Hürriyet

1 Ekim 2011 Cumartesi

AN...

An.damı kalmak iyi
Yoksa anıları toplamak mı?
Anılardan demet demet çiçek yapıp, salonunuzun mütena köşesine sindirivermek mi?

Hangisidir? Bilinmez ancak,
Ben, mesela bu yıl çok farklı topraklar, çok farklı bölgeler üzerinden geçince ister istemez üzerime kokusu siniverdi. İzi kaldı. Ve elbet de hatırası.

Mesela,
Yağmurları o kadar çok sevmeme rağmen,
Artık yağmurlu bir sabah da uyanıp yine yollara koyulmuşsam iş yani ekmek kazanabilmek için;
Hemen aklıma Doğu Karadeniz’in beni sabahın beşinde uyandırabilen gücü ile o derin sis ve yağmurları, yeşillikleri doluyor gözlerime.
Kendi kendine ama birden köpüren, kavga eder gibi konuşan halkımı gördüm.
Atatürk Köşk’ünü anımsıyorum sonra,
Sonra tepeme değmesine ramak kalmış 2200 rakım da süt içtiğim yaylaevini
Yayla da, yanyana açıveren sarılacivert çiçeği.
Soğuk,pus,sis ama yine güzellik.
Belli belirsiz, herkesin tarif ettiği üzere bir hava olarak göstermedi yüzünü bana. Şanslısın dediler. Ben Karadeniz’de daha çok güneş ağırlıklı yağmur tisildemelerini buldum.
Çay tarlalarında Japonya’yı düşündüm mesela. Asya’nın gizemini.
Sümela tarihi, Zigana’da yalnızlığı ve güzel bir tuzlu sütlaçı.

Doğu Anadolu’ya geçtiğimde ise;
Diyarbakır’da ( eski diyarbakır’da) çocukların gözlerinde kini gördüm. Savaşa özentiyi.
Bir o kadar Dicle ye bakan o muazzam topraklar da renk renk armonisi içerisinde Mardin kapı diye anılan surlardan Mezopotamya’yı.
Güneş’in ne güzel göründüğünü Nemrut’da
Oysa Trabzon Boztepe’de de aynı güneş var. Cunda ( Alibey adası’nda da).
Bir uygarlık hem Persleri yani doğuyu hem Makedonları yani batıyı bir arada kardeşçe tutmaya çalışan bir imparatorluğun taşları, heykelcikleri arasında iki yudum alınan şarabın eğer yüreğin sadece sevgi ile atıyorsa ne kadar güzel olduğunu bir kez daha hissettim.

El ele tutuşacağım kimse yoktu ancak yüreklerimizin dokunduğu dostlar oldu.
Bunlar arasında Türk,Kürt,herkes vardı.
Bir Adıyaman gördüm, Nemrut dan güzel kıyıda köşe de kalmış şahane yerler.

Rahmetli babacığım “ sen hele bir Malatya’ya git bayılacaksın tam sana göre şelaleler, dut ağaçları,bağlar” …
Dün aklıma geldi. Ben hiç babama böyle şeylerden hoşlandığımı söylememiştim. O nasıl bilmişti. Sevmek böyle bir şey olmalıydı.
Sevmeyi gördüm topraklarda.
Döndüğümde hala birbirini sevemeyen insan suretlerini.
Güneş doğudan doğar; Şanlıurfa’nın sabahını, Midyat’ın kiliselerini,Mardin’in tılsımını Gaziantep’in çarşını gezdim gördüm.

Hangisi beni en çok etkiledi.
Hepsi birbirinden güzel, birbirinden çok farklı.
Aynı bayrak altında bin bir renk, bin bir tad.
Çok şükür…
Gezebilmek, görebilmek, öğrenebilmek, eğitmek kendini biraz daha.

Çünkü ben artık baharatı alırken de farklı,
Hele ki bir Antep fıstığını aldığımda çok farklı bakacağım.
Çünkü tarlada indim, dokundum üzüm salkımı gibi o ağaçlarda yeşeren güzelliklere.
Çay paketini alırken; bin bir zahmet ile tarladan yok pahasına toplayıp satan köylü teyzem gelecek aklıma.
Otobüse yetişirken oflanıp puflanmayacağım.
Özel okullarda ki çocukları görünce, Harran da kapı arkasında gizlenmiş sevgiye aç çocukları anımsayacağım.

Paramı aldığımda faturalarımı ve diğer ödemelerime yetişmiyor diye yüzümü düşürdüğümde,
Gürcistan da ki o mutsuz ve ruhsuz insancıklar gelecek aklıma ve halime şükredeceğim.

Yaşayacağım.
Göreceğim.
Ve
Hatırlayacağım.

Hayat, hem kısa hem uzun.
Uzunluk da biraz mana katabilmek de gizli sanırım.

An.lar çok yaşa…

Hiç yorum yok: