim o güven oluşsun.
Hakikaten de 3 gece 4 gün boyunca tüm olumsuzluklara, hatta kendisinin bile otel girişi yapılmamasına rağmen;tüm yorgunlukları ve moral bozukluklarını hiçe sayıp bizi sahiplendi.
Daha ilk sabah “şimdi benim ilk kalabalık böyle 60 kişilik grubum herkesin talepleri farklı olabilir, ne istersiniz bu yol mu yoksa bana takılıp altından girip üstünden çıkmak mı?”
Benim için her zaman altından girip üstünden çıkmak zira işin içinde İtalya var.
Çoğunluk da genelde güzel insanlardı ve çok keyif aldık.
Evet,sevgili rehberimiz Emel Hanımefendi ve bağlantıları sayesinde bu kez akşam yemeğindeydik.
İnanın abartmıyorum böyle bir organizasyonda olabilecek en muhteşem yemekti.
Ağabeyimden ödünç aldığım fotoğraf makinesi Floransa’ da çantası içinde sırılsıklam olduğu için orada çalışmadı ve ne video ne fotoğraf alabildim.Sadece yanımdakilerden bana da göndermelerini rica ettim.
Girdiğimiz mekanın içerisi eski yazlık sinemaların renkli süslenmiş lambaları gibi; her ülkenin bayraklarını taşıyordu (bizimkini fark edemedim)
Pometto Pizza Man diye şirin bir yerdi.
Bize makarna kızartması denildi sanırım bildiğiniz lokma hamur üstünde güzel bir sos ve nane yaprağı. Çok güzeldi.
Ardından geniş erişte şeklinde özel soslu makarna bunun adını bilmiyorum tencereyi isteyebilirdim şahaneydi. Diğerlerini tadabilmek için çok az alabildim her birinden.Ardından deniz ürünlü bildiğiniz içerisinde küçük istiridyelerin (midyelerin) yer aldığı spagetti türüydü.
Ardından pizza çeşitleri yığılmaya başlandı. Kendimi birden eski köy düğün evlerinde gibi hissettim.
Çok mutluydum bunu biliyorum.
Ve şarap. Certo .
Ah ne güzel tadlardı onlar.
Ardından oldukça büyük bir kayık tabak içerisinde en sevdiğim mozeralla peyniri yanında çeri domotesler.
Ardından kızartma geldi sanırım lahanaydı yoksa soğan mı tam anımsayamıyorum.
Çünkü o arada Amedeus beni Hollandı sanmış ve sen Türk olamazsın diyordu.
Nasıl yani?
Bir dakika!
Tamam, İtalya aşkım var çok seviyorum ancak Türkiye deyince akan sular durur.
Bir kere Türklerde böyle sarışın yoktur diyor rehberimize
Bende söyleyin diyorum çakma sarışınmış.
Bu yemek bitsin dansa gidelim mi diyor.
Durmadan ikramlar önüme doğru sürülüyor.
Şarap,ardından özel bir likördü içkiydi sanırım o geliyor.
Amedeus karşıdan işaret ediyor,içmiyorsun.
Boş iki karafakiyi gösterip
Basta ! diyorum (yeter)
Sağnak yağmur ve enfes bir hava altında muhteşem odama geliyorum.
Sanki balayına gelmişim,ne güzel hazırlamışlar odayı.
Ellerine sağlık herkesin.
Türkiye’de duyamadığım iltifatlar eşliğinde uyuyorum.
Netice de ben İtalya’da “Prenses” oldum.

Sabah yine çok erken uyanıp yollara koyuluyoruz açıkçası ben bunlardan hiç şikayetçi değilim.
Savrulmuş İtalya yağmurunda.
Otelimin manzarası parka karşı, duşumu alıp mis gibi deliksiz uyku almışım.
Yolculuk Venedik’e
Aşklar şehrine.
Tüm ön yargıları
İşte hafızada yer eden Venedik sokaklarında ki Maske li insanlardan,renkli evlerden,süslü gondollardan sıyrılıp kendi hayalimi kurmaya gidiyorum.,.
Ne Bocelli kulağımda ne Pavoretti.
Ben kendi kendimin İtalyasındayım, dışarıdaki renkler de ayrı hoşluk katıyor.
Sıfırlamış her şeyi. Dern nefes alıyorum içerime İtalya İtalya diye.
Hava daha güzel, biraz güneş var.

Floransa umutlu bir şehir
Venedik ise hüzünlü.
Foloran sa da dönüş de ki evlere baktım hemen hemen aralanmış perdeleri arkasında boylu boyunca kütüphaneler mevcut. Ve onları hafif ısıtan ayaklı lambacıklar. Okuyan bir şehir, daha kültürlü diye sanıyorum belki de yanılıyorum.
Venedik kaderi yok olmak üzere
Umarım olmaz…
Tüm arka ve yeni yüzüyle ki yol arkadaşımız Reha Bey son iki gün daha kaynaşma imkanımız oldu Nevin & Mehmet çifti ile birlikte ( bana o kadar sıcak davrandılar ki anne babam gibi fotoğraf çekme kahrımı çektiler ne kadar teşekkür etsem az kendilerine onun için dönüş check in lerini yaparken birlikte yaptık) bizi arka yüzüne de götürdü.
Alışveriş vesaire derken koşa koşa son gün tam bir Venedik yaptık harikaydı.
Tabi son gün yine Emel hanım’ın bağlantıları sayesinde.

Bildiğiniz gondollar,çan ve saat kulesi,muhteşem dükler sarayı,tövbe köprüsü alabildiğince kollarını açmış adeta İstanbul gibi sizi bekliyor Venedik.
Yalnız onu yaşayan ve bir de sadece Venedik’in taşıdıkları var.
Bizler yaşayan insanlardık.
Ayran budalası gibi dolaşmadık. Hissettik.
Gondol’a bindiğimde bizi götüren sonradan isminin Guiseppe olduğunu öğrendiğim beyefendi başta balgam çıkara çıkara arkamdam denize tüküre tüküre tüm hayalimdeki romantizm içine ettiyse de o olmasa Marco Polo’nun evinin birbirine geçmiş kanallar içerisinde nasıl görebilirdim ve yanında ki tiyatro tabelası kalmış yazıyı.
Oradan bir tarih geçmiş Titanic filminin belki gerçeği yıllar sonra orada olacak. İnşaAllah olmaz. Çünkü gerçekten hüznü yaşatan bir yer.
Tesadüf bulduğum fotoğraf stüdyosunda aldığım bellek sayesinde arkamda batmakta olan güneşi yakalayabiliyorum.
İçin için ağlayan bir şehir burası.
Sularla üstün körü gelip geçen insanların tortularını temizleyen bir şehir.
O kadar yorgun oluyoruz ki sözde Emel hanım balık yemek istiyordu otel girişi olmadığı için tekrar yolu geri dönmek zorunda kalmıştı.Tabi biz bunu sabah öğrenebildik.
Bize otelimize yakın alışveriş merkezini tarif etti.
Anne ve iki kızı Muğla dan gelen hanımefendiler,Elazığ’dan katılan karı koca ve iki kızları ile gelen Tülin&Turgut çiftleri ile alışveriş merkezine gittik.
Son sistem her şey, ekmeği mıncık mıncık yapmıyorlar eldiven var,tartma var.İstediğin kadar istediğin çeşit al. Çılgın Türklere kesinlikle uymayacak bir düzen var.
Et bölümüne geldik Tülin hanım sen söyle benim için tavuk kanat,patates istiyorum ,sor ama domuz eti olmasın.
Anladım herkes uykusuz şaşırmış vaziyet de.
Çünkü henüz tavuk kadar domuz üretilmedi sanırım.
Hem onu yesek ne olacak ki netice de tavuk da kendi pisliğini yiyen hayvan diyeceğim olmayacak susuyorum.
Müslümanlık çarşaf da veya tavuk da olsaydı.
Ah güzel ülkem içinizi temiz tutunun ruhunuzu. Müslümanlık burada.
Görevliye söylerken hanım kızıyor bak diyor oradan numara al bekle.
Minnacık bir sistem yapmışlar basıp banka kuyruğu gibi numara alıyorsun sıranı bekliyorsun ve istediğini alıyorsun
Düşünsenize Türkiye’de bunu.
Üstüne bir de tahayyül edin, Ramazan ayını.
Aman aman…
Almanya da Türkler basmasın diye tabela koyanlar ne yapar bilemiyorum arık.
Haklılar. Uyamıyoruz uyum sorunu var.
Sistem dışıyız.
Neyse gayet yakışıklı saçları hafif kırlaşmış görevli ile yarı İngilizce yarı İtalyanca isteklerimizi sıralıyoruz. Dönüp dolaşıyoruz bende aynısından yemeye karar veriyorum ve beyefendi yine sen mi geldin gibi bakıyor.
Çünkü koca market de coca colayı bulamayınca yine ondan yardım istiyorum.
Gülümsüyor.
Bana patatesleri verirken ne yeteri kim bu çocuk mu yiyecek diyor
Ben yiyeceğim diyorum olmaz diyor.
Neyse Tülin hanım,gezelim mi alışveriş merkezini diyor.
Aman yok hiç işim olmaz ,zaten uykusuz eşiniz otelde bekliyor midesi bozulmuş demediniz mi? bence gidelim bir an evvel zira sabah 6.30 kalkacağız deyince ve kızı da bastırınca haklısınız diyor.
Kasa da ki görevli hanımla sohbet ediyoruz.
İstanbul’a Türkiye’ye daha doğrusu hiç gelmediğini söylüyor.
İnşaAllah gidersiniz deyip otele uzuyoruz.
Ne uzama banyo ve tumba yatak.

Sabah George Clooney’ nin de tercih ettiği çok özel çok güzel çok şirin mi şirin bir yere varıyoruz.
Adam haklı ne yapsın Beverly Hills de
Muhteşem bir göl
Verona GARDA Gölü
Kuşlar
İleride sağda bir kale,kale içinde çiçekli bir köy
Buram buram eski buram buram kuşlar ve ördekler
Kurabiyemi paylaşıyorum onlarla
Mis gibi bir hava
Amedeus “akşam yeterince pizza yemedi pizza ısmarlıyım” diyor teşekkür ederim istemem diyorum.
Sigara uzatıyor, kullanmıyorum diyorum.
Kahve ısmarlıyım diyor yok diyorum
Ne söylesem yok diyor bu nasıl iş diyor
Eee Türk iş!

Garda içerisinde böyle bizim Abant,Afyon, Denizli kaplıcalar gibi özel bir tesis var.
Muhteşem bir yer Emel hanımla içeri girip soruyoruz.
Sanırım 4 yada 5 saati 35 Euro mu denmişti yanlış olabilir,havlu terlik her şey veriliyor ve burada konaklıyorsun.
Nevin hanım “ohh ne güzel sıcacık” diyor burada kalalım.
Muhteşem evler
Eski bir cafeye giriyoruz daha doğrusu eski bir fotoğraf var köyün girişi bizim Göksu deresi gibi onun siyah beyaz fotoğrafı gibi.
Burada Nevin&Mehmet çiftinin ısmarladığı canlı canlı yapımına şahit olduğum pizza yı yiyoruz sebzeli muhteşem.

Yolculuk Verona
Verona her şehir gibi bizi bayrakları ile karşılıyor her yerin kendine has bir bayrağı mevcut
Burası da çok güzel çok antik bir yer.
Burada bilgim yetersiz gelir diye sanırım 30 yıldır burada yaşamakta olan Amerika kökenli Franklin’i rehber olarak çağırıyor Emel hanım nezakete bakar mısınız. Bize vermiş olduğu değere. Ne de olsa Türk gelenek görenek aslen Denizli.
Franklin bizi Emel hanımdan sonra bilgi yağmuruna tutuyor.
Osmanlı ya kadar gidiyoruz.
Tarih anlat anlat bitmez
Romeo&Juliet evi olmuş size bildiğiniz, Oruç Baba türbesi.
İnanın aynen öyle .
Duvarlara yazı yazılıyor inançları olsun diye o kadar dolmuş ki belediye 6 hafta da bir siliyor.
Ben yazmak yerine sırtımı duvara veriyorum şans içime işlesin diye.
Mussolini’den kalma heykeller.
Kuşlu heykeli ile şair Barba.
Eserler eserler çoğunu fotoğraflara baktıkça anımsayacağım.
1882 yılını gösteren kale önünde ayrılıyoruz Franklin ile bize teşekkür ediyor.
Biz de ona.
Akşam otele dönmüyoruz başını şişirdiğimiz ilk günden beri bir şarap evi ziyaretini Emel hanım bize sağlıyor.
Bir aile şirketi yaşı 20-22 gösteren tok sesli biraz asabice hanım kız bize tanıtıma başlıyor.
Yer,yeşillikler arasında Monte Tondo Soave
Binanın hemen girişinde eski bir Mercedes peşi sıra dizilmiş dokuzyüzyıllık şarap üretiminde kullanılan araçlar.
İşte o an hemen gözümün önüne bağ evleri, veya seyredip de etkisinde kalmış olabileceğim film kareleri geçiyor.
Üzümleri neşe içerisinde şarkılar eşliğinde ezen kızlar.
Toscana.
Yeşil…
Kusana kadar yeşil.
Ve şatolar
Ve gerçek aşklar…
İnanılmaz güzel bir mekan bize üç beyaz, bir kırmızı ve zeytinyağı tanıtımı yapıyorlar.
Tabi uzunca bir masa kurulmuş.
Zeytin,eski kokulu ,peynir,kaşar peynir,cips,fıstık,galeta.
Emel hanım şarap almayın götüremeyebilirsiniz diyor biz şansımızı deneyip alıyoruz.
Reha bey o akşam oda da içmiş.
Ben İstanbul’a getirdim.
Bakalım kim ile içmek kısmet olacak.
Aşkam Emel hanım,derici Türk bir çift ve yine bizim turdan bir çift ile akşam otelde onlar şaraba, ben sebze çorbasına devam ediyoruz.
Sabah erken yine uyanıp son tura çıkmak üzere.

Vaporettalar ile Venedik çevre adaları
Yalnız yakışıklı kaptanımız biz uyarıyor Venedik de sular yükselmiş beklemek durumundayız yol güzergahı değşti sanırım.Postane önünde sıkı ıslanıyoruz kar yağacak gibi soğuk hakim.
İlk durağımız Murano adası burası cam işi ile ünlü.
İçeride fotoğraf çekmek yasak sadece üretim yerine alıyorlar çekimi.
Bize özel bir vazo ve bir kedicik yapıyor (laf aramızda ilk kez burada ısındım)
Eskiden Galata civarında yaşarmışlar ben gitmeden önce araştırmıştım hatta bir gün buraya gelirsem kendime ay yıldızlı kolye alacağım demiştim.
Aldım.Yaptım.Yapacağım.Slogan bu.
Perfecto.
Zaman içerisinde ülkemizden göçen tüm renkler gibi onlarda zenginlikleri ile kaybolmuşlar.
Murano adası, öylesine ticari bakıyor hayata yani sular altında kalmış kalmamış pek umurunda değil gün adası bir nevi.
Orayı da tamamladıktan sonra,

Geliyor sıra dantelleri ile ünlü Burano’ya.
İşte burası neşeli,umutlu gerçek Venedik ,
Rengarenk evleri ve dar sokakları ile…
Video slaytlarında gördüğümüz ve Venedik diye baktığımız; önünde yükselen suların etkisi ile pissa kulesi gibi yamulmuş kulesi.
Dar sokakları
Kapı önünde asılmış çarşaf perdeleri ile sanki biraz sulukule, biraz Küba çağrıştıran evleri ile
Yaşayan ve yok olmaya razı ama yaşayan bir ada.
Tüm çaresizliklerini cesaret ile bertaraf edebilmiş bir adacık.
Burada sanırım meşhur bir balık lokantasına giriyoruz
Yerin adı “ Da Romano” olmalı.
Verdiğimiz siparişler sonrasında garsonları biraz tabiri caizse manyak ettiysek de netice de biz Türküz.
Müsaade isteyip mutfağa giriyorum,garsonlarla fotoğraf alıyorum.
Bir tanesi diğer ikisini göstererek onları alma bizi çek diyor.
Karizmatik tipler.
Erkekleri çok güleç, kadınlar suratsız gibi.

Mediterano Akdeniz Akdeniz filmini izleyenler bilir orada bir replik vardır:
“Aynı yüzler aynı mideler Türk,Yunan,İtalyan hepsi birbirine benziyor”
Benziyoruz ancak sanırım bizim biraz daha okumamız kesinlikle daha fazla tarih bilmemiz şart.
Bence burada bizler her şeye sahibiz ancak şımarıklık yapıyoruz.Şükretmiyor,tarihe de sahip çıkmıyoruz.
Muhteşem bir balık,spagetti,kırmızı şarap üstüne kahve ve hayatımda bir daha zor tadabileceğim gerçek Tiremusu.
Muhteşem.
Muhteşem.
Muhteşem.
Emel hanım sen çok yaşa!

İtalya da sabah kahvaltı etme alışkanlığı yokmuş genelde cafe gibi yerlerde bir sandviç ve kahve alıyorlar.
Yani zeytin peynirin yerini asla tutmaz.
Zeytin onlar da içi yanına alınan aperatif.
Hayat zor
Sigortalı olma durumu yok gibi.
Benzin ucuz
Doğalgaz çok pahalı
Kiralar tl ile 1600 sanırım 1 + 1 di.
Pazar günleri muhakkak kaybettikleri aile fertlerine gidiliyor
Burada çiçekler yalnız onlar için alınıyor ( bu kısın bizim erkeklere uymuş o yüzden bilmiyorlar)
Ölüler iki türlü defin ediliyor 1. tabut ile muhakkak ayakkabıları konuluyor sanırım toprağa iyi bassın diye yalnız şaka bir yana biz de kapı önüne konur bilirsiniz.
2.ise yakılma türü ve sonunda kutucuklara konuluyor.
İşte bu Mario’nun bu Sergio’nun gibi alıyorsun. Fena yaw!
İtalya’ya çok yağmur düştüğü ve çamaşırlar kurumadığı için kurutma yerleri var oralara veriyorlar.
Burada aile çok önemli akşam muhakkak sofraya birlikte oturuluyor,bizim bayram sofraları gibi sofralar tanzim ediliyor.
Kadınlar çok çalışıyor,sanırım Türkiye’deki kadınlar şanslı bizimkiler bakmayın daha modernize olmuş gibi bunlar daha da Ataerkil öyle ev işlerine falan yardım etme durumu yok.
Sonra öyle arkadaşımla buluşacağım yok kuaföre gidicem bir hafta önceden haber veriyorsun eşine (amanin daral gelir bana bu olmadı işte)
Ve futbol çok önemlş.
Şans oyunları.
Otoyollar çok pahalı, Türkiye’ye bulaşacak Benetton orada hakim burada da özelleşirse yandık.
Sinemaya muhakkak gidiliyor.
Gazete bayi önünde bir A4 kağıdına günün önemli başlıkları yazılıyor ve asılıyor millet buradan takip ediyor.
Onlar da bizim ki gibi başbakanlarından hiç memnun değiller.
Şimdilik aklıma gelebilenler bunlar…
Ama tabi ki İtalya maceram asla bitmez aklıma geldikçe paylaşırım.



Venedik’i de feth edip otele valizleri almaya gidiyoruz.
Bizi Emel hanım’ın ayarlamış olduğu araçlar alıyor.
Bizim şansımızda Mercedes geliyor sanırım ismi Matteo idi genç delikanlı sohbet ederek geliyoruz.
Oradan alana,transfer.
Gelirken çok zor inen göz gözü görmeyen Venedik hava limanına rahatlıkla iniyoruz kaptan Bob sayesinde fakat Türkiye’ye geldiğimiz belli oluyor.
Sis nedeni ile uçak Sabiha Gökçen yerine Atatürk’e iniyor üstelik tüm uçaklar oraya geliyor
Nakil araç olmadığı için yaklaşık yarım saat uçak içerisinde, pasaport kontrolü sonrası sabah 4 e kadar alanda bekleyiş.
Hemen hemen herkes Pazartesi sabah 06:00 da evde oluyor
Dolayısı ile bizler kendimize daha yeni gelebiliyoruz
Tüm torgunluklar,aksilikler burada yazılmamış o kadar çok şey var ki ancak en önemli şey SEVGİ.
Benim İtalya sevgim beni sürükledi.
Çok güzel yerler,çok güzel zamanlar geçirdim yine çok güzel insanlarla
Umarım her zaman sonrası unutulanlardan olmaz.
Ben Kapadokya dan nasıl etkilendiysem o güzel Atlar Diyarından İtalya’nın iki Avrupa şehrini keşf etmekten ve bunu çok büyük şansla çok değerli bir kişi sayesinde yaşamaktan nasıl mutlu olduğumu dile getirebilmem çok zor.
Bir hayalimi daha gerçekleştirdim.
Çok bir şey kalmadı.
Yine anladım ki asl olan sevgiden öte bir şey değil
Ve yüreğin gerçek ise gerçeği eninde sonunda Yaradan sana gösteriyor
Sana Arriverdi diyemiyorum sevgili İtalya’m muhakkak daha görecek yerlerin var.
Nasip ise kısmet ise daha dada güzelini yine yine yeniden güzel insanlar yaşayabilmek umuduyla.

Hiç yorum yok: